Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. Cesetlerin Soğuk Nefesi

@morkanatlizambak

 

 

Masalların en garip yanı gerçeklerden esinlenilip, gerçek değildir denmesidir. Masal aslında bir yaşamın, bir hayatın bin bir parçasıdır. Hayattan alınan parçalar masalların içine serpilmiştir. İnce ince içine işlenmişti her şey.

Yani masallar gerçekten uzak yazılar değildi. Çocuklaştırılmış hayattı, yaşamdı.

Yavuz oturduğu karakol önünden kalkmamıştı, kalkamamıştı. Çökmüştü oraya sanki, oturduğu bank çekmişti kendine onu. Sanki sarılmıştı bir nevi gidememesi için.

Karakolun ağaçlık kısmında bir kaç tane konulmuş banklarda oturuyordu bazı polisler. Girip çıkanlar vardı arkasında kalan karakola. Mesela bir kaç genç girip çıkmıştı az önce, yüzlerinde ki taşıdıkları ifade pek de güzel değildi. Hüzün vardı en kesin.

Herkesin sırtındaydı hayatı, aklındaydı daha çok. Yaşadıkları, yaşayamadıkları bir bir giriyordu aklına.

İnsan aklını tamamen boşaltıp nefes alamıyordu. Düşünmeden nefes alamıyordu. Her aldığı nefeste düşüncelerine bir yılan misali sızıyordu acılar.

Aynı o şekildeydi Yavuz. Düşünceleri her bir an sızıyordu vücuduna. Kendisine yaşayacak aşan bile bırakmıyordu. Karmakarışıktı aklı. Hele de duyduğu o ithamlar karşısında.

Nasıl suçlamıştı o adam onu?

Daha fazla düşünmemek için on dakika önce kadar Onur'un kendisine bırakıp gittiği dosyalara baktı. Bankta yanında öylece duruyorlardı. Bir kaç mavi dosya onu bu suçlamalara itmişti. Bir türlü cesaretini toplayıp okuyamamıştı.

O adamın yaptığı suçlar ne kadar ağır ise o kadar suçlu hissedecekti kendisini. Kendisi de kendi suçuymuş gibi hissedecekti. Kendi hayatı şu an bir hiçti, binlerce canın yanında. Öncelik onlardaydı. Yaşamalıydı bu işin ucunun değdiği herkes, masum canlar katledilmemeliydi.

Mavi kapaklı dosyaların hepsini kucağına koyup derin bir nefes aldı. Bir kaç kağıt parçasından ibaret oldukları halde vücuduna ağırlık yapıyordu. Soyut bir ağırlığı vardı. O ağırlığın altında ezildiğini hissetti Yavuz, omuzları çöktü sanki. Vicdanını parçaladı tüm bu olanlar.

En üstte ki dosyanın kapağını açtı, içine derin bir nefes çekerken. Okumaya başladı her bir kelimeyi.

Tanınan ismi Kartal'dı. Yaptığı içleri okumak istemiyordu fakat okumak zorundaydı. Bir şeyleri bilmesi kavraması gerekti.

Silâh ticareti yazıyordu en üstte sanki bir marifetmiş gibi, sanki binlerce masumu öldüren o silahlar değilmiş gibi. Kaçakçılık yazıyordu sonra, kadın ticareti, kara para aklama, bir çok ölüm işlenmişti diğer bir sayfaya. İçeri sızması için gönderilen polislerin ölümü. Polislerin cesetleri olan fotoraflar da vardı. Hem de birden fazla. Farklı farklı açılardan çekilmiş cesetler.

Yüzleri bembeyaz kesilmiş, dudakları morarmış, üzerinde ki kıyafetlere toz toprak olmuş cesetler. Farklı farklı yerlerde çekilmiş fotoğraflar. Kimi delik deşik olmuş arabanın içinde, kimi denizden çıkarılmış, kimi de çöp konteynırına fırlatılmış. Önemsiz birer kağıt parçası gibi etrafa atılmış bedenler. Toza, toprağa, çamura bulanmış cesetler.

Onlardan birisi olabilirdi Yavuz, fakat o kurtulmuştu ya da kurtulduğunu sanıyordu.

Daha fazla bakamadı fotoğraflara başını arkaya yasladı. Açık mavi göğü süzdü mavi hareleri, bir kaç bulut geziyordu sakince. Keşke Yavuz'un da içi böyle sakin olabilseydi, hep bir karmaşa, hep bir fırtınanın içinde olmasaydı aklı. Ruhu içinde ki fırtınaya kapılıp ordan oraya savruluyordu, param parça oluyordu her bir zerresi.

Aklı öyle doluydu ki ne tarafa dönse başka bir düşünce seline boğuluyor, hiç bir şeyin içinden sıyrılamıyordu. Tüm bunlardan kurtulamnın tek yolu ölüm gibi geliyordu fakat sonra aklına bu işlerin sonunda acı çekecek olan masumlar geliyordu. Onların suçu neydi ki bu vicdansızların deneme tahtası rolünü üstleniyorlardı hiç istemeseler de.

Mavi gözleri sonsuzluk hissini veren göre oyalandığı sıra yanında bir hareketlilik hissetti, dönüp bakmadı hattâ gözlerini kapattı. Mavi harelerine siyah birer perde inmişti şimdi.

Karanlık göz kapaklarında hatırladığı kesik kesik anılar belirdi bir anlığına.

Emine hanım'ın ikazına rağmen inatla yediği vişneler, az önce onu suçlamayıp birlikte yemek yediği amiri. Hiç birisi de bu mafya ve onun gereksiz işleriyle ilgili değildi.

Elinde sıktığı dosyaları dizine bırakıp parmaklarını saçlarından geçirdi. Siyah saçlarının arasında gezindi parmakları, sanki hatırlayacakmış gibi eline aldığı saç tutamlarını asıldı. Çekti sonuna kadar fakat elinde kalan tek şey bir kaç tane saç teli oldu. Ne anılar, ne de hafıza kartının yeri ortaya çıkmıştı.

"Deli gibi seni arıyorlar" duyduğu ses tanıdıktı. Demek ki az önce yanına oturan Zahit'ti.

"Bakmadıkları delik bırakmamaya kararlılar" dedi aynı yorgun, sakin sesiyle. Anlaşılan bu gün onu çok yormuşlardı.

"Niye bu kadar yorgunsun?" dedi Yavuz gözlerini açıp gökyüzünü izlerken.

"Sevkiyat için mal taşıdık, hazırlıkları erkenden başlattılar. Bu işe elim deydiği için kendimden tiksiniyorum"

"Senin ne suçun var Zahit" dedi genç adam oturduğu yerde dikleşip karşıya bakarken.

"Biliyorum ama o malları taşımış olmak bile onlardan birisi gibi hissettiriyor"

"Masumların canına dokunur gibi" diye sessiz bir fısıltı döküldü Yavuz'un dudaklarından. Dudaklarından dökülen fısıltı bir katran misali aktı ruhunun en ücra köşelerine. Her yeri o siyah ziftiyle boyadı.

Yavuz boğulduğunu hissetti. O masumların canı onun elindeydi şimdi, her şey ona bağlıydı. O canların acısını kendi yüreğinde hissetti. Kalbi ağrıdı.

Zahit içine derin bir nefes aldı, öyle ki bu nefes sesini yanında düşüncelere dalmış olan Yavuz bile duymuştu. "Hiç bir şey mi hatırlamıyorsun?"

Yavuz mavi harelerini Zahit'in gözlerine dikerek başını iki yana salladı. "Hayır" dedi hemen sonra.

"Bunlarla alakalı hiç bir şeyi hatırlamıyorum, ne yazık ki ne kadar çabalasam da kendimi yırtsam da olmuyor. Nasıl hatırlayacağımı da bilmiyorum işin açığı!"

"Fazla yıpratma kendini" dedi Zahit dostunun omuzuna elini koyarken. "Sen kendine ne yaparsan yap öylece gelmeyecek anıların"

Yavuz omuzunda ki elden güç aldığını hissetti sanki. Bazen bir dosta ihtiyaç duyardı insan hiç bir şey yapmasa da omuzunu yaslayabileceği bir dost. Sadece bir dost.

"Önüme altın tepside sunulmayacak" dedi Yavuz oturduğu yerde öne doğru hafifçe eğilip dosyalarda göz gezdirerek. "Bir şeyler yapmadan olmayacak"

"Emeksiz yemek olmaz der atalarımız" dedi Zahit dostunun güçlenmesini, yeniden umut dolmasını izlerken. Yeniden ayağa heybetli bir çınar gibi dikilecekti.

"Armut piş, ağzıma hopba düş de olmaz der bir diğer sevgili atalarımız" dedi arkadan gelen ses. Tam karşılarına gelip ayakta durdu Onur.

Şimdiden dalgalı saçları karışmıştı. Ela gözleri Zahit ve Yavuz arasında gidip geliyordu. En sonunda Zahit'e ıdaklanıp konuştu. "Sen ne zaman geldin?"

"Az önce" dedi Zahit. "Mal taşıttırdılar teslimatı öne çekecek olabilirler mi?"

Onur kaşlarını çattı, yine o garip ciddiliğine bürünmüştü. " Emin değilim ama olabilir. Yavuz abinin içeri sızdığını öğrendiler zaten, plan değişikliği yapmış olabilirler."

Yavuz elini şakaklarına bastırıp sağa sola hafifçe ovaladı, hiç bir şeyi tam olarak kavrayamıyordu.

"Bilgilerin sızdığını yani dışarı aktarıldığını düşündükleri belli, teslimatı öne almış olabilirler. Ve bu bizim zararımıza olur."

"Aslında Kartal fikirlerinden o kadar çabuk dönen bir insan değil. Her yerde de Yavuz'u arıyorlar. Mal hazır olsun, Yavuz'u yakalayınca hemen teslim ederiz diye bir düşünce de olabilir."

"Yavuz abiyi mi arıyorlar?" Dedi Onur merakla.

Zahit başını aşağı yukarı sallamakla yetindi. "Benim aklıma şu yatmadı" dedi Yavuz oturduğu yerde kımıldayarak.

"Sen nasıl fark edilmiyorsun?" Bu soru Zahit'eydi. Zahit'in de kaşları düşünceli bir biçimde çatıldı.

"Ben de merak ediyorum nasıl fark etmiyorlar beni." Dedi Zahit, o da kavrayamıyordu. Nasıl kar üzerinde yürüyüp izini belli etmeyen Yavuz'u fark edip te kendisini edemediklerini. Bu içeri sızma, ajanlık yapma konusunda acemiydi.

"Bana ne çok fazla bilgi veriyorlar ne de görev. Benden önce sızan polisleri bile buldular fakat beni bulamıyorlar."

"Bu işin içinde bir iş var" dedi Onur. Zahit de başını aşağı yukarı salladı. Kendisi bu kadar acemiyken profesyonelleri bulmaları, onları deşifre etmeleri çok garipti.

Herkez bir sessizliğe gömüldü. Sanki uçan kuş, ağaçta ki böcek, kaldırıma kıvrılmış uyuyan kedi bile susmuştu. Rüzgar esti ağaçta ki yaprakları divindirmeden, kuşlar uçtu ötmeden ya da yapraklar rüzgarla birlikte ses çıkardı, kuşlar uçarken öttü fakat onların algıları kapalıydı. Duymuyor, görmüyorlardı.

Bir an sessizliği bozdu Yavuz.

"Benim o ormana geri dönmem gerek."

Hayırlı bayramlar. Kurban bayramınız hayırlı ve güzel geçsin umarım. Yüm sıkıntılarınıza derman bulun. Burada ki bayarım şekerinizi de unutmayın. Bir şeker de buraya fırlatın

Loading...
0%