@moonwien
|
Gözlerim karanlığa alışmaya çalışırken kalbim göğsümden çıkacakmış gibi atıyordu. Etraf tamamen zifiri karanlık olmuştu, Arda'nın varlığını ancak birkaç adım ötede hissediyordum. Lysander’ın sesi tekrar yankılandı, ama bu kez daha da yakın: "Sizi bekleyen kader, yalnızca geçmişle değil, gelecekle de ilgili." Derin bir nefes aldım ve ellerimle bir şeylere tutunmaya çalıştım. Arda’nın kolunu bulduğumda bir an için içim rahatladı. Ne olduğunu anlamadan, bu esrarengiz adamın sözlerine inanmış ve tuhaf bir yolculuğun içine sürüklenmiştik. Birden, altımızdaki zemin kaymaya başladı. “Arda!” diye bağırdım, ama tam o sırada ikimiz de boşluğa düşmeye başladık. Kütüphanenin tabanı sanki kaybolmuştu ve aşağıya doğru hızla düşüyorduk. Midem kasılıyordu, adeta rüzgar suratımı kamçılıyordu. Arda’nın elini sıkıca tutmuştum ama nereye gittiğimiz konusunda hiçbir fikrim yoktu. Düşüşümüz bir anda durdu. Gözlerimi açtığımda, kendimi bambaşka bir yerde buldum. Altın sarısı bir güneş, yüzümü ısıtıyordu. Etrafıma bakındım, Arda hemen yanımda, aynı benim gibi şok içindeydi. Bir ormanın kenarındaydık, ancak burası bizim dünyamıza ait değildi, bunu hemen anlamıştım. Gökyüzü tuhaf bir şekilde morumsuydu, kuşlar ise... hayır, bunlar kuş olamazdı! Devasa kanatlı yaratıklar, ağaçların tepesinde süzülüyordu. “Biz... neredeyiz?” diye fısıldadım. Arda, etrafa bakınarak hafifçe gülümsedi. “Bilmiyorum ama fena bir yer gibi durmuyor,” dedi. Onun bu kadar sakin olmasına şaşırmıştım. Ben paniğe kapılmaya başlamışken o rahat bir şekilde etrafı inceliyordu. Tam o sırada, ormanın içinden bir ses duyduk. Gözlerimi kısarak sesin geldiği yöne baktım. Ağaçların arasından bir grup insan, hayır, insan benzeri yaratıklar çıkıyordu. Uzun boylu, zarif görünümlüydüler ama yüzlerindeki çizgiler, alıştığımız insanlara göre daha keskin ve tuhaf bir parıltıya sahipti. "Hoş geldiniz," dedi içlerinden biri, sarı saçları ve parlak gözleriyle dikkat çekiyordu. “Sizi bekliyorduk.” Bu ne demekti? Bekliyorlar mıydı? Neler olduğunu anlamaya çalışırken, Arda adeta bu durumdan keyif alıyor gibiydi. “Bekliyordunuz mu? Yani, haber verdik galiba, öyle mi Serra?” dedi, bana dönerek. Bu sırada alaycı bir şekilde gülümsüyordu. Ona gözlerimi devirdim. Burası ciddiyet gerektiren bir durumdaydı ve o bunu bir şaka haline getiriyordu. “Hayır, hiç de komik değil,” dedim, fısıldayarak. Ama içten içe ona kızmadığımı fark ettim. Tam aksine, bu zor durum karşısındaki rahat tavrı biraz da olsa içimi rahatlatıyordu. Sarı saçlı olan, konuşmaya devam etti: “Lysander, sizi buraya getirdi çünkü bu dünyayı ve kaderinizi çözmeniz gerekiyor. Ama aynı zamanda, buradaki dengeleri de korumanız lazım. Bu sadece bir macera değil.” Arda, ellerini cebine sokarak devam etti: “Tamam, anladım. Peki ya bu ‘kader’ dediğiniz şey tam olarak neyi içeriyor? Çünkü biz sadece biraz büyülü bir kitap bulduk, sonrası malum…” Sarı saçlı figür derin bir nefes aldı ve ciddi bir tonla cevap verdi: “Kaderiniz, bu dünyada dengeyi sağlamakla ilgili. Burası sizin dünyanızla bağlantılı, fakat bambaşka bir gerçeklik. Burada sizin hikayeniz çok daha büyük bir anlam taşıyor.” "Bizim hikayemiz mi?" diye sordum. Ne demek istiyordu? Sadece üniversiteli iki gençtik, bu devasa sorumluluk da neyin nesiydi? “Lysander sizi buraya boşuna getirmedi. Siz... bu dünyanın kurtarıcıları olacaksınız,” diye devam etti sarışın, ciddi bakışlarını üzerimizde gezdirirken. Arda gözlerini kısarak beni süzdü. Hafif bir gülümseme belirdi yüzünde, o alaycı tavrı hâlâ üzerindeydi. “Serra, anladın mı? Kurtarıcılar bizmişiz. Süper kahraman filmine döndü iş!” “Bunun bir film olmadığının farkındasın, değil mi?” dedim sertçe. Ama içten içe, onunla aynı şekilde gülme isteği belirmişti. Çünkü işin komik yanı şu ki, Arda’nın rahat tavırları, içinde bulunduğumuz bu absürt durumu daha da ironik hale getiriyordu. O sırada sarışın lider, ikimizin bir süre şakalaşmasını izledi ve hafif bir tebessüm etti. “Daha ciddi olmalısınız. Yolculuğunuz tehlikeli olacak. Bu dünyada aşk, güven ve cesaret iç içedir. Aranızdaki bağ ne kadar güçlü olursa, o kadar başarılı olursunuz.” Bir an Arda ile göz göze geldik. Sarışın adamın bu ‘aşk’ vurgusunu biraz fazla ciddiye alıp almadığını merak ediyordum. Ama gözlerindeki anlamlı bakış, beni biraz da olsa tedirgin etti. "Aşk mı?" diye mırıldandım, gözlerimi kaçırarak. Arda hafifçe gülümsedi. "Vay canına, Serra! Baksana, aşk işin içine giriyormuş, pek eğlenceli olacak gibi." Bu sözleri söylerken gözlerindeki alaycı parıltıyı fark etmemek imkansızdı. Ama bu alaycılığın altında hafif bir gerginlik de sezinliyordum. Ben tam ona lafı yapıştıracaktım ki, Lysander aniden ortaya çıktı. Tam anlamıyla belirmedi, sanki havada eriyip geri dönmüş gibiydi. “Zaman daralıyor. İlk sınavınız çok yakında başlayacak,” dedi, sesi kütüphanedeki o yankılı sesinden daha gerçekçiydi. “Peki ne yapacağız?” diye sordum, bu sefer sesimdeki titremeyi kontrol edemeyerek. Burası farklı bir dünya olsa da, olayların gerçekliği beni ürkütmeye başlamıştı. Ama içimde, Arda’ya karşı büyüyen bir güven de vardı. Onun yanındayken, bu tuhaf dünyada bile yalnız hissetmiyordum. Belki de bu işin altında yatan 'aşk' meselesi buydu. Lysander, sakin ama etkileyici bir ses tonuyla konuşmaya devam etti: “İlk sınavınız, güven üzerine olacak. Hem birbirinize, hem de bu dünyaya güvenmeniz gerekiyor. Ancak bu şekilde, tehlikeleri bertaraf edebilirsiniz.” Arda omzunu silkerek gülümsedi. “Güven mi? Bunu başarırız, değil mi Serra?” dedi. Ama bu kez, alaycılığın yerini daha ciddi bir ifade almıştı. Hafifçe başımı salladım. "Umarım," dedim. Ama içimde bir şeyler kıpırdanıyordu. Bu macera, yalnızca fantastik bir dünyada değil, duygusal olarak da sınanacağımız bir yolculuğa dönüşmek üzereydi. Lysander elini kaldırdı ve etrafımızda yavaşça bir ışık halkası belirmeye başladı. "Hazırsanız, ilk sınavınıza doğru ilerleyin. Unutmayın, birlikte hareket etmek zorundasınız. Başarırsanız, bir sonraki aşamaya geçeceksiniz." Birdenbire zemin kayboldu ve kendimizi tekrar başka bir yerde bulduk. Ama bu sefer düşmüyorduk. Ağaçlarla çevrili, devasa bir tapınağın önündeydik. Etrafımızda egzotik bitkiler ve tuhaf hayvanlar dolaşıyordu. Bu dünya her an daha da garip bir hal alıyordu. Arda yanıma yaklaştı ve hafifçe bana doğru eğildi. “Birlikte hareket etmeliyiz, demek... Bak, belki bu işin sonunda hakikaten bir takım oluruz,” dedi, göz kırparak. Onun bu anlarda bile neşeli olması, beni hem sinirlendiriyor hem de rahatlatıyordu. “Sen yeter ki beni geride bırakma, o zaman takım olabiliriz,” dedim. Ama içten içe, Arda'nın yanımda olmasının bana güven verdiğini kabul ediyordum. Belki de Lysander’ın söylediği gibi, gerçekten bu dünyadaki en büyük sınavımız birbirimize güvenmekti. Tam tapınağa adım atmak üzereydik ki, kapılar büyük bir gürültüyle açıldı ve karanlık bir figür belirdi. Yüzü görünmüyordu ama tehditkâr bir enerji yayılıyordu. “İlk sınavınıza hoş geldiniz,” dedi buz gibi bir sesle. Arda ile birbirimize baktık, bu işin ciddiyeti giderek artıyordu. |
0% |