@morkanatlizambak
|
21. Katil'in Oyuncakları
İnsan her ne kadar yaşamak istese de bazen olmuyor, ölüm yakasınailiştirildiyse yaşayacak gücü varsa da nefesi yetmiyor. Her şey yoluna girmesi gerekirken, büyük bir hızla her şey rayından çıkıyordu. İnsanlar yaşamak için kurdukları hayaller içinde yıkılmaya mahkum bırakılıyordu. Hayalleri yokluğa giderken insanlar, ölümün kıyısında katille dans ediyordu. Fakat her zaman katil galip geliyor, bir canı daha fedâ etmekte hiç çekinmiyordu. Katilin oyuncağı hâline gelen bedenlerin ailesi ölen sevdikleri karşısında elinden hiç bir şey gelmiyordu. Ne bir suçlu vardı ortada ne de bir ceza. Katil günden güne güçlenirken, her gidenin yeri boş kalıyor üzerlerine toprak atılıyordu.Her cesedin ardında; ağlayan sevdikleri, göz yaşları, her gün neşeyle oturulan yemek masasında bir boşluk, otopsi raporu ve bir kaç ceset fotoğrafı kalıyordu. Hayatı kast edilenler giderken, kast edenler sokaklarda elini kolunu sallayarak geziyordu. Geride kalanlar yarım bir gülüşle hayatlarına devam etmelilerdi, zorundaydılar. Vazgeçseler olmuyor, geçmeseler devam edemiyorlardı. Yaşamayı kolay sananlar hayatı kararanların yaşama çabasını kolay zannediyordu. Cesetler birer salıncakta, ellerinde kendi ölümlerine sebep olan silahlar tutuyordu. Yaşamak isterken, yaşayamamaktı onlarınki. Herkesin morali bozuk değil, moralin ne demek olduğunu unutmuş gibiydiler. Etrafta ki hüzün bir kat daha artmıştı. Ekip arkadaşlarından birisinin daha canice şehit edildiğini duyunca herkesin içi burkulmuş bağzıları da dayanamayıp ağlamıştı. Karakolda şehit edilen polislerin fotoğraflarının bulunduğu duvara acıyla bir fotoğraf daha eklenmişti. Ferhat'ın arkasından göz yaşı dökecek olan karakolda ki polisler ve birde küçük kızı vardı. Kimsesizdi Ferhat. Doğduğu zaman da kimsesizdi fakat en büyük kimsesizliği eşi doğumda öldüğünde yaşamıştı. Kendi kimsesizliğine kızını ortak etmişti. Fakat artık kızı da kimsesiz kalmıştı. Zahit karakoldan çıkarken gördü küçük kızı. Orta yaşlı bir kadının elinden tutmuş hiç bir şeyden haberi olmadan etrafa gülücükler saçarak bir şeyler anlatıyordu. Küçük kız kafasını çevirdiğinde Zahit'i gördü. "Yahit abiy!" küçük kız koşarak geldi ve Zahit'in açmış olduğu kollarına atladı. Genç adam sertçe yutkunup derin bir nefes aldı. "Nasılsın küçük hanım görüşmeyeli? " "İyii!" dedi küçük kız harfleri uzatarak. Küçük kızın arkasından yavaş adımlarla gelen orta yaşlı kadın kaşlarını çatmıştı. "Ferhat beyi göremedim, benim işim bitti" dedi aksi sesiyle. "Bakıcısıydınız sanırım siz? " başını sallamakla yetindi kadın. "Şebnem'i size bıraktığıma göre ben gidiyorum. " cevap beklemeden hızlı adımlarla uzaklaştı. Zahit hiç düşünmeden küçük kıza gülümseyip konuştu. "Şebnem bu gün benim evimde kalmak ister misin? " Küçük kız işaret parmağını tombik yanağına vurarak düşündü. Sanki çok önemli bir karar verecekti. "Oyuy ama babama soyayım " Zahit dolan gözlerini kırpıştırarak yaşların geri gitmesini sağladı. "Ben babana sordum, onun şimdilik işi varmış ama biz gidebilirmişiz. " Genç adamın gözleri önüne ceset geldi. Neredeyse kopmuş olan boynu geldi aklına, kaparılmış atar damarı, hiç açılmayacak olan gözleri. Ve kızına hiç gelemeyeceği... ***
Genç adam içine dolan, içinde yaşamaya devam eden sıkıntıyı yerinden söküp atamıyordu. Sanki yaşlı, yıllanmış ağaçlar gibi kök atmıştı sıkıntıları. Her bir kökü başka bir sıkıntıya dokunuyordu. Az önce çaldığı kapının önünde öylece karşıyı izliyor yerinden bir milim hareket etmiyordu.
Yavuz kendisine tereddütsüz açılan kapıdan içeri girdi, salon kapısından girdiğinde daha fazla yürüyecek mecal bulamadı bacaklarında. Sanki aniden ayaklarında ki can çekilmişti. Gamze içinde ki eksikliğe rağmen Yavuz'a destek amaçlı elini koluna koydu. "Aç mısın?" dedi naif sesi ile. Bu ince davranışa rağmen Yavuz durduğu boşluktan, hiçlikten düzlüğe çıkamadığı için yüzü hâlâ aynı donuk ifadedeydi. Başını hayır manasında iki yana salladı. Gözünün önünden gitmiyordu ki o lüçük kız çocuğu. Gitmiyordu ki gülebilsin. Gitmiyordu ki içine derin bir nefes çekebilsin. Gamze, genç adamı yönlendirerek boydan balkon camının önünde ki koyu yeşil koltuğa oturttu. Bu sefer hiç sorma gereksinimi duymadan birer kahve yapıp geldi.
Daha şurada bir kaç yıl önce Yavuz'u peşinden koşturduğu zamanlar geliyordu aklına. Kendisi de Yavuz'dan hoşlandığı halde boşu boşuna uğraştırmıştı. Sırf kendisini görmek için her sabah karakola gitmeden önce pastaneye uğradığı geldi aklına, burdukça gülümsedi. Yeşil gözleri de hafifçe dolmuştu. Gamze gözlerini yukarı kaldırarak almalarına engel oldu, bir nevi set çekmişti. Şu an bir ağlama krizine girmek istemiyordu. Yaşananlara, yaşanamayanlara göz yaşı döktüğü günler geride kalsın, eskisi gibi kocasıyla gülebildiği zamanlar gelsin istiyordu. İçlerinde yaşayamayan bir kez bile nefes alamayan evlatlarının acısı varken omuz omuza ileri bakmak istiyordu. Gözleri yaşadığında göz yaşlarını şefkatle sevdiği adam silsin istiyordu. İçinde ki gel gitlere engel olup Yavuz'a baktı. Yavuz ileride belirsiz bir boşluğa dalıp gitmişti. Uzamış olan saçları anlına dökülmüş bir kısmı neredeyse gözüne girecek gibi bir izlenim veriyordu. Kaşları çatıktı. Mavi gözleri içinde ki hırsla baktığı yeri delebilecekmiş gibi bakıyordu. Elleri kucağında yumruk halini almıştı. Öfkesi ve sinirinin en büyük kanıtı kasılmış çenesi ve yumruk halinde duran elleriydi. "İyi misin? " diye bir soru yöneltti Gamze, Yavuz'un kendisine gelmesini umarak. Yavuz daldığı düşüncelerinden silkinir gibi başını hızla iki yana sallayıp yanında oturan kadına döndü. "Gerçekleri mi duymak istersin? Yoksa uydurulmuş yalanları mı?" sesi boğuk ve içten çıkmıştı. En yalın haliyle genç kadının karşısında durmaya karar vermişti. "Gerçekleri" dedi yanlzıca Gamze. Yalanlara ve uydurulmuş deli saçması gerçeklere karnı toktu artık. İlk önce derin bir nefes çekti Yavuz. "Bitik!" dedi kırık bir sesle. "Sanki tüm olanlar benim yüzündenmiş gibi. Bazen 'ölseydim de bunlar yaşanmasaydı' diyorum. Öyle bi çıkmaz sokaktayım." "Sen kendini suçlayarak kendine ve öldürülen masumlara haksızlık ediyorsun. Senin bir suçun olsaydı o cinayetleri sen işlemiş olurdun. Olanlar senin suçun olsaydı; o silahları, uyuşturucuları sen kaçak gönderirdin. Fakat Yavuz Atak sen bunların hiçbirisini yapmadın. O kirli zihinlerden uzak yanlzıca sen bunların son bulmasını istedin. Diğer şehitler gibi!" Gamze'nin dolup da önüne set çektiği gözleri tekrardan dolmuş hatta taşmıştı. Bir kaç damla yuvasından aşağı intihar etmişti. "Ağlama!" Yavuz'un gözleri akan bir kaç damla göz yaşının çizdiği yolu izliyordu. Gamze'nin gözlerinden daha fazla yaş akınca genç kadına koltukta yaklaşıp yüzünü ona doğru eğdi. Gamze'nin bir karış uzakta kalan yüzünü inceledi. "Ağlama, lütfen ağlama!" Yeşil gözlerinin içi hafif kızarmış, yüzü solmuştu . Muhtemelen ben karakoldayken de ağlamış diye düşündü Yavuz. İçine dolan hisle çok hafif yakınlaştı Yavuz Gamze'ye doğru. "Sana sarılabilir miyim? " sorma şekli masum bir çocuk gibiydi. Gamze başını aşağı yukarı sallayarak sevdiği adamı onayladı. Yavuz yavaş bir şekilde kollarını genç kadının sırtına doladı. Başını Gamze'nin omuzuna koydu. Sırtına yayılan saçlarının kokusu burnuna doldu. Sanki evin her bir alanını kaplaması yetmiyormuş gibi kukusu şimdi içine de işlemişti. Hafif ferah çiçek gibi, orman gibi kokuyordu. "Bu kadar güzel kokmak yasak olmalı!" "Efendim?" dedi Gamze soru sorar biçimde. "Hiç...!" dedi Yavuz. Sesli konuştuğunun farkına varmamıştı. Burnuna dolan kokuya saçlarından bir kez daha çekti içine, içine katmak ister gibi çekti. "Özledim" dedi Gamze. "Atak çok özledim!" Yüreğine bir taş gibi oturdu bu cümle Yavuz'un. Fakat tam tersi yüreğini de ısıtmıştı. Kokuyu daha fazla çekti. Fark ettirmemeye çabalayarak omuzunda ki saçlarının üzerine bir buse kondurdu. Camın önünde duran koyu yeşil koltukta öylece oturdular. Hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Arada Gamze'nin iç çekişleri duyuluyordu. Sanki en rahat yerdeymiş gibi daha fazla sokulmuştu genç adama. Sanki hiç bırakmak istemezcesine sarmıştı kollarını. Sanki gün batımıyla birlikte onlar da batacak, gün doğumunda birlikte tekrar doğacaklardı. Bölümümü niye siliyor bu uygulama! Sinir hastası edeceksiniz beni! |
0% |