Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Kan Kokusu Her Yeri Sardığında

@morkanatlizambak

20. Kan Kokusu Heryeri Sardığında

 

| bu bölümde rahatsız edici unsurlar bulunmakatadır,kan, cinayet vs. |

 

"Kartal'ı yakalamak istiyorsan, yuvasına girmen gerekir Yavuz!"

 

Koyu bir kızıllığa sahip harflerin konteynırın eski yüzyeinde çığlıkları duyuldu sanki. Yazıların üzerinde birer can feda edildi sanki.

 

Yavuz okuduğu kelimelerle sanki olduğu yere çivilenmişti. Ne ilerleye biliyor ne de korkusuzca geriye sağlam bir adım atabiliyordu. Konteynerin üzerinde yazan yazıyı tekrar ve tekrar okudu.

 

Yazının altında en köşede küçük bir kaç yazı daha vardı. Zahit oraya yaklaşıp okudu. Vücuduna öfkenin dolduğunu hissetti. "Adres bırakmış ş*refsizler!" dedi içine dolan öfke ve hırsla.

 

Zahit de yazılara odaklanmıştı. Koyu kızıllığa boyanmış demir konteyner' in bazı kısımları soyulmuş yer yer rutubete yenik düşmüştü.

 

Kalın harflerin altına bir kaç damla mürekkepten süzülmüştü. İstisnasız her harfin altında vardı. Yavuz gözlerini kapatıp başını göğe doğru kaldırdı. Mavi gözleri göğe dokunmadı. Göz kapaklarının ardını aydınlattı yanlızca. Her şey o kadar zor geliyordu ki, genç adam ne yapacağını nasıl hareket edeceğini kestiremiyordu.

 

Yanlış tek bir adımında sanki tüm herşey yıkılacaktı, yok olacaktı herşey. En başında nasıl bir hiçse aynen öyle olacaktı.

 

Kafası öyle bir karışıktı ki, Yavuz içinde nefes alacak bir kaç saniye dâhi bulamıyordu.


"Off" diye bir nida çıktı iki dudağının arasından. İçine bir nefes çektiği an yüzü daha fazla buruştu. Etrafta mide bulandırıcı, iğrenç bir koku kol geziyordu. Bu ağır koku konteynere yaklaştıkça değişiyordu.

Yavuz'un yanı başında duran Zahit'in de yüzü pek farklı değildi.

"Bu koku ne?"

"İğrenç!" Dedi Zahit, Yavuz'a karşılık olarak.

"Uzun bir süre bu ortamda kaldıklarını düşünürsek" dedi yüzü daha bi buruşurken. "Tüm cinayetlerini ve infazlarını buralarda yapmış olmalılar."

"Tüm cinayetleri burda işleseler bile ormanlık alan, kökünün gitmesi gerekmez miydi? Yani sürekli rüzgar esiyor, toprağa bakılırsa da sık sık yağmur yağıyor. Kokuyu götürmesi gerekirdi." Onur yavaş adımlarla yanlarına yaklaşırken kurmuştu bu cümleleri.

Yavuz'un daha bu gün dosyada gördüğü o mosmar, canice ölmüş bedenlerin burada öldürülmüş olduğunu düşünmek genç adamı daha fazla kötü etkiledi. Belki de şu ağaçların arasında binlerce ruh geziyordu.

Canice öldürülmüş ruhlar.

Acımadan öldürülmüş ruhlar.

Yavuz ellerini kafasında birleştirip iki yandan baskı uyguladı. Başı çatlayacaktı. Düşünceleri bi o kadar boş fakat kaldıramayacağı kadar gerçekti. Her şey gerçek ve yaşanmıştı.

Her bir ceset, bir ağıttı. Yetim çocuklar, evlatsız anneler demekti. Her bir fotoğraf bir kaç cana tekabül ediyordu. Her birisi ana kuzusuydu, o canlara işkence edenlerin hiç mi vicdanı yoktu? Hiç mi düşünmezdi ardında kalacakları? Neden her zaman kendi menfaatlerini düşünmek zorundaydı bu vicdansız caniler.

Yaktıkları kadar yansalardı o caniler, bir daha bir cana mâal etmeye cesaret edemezlerdi.

"Yaktıkları kadar yanacaklar!" diye bir fısıltı döküldü iki dudağının arasından. Sanki kelimeler ağızdan çıkarken cisme, bir kimliğe bürünmüşlerdi. Sanki her bir kelimenin bir ağırlığı vardı artık. Her bir kelime amacı doğrultusunda savaşacak birer asker gibiydiler. Akan mazlumlarin kanını yerde bırakmayacaklardı sanki.

Yavuz'un askerleri sonuna kadar bu dava için savaşacaklardı, belki bu sonları olacaktı fakat onlar amaçlarından sapmayacaklardı. Gerçek bir amaç doğrultusunda neferlerini yok edecekti.

Yavuz geriye doğru bir kaç adım daha atıp iki eliyle kafasını sardı. Olanlara akıl sır erdiremiyordu. Yaşanmış ve yaşanacak olan gerçekler vardı engebeli yollarda. Her bir yolu arşınlaması gerekse bile Yavuz o katilleri avcunun içinde ezecekti, böcek gibi.

Genç adam yönünü ormanın geniş ağaçlarına dönüp yürümeye başladı. Kafasını dağıtması gerekiyordu. Yavuz düşünmeye çalıştıkça sürekli başına ağrılar saplanıyordu. Bu ağrılar yaşamanın bedeliydi. O işkencelerde ölmeyip nefes almaya devam etmenin sonuçlarıydı. Ve Yavuz yaşamak ve suçsuzların hakkını savunmak istiyorsa bu yolda devam etmeliydi.

Oradanım içine doğru yürümeye devam etti. Sanki Yavuz yürüdükçe iki yandan ağaçlar bir sel gibi akıyordu uzaklara. Yavuz Atak bilmediği bir selin ortasında fırtınalara ayakta selam duruyordu. Ya fırtınaya boyun eğecek, yok olacaktı ya da fırtınaya kafa tutup kurtulacaktı.

Fakat fırtınanın dindiği an neyle karşılaşacağı meçhûldü.

Belki bu fırtına da kendisini bile feda edecekti, yeter ki masumların canı yanmasındı daha fazla o kendisini feda etmeye hazırdı. Şu an zaten geride bırakacağı hatırladığı pek çok şey yoktu.

İçine dolan hırsla adımlamaya devam etti toprak yolu. Gittikçe artan kokuyu o an fark etti. Sanki kan gölünün ortasındaydı, gölde balık yerine kokmuş cesetler vardı.

Yavuz peşinden gelen adım seslerine omuzunun üzerinden baktığında onun gibi yavaş adımlarla gelen Zahit'i gördü. Biraz yavaşlayıp onun kendisine yetişmesini bekledi.

"Kokunun kaynağı yakınlarda " dedi Zahit kıstığı gözlerini ağaçlık alanda gezdirerek.

Bir kaç adım daha attıklarında ikisinin de ayakları durdu ya da durmak zorunda kaldı. Bu görüntü iç yakıcıydı belki de parçalayıcı.

Geniş gövdeli ağacın topark üzerine çıkmış köklerinde boylu boyunca yatıyordu. Üzerinde ki gömlek ve pantolonda kesikler ve kurşun delikleri vardı fakat o kadar fazla kan akmamış gibiydi. Kafası boynundan kesilmişti. Bir kısmı hâlâ omurgasında birleşik olsa da kesildiği bariz ortadaydı. Gömlek bileklerinden omuza kadar yırtılmıştı giysinin kolları. Bileklerinde ve omuzuna doğru bir çok sigara izmariti izi vardı. Çoğu renk değiştirmiş iyileşmek yerine çürümüştü. Göz çukurları ve açıkta kalan gözünün de çürüdüğü besbelliydi, rengi değişmiş içine doğru çökmüştü. Çenesi yan bir biçimde duruyordu muhtemeledir ki kırılmıştı. Boynunda ki atar damarın kesik olduğu belliydi, damarların uçları dışına çıkarılmıştı. Cesedin vücuduna ve kıyafetine bulanmış kurumuş kan haricinde bembeyazdı, sanki kanı çekilmiş gibi. Kenara doğru kaymış olan sağ elinin işaret parmağı yerinde yoktu, içinde kemiği ve kurumuş kanı görünüyordu. Cesedin yüzünde bir buğu gibi kan olsa da simasından tanımıştı onu Zahit.

Dizlerinin üzerine çöktü gördüğü vahşet karşısında. "Ferhat! " dedi çaresiz bir sesle. Çaresizdi ölen canlar karşısında, çaresizdi kimsesiz kalanlar karşısında. Çeresizdi babasız kalan küçük kız karşısında.

Kızı gibi sarı saçları olan Ferhat'ın saçları toprak ve kan karışımı köyü bir renge bürünmüştü. Küçük kızının saçlarını sevgiyle öpmesi gereken dudaklar morarmıştı, küçük kızının gözlerine sevgiyle bakacak olan gözler çürümüştü.

Ve bir kız çocuğu daha babasız kalmıştı. Ve o kız çocuğunun boynu hep bükük kalacaktı. Yarım kalacaktı hayalleri. Buğazında yutkunamagacağı bir yumru kalacaktı her baba kelimesinde büyüyen.

Bir polis daha feda olmuştu, caniler yine bir cana kıymıştı.

"Ekipler geldi!" dedi uzaktan gelen Onur fakat oda olduğu yerde donakalmıştı gördükleriyle.

"Ferhat abi!" dedi bu sefer titrek çıkan sesiyle. Gördüklerine inanmak istemedi. Keşke gören gözleri kör olsaydı da daha fazla şehit görmeseydi. Olmasaydı onlar canlarından, Onur kendisinden vazgeçmeye razıydı.

Ferhat şehit olmuştu, arkasından küçük bir kız çocuğunun göz yaşları akacaktı. Polis Ferhat Akbay şehit olmuştu.

Kan kokusu heryeri sardığında, Ferhat şehit olmuştu.

Kan kokusu heryeri sardığında, kızı Şebnem yetim kalmıştı.

Kendim yazıp, kendi gözlerimin dolması normal mi? Gerçekten içim parçalandı.

Loading...
0%