@morkanatlizambak
|
22. Ucu Yanık Kelimeler
Her cümlenin sonu, ucu yanık kelimelere çıkıyordu. Ne cümlenin sonuna nokta koyup hiç olmamış gibi yok sayabiliyorlardı, ne de virgül koyup devam edebiliyorlardı. Her kelime bir feryadı simgeliyordu. Her bir ağıt bir can demekti. Sevdiklerinin arkasından devam etmeye çalışsalar da hep bir buruk, her zaman eksik ve yarımdılar.
Yarım kalmaya mahkumdular.
Sevdiklerinin yanı başındayken fark edemiyor, yokluğunda hayatlar tepetaklak oluyordu.
Şimdi de küçük bir kız yarım kalmaya, tamamlanamamaya mahkumdu. Gerçekleri öğrendiğinde yıkılacaktı,belki de çocuk aklı ile idrak edemeyecekti. İleride yaşamak dahi zor gelebilirdi.
Çünkü hiç bir zaman sıcacık aile ortamını tadamayacaktı. Şebnem'e, Ferhat ne kadar kol kanat gerip babalığını sonuna kadar hakkı ile yerine getirse de bir anne sıcaklığı yoktu.
Hiç kimse anne şefkati ile saçlarını okşayıp öpmemişti koklayarak, hiç kimse anne sevgisi ile sarılmamıştı küçük kıza. İleride ne olacağı, Şebnem'in nasıl yaşamaya devam edeceği düşüncesi ve daha bir çoğu Zahit'in aklından çıkmıyordu. Küçük bir kızın ailesiz kalması içini cayır cayır yakıyordu. Tabii ki önceden de tam bir aileye sahip değildi fakat babası vardı. Düştüğü zaman sevgiyle yarasını saran, korkuğu zaman merhametle sarıp saçlarını okşayarak uyutan.
Bu olanlar Zahit'in yüreğine bile ağır gelirken Şebnem nasıl kaldıracaktı?
Şu anda lacivert koltukta yanına oturup koca koca açtığı gözlerle Bugs Bunny izleyen kıza bakarken aklından geçiriyordu tüm bu olanları. Zahit aklında ki düşüncelerin peşinde koşarken küçük kız ince sesiyle tiz bir kahkaha attı.
O an genç adamın içine şefkat, merhamet ve bolca sevgi doldu. Ne olursa olsun, her zaman kızın yanında durmak istedi. Sürekli gülsün istedi. Zor zamanında sırtını yaslayabileceği o koca dağ olmak istedi.
"Nabey cınım? "
Şebnem kıkır kıkır gülerken küçük mavi gözlerini çevirip Zahit'e bakmıştı. Genç adam bir rüyadan uyanır gibi silkindi. Aynı küçük kız gibi sesini inceleyip karşılık verdi.
"İyidir cınım. Senden naber?"
"Yaaa" diye tatlı bir tepki verdi küçük kız.
"İstediğin bir şey var mı küçük cadı?" dedi Zahit gülümseyerek küçük kıza bakarken.
"I-ıh!" bir elinin tersiyle omuzunun üzerinde dökülen sarı saçları geriye doğru iterken konuştu. "Dizine yatabiyiymiyim?"
Genç adam gülümseyip Şebnem'in başı dizinde olacak şekilde koltuğa uzandırdı. Elini küçük kızın başına koyup şefkatle okşamayı ihmal etmemişti.
Şebnem saçınınüzerinde ki eli hissedince kocaman gülümsedi. "Ben babamı da çok seviyoyum, seni de çok seviyoyum Yahit abi."
Zahit'in içi burkulsa da belli etmedi. "Bizde seni çok seviyoruz küçük cadı.
Küçük kızın saçlarını okşamaya devam etti. Şebnem ise gördüğü şefkatle yerinde rahat bir pozisyon alıp Bugs Bunny izlemeye devam etti. Zahit tüm sevgisiyle sarı, mis gibi kokan saçları okşadı. Her zaman yanında kalacakmış gibi hissetti genç adam.
Sürekli bu saçlarda eli karışsın istedi.
***
En rahat saatlerini belki de Gamze kollarının arasındayken geçirmişti. Gamze, Yavuz'un omuzunda uyurken genç adam saçlarını okşayıp koklamıştı. Her yerde dolaşan kökü buram buram içine işlemişti.
Daha fazla koltukta iki büklüm duramayıp, genç.kadını kucağına aldı. Salondan çıkıp yatan odasına geçti. Hiç bir şekilde tanıdık olmayan odada ki geniş yatağın sağ tarafına Gamze'yi bıraktı. Üzerini örtüp bir süre ayakta durdu.
Ne yapacağını, yapması gerekeni bilememişti. Mavi gözleriyle genç kadının yüzünü izledi. Kapalı gözlerini açmasını yeşil gözlerle karşılaşmayı istedi bir an.
Uzun kirpikleri elmacık kemiklerinin üzerind hafifçe gölge veriyordu. Bir kaç dakika daha izleyip Gamze'nin anlına dökülen saçları geriye doğru iteledi.
Boş boş durmak istemiyordu. Odadan çıktı hızlı fakat sessiz adımlarla. Az önce kalktığı koltuğa oturup çekmeceye koyduğu dosyayı eline aldı. Belki de gözden kaçan bir şeyler vardı, belki de fark edilmemiş ayrıntılar. Gerçi bunlara hiç gerek yoktu hafızası yerine gelse, her şeyi hatırlaya bilse çözülecekti sorunlar.
Ne de olsa bu işlerin başında olan kişiyi yanlızca kendisi görmüştü.
Bir an o mafyanın sağ kolu olup her şeyi bilirken, bir an kendini bile bilemiyordu. O hafıza kartının yerini dahi hatırlasa tüm bu düğüm çözülecekti.
Dosyanın kapağını açıp tek tek okudu. Her suçu, her cesedi bir bir inceledi. Ülkeye uyuşturucu ve silaha sokuyorlardı. Bir çok gencin kanına giriyorlardı. Silah kaçakçılığı zaten başlı başına suçtu. Bu işin içindekiler dibine kadar bataklığa batmışlardı. Her çırpınışlarında yanına birilerini daha çekiyorlar, yanlız ölmek istemiyorlardı. Nefes alabilecekleri alan bile kalmamıştı bataklıkta. Alabildikleri her bir nefeste de onları boğmak istedi Yavuz.
Boğulsunlar, yok olsunlar, kökünden kazınsınlar istedi. Tek bir dalı bile kalmamalıydı.
Kartal'ın yaptığı işi kaçırdığı malları teslim ettiği an bitiyordu. Teslim ettikten sonra iletişimi de kesiyor bir daha ne kendisine ne de adamlarına ulaşılıyordu. Her işte payları vardı. Her masada Kartal adı ve yaptığı işler çok konuşulur kimse de yaklaşmaya cesaret edemezdi. Yanlarında çalışmış olan polislerin verdiği bilgiler bunlardı.
Bilgiler vardı fakat artık o polisler yoktu. Hepsi de çıktıkları bu yolda can vermiş şehit olmuşlardı.
Bir iz, bit ip ucu çıksa daha kolay ilerleyebilecekken olmuyordu. Tek bir umut vaat eden hiç bir şey yoktu Yavuz içinde ki daralmayla son sayfaları da çevirirken bir anda yere düşen fotoğraf parçasıyla durdu. Koltuktan yere hafifçe eğilip parmak uçlarına aldı fotoğrafı. Fotoğrafta bu gün gördükleri konteynerin üzerinde ki yazı vardı. O fotoğraftı. Ormanda buldukları delillerin fotoğraflarından bir kaç örneğini de koymuşlardı. Belki Yavuz'un hafızasında bir yerler dokunur bir kaç parça anı can bulur diye. Fakat şu an hiç bir etkisi olmamıştı. Belki de boş boş beklemek yerine o adrese gitmeliydi. Canından başka ne vardı ki elinden alacakları, hiç bir şey. Lâkin hatırlama ihtimali vardı. Küçücük te olsa bit ihtimal. Son teslimatın nereye yapılacağını öğrense kurtarabileceği bir çok can vardı. Bu ihtimal göz ardı edilebilecek basitlikte bir şey değildi. Cebinden sabah Gamze'nin 'senin' diyerek verdiği telefonu çıkardı. Zahit'e kısa, bilgilendirici daha doğrusu haberi olsun diye bir mesaj gönderdi. Yavuz Atak: yarın o adrese gidiyoruz. Genç adam saatim epey bi geç olmasından dolayı uyuduğunu düşünüp telefonu geri yerine koyacağı sıra ekran ışığı yanıp söndü. Zahit: niye? Yavuz Atak: şu kartalın inini görelim bir de. Tekrardan telefonu masanın üzerine bırakacağı sıra bu sefer de ekrana arama düştü. Açıp kulağına götürdüğü telefondan telaşlı ve sinirli bir ses yükseldi. "Yavuz bunun bir tuzak olduğunun farkındasın değil mi?" "Farkındayım." dedi genç adam bütün sakinliğini taşıyan sesiyle. "Peki o zaman niye? Bu nile bile intihar demek!" "Farkındayım." dedi bir kez daha yorgun ses. "Ama elimden hiç bir şey de gelmiyor!" Sustu Zahit, diyebileceği tek bir kelime dâhi bulamadı. Yavuz tekrardan devam etti. "Her şey benim yüzündenmiş gibi gelirken ben rahat rahat koltuğumda otururken onlar onlarca canı daha katlediyor!" "Senin hiç bir suçun yok!" dedi Zahit bu sefer kendinden emin bir sesle. "Kendini her şeyin suçlusu yapmayı bırak!" "Ne yapayım peki? Elimden hiç bir şey gelmezken öylece masumların ölümünü mü seyredeyim?" "Çabala, ama ölüme bile bile yürüme Yavuz. Hem şöyle düşün sana zarar gelse o hafıza kartının yerini asla öğrenemeyeceğiz. Ama sen hâlâ yaşıyorken küçük de olsa bir şansımız var." "Sanırım öyle, haklısın." dedi Yavuz bitkin bir şekilde. "Bana güvenmiyorlar sanırım." dedi Zahit binlerce soru dolu sesiyle. Düşünceleri her zaman bu noktada çakışıyordu. "Niye güvenmiyorlar?" "İşte terslik de burada. Güvenmedikleri korumaları direkt öldürüyorlar ya da içeri sızan polisleri en fazla 4-5 aya fark edip öldürüyorlar. Tamam sen profesyoneldin o yüzden fark etmediler ama ben ilk defa içeri sızdım ve sen de tahmin edersin ki öyle çok becerikli değilim. Ama ne benim konumumu yükseltiyorlar ne de öldürüyorlar. Öylece elimde silah dikiliyorum, doğru dürüst iş bile vermiyorlar. Anlam veremiyorum. Senin gibi Kartal'ın sağ kolu olmuş neredeyse bir senedir de yanında çalışan profesyoneli fark ediyorlar, benim gibi acemiyi fark edemiyorlar. Anlıyor musun ne demek istediğimi?" Zahit'in anlattıkları ve sorusuyla kaşları çatıldı Yavuz'un. "Çok garip." dedi Yavuz. "Anladım ne demek istediğini." Zahit kendisini anlayan birisinin varlığıyla mutlu oldu. Aralarına kısa bir sessizlik girdi. İkisi de düşüncelerinde kaybolmuş gibiydi. Düşüncelerinin içinden ilk çıkan Yavuz oldu. "Etrafında böyle bir işte çalışabileceğini düşündüğün birileri var mı?" dedi kuşku dolu sesiyle. "Bu tür bir işte çalışabilecek kimse tanımıyorum sanırım." dedi Zahit. "İnsanlar saklanır Zahit. Biz onlar gibi düşünüp göremesek de onların iğrenç zihniyeti farklı çalışır. " "Eski Yavuz gibi konuştun. Kendinden emin, korkusuz." dedi Zahit yüzünde hafif bir tebessümle. "Ama haklısın sanırım." diye devam etti genç adam. "Bence senin bir tanıdığın, veya bir akraban bu işin içinde olabilir. Ne kadar içinde bilemem ama büyük ihtimalle içinde. Sana zarar gelse zor duruma düşecek birisi var mı?" "Emin değilim ki. Benim elimde de öyle çok bir şey yok ki karşı taraf kaybetsin." "Aile mirası falan var mı?" dedi Yavuz konuşurken ayaklanıp balkon kapısını sonuna kadar açmıştı. Tekaradan gelip kalktığı koltuğa oturdu. "Var." "Ne mesela? Saysana." "Babamdan kalma aile şirketimiz var. Ne kadarlık bir alanı kapsadığını bilmediğim arazi bir de malikane." "Bunların ortak mirascısı kimler?" Yavuz eline kenardan bir kağıt ve kalem almıştı. Zahit konuştukça kağıda bir kaç kelime karalıyordu. "Ablam ve ben. Yarısı benim yarısı onun tabii onun olan kısma şirkette kocası yani eniştem bakıyor. " Yavuz kaşlarını çatıp şakaklarını ovdu. "Yani şirket koltuğunda şu an enişten ve sen varsın. Peki çocukları var mı?" "Bir tane oğlu var. Biraz hırslı eniştemin aksine. Eniştem sessiz sakin, mülayim bir insanken çocukları nasıl böyle oldu anlamıyorum." Yavuz elinde ki kırmızı dolma kalemi kâğıda bir kaç kez vurdu. "İşin içinde olabilme ihtimali olan ilk şüphelimiz o oğlan." "Soner Kaya." diye mırıldandı Zahit. Yeğeninin bir suça karışma ihtimaliyle sarsıldı. Hemde böyle büyük bir suça. İlk şüphelimiz Soner Kaya. |
0% |