Yeni Üyelik
17.
Bölüm

SV| 17

@morkanatlizambak

17

 

Bir daha dünyaya gelsen ne olmak isterdin diye sordular âlime.. Âlim tebessüm ederek güldü ve bu sözler çıktı ağzından;
Bir dahası mı dediniz..?
Bir dahası yok ne dünyanın nede yaşamın...
Giden geri gelir mi..?
Uyuyan uykusundan tekrar uyanır mı..?
Toprak aldığını geri verir mi..?
Hepsinin cevabı Hayır.!
Giden gelmez.!!
Uyuyan uyanmaz.!!
Toprak aldığını vermez.!!
Hiçbir şeyin dahası yok.!!
Zaman hancı bulut yolcu misali..

 

Bazen zaman öylesine güzel ve huzur verici bazen se ilmek ilmek acı gibi. Çünkü hayat bu; gülmek, ağlamak, huzurlu olmak, huzursuz olmak, kötü haber almak, iyi haber almak yaşamak denen bu hayatta kötünün olduğu gibi iyi de var ve insanlar bu sayede yaşamaya devam ediyor. Mesela sadece kötü olsa yaşayamayız, sadece iyi olsa da yaşayamayız çünkü içimizde insan görünümlü şeytanlar var bu yüzden hayat bir kefe gibi bir tarafta sevinçler, umutlar diğer bir tarafta ise acılar, çığlıklar orta da da hayat. Ne taraf ağır gelirse yaşamımız o derece ağırlaşır omuzlarımıza biner bir yük misali bu yüzden yaşamımızdan, imkanımıza kadar her şeye şükür edelim...

Bir saat önce kadar fırından çıkarıp kareli bir bohçaya sardığı tepsiyi tezgaha koydu. Annesinden öğrendiği kadarıyla börek yapmıştı , biraz zor olsa da. Elinde ki telefonu cebinden çıkarıp Nur'u aradı.

"Selamın Aleyküm, nerdesin?"

"Aç kapıyı geldim ha bu arada Aleyküm selâm " dedi Nur zorlukla kolları ağrımıştı be. Hani bir yiğit delikanlı çıkıp şunları taşısa. Nerdee ! Film mi çekiyoruz burda hem de klasik olanlardan? Hayır.

Bu yüzden elinde ki tencereyle Kübrayı kapıda beklemeye devam etti. Kübra ise yukarı odasına çıkmış lila elbisesinin üzerine koyu mor feracesini geçiriyordu. Eşarbını da üstün körü düzeltip aşağı indi. Çıkışın yanında ki aynadan kendisine küçük bir bakış attı. Bu sırada kapıda beklemekten kök salan Nur zile tekrardan abandı. Sabırsız Nur!

Ayakkabılığın yanında ki sehpada duran çantasını takıp bohçayla sarılı tepsiyi aldı. Dışarı çıkıp kapıyı kilitledi. Aynı anda gelen arabaya yürümeye başladılar.

Fatih arabadan inip süt kardeşine ve Nura yardım etti. Aslen Levent de inmek istemiş ama kızı görmeye cesaret edememişti. Bazen böyle özgüveni iğne batırılan balon misali sönüveriyordu. O zamanlara denk gelişti bu yüzden hiç gerinden kıpırdamadı.

"Nasılsınız?"Dedi Levent herkes arabaya binince. İstemsiz gözü aynaya kaydı. Pişman oldu mu? Asla! O yeşil, güzel gözleri gördüğü için asla pişman olmazdı.

Nur gözlerini hızla kaçırıp camdan dışarı bakmaya başladı. Bu adamla aynı ortamda olmaktan rahatsiz oluyordu. Yüreği daralıyordu sanki. Tarifsiz bir şekilde kaçmak istiyordu. Sürekli kendisine baktığını hissediyor ve nefessiz kalıyordu.

Sürekli, dikkatli bir şekilde ona bakması günahtı. Bu adam bunun farkında değil miydi Allah aşkına !

Kübra fısıltı şeklinde 'iyiyiz' dediği sıra Fatih lafa girdi. "Nasılsın kardeşim? Görüşmeyeli?" Dedi sesinde alay olduğu barizdi.

Levent her zaman ki alaycılığı ile seslice gülüp yan bir bakış attı Fatihe. "Görüşmeyeliii...." dedi sonda ki 'i' harfini uzatırken. "Görüşmeyeli kardeşim uyudum uyandım yani ve hâlâ dünkü konuşmaların tesirinde olduğum için iyiyim. Sen nasılsın hoca bey?"

Fatih gülüp "Elhamdülillah" dedi.

Sonrasında...

Herkes kapının karşısında dikilmiş az önce Levent'in çaldığı kapının açılmasını bekliyordu. Beyaz kapı sade ve hoş duruyordu.
Evin bahçesinde ağaçlar çoğunluktaydı. Güller ve çiçeklerin kokusu etrafa yayılmış insanlara büyük bir şölen bahşetmişti. Kırmızı güzel güller evin etrafını çepeçevre sarmıştı.

Kübra elinde ki tepsiyi süt kardeşine verip güllerin yanına diz çöktü. Bu sırada kapı açılmış herkes selamlaşarak içeri girmişti. Zeynep gülümseyerek Kübra'nın yanına diz çöktü.

Derin bir nefes çekip eliyle gülün yaprağını okşadı. "Annem..." küçük bir duraksamadan sonra devam etti " Annem çok severdi"

Kübra da elini Zeynep'in omzuna koyup "Gülü kim sevmez "dedi. İçinde ki merhamet bu kıza karşı gün geçtikçe artıyordu.

"Gerçi ben kadife çiçeğini daha çok seviyorum ama olsun."

"O da çok güzel kız " dedi ardları sıra gelen Nur. Nur için çiçek çiçekti, hiç fark etmezdi. Nur için değer gördüğünü bilmek yeterdi.

"Hadi ama kızlar daha ne kadar bekleyeceğiz ben acıktım"

"Nur haklı" dedi Zeynep "Abim bu zamana kadar zor durdu. Çok acıkmış"

Geniş kapıdan geçerken Kübra eliyle kapıya dokundu, ahşap kapının üzerinde ki kabartmalar hem çok güzel hem de ilgi çekiciydi. Sanki en aşağıdan gelen ağaç kökleri her yeri sarıp sarmalamış hissi vardı. İnsan bu kapıyı görünce istemsiz dokunuyordu. Köklerin içinde küçük çiçek motifleri vardı, çiçeklerin her bir kenarında yapraklar özenle sıralanmış, köklerden fışkırmış hissi veriyordu.

"Dedem, marangozdu uzun çok uzun bir süre bu kapı üzerinde çalıştığını hatırlıyorum. Sorduğumda babaannemi düşünerek yaptığını söylerdi." Dedi iç geçirerek Selim.

Kübra istemsiz gülümsemişti, korkuttuğunu yok sayarak. "Çok güzelmiş." dedi başını kapıdan çevirmeden. Bakarsa gözlerini korumak zorlaşacaktı, farkındaydı. Kalbi yerinde durmayacaktı, farkındaydı.

Selim Fatih'ten öğrendiği için zorlansa da başını kaldırmadı ve daha fazla konuşmanın uygun olmayacağını düşünerek çocukların olduğu odaya geçti.

Açık kahve koltuklara sırasıyla oturmuşlardı, Levent hariç. O resmen yığılmıştı, ya da yıkılmıştı. Doğrusu sürekli terslenmek onu yıkmıştı.

***

 

Yemekler yenmiş, sofra toplanmıştı. Masada şimdi de üç kızın çay bardağı ve Kübra'nın yaptığı börekler yer alıyordu. Peynirli, maydonozlu; yalancı su böreği. Orjinal su böreği yapabilecek kadar iddaalı değildi. Yapamazdı da.

 

Masanın kenarına Zeynep içeride ki kitaplıktan getirdiği kitapları bıraktı. Su böreğinden yemeden önce "Bir şeyler okusak ne olur? Hem çay da var, güzel gider" dedi Zeynep. Toplu okumak daha güzeldi. Kızlarla okuma yaptığı zamanlar daha çok tesir ediyordu ona.

 

Nur cevap vermeden eline bir kitap aldı. Gözlerini kapatıp ortalardan bir sayfa açtı.

 

"Buu" dedi "Sanırım peygamber efendimizi dininden vazgeçirmeye çalıştıkları zamanlardan." Dedi sayfayı incelerken. Buğazını temizleyip başladı.

 

""Kardeşimin oğlu! Kavminin ileri gelenleri bana başvurarak, senin onlara dediklerini bana arzettiler. Ne olursun, bana ve kendine acı! İkimizin de altından kalkamayacağımız işleri üzerimize yükleme! Kavminin hoşuna gitmeyen sözleri söylemekten artık vazgeç!" dedi."

 

Zeynep devam etmesine fırsat vermeden atıldı. "Buu... şey peygamber efendimizin amcası değilmi? Adi da şeydi, şey okumuştum yaa neydi?" Dedi Kübra ya dönerek. Yardım talep ediyordu, masum bir yüz ifadesiyle.

 

Kübra hafifçe tebessüm edip kızlara baktı "Peygamber efendimiz (s.a.v.) amcası Ebu Tâlib.

 

Nur kimsenin başka konuşma yapmasına izin vermeden devam etti.

 

"Durum, oldukça nâzikti. Bir bakıma, o güne kadar kavmi içinde kendisine yegâne hâmilik eden, Ebû Tâlib'ti. O da mı himayeden vazgeçecekti?

 

Bu teklifle karşı karşıya kalan Nebîyy-i Ekrem Efendimiz, bir müddet mahzun mahzun düşündü. Sonra, hakikî muhafızının Cenâb-ı Hakk olduğunu bilmenin gönül rahatlığı içinde, amcasına cevabı, kılıç kadar keskin, kayalar gibi sert ve kesin oldu: "Bunu bilesin ki, ey amca! Güneş'i sağ elime, Ay'ı da sol elime verseler, ben yine bu dinden, bu tebliğden vazgeçmem! Ya Allah bu dini hâkim kılar yahut ben bu uğurda canımı veririm!"
(


Peygamberimizin Hayatı 202.sh)

"Güneşi sağ elime, Ayı da sol elime verseler ben yine bu dinden vaz geçmem" diyerekten tekrarladı Zeynep "Ilk okuduğumda ezberlemiştim. Çok güzel."

"İlk ne zaman okudun ki?"

Nur'un sorusuyla yerinde kıpırdandı." Şey , Kübra kitapları bana verince hepsini de merak ettim. Hepsine aynı anda başladım."

Nur kahkaha atınca Kübra dizine vurdu. "Sesin içeri gidecek kız biraz sessiz ol." Bu uyarıyla bıçakla kesilmiş gibi sustu Nur. Elleriyle ağzını kapattı. Ama hâlâ gülümsemeyi yüzündeydi.

Konuyu değiştirmek için Nur bir soru atıverdi ortaya. "Zeynep abla senin abinin adı ne?"

"Selim, yanında ki fazlaca geveze abimiz de Levent. Onu neden sormadın?" dedi Zeynep kuşkuyla. "Ay o mu? Onu biliyorum zaten." Nur ağzından kaçırdıklarıyla şok oldu. Hiç bir şekilde ağzında bakla ıslanmıyor ve hiç bir şey saklayamıyor oluşuna sinir oldu.

"Sen Levent abiyi nerden biliyorsun?"

Nur söylememek için ağzını kapattı. Ama daha sonra dayanamayıp ağzını açtı." Şey yani Levent'in bir kaç hafta arayla Kitapçıya gelip konuşmaya çalıştığını size söylemeyecektim. Hatta lazım olur diyerekten numarasını verdiğini. Hayır! Söylemeyeceğim."

Nur hızla ayağa kalkıp kızlara şöyle bir baktı. İkisinin de ağzı açık, gözleri az önce oturduğu yerdeyken hızla mutfaktan çıktı. Niyeti eline yüzüne bi şu çarpmak ve kızların kendilerine gelmesini beklemekti.

Lâkin karşısında Levent'i görene kadar. Bu adamın ne işi vardı burda!

Canım Leventim...
Nereye gidecek bu kitap çözmeye çalışıyorum.!¡

Loading...
0%