Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Karakol Faciası

@morkanatlizambak


Ne zaman nefes almazdı, alamazdı insan? Yaşamaktan vaz geçince mi yoksa yaşarken mi? Bazı insanlar yaşarken ölümü tadardı mesela. Bazıları ölümün kıyısında hastalıkla cebelleşir, bi başkası her şeyini kaybedip yaşarken ölür.

Bir başkası da içinde ki kuşları öldürür, yaşayan ölü olurdu.

Sanki Gurur'un gözlerinde gördüğü yorgunluk Yavuz'un tüm vücudunda yayılmıştı. Kendisini çok bitkin ve yıkılacakmış gibi hissediyordu. Şu oturduğu eski ahşap sandalye olmasa bacakları güçsüzmüş gibi onu yere bırakıverecekti.

Olduğu oda gerçekten basık, dar ve havasızdı. Yeterince ışık almadığı da belliydi. Karşısında ki sandalyede oturan orta yaşlı adamın yüzünden öfke akıyordı. Kaşları olabildiğince çatılmış, yüzü gergindi. Siyah saçlarında ki beyaz teller ve beyazdan önce ki gümüş rengi vardı. Saçının yarısı bunların karışımıyım diğer yarısı hâlâ siyahtı.

Yüzünde belli olan bir kaç kırışık ve yamuk burnu. Ahh! Sanki yamuk burunla ilgili bir konuşma anımsıyordu.

Elinde ki köfte ekmekten bir ısırık daha alıp diğer masalara baktı. Neredeyse hepsi polis üniformalı adamlarla doluydu. Kimi gülerek sohbet ediyor kimisi ise hâlâ elinde ki suçlu dosyalarından gözünü ayırmadan yemeğini yiyordu.

Yavuz karşısında yemeğine gömülmüş Onur'a bakmak yerine yanına çevirdi. Amiri sakin bir şekilde ayranını yudumluyordu, çünkü dürümünü tek lokmada gömmüştü. Hatta bir tane daha söyleyecekti fakat eli yukarda kaldı. "Ahh" dedi orta yaşlı amir.

"Ne oldu Ademciğim?" Dedi Onur her zaman ki cıvıklığıyla.

Kaşlarını çatıp ters bir bakış attı Adem amir Onur'a. "Eşimle birlikte diyete girdik, dürüm bile yiyemezdim ama işte nefis. Ben de ikinci dürümü yemeyip diyet yapmış olacağım."

Onur bi kahkaha attı "Yaa hanımcı seni" Adem Onur'un önünde ki açılmamış ayranı aldı. Kapağını açıp içmeye başlarken konuştu. "Sen hanımcı olma çok beğenmiyorsan"

"Adam haklı sus Onur!"

"İyi be! Neyse amirim hani sen bana burnunu anlatacaktın"

"Anlatmayacağım vaz geçtim"

"Yaa amirim!" Diye mızmızlandı Onur. "Lütfen, lütfen!" Adem amirin burnu neden eğrildi cidden merak ediyordu. Zaten hep gereksizşeylere merak salardı.

"Bak şimdi" dedi Adem, Onur'un ayranından koca bir yudum alırken. "Ben eşimi çok seviyordum hâlâ da seviyorum. İstemeye gittiğimizde vermediler. Ben de babama yalvardım olmadı gittim bir de eşimin babasına yalvardım. Etmeyin dedim, sevenleri ayırmayın dedim tabii ben ısrar edince de kayın peder sinirlendi. Yürü git dedi, ben de Zeliha'sız şuradan şuraya gitmem dedim."

"Eee" dedi Onur meraklanarak, çok yalav anlatıyordu ne yapsın.

"Ee si işte Kayınpeder öyle mi dedi bi vurdu bana. Eli kuvvettilmiş kayın pederin söylemeden geçemem. Benim burun kırıldı. Uzun bir süre ağzımla nefeslendim. "

"Yazık yaa" dedi Onur, aynı sıra ensesine şaplak yemesi bir olmuştu.

Karşısında ki sandalye de oturan adamla hatırasında ki adam görünüş olarak evet benziyordu fakat yapı olarak asla benzemiyordu.

Bu basık, loş odada zaten içi daralırken bir de bu adamın ağır bakışları onu ezmeye and içmiş gibi davranıyordu. Orta yaşlı adamın kaşları ne kadar birbirine değebilirse o kadar değiyordu. Yüzünde ki kırışıklıklar bu sayede daha fazla belirginleşmiş onu yaşlı göstermişti.

"Şimdi hafıza kartı yok mu yani? Bana bunu mu demeye çabalıyorsunuz?"

"Evet, amirim" dedi Onur. Genç adam dışarda ne kadar neşeli, enerjik ve vurdum duymazsa karakoldan içeri girdikten sonra da o kadar ciddiydi. Sanki dışarda ki insanla buraya giren şu an Yavuz'un çaprazında oturan adam o kadar farklıydı.

Adem amir dirseklerini masaya yaslayıp avuç içerini anlına koydu. Parmaklarıyla bastırarak ovuşturuyordu anlına. Parmaklarının geçtiği yerler bir kaç saniye kırmızı rengine dönüyordu. Adamın gözleri masayı delecek gibi dikkatlice bakarken aniden başını kaldırıp Yavuz'un gözlerine baktı. "Sen! " dedi keskin bir sesle.

"Bize yalan söylüyor olabilir misin?"

"Ne konuda?" Yavuz'un kaşları da çatılmıştı artık.

"Deşifre olmuş olmayasın? Belki de her şeyi hatırlıyorsundur, gerçekten Kartal'ın sağ kolu olmuşsundur?" Adem'in sesi aşağılayıcı ve suçlayıcıydı. Karşısında kinin kim olduğunu dahi umursamıyordu. Hiç bir şeyi dinleyebilecek değildi, öfkesi kulaklarını tıkamıştı. Sanki karşısında ki kaç senedir tanıdığı, dürüstlüğünden emin olup oğlu yerine koyduğu Yavuz Atak değil gibiydi, öyle hissediyordu.

Yavuz ayağa kalkıp ellerini masaya dayadı. Karşısında kendisini itham eden adama doğru eğildi. "Ben hiç bir şey hatırlamadığım halde bunu yapmayacağımdan eminim. Ama siz beni tanıyamamışsınız demek ki! Sizin gözünüzde ben böyle birisi miyim?"

Onur da ayağa kalkmıştı, karakterine ters bir biçimde o da sinirlenmişti. Adem amir sinirlenince ne dediğini bilmezdi fakat bu kadar ileri gidebileceğini hiç düşünmemişti, bu çok fazlaydı.

"Sizi tanımıyor olabilirim ama ben bir Türk polisiyim! Ağzınızdan çıkana dikkat edin!" Yavuz'un sinirden dolayı gözleri kızarmıştı, bağırdığı için de başı ince ince sızlıyordu.

Yavuz başını yavaşça sola çevirip elini omuzuna koyup ona destek veren Onur'a baktı. Onun da kaşları çatılmış gür kirpikleri çatılmış kaşlarına uzanıyordu.

"Onur bana bu Serçe midir, Leylek midir neyse onunla ilgili dosyaları getir." Dedi hâlâ siniri belli olan sesiyle. Cidden sinirini bozmuştu bu adam.

Onur, Yavuz'un tabirine gülecek gibi olsa da zor tuttu kendisini. Koskoca mafya Kartal'a; serçe, leylek demişti.

Yavuz arkasını dönüp iyice ruhuna çöken odadan çıkacakken duyduğu sesle kapının hemen yanında durdu.

"Yavuz sana bir ay süre veriyorum. Bu süre zarfında ya hafıza kartını bulursun ya da silah teslimatının yapılacağı yeri, zamanı bildirirsin!" Adem amirin resmen sesi tehtit kusuyordu. "Ha yok elinde hiç bir bilgi olmazsa meslekten men edilmek için elimden gelenin hepsini yaparım! Bir daha karakola dahi adım atamazsın!"

Yavuz'un bu sözler karşısında sinirlendiğini arkasında kalan Onur bile fark edebilmişti. Genç adamın sırt kasları gerilmiş, yumruk yaptığı eli beyaza doğru yol almıştı.

Her şeyin üst üste geleceği tutmuştu, hafızasının boş duvarlarında Kartal ile ilgili hiç bir şey yoktu. Şu an kendi hayatı ve yaşamasını sağlayacak olan anıları bile arka plandaydı. Binlerce canın önemi vardı şu anda, silah teslimatının gerçekleşmemesi herkez için hayırlı olacaktı fakat ipler Yavuz'un ellerine bağlıydı.

Ne ipte ki düğümleri çözebiliyordu, ne de etrafında ipleri kesecek birisi vardı. Etrafında olan insanları bu meseleye katmayacaktı. Zaten diğerleri sivil olduğu için hiç bir bilgi edinemese de Onur'u da uzak tutmalıydı. Ya Adem onun da yardim etti gerekçesiyle onu da mesleğiyle tehdit ederse?

Yavuz bunun olmasını istemiyordu çünkü kendisinin anımsayamadığı şeyler yüzünden bir başkasının bedel ödemesini istemiyordu.

Onur'un da mesleği tehlikeye girmemeliydi!

Bu düşüncelerle karakolun koridorlarını arşınladı. Yürüdüğü yerde çoğu kişi dönüp ona bakıyordu. Çoğusu da seslense de yönünü dönüp bakamamıştı. Kimseyi tanımazken onların acıyan bakışlarını istemiyordu. Yüzünde hala getmeyen morluklar ve ellerinde ki yanıkların izleri varken onlarla sohbet etmeyecekti.

Kimseyi istemiyordu, yanlızca sessizliği dinleyeceği bir yere ihtiyacı vardı. Kendisini dinleyip, olmayan parçaları arayacaktı. Zihni bir yapboz anıları ise yapboz parçalarıydı. Tam resmin ortaya çıkması için daha çok yol vardı fakat Yavuz'da bu yolu bitirebilecek enerji var mı, emin değildi.

Herşey bir anda üzerine çökerken kendisini yüzmeyi bilmeyen, koca okyanusta boğulmaya bırakılmış bir balık gibi hissediyordu. Gitmesi gereken yer vardı fakat yol yoktu, olan yol da çok kavisli ve bozuktu.

Yavuz Atak koca bir şehrin ortasında kalmış, dev binalar da onun üzerine bir bir çökmüştü.

 

 

Yavuz çok bunalımlı bir ruh halinde, nasıl düzelteceğim emin değilim.

Kendi yazdığım Adem'e sinirlerim bozuldu

Loading...
0%