@morkanatlizambak
|
Bir insanı tamamlayan varlığımıydı yoksa anıları mıydı. İnsan hatıraları ve yaşanmışlıkları yoksa bir hiç miydi? Yaşanmışlıklar bir insanı olduğu kişi yapar onu el üstünde tutardı. Anılar onu ileriye taşır, her zaman başka bir adım atmasına yardım ederdi. Yaşadıkları, hatıraları olmayan bir insan ortada alık gibi dolaşırdı. Nereye gideceğini bilmeyen ve adım atamayan oluğu yerde sayan insanlardan olur öyle yaşardı. O insan anılarını hatırlamak için şansı olsa bile ikeriye atacak adımı olmazdı olsa da cesaret edemezdi. Hep olduğu yerde sayar, eski benliğine erişemezdi. Lâkin Yavuz'un cesareti de vardı anılarına kavuşmak için tutunacağı dallar da. Bir eşi vardı mesela; annesi, babası, ikizler ve Zahit. Sahi Zahit nerdeydi? "Zahit nerde?" Soru sorduğu halde başını hiç camdan çevirmemişti. Akan giden yol ve uçsuz bucaksız gök. "Ya karakoldadır ya da Kartal'ın yanında" "O da mı içeri sızdı?" "Evet" dedi Onur, bir iç çekti. "Aslında o senden önce sızmıştı fakat avımızın gözüne giremedi" "Niye o değil de ben?" "Bilmiyorum, Kartalın beynine ve düşüncesine yetişemiyorum, ne yaptığı belli değil"
"Nasıl, rahat mı?" Diye sessizliği bozdu Onur, dikiz aynasından arkada oturan Yavuz'a kısa bir bakış atarak. Genç adam arabanın camından yolu izlerken gelen soruyla aracı süren Onur'a döndü. "Ne rahat mı?" "Araba diyorum nasıl, rahat değil mi?" Başını aşağı yukarı evet manasında salladı. "O halde anahtarın tapusunu alayım ben ne dersin enişte?" "Al" dedi Yavuz olabilecek en sakin sesiyle. "Bana neden soruyorsun? Almak istiyorsan al." Gurur elini anlına vurdu, bu ikizi ne zaman olaylara gerçeklik perdesinden bakacaktı? Hiç bir zaman gibi görünüyordu. "Araba senin Yavuz abi. Sen bakma bu akılsıza" "Ben mi akılsızım?" "Sence başka kim olabilir Onur?" Dedi Gurur kardeşine anlamaz bakışlar atarken. Kesinlikle bu çocuk büyümeyecekti. "Süper ötesi birisini soruyorsan doğru, o benim" Yavuz ikizlerin atışmasıyla başını ağrıtmayıp araba camına geri döndü. Camdan görünen gök yüzü açıktı, bulutsuz bir güne selam etmişlerdi topraktan başını kaldıran çimenler. Güneşin altında ısıtmışlardı yapraklarını, yapraklarına umut ışıkları doğmuştu. Bacağını arada bir sallıyor sitresini atmaya çabalıyordu. Ondan hafıza kartını istiyorlardı lâkin o yerini bilmiyordu. Hayatı tepetaklak olmuştu. Bu deyimi baştan sona yaşamış gibiydi, gibisi az kalır yaşıyordu. Her şey yok olmuş geriye bir kaç hayalin ve yaşamın moloz artıkları kalmıştı. Bir bebek, bir evlilik... Gözleri önünde olmuştu tüm bu olanlar, paslı bir konteynırda başlayan anıları orada tam da başladığı yerde yok oluyordu. Bir yandan hayatına, anılarına kavuşmak isterken bir yandan da kendisini o kaostan bu kaosa atmak istemiyordu. Kendisi bir kenarda beklerken her şey tıkırında işleyip parçalar yerine otursun istiyordu. Üzerine kaldıramayacağı kadar büyük bir yorgunluk binmişti. Ne yaparsa yapsın bu yorgunluk hiç bir zaman gitmeyecek, yok olmayacak gibiydi. Yaşayacak belki de daha çok ânı ve zamanı vardı ama o ölmek istiyordu, kesinlikle ölmek ve bu karışık durumdan kurtulmak istiyordu. Belki ölüm Yavuz için bir kurtuluş olurdu. Araba yavaş yavaş durunca genç adam yerinde dikleşti, etraf sesiz sakin nezih bir yerdi. Arabadan inip kapıyı kapattığı anda önünde elinde ki anahtarı sallayarak yürüyen Onur'un ensesinden tuttu. "Ne oldu eniştec..." derken Yavuz çevik bir hareketle Onur'un elinden anahtarı çekip cebine attı. "Sahibine daha çok yakıştı. Ne dersin?" deyip göz kırptı Yavuz. Şu anda karşısında ki Gamze olsaydı eriyip gitmişti belki. "Ama Yavuz abi!" "Ne Yavuz abisi ne? Sonuçta arabanın sahibi benmişim o halde anahtar neden sende dursun? Değil mi Onur'cum?" Onur sesli bir kahkaha attı, gülerken gözleri kapandığı için neredeyse kaldırıma takılıp yeri boylayacaktı. O yeri boylamadan ikizi koluna girdi. "Bunun aklından zoru var. Artık emin oldum." "Ne de olsam senin ikizinim" dedi Onur taşı ona da atmaya çabalayarak. "Ee ne demişler ikiz ikize çeker" "Kim demiş?" "Bilge profesör doktor doçent Onur Eğmir" "Demese de olurmuş." Dedi Gurur kişiliğine ters bir şekilde göz devirerek. Gerçekten kişiliğine çok ters bir hareketti, çünkü o asla ergenliğinde bile göz devirmeyen Gurur'du. Lâkin bazen insanın hayatına öyle engeller -onur- çıkıyordu ki hiç yapmayacağı şeyler yapıyordu. Önden Yavuz girdi arkasından Onur'la Gurur takip etti. Danışma kısmına uğramadan yürümeye devam ettiler. Genç adam bir kaç adımdan sonra yavaşlayıp ikizlerin öne geçmesine müsade etti, zaten bilmediği yoldan devam edemezdi. Öne geçince Onur konuşmaya başladı, gevezelikte çığır açacaktı. Belki de oscar verirlerdi. "Şimdi Yavuz'cum abicim her şeyi hatırlayacak mi?" "Bilmiyorum" dedi Gurur sakince, bir yandan da kardeşinin kolundan tutmuş çekiştiriyordu. "Ha olur da hatıraları geri gelmezse bizim gidip ısrar edip getirme şansımız var mı?" "Saçmalama!" Gurur kardeşine gözlerini koca koca açmış 'sus' diyordu. Diğer kata çıkmak için merdivenlere yürüdü Gurur. Onur önceden buraya gelse de pek fazla unutkan olduğundan hatırlamıyordu. "Hadi hatırlayamazsa ben amirime ne diyeceğim?" "Sağlık sorunu kimse bir şey diyemez" "Adem amir burnumdan getirecek yemin ediyorum burnumdan getirecek." Onur yakınırken Gurur kapıya gelmişti bile. Kapıyı tıklatıp gel komutu beklemeden içeri girdi. Staj yapsa da aynı yaşta oldukları için fazla önem göstermiyordu bunlara. Belki de aralarında ki sohbet muhabbetten dolayı rahattı. Yavuz çoğunlukla beyaz döşenmiş odaya girince hiç bir yere bakmadan ilk dikkatini camın önünde, yerde ve masanın üzerinde olan saksılar dikkatini çekti. Her saksıda farklı farklı ismini dahi bilmediği kaktüsler vardı. Saksıların rengi çoğunlukla soft renkler olunca iyice ferah olmuştu ortam. Kaktüsler insanın oturup saatlerce kendilerini izlemeye teşfik ediyordu. Masada oturan genç kadın ayağa kalkıp gülümsedi. "Hoş geldiniz, buyrun oturun" dedi bir eliyle masanın karşısında ki kadifemsi koltukları göstererek. Kırık beyaz korktukları insan otursa kirlenecekmiş izlenimi veriyordu. Yavuz etrafı izlemeyi bırakıp az önce kadının gösterdiği koltuğa dikkatlice oturdu, kimse koltuk kirlensin istemez üzerine titrerdi. "Sanırım burada canınız sıkılık kaktüslere terapi yapıyorsunuz " genç kadın güldü, gerçekten öyle gibiydi. "Ben Ferah Altınok, siz de Gurur'un bahsettiği Yavuz bey olmalısınız?" Dedi kadın hafif soru sorar biçimde. Yavuz başını evet manasında sallamakla yetindi, üzerine kolayca atamayacağı bir gerginlik çökmüştü. "Biz konuşurken Gurur sen bize birer kahve getir." "Önce seans odasını hazırlayacağım" dedi Gurur ayağa kalkarken. Kendisine emir verilmesinden nefret ediyordu. Yapacağı işi zaten biliyordu fakat bu kız ona tekrar tekrar söylemeden edemiyordu. Ferah dilini damağına vurup yerinde dikleşti. "Geçmeyeceğiz odaya, burada konuşacağız" "Niye?" Dedi içinde ki siniri bastırmaya çabalamıştı fakat olmamıştı. "Seans odasını bu günlük Semih bey kullanacak. Hani geçen ki hastası camı yumruklayıp param parça etmişti ya, orası tadilatta olduğu için seans odasını o kullanıyor" dedi genç kadın önüne bir not defteri ve kalem çekerken. "Yâni sen de buna izin verdin?" Ferah anlamaz gözlerle Gurur'a baktı. "Evet, neden olmasın" dedi omuzlarını aşağı, yukarı oynatırken. "Bu gün seans odası sana verilmişti ve sen hakkını ona mı verdin! Saçmalık, bu tamamen saçmalık!" Resmen Gurur burnundan soluyordu. Buranın böyle bir kötülüğü vardı işte, onlarca psikolog ve terapist varken bir kaç tane özel seans odası vardı. Ve o odaları da iki haftada bilemedin bir haftada kullanabiliyorlardı. Gurur burnundan solumakta haklıydı yani. "Rica etti..." dedi Ferah sakince az biraz oturduğu döner sandalyeye sinmiş olabilirdi. "Ricası batsın!" Gurur hızla arkasını dönüp odadan çıktı, kapıyı da hafif çarparak çıkmıştı. Çöez olması, burasının staj yeri olması onu haksızlığa karşı susturacak değildi. Ve ayrıca o Semih denen heriften de hiç haz etmiyordu. O Semih kendisini Nişanlısıyla aldatan arkadaşını hatırlatıyordu... Bu kesinlikle çok acı bir durumdu... Odada kalanlar ise kapıya baka kalmışlardı. "Niye esti gürledi şimdi?" Diye söylendi Yavuz. "O arada böyle triplere giriyor fazla takılmayın" dedi genç kadın deri kapaklı not defterinin boş bir sayfasını açarak. "Evet, başlayalım" dedi Ferah oturduğu sandalyede dikleşerek iki eliyle masaya tutunup kendisini ileri çekmişti. "Tam adınızı öğrene bilirmiyim?" "Şey.." dedi Yavuz nefeslenerek "sanırım Yavuz Atak Ergüven'di" "Kendiniz mi hatırladınız isminizi?" "Hayır, uyandığımda söylemişlerdi." "Hımm.." dedi Ferah elinde ki kalemi sallarken. "Çocukluğunuz olsun gençliğiniz olsun yani onlardan da mı küçük minicik bir şeyler anımsamıyorsunuz?" "Pek fazla bir şey değil, yanlızca dün uykuya dalacağım sıra bir vişne ağacının altında oturduğum zaman evet o zamanı anımsadım." "Güzell" diye mırıldandı Ferah ağzının içinde. "Rahatlayın koltuğunuzda" dedi. Kendisi de elinde ki not defteri ve kalemle kalkıp Yavuz'un oturduğu karşısında ki aynı kırık beyaz koltuğa geçti. "Derin bir nefes alın, ne kadar rahatlayabiliyorsan rahatla. Geriye yaslan." Ferah arada ki resmiyeti kaldirirsa daha etkili olacağını düşünüp resmiyeti atmıştı bir kenara. "Şimdi bana beyninden geçenleri anlat, ve bunu yaparken olabildiğince nefes al." Yavuz konuşmak yerine başını aşağı yukarı salladı sonra da kafasını koltuğun arkasına attı. "Bir ormanın içinde koşarak bir çok adamdan kaçtım. Çok, çok kötüydü. Ayaklarım su toplamıştı ve sanırım uzunca bir süre işkence görmüşüm. Yüzüm boynum perişan vaziyette." Yavuz görmese de Ferah başını salladı kesinlikle yüzü çok kötüydü. "O gece ormanda uyudum belki de orda ölüp giderdim bilmiyorum" dedi kararsızlıkla başını iki yana sallarken. "Uyandığımda uzaklardan çığlık sesi geliyordu bağırışlar çok acı vericiydi. Yaşlı bir kadın evlâdım diyordu. Nerdeyse kendisini paralamıştı, o kadını görünce içim yandı dayanamadım girdim yanan eve. Ana..." dedi duraksayarak. "Ama.." "Sanki bir önceden yaşanmışlık hissi sardı bedenimi, bilemiyorum belki psikolojik emin değilim." Ferah bir iç çekti. "Emin olun psikolojik değil. Çünkü Gurur seni bana bir kaç kez anlatmıştı ve o anlatılanlarda da yanan bir eve öylece daldığın vardı." Öyle işte.... Bir bölümün daha sonuna geldim! |
0% |