@moonwien
|
Hayatım her zamanki gibi sıradan akıp gidiyordu. Üniversite, dersler, arkadaşlar... Rutin denilebilecek bir şekilde devam ediyordu. Boğaziçi Üniversitesi'nde tarih bölümünde okuyordum ve açıkçası hayatımın en güzel yıllarını yaşıyordum. Ya da en azından ben öyle sanıyordum. 23 yaşında, hayal dünyam geniş bir insandım. Sürekli fantastik hikayeler, aşk dolu maceralar kurardım kafamda ama iş gerçek dünyaya gelince, aşk bana hep uzak kalırdı. O gün üniversitenin bahçesindeydim. Hava sonbahar yapraklarıyla dolu, hafif esintiliydi. Çantamdan düşen kitabımı almak için eğildim. Garip olan şu ki, o kitabın bende nasıl olduğunu hatırlamıyordum. Elime ne zaman geçtiğini, nereden bulduğumu hiç bilmiyorum. Belki eski bir sahaftan almıştım, belki de bir arkadaştan geçmişti bana. Ama kitabın kapağına bakınca, sanki onu çok uzun zamandır tanıyormuşum gibi bir his kapladı içimi. Tam kitabı incelemeye başlayacaktım ki, biri yanımda belirdi. “Merhaba, Serra değil mi?” dedi bir ses. Başımı kaldırdım ve karşımda, okulda birkaç kez gördüğüm ama adını bilmediğim o gizemli çocuğu buldum. Kara kaşlı, mavi gözlü, yüzünde hafif bir gülümsemeyle oturmuş bana bakıyordu. Yakışıklı olduğu bir gerçekti ama asıl dikkatimi çeken, gözlerindeki derinlikti. "Evet, benim," dedim hafif bir şaşkınlıkla. “Senin adın neydi?” “Arda. Seni birkaç etkinlikte görmüştüm ama tanışmamıştık. O kitap… çok eskiye benziyor,” dedi, gözlerini elimdeki kitaba dikerek. Kitaba yeniden baktım. Evet, oldukça eskiydi. Eski deri kaplaması, üzerindeki garip semboller... Ama ne anlama geldiklerini bilmiyordum. “Aslında... bunun ne olduğunu ben de tam olarak bilmiyorum,” dedim biraz tereddütle. “Sadece bir gün elime geçti. Belki bir yerlerden bulmuşumdur, emin değilim.” Arda'nın gözleri birden parladı. "Bu semboller... Bu, sıradan bir kitap değil. Ben eski diller üzerine çalışıyorum ve bu semboller kadim bir büyüyü işaret ediyor olabilir," dedi heyecanla. İçten içe gülmeye başladım ama bunu belli etmedim. "Büyü mü? Ciddi misin? Yani fantastik şeyleri severim ama bu biraz fazla değil mi?" dedim. Arda'nın yüzündeki ciddiyet hiç değişmedi. “Sadece bir şans ver,” dedi. “Belki bu kitabın ne olduğunu birlikte bulabiliriz. Yarın akşam kütüphanede buluşup inceleyelim mi?” Normalde böyle bir teklifi tereddütle karşılardım ama Arda’nın sesindeki kararlılık ve merak beni çekmişti. "Neden olmasın," diye cevap verdim, hafif bir gülümsemeyle. "Yarın kütüphanede görüşürüz." Ertesi akşam, Arda ile üniversitenin eski kütüphanesinde buluştuk. Sessizlik, tozlu raflar ve eski kitapların kokusu, kütüphaneye mistik bir hava katıyordu. Masaya kitabı koyduk ve incelemeye başladık. Arda, kitaptaki sembolleri dikkatle inceliyordu. Ben ise başta sıradan bir araştırma yaptığımızı sanıyordum. Ama sonra… her şey bir anda değişti. Arda, kitaba dokunduğu an hava ağırlaştı. Kütüphanedeki ışıklar hafifçe titredi. Kalbim hızla atmaya başladı, sanki bir şey olacakmış gibi hissediyordum. Kitap, sanki içinden bir şey çıkacakmış gibi titreşmeye başladı. Bir anda, kitabın kapağı kendiliğinden açıldı ve içinden göz alıcı bir ışık yayıldı. Gözlerim fal taşı gibi açıldı, geri çekildim. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. "Bu... bu normal değil!" diye bağırdım, ama Arda gözlerini ışıktan ayırmamıştı. Kitabın başında donup kalmıştı. Işık hızla bir girdaba dönüştü. Gözlerimi ovuşturdum, bunun bir yanılsama olduğunu düşünmeye çalışıyordum ama değildi. Girdap dönerken içinde bir figür belirmeye başladı. Bu, bir insan mıydı yoksa başka bir varlık mı? Zaman durmuş gibiydi. “Benim ismim... Lysander,” dedi figür, güçlü ama sakin bir sesle. "Siz ikiniz... bir seçim yapmak zorundasınız. Kaderin sınırlarını zorlayacak bir yolculuk sizi bekliyor." Nefesimi tuttum. "Ne demek istiyorsun? Bizden ne istiyorsun?" dedim, sesim titreyerek. Ama Lysander, cevap vermek yerine bir adım daha yaklaştı. Arda ile göz göze geldik. İkimiz de bu girdabın içine çekildiğimizi hissediyorduk. Tam o anda, kütüphanedeki tüm ışıklar bir anda söndü ve etrafımızı tamamen karanlık kapladı... |
0% |