Yeni Üyelik
19.
Bölüm

SV| 19

@morkanatlizambak

19

 

Küçük bir dûa döküldü göklerden yere, ruhları cennet rüzagarına boğacak...

 

Balkondan yıldızları izlemeye devam etti. Uyku tutmamıştı sabah ezan-ı yaklaşsın alt katta uyuyan süt kardeşini uyandıracaktı. Bu gün Kübralar da kalmıştı çünkü ev ahalisi memlekete gitmişti, arada böyle memleketi turlar geri dönerlerdi. Kardeşler de bu günleri sabırsızlıkla beklerler, böyle zamanlarda bolca sohbet ederler film izlerlerdi. Gece geç yattıkları için Fatihi erkenden uyandırmak istemedi. Başka günler olsaydı elinde bir sürahi suyla onu bekleyebilirdi.

Kübra serin seher havasını içine çekti. Seher vaktinin huzuruyla doldu içi hafifçe tebessüm etti. Çok zamanlar Melekle birlikte böyle vakitlerde ders çalışır beyin patlatırlardı. Meleği hatırlayınca bir de onun için derin nefes aldı. Güzel dostuydu o, ilk dostuydu. Evet şimdi de arkadaşları vardı lâkin Melek onun herşeyini bilirdi.

Yüz şeklinden bile ne hissettiğini anlar, hareketlerini bilirdi. Onun neler hissettiğini anlar ona göre hareket ederdi.

Eşarbının önünü bir kez daha düzeltip balkondan aşağı baktı. Issız sokakta yanlızca kenara köşeye kıvrılıp uyuyan kedi, köpekler vardı. Sessiz kullardı onlar.

Odasından duyulan alarmla ayaklarını yere sürterek açık balkon kapısından küçük bedenini içeri soktu. Mavi yatak örtüsünün üzerinde çalmaya devam eden telefon uykunun bağrında olanları ordan koparmak istercesine işkencesine devam ediyordu. Tiz sesi odayı doldurup taşıyordu, umarım Fatih duymamıştır diye geçirdi içinden.

Çünkü kendisi uyandıracaktı sütlacını. Telefonu eline alıp aceleyle kapattı. Balkona çıkmadan önce aldığı abdeste şükür etti, zar zor ısınmıştı zaten. Çok zayıf bir bağışıklığı vardı ve sıcak suyla abdestini alsa bile sonradan titrerdi. Koluna askıda olan feracesini koyup sessiz sessiz parmaklarının ucuna başarı çıktı odasından. Ses çıkarmasını istemediğinden odasının kapısını açık bıraktı. Kapının hemen karşısında duran halinin mor yumuşak tüyleri ayaklarını rahatlatmıştı.

Resmen kedi gibi kıvrılası gelmişti olduğu yere. Tabii ki kıvrılmadı kedi olmamasını geç Fatihi uyandıracaktı, ezan vaktine camiye yetişeceklerdi. Salonda kenarda duran masaya yaklaştı Kübra, aklında ki fenalığı kardeşine yapmayacaktı da kime yapacaktı?

Beyaz masanın üzerinde süs vazoda duran kuş tüylerinden birisini aldı.

Karşısında ki büyük koltukuğu Fatihe açmışlar oraya yatırmışlardı. Yeşil koltukta boylu boyunca uzanmış başını yastığın altına almıştı. Yüz üstü yatarken başı yana çevrilmişti. Neden böyle yatıyordu Fatih ? Kübra anlamıyordu nasıl nefes alıyordu ki?

Yanına iyice yaklaştıktan sonra Fatihin kafasının üzerinde çiçek desenli duran yastığı çekip aldı. Artık yüzü daha açık seçikti. Elinde ki tüyü denemek için önce kendi burnuna yaklaştırıp deyirdiği zaman hapşuracaktı. Ellerini hızla ağzına kapatıp sesini kesti. Neredeyse uyandırmaya çalıştığı kardeşini bilmeden uyandıracaktı. Tabii ki bu çok absürt bir kelime olmuştu.

Kübra hapşuruğun geri gittiğinden emin olunca ellerini yüzünden çekti. Sonra da tüyü hafifçe Fatihin yüzünde gezdirdi. Hissetmemişti bile! Bu nasıl uykuydu be!

Tüyü süt oğlanın burnuna yaklaştırıp sağa sola hareket ettirdi ısrarla. Fatih koltukta biraz kıpırdanıp elini yüzüne salladı. Uykulu bir biçimde sinek sanmış olabilirdi, hain kardeşini. Bu imam nasıl her sabah ezandan önce kalkıyordu ki? Dayanamayıp bu sefer elini Fatih'in karnına getirip gıdıkladı.

"HasbinAllah!" Dedi Fatih uykudan dolayı boğuk çıkan sesiyle. Hafifden de sinirli çıkmıştı sesi. Kübra imamın uykusu azıcık, birazcık da olsa açıldığını fark edince elinde ki tüyle işleme devam etti. Kardeşini hasta etmeye çalışıyordu besbelli.

Fatih bu sefer de dağılan uykusuyla "Bırak beni, git başka yerde uç!" Dedi sinek zannettiği şahısa.

"Sinek olsaydım yine de sevap işlemek için ayrılmazdım burnunun dibinden."

"Sinek olsaydın zaten sen ayrılmazdın kardeşim. Ben ayırırdım seni burnumdan!" Dedi sinirle. Oynanan kumpasa aklı dağınıkken kavrayamamıştı. Bu hâline dayanamayan kübra koltuğun karşısında ayakları ahşap üzeri cam olan masaya oturdu.

Elinde ki tüyü hafifçe tekrardan uykucu hoca'nın burnuna getirip hareket ettirdi. Bir yandan da boşta ki eliyle ağzını kapatmış sessiz sessiz gülüyordu.

Fatih bu sefer elini koltuğa yaslayıp yerinde dikleşti. "Sinek bak git!"

"Günahını alma hayvanın"

"Ama o benim uykumu alıyor! Kübra!" Kübra daha fazla dayanamayıp hafif sesli gülünce süt oğlan ona döndü. Elinde tüyü, yüzü kızarmış olan kardeşini görünce hafiften bir şeyler çaktı.

"Kübraa" dedi sonda ki 'a' yı tehditkar bir şekilde uzatırken. "Kardeşim ne oldu sana bu gün? Pek bi keyiflisin! Ma şaa Allah neye borçluyuz söylesene. Beni uykumdan ediyorsun."

"Fatih durduk yere sevap kazandım neden keyifsiz olayım?"

"Nerde durduk yere sevap kazandın sütlaç? " dedi koltukta oturur pozisyon alırken.

"İmamı ezan okumak için kaldırdım ve o da ezan okuyunca namaz kılan bir çok insana vesile oldum. Nasıl güzel bir şey yapmışım her zaman yapmam lazım." Dedi hızla ayağa kalkıp banyoya koşan kardeşinin ardından. Gülüyordu Kübra. Gerçi şu durumda Fatih gülecek değildi ya! Elbette Kübra keyiften dört köşe olacaktı.

Masadan kalkıp kolundan koltuğa bıraktığı feracesini alıp giyindi. Geriye uykucu hocayı beklemek kalmıştı.

***

 

Selim yatağında sağa sola dönerken kendisini yiyip bitiriyordu. Uzak durmak çok çok uzak kalmak hiç bir şey hissetmemek, hissetmemeye çalışmak doğru bir karar mıydı gerçekten?

 

Nereye varacaktı bu tavırla? Bir an görmek istedi, ne kadar içinde tutup yok saymaya devam edecekti? O koca gözlere denk gelmek, içine düşmek istedi. Onu rahatsiz ediyor muydu bilmiyordu bu da canını fazlasıyla sıkıyordu. Ya rahtsızsa ondan? Ya görmek istemiyorsa?

 

İnsanlar birbirlerine aynı şeyleri hissetmek zorunda değillerdi ya! İçinden geçirdiği düşüncesine sinirlenip boş yanında duran yastığı kaptığı gibi ilerde ki cama fırlattı.

 

"Sevsin lan! O da sevsin beni."

 

Fırlattığı yastık cama vurup yere düştü. Almak için kalkamadı. Bir an içi acımıştı 'aynı şeyleri hissetmezse' dedi kendi içinden. İçinde kabarıp duran hisleri bastırmaya çalışmak, yok saymak çok zordu.

 

Bu kız yüreğinde ki acılara merhem gibiydi. Selim yatakta oturur pozisyonu alıp bacağının birisini aşağı sarkıttı.

 

"Ben de babam gibi olacağım diye bir kaide yok ya?" dedi içini ferahlatırken. "Biz aynı kişi değiliz ya? Babam gibi olmak zorunda değilim. Böyle bi kaide yok." Kendi kendine söylenirken ayağa kalkıp karanlık odada camın karşısına geçti. Ezana 1 saat vardı. Biliyordu çünkü camiye gitmek istemişti, istiyordu.

 

Gece cüz çalıştıktan sonra 4-5 saat uyumuş uykusunu almıştı. Yetiyordu bu kadar zaman uyumak en azından diğer gün ayakta kalmasına işini yapmasına yetiyordu.

 

Camdan sakin sokağı izlerken gözlerini yumdu bir müddet öyle beklemek istedi lakin içinde büyüyüp duran özlem izin vermedi. Bu duyguyla nasıl baş edeceğini bilmediği için serseme dönmüştü.

 

Üzerini değiştirmeliydi evet, evet elbisesini değiştirip camiye bir an önce gitmeliydi. Siyah dolabın karşısına geçince öylece durdu. Her zaman ki kısa kol tişörtlerine giden eli durdu. Acaba bu gün daha değişik bir şeyler giyseydi? Ne fark edecekti de?

 

İçinde ki dürtüye engel olamayıp nerdeyse hiç giymediği gömleklerden mavi olanını aldı. Zeynep almıştı, belki de alalı yıllar olmuş ama ilk siftah şimdiyeydi.

 

Vakit kaybetmeden banyoya girdi. Fatih' den öğrendiği kadarıyla abdest alıp üzerini değiştirdi.

 

Hazırlandığı zaman sessizce odasından çıktı. Hem babannesini hem Zeynep'i uyandırmamaya çalıştı.


Dış kapıyı kapatıp serin havayı ciğerlerine çekti, rahatlamıştı. Özlemiyle siyah arabasına hızla bindi.

Aslında biraz daha uzun olsun istiyordum ama nasip, n'apalım...

 

Nasılız ama be? Uçuyoruz

 

 

 

Loading...
0%