Yeni Üyelik
21.
Bölüm

SV| 21

@morkanatlizambak

21

 

"Oysa güzelliği,
iyiliği ve hakikati
aramayan bir ömür,
sonunda insana beyhude
bir debelenme hissinden
başka ne verebilir?"

 

| Kemal Sayar
| 'Yavaşla'

 

Seher vaktii

 

İnsanın hayatı bir parça umut, bir parça mutluluk ve bir parça da sevgiyle oluşur.

 

İlk adım, ilk nefes ve günün ilk namazı olan sabah namazlarını kılmışlar secdeden başını kaldırmayan çocuğun etrafında toplanmışlardı. Camide bir kaç yaşlı amca ve bir tane 4-5 yaşlarında çocuk vardı. Herkes namazını kılıp bitirmişlerdi lakin küçük oğlan çocuğu ilk rekatta koyduğu başını secdeden kaldırmamıştı. Küçük çocuğun dedesi tesbihini çekiyordu.

 

Levent daha fazla dayanamayıp çocuğun kolunu dürttü. Selim ve Fatih de çocuğun etrafında Levent'i izliyorlardı.

 

"Levent yavaş dürt, çocuğun kolunu çıkarma"

 

"Çok yavaş sarsıyorum ben ama çocuk bir türlü uyanmadı. Kış ıykısuna mi yattın mübarek! " gençler konuşurken çocuğun dedisi tesbihatını bitirmiş duasını da etmişti. Ellerini sakallı yüzüne sürüp yavaşça torununa döndü, gülümsedi yaşlı adam. Sonra da elinin birisini çocuğun saçlarının üzerine koyup okşadı.

 

"Kalk Ahmedim! Yavrum bu asrın güzel ümmetlerinden ol, adını taşıdığın Peygambere lâyık ol oğlum" dedi yaşlı adam sonra da diğer elini çocuğun omzuna koyup yavaşça kendine çekti. Kamburu çıkmış belini eğerek Ahmedin saçını öptü.

 

Küçük çocuk bu uyandırmaya alışık olacak ki gözlerini açıp sersemce etrafa baktı. Camiide olduğunu kavrayınca tekrardan ayağa kalkıp uyku mahmurluğuyla ellerini göbeğinin üzerinde bağladı.

 

Bu duruma herkes gülecek gibi olsa da kendilerini zar zor tuttular. Levent da duramayıp konuştu. "Apdestsiz hocaya namaz dayanmaz küçük Ahmedim"

 

Çocuk hiç oralı olmadan önce rükû'ya sonra da secdeye gitti. Başında bekleyenlerden habersiz olduğu besbelliydi.

 

Ya da hâlâ uyku sersemi olduğu için hiç bir şey duymamıştı. Herkes tek tek birbirlerine bakınca kendilerinden farksız gülmek için çırpındıklarını fark ettiler.


Ayakta durmaktan yorulunca Levent çocuğun yanına yere bağdaş kurarak oturdu. Fatih'e dönerek merakla baktı. "Şey ya, ben de böyle yapsam namazım olurmu?"

"Apdest al sen Levent" dedi Selim dostuna yaklaşıp sırtına vururken. "Neden yaa? "

"Sen bilerek abdestsiz namaz kılmış olacaksın ve namazın kabul olmayacak" dedi Fatih.

"Bu üzdü"


***

 

"Kızlar ben gelmiyorum tamam mı? Siz idare edersiniz değil mi ?" Telefonda bile yorgun ve bitkin gelen sese kıyamadı Kübra.

 

"Biz bakarız buraya Bahar teyze sen dinlenmene bak." Vedalaşıp kapattıkları telefonun ardından Nur çay getirmeye arka tarafa geçmiş, Kübra ise dağınık alt rafları düzeltmeye girişmişti.

 

Üst rafların aksine hiç düzenli kalamıyordu alt raflar. Bir çok renkte ve kalınlıkta kitaplar, eşsiz kokuları her şekilde dikkat çekerdi kitaplar.

Kübra elinde ki bir kaç ince ve cıvır cıvır renkli çocuk kitaplarını küçük rafa koydu. Yere bıraktığı kalın ve ağır romanları da alıp ayağa kalktı. Bu kadar yazıyı kim yazmıştı? İnsan bi Kübra'yı düşünürdü! Yani okurların gözünü.

Genç kız kollarında ki kitaplarla diğer tarafa geçip rafın boş kısmına yaklaştı. Bir kaç kitabı rafa koyduğu sıra kitapların birisinin arasına kağıt konduğunu fark etti. Diğer kitapları sırasına göre koyup içinde kağıt olan kitabı aldı.

Eski tipli kitabı incelerken yavaş adımlarla giriş kısmında ki masaya yaklaşıp oturdu. Kitabı masaya koyup kağıdın koyulduğu son kısımları açtı. Bembeyaz bir sayfayla yapılmış kağıt bir uçak vardı yaprakların arasında.

Kübra kağıdı eline alıp sağını solunu inceledi. Dikkat ederek uçağın kanatlarını açtı. Açtığı yerde 'umut' yazısı vardı, mavi renkte yapılmış bulutlar vardı yanında. Kübra açtığı yeri katlayıp masanın uç kısmında ki çantasına koydu uçağı. 'Umut' gerçekten onu umutlandırmıştı.

Sahaftan çıkınca mezarlığa gidecekti. Melek onu özlemiş olabirdi. Ya da Kübra onu özlemişti. O sıra elinde iki çayla Nur geldi. Birisini Kübra'nın önüne masaya bıraktı diğeriyle de kendisi karşıya geçip oturdu.

"Eee Kübra'cım ne var ne yok?"

"Ne, ne var ne yok? Nur" dedi Kübra merakla.

"Diyorum ki..." dedi Nur muzip bir şekilde. Sinsice güldü. "Ben bir şeyler fark ettim de ablacım "

"Söyle ablacım ne fark ediverdin? " dedi Kübra avcunu masaya çenesini de avcuna yaslarken.

"Şey fark ettim, sen birisini görünce yüzün bi aydınlanıyo sanki ha ne dersin? Hatta tarif edeyim böyle uzun, yakışıklı, kara kaşlı, kara gözlü ha bir de Zeynebin abisiii" dedi son anda kıkırdayan Nur.

İlk saniyeler Kübra'nın gözler koca koca açıldı, ardından ağzı. Nasıl fark etmişti bu cadı? O içinde yaşayıp bitiriyordu.

"N..ne alakası var Nur!" dedi Kübra karşısında ki kitabı titreyen elleriyle kapatıp oturduğu sandalyeden kalktı, nerdeyse tedirginlikle titreyen bacakları onu yere bırakıverecekti. Başka birisi fark etmiş miydi acaba bunu? Aceleyle arka raflara yöneldi.

"Çayın Kübracım, çayın." Nur gülüyordu, aleni bir şekilde görmüştü ışte nasıl telaş yaptığını gülmesin miydi?

"Sen çayından asla uzaklaşmazsın Kübram n'oldu?"

"Hiiç.." dedi Kübra sert olmasına çabaladığı sesiyle. "Sadece unutmadan kitabı yerine bırakmak istedim"

"İyi öyle olsun bakalım."dedi Nur içinde ki mutlulukla. "Şimdilik" diye de ardından ilave yaptı. Zaten şimdilik kapanmıştı bu konu, aciliyetten yakın bir zamanda tekrardan dile getirmeliydi Nur.

İki üç saat Kübra, gelen müşteriler ve Nur'un garip bakışlarıyla geçmişti. Yorulmuştu. Nedense kitaplardan çok Nur'dan kaçarken yorulmuştu. Bu gün cumartesi olduğu için ikindi ezanı okunmadan kapatıp çıkmışlardı. Nur eve gideceği için yolları ayrılmıştı.

Kübra içine hafif bir nefes aldı, Melek geldi yine aklına. Ama bu sefer hüzün, acı getirmedi aksine heyecan ve mutluluk getirdi. Melekle bir konuşmalarında sevmek ve sevilmek geçmişti.

Melek hemen lafa atılıp "Kısaca mutlu olmanı sağlar, güvende hissedersin" demişti bilmiş bir edayla. Farkındaydı o zamanlar genç kız, arkadaşı Fatih'i seviyordu. Fark ettiği zaman Kübra üzülmüştü çünkü Fatih Meleği kendisinden ayırmazdı, kız kardeşi gibi görürdü.

Kendisi de Selim'i gördüğünde mutlu oluyordu, uzun zamandır gerçek bir gülüş sergilemeyen dudakları samimiyetle kıvrılıyordu. Yüzünde ki fark etmediği gülüşle mezarlığın paslı kapısını ittirdi. Gıcırdayarak açılan kapıdan geçti. Yine etraf ölü sessizliğindeydi. Acı verici.

Genç kız ilk defa içinde acı olmadan girdi bu mezarlığa. İlk defa kendisini suçlamaktan vaz geçti. İlk defa hafifledi yüreğinde taht kurmuş hüzün.

İçinde ki hafiflemiş hislerin hissiyle yerini ezberlediği mezara yaklaştı. Ayaklarının altında toz olan kuru toprak feracesinin uç kısımlarını kirletiyordu. Kabrin mermerine yavaşça bedenini bıraktı.

Yüreğinde hasreti büyüdü, yanlızca hasreti ve özlemi yük oldu. Bu sefer ne suçluluk hissetti ne de utandı. İmtihan olduğunu yıllar sonra kabul etti, kaderdi bu. Olacak olana kimse karşı çıkamaz, engel olamazdı. Ne kalbinde ne de aklında bırakmamıştı dostunu yanlızca suçluluk duygusundan kurtulmuştu. Pişmanlık üzerine yapışmış bir kıyafet gibiydi son yıllarda lâkin o da çıkıp gitti.

Kübra bu mezarın başında üşümeye başladığı halde oturmaya dua etmeye devam etmişti. Neredeyse bir saate yaklaşmıştı burda kaldığı vakit. Soğuk elini kendi elinden çok daha soğuk olan mezar taşına getirip koydu. İçi ürpermişti. Kurumuş göz yaşlarının üzerine sıcak bir yol yaptı bu. "Meleğim sen soğuk sevmezsin" dedi. Bunu söylerken göz yaşlarını parmak uçlarıyla dağıttı.

Arkasını dönüp gideceği sıra arkasından bir ses duydu. "Meleğin kimdi?"

Kübra duyduğu sesle hızla o yöne dönüp onun olduğunu gözleriyle de teyit etti. Oydu. Cevap vermeyince genç adam devam etti "Bir saattir üşüdüğün belli olduğu halde gitmedin. Değerli birisi olmalı"

Gözlerini başka bir yöne çevirip konuştu Kübra. "Arkadaşım " dedi sonradevam etti "Ve Nur'un ablası"

"Başın sağ olsun. Allah bolca rahmet etsin" dedi genç. Bu konuşmadan sonra neden yaptığını bilemese de Kübra eliyle uzaktan görünen mezarı gösterip "Babam" dedi. Gözleri yaşarırken "Şehit oldu"

Yüreği karşısında ki kızın gözlerini görünce yandı. Ona kendi acısını göstermek istedi. O da sol eliyle biraz daha yan tarafta olan mezarı işaret etti. "Annem" dedi. Derince yutkunma ihtiyacı hissetti. "Annem ve kardeşim" dedi Selim. "Yan tarafta da babam" dedi, bunu sert söylemişti barizdi.

Genç adam gözlerini ovdu. "Camiye gidecek mısın Kübra?"

Genç kız başını aşağı yukarı salladı, aynı zamanda "Evet, gideceğim" dedi. Bunun üzerine Selim eliyle çıkışı işaret etti. "O halde umarım birlikte gidebiliriz" soru cümlesi olmamasına rağmen bu bir soru cümlesiydi. Kübra cevap vermeden çıkışa yöneldi. Fark etmeden yüzünde hafif bir gülüş belirmişti. Bu gülüşü fark ettiği anda sabah ki Nur'un konuşmaları geldi aklına. Nasıl da karıştırmıştı aklını deli kız!

Başını iki yana salladı.

Bu yolda birlikte yürüyeceklerdi....

Güzel bir bölüm getirdim! Mutlu olsun bunlar. Votelemeyi lütfen unutmayın.

Bir soru insanlar neden elinde ki lerle yetinmeyip can alıyor. Anlamıyorum ben ne anlıyorlar bu işkenceye devam edince ? Rabbim zalimin zulmünden mazlumları korusun. Binlerce çocuk, kadın, yaşlı adam ölüyor

Loading...
0%