Bazen her saniyenin, Her dakikanın, Her saatin kısacası her anın önemi vardır. Hiç bir vaktini boşa harcamak istemezsin ya hani ışte tam o anlar çok değerlidir. Başka zaman bulamazsın o değerli vakti. Her anı dolu dolu geçirmek istersin.
Selimin işlerinin bitmesini beklemişti Levent.
Selimin o çok sevgili arabasına oturmuş ayaklarını kucağında bağdaş kurmuştu. Ahh o elindeki çerez poşeti Selime sınır krizi geçirtmişti.
Selim koltuğuna yerleştiği sırada Levent elindeki poşeti Selime uzatıp "istermisin " deyip sınır kat sayılarını yükseltmişti.
Selim başını yukarı kaldırıp sabır dilenircesine gözlerini yumdu. Elini dostunun omzuna koyup sıkabildiği kadar sıktı.
"Bak kardeşim benim sinirlerimle oynama. Beni bilirsin agresif bir insanımdır ya hani, yapma bunu bana. Sonunda zararlı sen çıkarsın "
Hakikaten öyleydi Selim çok çabuk sinirlenebilir ve öfkesine kurban olabilirdi. Tabii bunu bilen Zeynep ve Levent ikilisi süreki bir eğlence haline getirmişlerdi. Ikisi birlikte sinirlendirir sonra da hiç suçları yokmuş gibi olaydan sıvışırlardı. Bu onlarda artık huy değilde bir doğuştan özelliğe dönüşmüştü.
Bundan muzdarip olansa Selim ve sinirleri oluyordu.
Levent eline aldığı çerezleri ağzına atıp, ağzında kileri bi tur çevirdi sonra da dönüp Selime göz kırptı. Bu ne derce bir rahatlık diye düşünmeden edemedi Selim.
"Ahh selim"dedi içinden "Ahh sen bu hallere düşecek adam mıydın. Boğ gitsin şu yanındaki ni,ama yok dost işte naparsin "
Selim dişlerini sıkabileceği kadar sıkıp Leventin elindeki çerez dolu poşeti çekip aldı. Arabasına oldukça değer veren adamlardan biriydi kendisi ve arabasının içinde yiyecek yenmesinden, sigara içilmesinden nefret ederdi. Böyle durumlarda Zeynep ' e bile kızmışlığı vardı. Zeynebin üzülmemesi için elinden geleni yapan Selim konu arabası olunca işler değişiyordu.
Levent kollarını küçük bir oğlan çocuğu gibi önünde çapraz bağlayıp dudaklarını büzmüştü. Gerçi dudaklarını da büzünce oğlan çocuğundan çok küçük ve tatlı bir kız çocuğuna benziyordu. Bunu Levent'e söylemek için yanıp tutuşan yanını bastıramayan Selim küçük bir kahkaha patlattı.
Genç adam dostunun bu hallerine bir türlü alışamamıştı, küçük çocuk halleri Selimin içine baba olma hissi oluşturuyordu. Aslında her insan gibi evlenip küçük bir çocuğun ona baba demesini, dizlerine sarılmasını çok ama çok istiyordu.
Lâkin büyük korkuları vardı. Hele de bir kadının canını yakabileceği düşüncesi onu öldürüyordu. Aklına sürekli karındaki minik canı korumaya çalışırken ölen annesi geliyordu.
Geldikleri cami'nin önüne arabayı park edip indiler. Levent arkadaşına küsmüş gibi önden hızla ilerlerken Selim arkasından yavaş ve sakin adımlarla caminin avlusuna girdiler. Levent hızla kamelya ya giderken Selim yine etrafını izlemeye koyulmuştu. Ona göre buranın eşsiz bir havası vardı. Mesela bir tutam huzur bir tutam muhabbet gibi. Buraya geldiği şu birkaç gün içerisinde bundan iyice emin olmuştu.
Selim gözleriyle her yeri okşarcasına izlerken ayağı küçük bir taşa takıldı, sendelemeden edemedi. Son anda ayağıyla dengesini korumayı başarmıştı ama bu tökezlemeyi dost dediği hain Levent görmüş katıla katıla gülüyordu.
Selim içindeki nefesi hızla dışarı boşaltırken biraz sinirliydi. Dost dediğin böyle mi olurdu sanki.
Kamelya ya geçip oturduğunda fark etti Fatih etrafta görünmüyordu. Gerçi bu biraz işine gelmişti o gelene kadar temiz ,huzur dolu havayla derin nefesler alabilirdi .
Levent elindeki telefonla uğraşırken Selim yorgun bedeninin dinlenmesini rahatlayarak hissediyordu. Kasları çok fena tutulmuştu sanırım ve o rahatlayınca fark etmişti bu ağrıyı.
Ağaçların yaprakları hafif esen rüzgarla dans ederken rüzgar ona eşlik ediyormuşcasına uğultu çıkarıyordu. Aslında çok huzur verici bir sesti bu. Koyu kahve veya siyah ışte her ne renkse iri gözlerini ağaçlara dikmiş onunların o müthiş danslarını izliyordu Selim.
Bazı iri yaprakların arasında elmas gibi parlayan o güzel kayısılar göze çarpıyordu ve insanın ağzını sulandırıyordu.
Selim meyveleri çok severdi tabii ki çaydan sonra. Çay onun için çok ayrıydı ne bir yiyeceği, ne de bir içeceği çaya değişirdi. Öyle çok severdi çayı.
İleride ki sağ elindeki poşeti zorlukla taşıyan Fatihi görünce ayağa kalkıp cami kapısının karşında olan Fatihin yanına yaklaştı. Elini uzatıp "ver " deyince karşındaki adam omuzlarını hayır anlamında silkeledi.
"Hocam versene şunu, taşıyamıyorsun işte "
"Yani ben güçsüz müyüm? Taşıyamaz mıyım ? Çok alındım bak "
Fatihin elindeki poşeti zorlukla alıp konuştu "niye alındın, doğruyu söyledim işte. Taşıyamıyordun. "
Fatih gülümseyip elini ileri uzattı "Tamam ya taşıyamadım işte. Gel gidelim "
İkisi birlikte kamelya ya geçip oturduklarında dahii Leventin ruhu duymamıştı. Selim ayağının ucu ile Leventi dürtükleyip Fatihe döndü. Bu sayede Fatihe bakan 2 çift göz olmuş oldu.
Fatih içine derin bir nefes çekip karşınında küçük birer öğrenci gibi oturan heybetli adamlara baktı. Onları şekillendireceği kesindi bu yüzden doğru bir konuşma sitili arıyordu. Biraz gözlerini kısıp düşündü, düşündü ve düşündü ama kesin bir karara varamadı. Levent onun kararsızlığını fark etmiş gibi konuştu "En iyisi biz sana merak ettiklerimizi soralım sen de cevapla ,bence böyle başlayalım. Yani hani istersen. Yani doğru olursa. Yanii..."
Selim dostunun yine uzun konuşma hastalığının tuttuğunu anlamıştı ve uzanıp onu susturmak için dizine dokundu. "Sakin ol kardeşim bi sakin ol."
Fatih anlayışla gülümseyip tamam mânasında basını aşağı yukarı salladı. Kesinlikle bu iyi bir fikirdi.
İlk suali Selim sormak istiyordu biraz bekledi düşündü aklına buraya geldiği zaman içine dolup taşan o huzur geldi. Boğazını seslice temizleyip Fatihin yeşil gözlerine baktı. Şu an zifiri kahve gözler yaprakla buluşmuştu.
"Ben"dedi gözlerini etrafta gezdirirken "Ben yani buraya gelince benim içime sanki huzur doluyor, sanki her şey değişecekmiş gibi ya da ne bileyim işte değişik bi his doluyor içime. Neden?"
Fatihin yüzündeki gülümseme daha da genişledi. Şu an 'ağzı kulaklarına varmak' deyiminin canlanmış hali gibiydi.
"Doğru yolda olduğun için olabilir ya da içinde hep bir boşluk vardır orası imanla dolabilir. Belki başlamıştır bile hiç bilemezsin. O ilk tohumlar merakla atılır. Sen o tohumları sular bakar yani içindeki merakın üzerine gidip bir şeyler öğrenirsen tohum filiz verir. Yani sanırım biraz konuyu dağıttım soruna gelecek olursak burası bir ibadet yeri, burasının içi her zaman yapılan dualarla dolu ve in şaa Allah daha da dolar."Selimin kaşları çatılmış camii ye bakıyordu. Ne zaman bir şeyleri kavramaya, anlamaya çalışsa kaşları aynen böyle çatılırdı.
Selim dudaklarını istemsizce diliyle ıslattığının bile farkında değildi. Aslında pek kendinde sayılmazdı. "Peki huzurla acıyı dindirebilirmiyiz? "
"Biz duamızı ederiz gerisi takdir-i ilâhi. "Bunları Fatih çenesini ovalarken söylemişti, gerçekten bu öğrenci çetin cevize benziyordu. Soruların bunlarla kısıtlı kalmayacağından emindi. Şükür ki Kübra ile bolca kitap okur, bolca da birbirlerine okuduklarını anlatırlardı. Sonrada konu dağılana, süt kardeşlerin çeneleri ağrıyana kadar konuşurlardı.
Selim kafası karışmış bir şekilde "Takdir-i ilahi?"diye sordu.
"Yani biz duamızı ederiz Rabbimizden isteğimizi söyleriz Allah da bizim için en hayırlı olanı kabul eder. Insan iradesi sadece istemeye yeter. Hani bir söz vardır "Her şerde bir hayır, her hayırda bir şer vardır. Allah bilir siz bilemezsiniz."işte dostlarım ,yani Rabbim kulları için hel hayrı verir, yeter ki sabırla isteyelim ve vazgeçmeyelim. "
Bir kaç dakika herkes etrafı izledi. Birisi otada bulunan ahşap masa gibi, birisi ağaçtan sarkıp ağızda şu oluşturan kayısılar gibi kimi de etrafından gittikçe artıp çoğalan çiçekler bulunan cami gibi. Herkes kendi bildiğini yapmaya çalışıyordu.
Bi kaç dakika sonra Levent Fatihe döndü "Sıradaki soru da benden o zaman, biz neden dua ediyoruz ? Ve bi de şey neden Kur'an-ı Kerim okuyoruz? Ha bir de, şey neydi? Unuttum ama ben!" Levent bunu söylerken manevi ortam birden dağıldı herkes gülmeye başladı. Levent yine yapmıştı yapcağını.
"Insanlar yani aciz bizler inanmaya ihtiyaç duyarız, bu iman da duadan geçer. Mesela bi ışte çalışırken patrondan maşı arttırmasını istiyorsun değilmi? Buna ihtiyaç duyoyorsun. Aynı bunun gibi. Insan dua nin tadına varıp sevdiği zaman daha fazla ve daha fazlasını ister Allahtan. Yani kısaca ihtiyaç giderme gibi düşünebilirsin duayı. Ikinci soruna gelecek olursak Levent, örnekle açıklayayım. " dedi elini biraz hafif sakalında gezdirip boğazından değişik sesler çıkardı. Sonrasında da gözleri parladı.
"Mesela okula giderken ders kitaplarımız olur. Biz onları okusak,çok çok okusak dersi anlarız belki ama kalıcı olmaz. Duymaya veya bize yol gösteren birisine birşeylere ihtiyaç duyarız. Öğretmen gibi düşünün. Peygamberler öğretmen yani yol gösterici. Yolsa iman ve o yolun taşları öğrenmekten geçer. Öğrenmek için işe yazılı kaynaklar lazım. Bu ise yani ders kitabı da Kur-an'ı Kerim kutsal kitabımız. "Bu kadar uzun konuştuktan sonra boğazı kurumuş olacak ki öksürdü , öksürdü ve gülümsedi.
Gülümsemek sadakaydı değil mi? O zaman bu dünya da en çok sadaka verenlerden birisi de Fatihti yani bizim hoca.
"Peki"dedi Levent dudaklarını ıslatıp "bizler neden..."demisti ki ensesine bi tane yedi. Selim sinirle soluyup Leventin boynuna bi tane daha geçirdi.
"Oğlum sıranı beklesene, sıra bende." Selim ciddi yüzüyle boğazını temizledi ve kısaca sordu. "O zaman camii ler neden var?"
"Camii ler omuz omuza düşmanla yani nefsimiz ve şeytanla savaşmak için var. Mesela normal evde tek kıldığın namazla cami de cemaat le kıldığın namazın huzuru bir olmaz. Toplu kılınan namaz daha çok huzur verir. Toplu ibadet yeridir cami. "
Bazıları iman yolunu inanmayla örerken bazıları da bu güzel duruma vesile olabildiği için şükür üzerine şükür ediyordu. Ne güzel tevafuk ne güzel yoldu bu yol. Dostluğa, kardeşliğe, sevgiye ve imana uzanan.