Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Yaramaz Vişne

@morkanatlizambak



Kendini boşlukta bir ipte sallanır gibi hissetmek, kesinlikle katlanılamaz bir karışıklıktı. Yavuz olan olayları yok sayıp ölmek hiçliğe karışmak bile istiyordu, kafasının içinde yanlız kalınca.


Boş beyni yüksek derecede bir patlayıcı gibi patlayabilirdi.

Yavuz kafasını yavaşça yerinden oynattığı anda tekrardan aynı pozisyona getirmesi çok sürmedi. Bonuna kopacakmış gibi ağrı girmişti. Başı geriye yaşlı oturduğu yerdeydi halen. Hafif buğulu gözlerini kırpıştırdı. Mavi gözleri hafifçe kararmış olan gök yüzünde gezinirken sol elini boynuna atıp bir kaç hareketle ovuşturdu.

Kafası sandalyenin sırt kısmından sarkarken gözlerini vilna ağacının balkona uzanan dallarında gezdirdi. O küçücük anıyla başı ağrımış dinlenmek için de gözlerini kapatmıştı. Rüzgarın küçük esintileri Yavuz'un yüzünü yalayıp geçerken ne ara olduğunu bilmediği bir vakit vücudu uykuya yenik düşmüştü. Gözleri ağırlaşmış, karanlığa ev sahipliği yapmıştı.

Kesinlikle daracık ve sert ahşap sandalyede uyuklamak en kötü fikirdi. Boynu da dahil olmak üzere nerdeyse her bir uzulu ağrıyla can çekişiyordu. Yavuz bu duruma düşeceğini bilse orada vişne ağacının düşüyle uyumazdı. Yani herhalde uyumazdı.

Şu anda pek de emin değildi çünkü o an baş ağrısı baskın gelmiş Yavuz'u uyumaya zorlamıştı. Belki silah zoruyla değildi lâkin ağrı baskısıyla uyumuştu orda. Kimse de gelip onu kontrol etmemişti ki!

İki elini birden boynuna bastırıp avuç içleriyle boynunu ovuşturdu. Sonra da boynunu yavaşça sağa ve sola büküp kıtırdamasını sağladı. Başını hareket ettirebildiğine sevinip başını kaldırdığı anda karşına çekilmiş sandalyede oturan genç adamla göz göze geldi.

Yeşil gözlerde ki soru dolu ifade çok fazla ve yoğundu. Yavuz yerinde hareketlenip ellerini dizlerine koydu.

"Ne oldu?" dedi Yavuz, Gurur'un soru dolu ifadesine. Gurur'un yüzünde ki yorgunluk apaçık belliydi.

"Sadece, seni bu hale kimin getirdiğini merak ediyorum"

"Bilmem" dedi Yavuz karşısında ki yorgun yeşillere bakarken.

"Anlında, kaşının yanında, burnunda, çenende nereyse yüzünün her bir noktasında bir çizik var. Hadi onu da geçtim boynunda ki parmak şeklinde ki morluklar, anlatamıyorum ama perişan görünüyorsun. "

"İyi ki ayna çıkmamış karşıma. Çıksaydı sanırım feleğim şaşardı"

"Muhtemelen" dedi Gurur. Kendi içinde ki ağırlığı atmak için gözlerini gök yüzüne çevirip bir nefes çekti. Kandırılmak kesinlikle insanın yedirebileceği, kaldırabileceği bir şey değildi.

En ağır kandırılmayı ve aldatılmayı yaşadığına emindi. Umutları, hayalleri ve duyguları hiçe sayılmıştı, hiçe saymışlardı.

"Neyin var?" Yavuz, Gurur'un dalgın yüzünü incelerken bir şeylerin ters gittiğinden emindi.

Genç adam gözlerini sakince kapatıp nefeslendi. Kendisini değersiz bir kağıt parçası gibi hissetmekten alıkoyamıyordu. Bu hissi bir yıl'dır üzerinden atamıyordu. Bu hissi yok saymak, olanları olmamış gibi yapmaktan daha ağırdı. Duygularının üzerine bir karabasan misali çöken bu his ve anılar her an yanıbaşındaydı.

"Hiç" dedi Gurur lâkin bu 'hiç' kelimesinin içinde oldukça ağır duygular, yaşanmışlıklar ve yaşanamamışlıklar barındırdığı besbelliydi. Vazgeçmişlikler, vazgeçmek zorunda kaldıkları.

"Uykum geldi"

Yavuz sesli bir şekilde esneyip elini gözlerine bastırdı.

"Az önce uyanmadın mı sen?"

"Çok yorgun hissediyorum. Ölmüşüm de yatacak mezar arıyor gibiyim."

Gurur ayağa kalkıp aldığı sandalyeyi balkonda ki küçük masanın yanına bıraktı. Tam yerinde koyduğundan emin olduktan sonra Yavuz'a dönüp "Kalk" dedi.

"Kalk gidelim, ablamla seni de eve bırakırız"

Yavuz hiç bir şey söylemedi. Alışmaya ve her şeyin rutine girmesine çabalıyordu. Sanki her şey rutine binince hatırlayacak gibi. Gurur un gelmesini beklemeden balkonun açık kapısından mutfağa girdi. Mutfak toplanmıştı, uyurken ses dahi duymamıştı. Önceden de acaba uykusu bu kadar ağır mıydı?

Göz ağrıtacak derecede beyaz olan mutfaktan çıktı. Salon'un açık kapısından sesler koridordan dahi duyulacak derecedeydi.

"İlk gördüğümde bundan daha kötüydü, şükür edelim ki kaçabilmiş. Kartal'ın ininden uzaklaşabilmesi hem de bu halde büyük başarı."

"Doktor kesin bir şey söyleseydi keşke." Emine hanım'ın sesi çok buruk geliyordu.

Yavuz salon kapısına gelip omzunu pervaza yasladı. İçeride ki herkes şu anda görüş açısındaydı. Üçlü koltukta Melike ve Onur yanyana oturmuşlardı. Kesinlikle de yürek yemişler elleri birbirine kenetliydi.

Karşıda ki iki tane tekli koltukta Fehmi bey ve Emine hanım oturmuşlardı. Zahit diğer bir üçlü koltuğun bir ucunda oturmuş diğer bir ucunda da Gamze oturmuştu.

Yavuz gözlerini Gamze'nin üzerinde gezdirdi. Genç kadının başı öne eğikti. Kucağında ki ellerini yeri geliyor sıkıyor, yeri geliyor parmaklarını kıtlatıyordu. Her zaman yaptığı topuz aşağı doğru kaymış ve kahve tutamları dağılmış bir kaçı önüne düşmüştü.

Daha fazla kapı pervazında durmayıp salonun içine girdi. Gamze ve Zahit'in oturduğu üçlü koltukta ortalarına bıraktı bedenini.

Ruhu sakinliğine kavuşmuştu. Salonda ki tüm gözlerin üzerine düştüğünü hissetse de gözlerini orta sehpadan çekmedi. Orta genişlikte ki sehpanın ayakları maharetli eller tarafından şekillendirilmişti.

Yavuz mavi gözleriyle sehpanın üzerini taradı. Eski ahşap sehpanın üzerinde dikkatli bakıldığında görünen çizikler vardı. Neredeyse her yeri o şekildeydi. Koltukta yavaşça öne doğru kayıp elini sehpaya uzattı. Çiziklerin üzerinde gezindi elleri, sakince.

Bu çiziklerin her birisi farklı farklı yaşanmışlıklar barındırıyordu. Hangi hayatlar geçmişti üzerinden kim bilir?

Bir çok insan bir çok hayat'ın izi vardı sehpanın eski yüzeyinde.

"Hepsi senin eserin" dedi Fehmi bey. Dikkatle oğlunu izliyor, tepkilerini ölçüyordu. Yaşlı adam da koltukta oğlunun yaptığı gibi öne doğru kaydı. Eliyle sol köşede duran büyük çiziği işaret etti.

"İçtiğin oroleti beğenmeyip bardağı sehpaya fırlatmıştın."

Yakınlarda başka bir çiziği gösterip burukça gülümsedi. "Bir gün parkta oynarken ağaca çakıyla şekil kazıyan birilerini görmüştün. Eve gelince eline mutfaktan çatal aldın. Tabii zeki çocuktun biliyordun annenin seni elinde bıçakla mutfaktan çıkarmayacağını. Geldin sehpanın başına gözlerin kısık, büyük bir iş başaracağım bakışı var yüzünde. Bana baktın dedin ki 'baba anneme söyleme süpriz olsun'. Sayende kadın şok geçirdi."

Büyük bir kahkaha koptu Fehmi beyden. Emine hanım yalandan kızmış gibi kaşlarını çattı. "Pek bi yaramazdın. Boyamadığın duvar kalmamıştı. Hele de bu sehpa, benim gelinlik sehpamdı."

Annesinin bu hâline hafif bir sesle kıkırdadı Melike. Onur da sevdiceğinin katılıp güldü.

"Başka, başka.." dedi Fehmi bey, aynı zamanda da işaret parmağıyla çenesini kaşıyordu. Ne zaman bir şeyler düşünse veyahut hatırlamaya çalışsa aynı hareketi fark etmeden tekrar ederdi. "Hahh!" diye bir ses çıkardı.

"Başka bir yaramazlığını da mutfakta gösterdin. Ocağın üstünde ki dolabın kulbu kırık. Sen kırmıştın, yine bir gün annenden habersiz kuru orolet yemek için girmiştin mutfağa. Ama bir girişin var mübarek sanırsın savaşa girdi. İşte çektin altına sandalye çıktın tepesine, ocağın üstünde ki dolapta olduğunu bilirdin kereta. Oroleti alayım derken altında ki sandalye kaydı sen de düşmemek için kulba tutununca kulp dayanamadı isyan etti. O kırıldı seninde bacağın incidi. "

"Abi yaa" dedi Melike gülmekten gözünden yaş gelirken. Ellerini karnına bastırdı ne zaman gülse hemen karnına ağrı sağlanırdı. Sakinleşmeye çalıştı.

"Yaramaz vişne senii!" Onur da Melike'ye katılıp gülerken laf atmayı da eksik etmiyordu.

Yavuz onlarda gözlerini gezdirdi. Bunlardan bi cacık olmaz diye de içinden geçiriyordu. Geriye koltuğa yaslandı, bir dizini hafifçe sallıyordu.

"Annen tamir ettirmedi hiç birisini. Dolabın kulübünü değiştireyim dedim, olmaz dedi. Yeni sehpa alalım dedim, onda benim evladımın izleri var, asla olmaz dedi." Fehmi bey bunları söylerken eşli mi izliyordu. Ne kadar yaşlanırsa yaşlansın, eşine bir bakış, güzel bir söz etmeden duramazdı. Ayrı bir saygı, sevgiydi onların ki.

Melike kaşlarını çattı, bu işte bir terslik vardı. Oturduğu yerde ellerini beline koyup annesine döndü. "Anne?" dedi soru sorar tonda.

"Hıı?"

"Ben mutfakta ki musluğu kırıp elimde kaldığında babama hemen değiştirttin? Ben evlat değil miyim? O da benim izim?"

Fehmi bey ve Emine hanım aynı anda güldüler. "Tamam sen bilirsin kızım babana söylerim eski sakladığım kırık musluğu takar sende yerde yıkarsın bulaşığı"

Melike'nin gözler fal taşı gibi açıldı. "Hayır yaa!"

Daha fazla bu muhabbete katlanamayıp başı ağrıyan Yavuz başını kaldırdığı anda kapı pervazına omzunu yaslamış olan Gurur'u gördü. Hızla ayağa kalkıp.

"Benim evim neresiyse gitsek artık, yorgunum" dedi. Belki kaba bir üsküplü lâkin dayanamamıştı ve başı da çatlayacak gibi ağrıyordu.

Gurur yerinde dikleşip "Tamam" dedi. "Hadi abla ben götüreyim sizi"

Ben geldimmm!

Nasılsınız? Kendi kendine konuşuyor gibi hissediyorum yaa. Yıldızlamayo unutmayın....

🌫

Loading...
0%