Yeni Üyelik
20.
Bölüm

SV| 20

@morkanatlizambak

20

 

ölüm, o kadar kat'î ve zahirdir ki bugünün gecesi ve bu güzün kışı gelmesi gibi ölüm başımıza gelecek.

 

(Asâ-yı Mûsa 11.sh - Risale-i Nur)

 


Serin hava aracın içine dolarken hafiften burnunun ucu üşümüştü. Gerçi hissetmiyordu. Böyle bir zamanda neyi hissedip neyi fark edebilirdi ki?


Sokak lambalarının aydınlattığı yol çok sessiz ve boştu. Gündüzleri yürüyecek yer olmayan sokaklar şimdi neden boştu? İnsanlar bu güzel havadan neden faydalanmıyordu ki. İnsanın içine huzur, vücuduna direnç veren bu havayı neden solumuyorlardı? Anlayamıyordu Selim. O bile bu vakitlerin değerini anlayınca her zaman kurulu bir saat gibi bu güzel hava için uyanmıştı.

Telefonu çalmaya başlayınca arabayı durdurup yan koltuğa attığı telefonunu aldı. Levent arıyordu! Levent, onu almaya gidecekti nasıl unutmuştu. Bu kız onda akıl bırakmıyordu ki hatırlasın.

Telefonu açıp kulağına koymadan bile duyuyordu bağırışmaları.

"Lan oğlum! Almayacaksan söyle de soğukta kışın donmuş havuç gibi kalmayayım. Don vurdu resmen-."

"Nerene don vurdu Levent söylesene?"

"Selim bak bir de dalga geçiyorsun yapma lan. Bu kaç oldu? Geçen gün de karakolda unuttun beni komiserim! "

Selim eliyle saçını karıştırırken hafifçe güldü. "Olur öyle şeyler fazla takma çırak"

"Çıraklığımız mı kaldı ya! Polisim bak ben atarım seni içeri. Çırak mırak ayağını denk al kendini demirlerin ardından bakarken bulursun!"

"Hadi yaa!" Dedi Selim dalgayla. "Kendin gel o zaman camiye polismiş" dedi ve ardından hızla telefonu Levent bozuntusunun yüzüne kapattı.

Selim arabayı çalıştırırken kendi kendisine söylenmeye devam ediyordu. "Neymiş içeri atarmış! Kim kimi içeri tıkıyo lan!"

Yine Levent ayarlarını yerle bir etmişti, sinirden direksiyonu tuttuğu ellerinden biri titriyordu. Ne zaman sinirlense ya da çok fazla üzülse, mutlu olsa ellerinden birisi titrerdi. Şimdi bu haldeyken de mutlu olamayacağına göre sinirliydi. Caminin karşısında arabayı durdurup telefonunu cebine koydu.

Arabadan inerken hala aklı Levent'teydi. Nasıl gelecekti? Ona sinirli olmasına rağmen hala onu düşünüyor olması garipti. Selim neye bağlanırsa sonuna kadar bağlanıyordu. Bu bağ ne azalıyordu ne de yer değiştiriyordu. Olduğu yerde kalıyordu mesela Levent onu sürekli sinirden patlayacak bir bomba misali ortada dolaşmasını sağlıyordu ama dostunu bırakamıyordu.

Hem bıraksa onun gibisini nerden bulabilirdi ki? Çok konuşan, yapma dediğini yapan, insanı sinirden patlatacak olan başka bir insan olamazdı. Levent kesinlikle bu dünyaya numunelik gelmişti.

Ve bu numune'nin de Selim'e test için gönderildiği kesindi. Yavaş adımlarla demir kapıdan geçip ağaçların içinden geçti. Camii' nin kapıları hâlâ kapalı olduğundan beklediği kişilerin gelmediniğini anladı. Bu sırada omuzları da olabildiğince çökmüştü.

Ağaçların yanından geçerken aslında çınar'ın altına oturmayı istemişti fakat hastalanmak isteyeceği son şey bile değildi. Koca gövdeli çınar'dan vazgeçip kamelya ya geçip köşelerden birisine kuruldu.

Selim başını kaldırıp lacivert göğe bakmak istese de bakamadı. Kamelya'nın tavanı ona alay edercesine bakarken ne lacivert göğü ne de yıldızsız seher vaktini görebilmişti. Ağzından of'lar gibi bir ses çıkarıp başını arkaya biraz daha yasladı. Başı boşlukta öylece sallanırken gece kadar siyah saçları rüzgarda salınıyordu.

Şu dünyada belki de küçük birer kelebektik geçip gidecek olan ya da kıyıya vuran dalga, esen rüzgar, batan güneş, koparılan çiçek, sonbahar yaprağı ve daha nicesi gibiydik. Herkes gelip geçici ve bu dünya da bir han'dı. Ebedi hayat yıldızlar gibiydi, belki de deniz de ki damlalar kadar, eksilmeyen umutlar gibi sonsuz.

İnsan içinde ki umutlardan birisini yıksa yenisi yeşerirdi. İnsan ne zaman umutlanmazdı ki? Bir adım atacağında, bir nefes daha alacağında bile umutlanmalıydı. Çünkü belki de bu adımı atamayacaktı, bir nefes daha çekemeyecekti ciğerlerine kim bilir? İnsanda umut, Rabbimizde merhamet tükenmezdi. Umutlar bitmezdi...

Selim geriye sallanan başına hafif bir tokat yiyince afalladı, başı hâlâ arkada sallanıyordu.

"Selim uyudun mu?" Fatih de kamelya da Selimin yanına kurulunca Selime doğru eğildi.

"Uyumadım ama sen beni biraz önce Allahıma kavuşturuyordun be "

"Ne güzel işte" dedi arka taraftan gelip karşı tarafta kamelya'nın en ucuna oturan Kübra. Selim şaşkınlık ve biraz da hayretle genç kıza baktı.

"Neresi güzel?" Dedi Selim kendisini tutamayarak. Kübra da bir kaç saniye Selimle göz göze gelince başını Fatihe çevirdi. Aynı zamanda Selimle konuşuyordu.

"Allah'a kavuşmaktan güzel ne var ki değil mi Fatih?" Fatih Kübra'nın ona seslendiğini duyunca ona bakmadan Selim den tarafa döndü. "Bilmem" dedi tavırlı sesiyle.

Selim bu hareketi fark edip bi Kübra ya bir de Fatih'e baktı. "Ne oldu sana hoca bey?"

"Suikast kurbanı oldum" dedi Fatih anlattığı belli olan bir sesle. "Ne suikasti ki? Noldu? "

"Benim" dedi Fatih eliyle kendisini gösterirken "benim canımdan can, kanımdan kan, sütümden süt zannettiğim bu şahsiyet" Kübra Fatihin kendisini işaret etmesiyle ağzını bir karış açtı. Lafı biraz daha uzatsa sanki daha iyi olurdu.

"Evet bu şahsiyet beni dalgaya alarak uyandırdı. Hoca, imam böyle mi uyandırılır ya!"

"Nasıl uyandırdı ki bu şahiyet?" dedi Selim gülmemek için zor dururken.

"Bu şahsiyet burnumu gıdıkladı. Bir de üstüne üstlük benimle dalga geçti, sinek sandım. Büyük bir cezayı hak ediyor da daha aklıma ceza şeklî gelmedi. Sence ne olsun bu suçlunun cezası komiserim?"

Selim sağ eliyle ensesini kaşıyıp ilk önce Fatihe sonra da Kübra'ya baktı. "Şey yani ben pek olayı anlayıp çözemedim bu yüzden ceza'nın hafif olması taraftarıyım."

"Allah Allah bak sen şu işe!" Dedi Fatih. "Sen benden tarafta değilsin de şundan tarafa mısın?" dedi şaka yaptığı belli olan sesiyle. Bir yandan da eliyle Kübra'yı işaret ediyordu.

"Hakikaten şaka yaptım üstadım affedin beni!" Dedi Kübra karşı taraftan. Fatih gülümsedi bie yandan da kaşları çatık tezatlık oluşturuyordu. "Affedeyim bakalım bu seferlik."

Selim te küçük bir kahkaha atıp "Umarım Levent de beni affeder" dedi affetmeyip sürekli yüzüne vuracağını bildiği halde.
Fatih konuşacağı sıra caminin avlusuna birisi girip bağırdı. "Levent seni ne diye affetsin? Nasıl affetsin Selim?"

Herkez camiye yeni giren Levsnt'e baktılar. Genç adam nefes nefeseyi. Yanında ilerlettiği bisikleti kamelya'nın yakınına yere bıraktı.

"Senin araban yok mu da bu saatte bisikletle geldin akıllı?"

"Neden mi bisikletle geldim zeka küpü dostum?" Dedi Levent bi kahkaha atmadan hemen önce. "Uzun zamandır seninle gelip gidince benim arabanın benzini olmadığını ve tekerin havasının olmadığını unutmuşum." Levent konuşurken bir yandan da kamelya ya geçip Fatih ve Selimin ortasında ki boşluğa kuruldu.

"Sana o kadar laf edip kapattıktan sonra rahattım yani hani arabam var falan. Işte anahtarı alıp çıktım evden, arabanın yanına vardım, açtım, bindim bi baktım benzin yok! Bir de araba bi tarafa acayip yattı. Dedim ben bu kadar kilo aldım mı? Sonra baktım kendime kilo almamış gibiyim, indim baktım ama lastik suyu çekmiş! Kendimi orda öldürecektim. Ne yapayı..." Selim dayanamayıp susmayan arkadaşına dönüp omzuna bir tane vurdu.

"Lan bi sus! Anladık en çok sen konuşursun! Kısa anlat şunu"

Levent Selim'e ters ters baktıktan sonra devam etti yarım kaldığı konuşmasına. "İşte ben de mecbur bu arada bindiğim bisikletle geldim ana gelene kadar ciğerim içerde horon tepti! Ölüyordum neredeyse "

"Abartma Levent azıcık spor yapmış olmuşsun." dedi kimsenin beklemediği ses. Nur.

Umarım ileri ki bölümler çok daha güzel olacak çok umutluyum siz de azcık umutlanın.

Dua birliği yapalım kardeşlerim. Din kardeşlerimiz zor durumda bolca Ya Kuddûs Ya Selam çekelim
FİLİSTİN İSRAİLİN DEĞİL YÜM İSLAM ALEMİNİN

 

 

Loading...
0%