Yeni Üyelik
6.
Bölüm

(6) CASUS

@moonpiece.24

 

 

Zaman hatayı kabul etmezdi. Çünkü hata demek zamanın seyrinin de değişmesi demekti. Oysa ben çok büyük bir hata yapmıştım. Sarhoş bir kafayla zaman kıran kitabını diğerlerine göstermiştim. Bu benim yaptığım en büyük hatalardan biriydi. Umarım bu hatanın cezası yoktur Karmen. Ben,gizem,saye,Aker ve Kayra yere oturmuştuk. Ben uyanır uyanmaz onların dik bakışlarına mağruz kalmıştım. Gözlerimi açar açmaz "her şeyi açıkla!" Demişlerdi. Ellerimle oynayarak zaman kazanmaya çalışıyordum.

 

Çünkü anlatacağım şeyin hiçbir mantıklı tarafı yoktu.

 

Gizem sert bir sesle "anlat artık!" Deyince bıkkın bir nefes verdim. Anlatmadan kurtulamayacaktım. Anlat Karmen nasılsa herşey kabak gibi ortada. "Zamanda yolculuk yaptık" bunu demem ile hepsi yüzüme sanki onlarla alay ediyormuşum gibi baktılar ciddi olduğumu anladıklarında ise dudakları şaşkınlıkla aralandı.

 

"Yuh!" Dedi gizem.

"Çüş!" Dedi saye.

"Oha!" Diyerek tepkisini koydu Kayra.

"Sikseler inanmam! Yok amına koyayım ya!" Diyerek son noktayı koydu Aker.

 

Değişmeyen tek söz ise geçmişte olduğumuzdu.

 

"Zaman kıran adında bir adam var ve zamanın akışını bozuyor bizim görevimiz düzeltmek eğer düzeltemezsek kendi zamanımıza gidemeyiz. Kitap da bize yardım ediyor sorusu olan?" Aker elini havaya kaldırarak söz hakkı istedi. "Söyle çocuğum" Aker öğrenmeye aç bir öğrenci gibi "hocam kitabı nereden buldunuz?" Diye sordu. "Teyzem verdi" bunun üzerine gizem'in gözleri kısıldı. "bu kitabı bir teyzen'e sor geleceğe gidince" saye sinirlenerek gizem'in ensesine vurdu.

 

"Kızım sen bundan önceki hayatında Zamanda yolculuk mu yapıyordun? Nasıl böyle anında her ortama uyum sağlıyorsun?!" Kayra hızla ayağa kalktı. "Neyse ne! Bizim şuan kırılan zamanı düzeltip kendi zamanımıza gitmemiz lazım!" Dedi ve haklıydı. Bakışlar bana döndüğünde ofladım. "Büyük selçuklu zamanındayız. Yıl 26 ağustos 1701 malazgirt'teyiz yapmamız gereken tek şey büyük Selçuklulara karışan casusları haklamak" saye gözlerini pörtletti. "Onları nasıl bulacağız?" Bilmediğimi belirtir bir şekilde dudağımı büzdüm.

 

Aker gülerek "eğer alparslan'ı görmeden geleceğe gidersem beni bir güzel siksinler!" Diyince saye elinin tersiyle aker'in ağzına vurdu. "Küfretme!" Aker homurdanarak birşey söyledi ama duyamadık. Büyük ihtimal sessiz küfrediyordu. Kayra birden bire "Karmen bunu görmelisin" diyerek gözünden dürbünü çekip bana uzattı. Şaşkınlıkla "dürbünü nereden buldun?" Diye sordum. Oldukça umursamaz bir şekilde "üzerimdeki kıyafetin cebinde çıktı" uyanır uyanmaz üzerimizde büyük Selçuklulara uygun kıyafetler bulmuştuk.

 

Aynı şeyi ben Kürşad zamanında da yaşamıştım. Kitap zorluk çekmeyelim diye diğer dilleri bize Türkçe çeviriyor bizim konuştuklarımızı ise onların kendi dilinde duymasını sağlıyordu. Aynı şekilde bize o dönemin uygun kıyafetlerini veriyordu. Dürbünü gözüme tutarak baktım ve bir yerleşim alanı gördüm. Orada bir sürü çadır vardı ve bir dakika! Onlar Bizans mıydı?! Evet o yerleşim alanında Bizans askerleri vardı. Aynı zamanda işkence çektirilen bir türk esir vardı.

 

Atanın çektiği işkenceyi izlemeyeceksin değil mi Karmen?

 

Dürbünü sertçe kayra'nın eline verdim. Ardından parmaklarımı çıtlatıp dik bir duruş sergiledim. "Hazır olun çünkü bir Cüneyt Arkın kesileceğiz!"

 

"Sizin ne işiniz var burada!" Duyduğum yüksek kadın sesi ile bir an irkildim. Bunu belli etmeden yavaşça arkamı döndüm ve bize yayını çekmiş olan bir türk kızı gördüm. Kız yüksek sesle "ne işiniz var benim sığınağımda!" Dedi. Şimdi deri anlaşıldı Karmen. "Yemedik la sığınağını hem biz de gidiyoruz zaten!" Diyerek bizimkileri ilerleyip gitmeye başladık. Ama buna rağmen o arızalı kız bize hala yayını doğrultuyor bizi takip ediyordu.

 

Atana arızalı deme Karmen.

 

"Ne işiniz vardı benim sığınağımda!? Siz de kimsiniz?!" Kayra sinirle "sığınağın kadar başına taş düşsün emi" dedi ve bence haklıydı. Birden bire kız sert bir şekilde bileğimi tutu ve beni kendine doğru çevirdi. Bileklerimin morardığına an itibari ile emindim. "Bana bak ula ne işiniz vardı benim sığınağımda!"

 

Hala sığınak diyor!

 

Gizem beni arkasına çekti ve kızla karşı karşıya geldi. "Bana bak sığınağına birkaç dakikalık saklandık diye dır dır yapma zaten hayatımız zor bir de senle uğraşmayalım. Bir daha sığınak dersen elimin tersiyle çarparım!" Gizem bunu o kadar tehditkar bir sesle söylemişti ki bir an ben bile korkmuştum. Kız da Haddini aştığını anlamış olmalı ki bu sefer başka bir cümle kurdu. "Özür dilerim bir an sana sert çıktım" dediğinde araya girdim. "Bize ok ve yay yaparak özür dileyebilirsin aynı zamanda savaşarak"

 

"Savaşarak derken?" İşaret parmağım ile Bizanslıların olduğu tarafı gösterdim. "Babam orada esir de onu kurtarmalıyız ama yanımızda silah falan yok bize yardım edersen özrünü kabul ederiz" kadından sanki normal birşey istiyorsun Karmen. "Size yardım edeceğim ama özürden dolayı değil aynı tarafta olduğumuz için" gülümsedim. "Harbi kızsın sen!" Diğerlerine döndüm. "Hazırlanın Cüneyt Arkın oluyoruz! Yok ol Bizans!"

 

         

⏳⏳⏳

 

Ben,Kayra,Aker,gizem,saye ve yeni tanıştığımız Aydilge ile anında yaylarımızı gerdik ve Bizans askerlerine doğrultuk. Aydilge yüksek sesle "ne hava,ne yay,ne keman, ne de Kemankeş ancak erdiren hedefe hidayet YA HAK!" diyerek yayı bıraktı ve ok Bizans askerlerinden birine saplanarak ölmesini sağladı. Havalı anı bozmamak için hep bir ağızdan "YA HAK!" diye bağırıp hepimiz yayı bıraktık. Böylelikle altı Bizans askeri ölmüştü. Ve siktir diğerleri bizi farkettmişti.

 

Aydilge'nin aksine ok ve yayı hazılamamız uzun sürdüğünden hızla aralarında daldık. Karşıma çıkan asker bana kılıcını savurunca eğildim ve kılıç kafamın üzerinden geçti. Kayra bana kılıç çeken adamın kafasına yayını dolayarak onu boğmaya kalkıştı. "Sen esiri kurtar bu bende" plan zaten buydu. Diğerleri askerleri hallederken ben de esiri kurtaracaktım. Kafamı sallayıp koşmaya başladım. Bir anda saçımı tutan el ile ağzımdan bir çığlık yükseldi.

 

Acıyı saç diplerimde fazlasıyla hissetmeye başladım. Birden bire saçımda ki el çekilince arkamı döndüm. Aker benim saçımı çeken adamı etkisiz hale getirmişti. Göz göze gelince bana göz kırptı ve herşey yolunda der gibi baktı. Ona gülümseyerek karşılık verdim ve tekrardan koşmaya başladım. Yaralı adamın yanına diz çöküp elimle nabzını yokladım. Nabzı hala atıyordu. Ölmemişti! Ama fazlası ile yaralıydı. "Aydilge! Saye! Sedye getirin durumu iyi değil!" Saye karşısındaki askerin karnına tekme atarken bana şaşkınlıkla bakıyordu.

 

"Karmen, altı kişi bir orduyla baş etmeye çalışıyoruz!"

 

"Eğer yardım etmezsek ölecek!" Bunu demem ile gamze ve saye çadırlardan birine girdiler. Çıktıklarında ellerinde sedye vardı. Adamı sedyeye yatırdım. Saye ve gizem adamı hızla bu alandan uzaklaştırırken ben ise içimden geriye doğru sayıyordum.

 

Beş

 

Dört

 

Üç

 

İki

 

bir.

 

Ve Türkler gelir.

 

Aydilge,Kayra ve Aker geri çekildi çünkü sahne sırası artık bizim değil Alparslan'ındı. Aydilge'nin anlattığına göre 20 dakika sonra alparslan'lar Bizanslılara suikast düzenleyecekti. Biz de bu 20 dakikada esiri kurtarmış ve birçok bizans askerini yere sermiştik. Gücümüzü kaybettmeye yaklaştığımızda ise Alparslan ve ordusu gelmişti.

 

Atamın karizması şaka mı?

 

Kayra'nın kolumu tutmasıyla ben de onlarla beraber koşmaya başladım. Sonunda aydilge'nin sığınağına ulaştığımızda hepimiz nefes nefese kalmıştık.

 

Sığınak dediği yer ormanlık alandı!

 

Saye bakışlarını gizem'e çevirdi. "Onu kurtarmamız için hiçbir malzeme yok! Ne yapacağız!" Sesi fazlası ile telaşlı çıkmıştı. Aydilge anında "isterseniz sizi bizim oraya götüreyim orada şifacı vardır" diyince kaşlarımı çattım. "Sizin ora?" Aydilge gözlerini devirdi. "Bizim çadırlar işte" Kayra bıkkın bir nefes verdi. "Hadi gidelim bakalım sizin çadırlara da şu şifacıyı bulalım"

 

Ne kadar uzun zaman ilerledik bilmiyorum ama çevresi duvarla çevrilmiş bir alana gelmiştik. Siyah demir kapılar ve o kapıların önünde asker vardı. Aydilge "açın kapıyı ben Aydilge hatun" adamlar anında kapıyı açtılar ama sert bakışları bize dönmüştü. Aydilge olayı toparlamak isteyerek "onlar benimle" dedi. Adamlardan korkarak içeriye girdiğimizde bizi birçok çadır karşıladı. Aydilge eliyle bir çadırı işaret etti. "Saye ve gizem bacım siz o çadıra gidin. Orada şifacı vardır" saye ve gizem itiraz etmeden sedye ile adamı çadıra doğru götürdüler. Aydilge'ye "Alparslan nerede?" Diye sordum.

 

Aydilge gözlerini kısarak bana baktı. "Ne yapacaksın nerede olduğunu?" Kayra ne yapmaya çalıştığımı anlamış olacak ki anında olaya el attı. "Aramızda casuslar var. Yani anlayacağın konu ciddi" dedi. Kayra yalan söylemek yerine dürüst bir şekilde gerçeği söylemeyi seçmişti. Aydilge telaşla "beni takip edin" demesiyle üçümüz onun peşine takıldık.

 

⏳⏳⏳

 

(Yazardan)

 

  

Saye ve gizem sedye'yi taşırken saye yüksek sesle söylenmeye başladı. "Allah aşkına ben Seyit onbaşı mıyım? Neden koskoca bir adamı taşıyorum şuan? Tırnaklarımı daha yeni yaptırdım ya kırılırsa?" Saye birkaç saniye duraksadı ardından gözleri fal taşı gibi açıldı. "Ay şimdi ben tırnaklarımı nasıl yapıcam gizo? Bu taş devrinde var mıdır manikür yapan bir kuaför" saye bunları söylerken onlar çoktan çadıra gitmişti. Şifacı şaşkın gözlerle çadıra giren iki kıza bakıyordu. gizem sinirle soluyarak saye'ye en ters bakışını attı. "Heh bütün dertlerimiz bitti de senin tırnakların kaldı zaten. Sus saye! Açtırma ağzımı"

 

Saye dudaklarını büzerek susmaya başladı. Şifacı en sonunda kendini tutamayarak dudaklarını araladı ve saye'yi işaret etti. Şaşkın bir ifadeyle "bu hatun gavur mudur? Mankür ne? Koför ne?" Diye sorduğunda gizem gülerek saye'ye baktı. "Şimdi ayıkla bulgurun taşını hadi saye" saye'nin kaşları çatıldı. "Bulgur değil o bir kere pirinç" gizem yüzünü buruşturarak "ben belki de bulgur seviyorum nereden biliyorsun?" Dediğinde saye gizem'i boş vermeyi seçti. İkisi sedye'yi bıraktıktan sonra saye şifacıya döndü. "Bak abicim kuaför o koför değil. Kadınlara bakım yapılıp güzelleştirilen yere denir" şifacının kaşları çatıldı. "Ne yani kadınlar çirkin mi?" Diye sordu. Saye sinirle "ben onu mu dedim şimdi?! Bakım diyorum bakım cahil cüheyla herif" gizem sert bir şekilde saye'yi dürtükledi. "Atama cahil deme!" Saye gizem'i umursamadan devam etti.

 

"Bak abicim bakım olmazsa bizim de sizden bir farkımız kalmaz. Sen sakalı kadın sever misin?" Şifacı yüzünü buruşturarak "yok sevmem" diyince saye rahat bir nefes verdi. "Heh şöyle! Manikür ise tırnak bakımı gibi birşey" şifacı anladım der gibi başını sallayıp sedyedeki adamı tedavi etmeye başladı. Saye gizem'me döndüğünde onun sedyedeki adamı ağzının suyunu akıtarak izlediğini gördü. Gizem'in arsız bakışları özellikle adamın karın kaslarında takılı kalmıştı. Gizem biskolata reklamı izler gibi adamı izliyordu. Saye sertçe gizem'in ensesine vurdu.

 

"Kendine gel kızım! Bu dönemden birine aşık olup instengram postuna farklı yılarda yaşamak aşka engel değildir falan yazarsın Allah korusun mazallah bir de bununla uğraşmayalım" diyerek kıkırdamaya başladı. Gizem sinirle "siktir git saye belanı benden bulma!" Dediğinde içeriye iki Türk askeri girdi. Saye ve gizemin kolunu sertçe tutup sürükleyerek götürmeye başladılar. Gizem adamın elinden kurtulmaya çalışırken "ne oluyor ne!" Diye bağırdı. Saye ise sitemle "çok kabasınız! Kadınlara daha kibar davranmalısınız!" Diyince asker güldü. "Aynen hatta sizin gibi hainlere ikramda da bulunalım değil mi?!"

 

Dediğinde gizem ve saye şok içinde yüksek sesle "CASUS MU?!" diye bağırmışlardı. Evet bir casus vardı ama onlar casusu yakalamak için buralardalardı. Bizzat casus değillerdi. Ama maalesef türk askerleri bunu bilmiyorlardı.

 

⏳⏳⏳

 

Zaman kıran tam da planladığı gibi çadıra girdi. Çadırdaki adam sultan Alparslan ve kurultaydakilere içmeleri için şerbet yapıyordu. Zaman kıran kılıcını çıkardı ve arkası dönük adamın sırtına sapladı. Adam kanlar içinde yere yığıldı. Zaman kıran yüzüğünün kapağını açtı ve içindeki zehri en baştaki şerbetin içine koydu. O şerbeti bizzat Alparslan'a içirecekti. Bunu ne zamanın kızı ne de zaman kapanlar durdurabilirdi.

 

⏳⏳⏳

 

( Karmen'den)

 

Hükümdarın çadırına doğru ilerlerken öbür taraftan o çadıra doğru giden bir adam gördüm. Elinde bir tepsi taşıyordu. Büyük ihtimal kurultaya içecek verecekti. Adam beni görünce sanki tanıdığı biriymişim gibi gülümsedi ve bana göz kırptı. O an kaskatı kesildim. O adam seni tanıyor Karmen. Beni nasıl bilebilirdi? Bu imkansızdı! Adamı incelerken bileğindeki ZK yazısı ile yutkundum. O adam ya zaman kıran'dı ya da onun adamıydı. İçeceklere birşey katmış olabilirdi.

 

Ne bir plan yaptım ne de bir şeyler düşündüm. Bomboş kafayla yaptım ne yapacaksam. "Aker ve Kayra çadırın önündeki adamları halledin nasıl yaptığınız umrumda bile değil" dediğimde hepsi bu ani kararıma şaşırsalar da itiraz etmediler ve yaylarını çekerek adamları bacağından vurdular. Aydilge şaşkın bir şekilde "ne yapıyorsunuz?" Diyip engel olmaya çalışınca kayra anında aydilge'yi kolunun altına aldı ve cebinden çakıyı çıkarıp Aydilge'nin boğazına dayadı. Onları geride bırakarak çadıra doğru koştum ve içeriye daldım. "O şarapları içmeyin!" Diye bağırdım ama maalesef çok geç kalmıştım.

 

Kurultay'dan biri çoktan ölmüştü. Alparslan öfke ile soluyordu. Bakışları bana döndüğünde tek bir şey sordu. "Kaç kişisiniz?" Bu soruya karşı affaladım ama yine de cevapladım. "5 kişiyiz. Ben,Kayra,Aker,gizem ve saye" kafasını salladı. "Güzel kendi kendine öten vatan hainlerini severim" diyince şaşkınlıkla bakakaldım. Vatan haini mi? "Kızı ve arkadaşlarını yakalayın!" Diye bağırmasıyla iki adamın benim bileklerimi bağlamaya başlaması bir olmuştu. Nasıl oldu bilmiyordum ama herkesin gözünde bir vatan haini ve bir casus olmuştuk. Oysa asıl casus biz değildik.

 

Lütfen bu bir kabus olsun Karmen.

 

Değildi. Biz kendi soydaşlarımız tarafından onları kurtarmaya çalışırken casus olarak görülmüştük.

 

İşte şimdi boku yediniz Karmen!

 

 

 

 

 

  

 

      

 

Loading...
0%