@morkanatlizambak
|
25
Öyle de her şey, Cenab-ı Hakk'ın namına hareket eder ki zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar. Demek her bir ağaç, Bismillah der. Hazine-i rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık (sunuyor) ediyor.
(Sözler 7.sh - Risale-i Nur)
Tanışmanın üzerinden bir kaç gün geçmiş herkesin hali düzelmişti. Ama Kübra'nın halini annesi Aliye fark etmişti. Çayları getirdiği sıra duraklamasını, ellerinin titremesini görmüştü. Ve kesinlikle gördüklerinde yanılmazdı. Oturduğu tek kişilik mavi koltuk sokağa bakan tek pencereydi. Çoğunlukla burada oturur sokaktan geçen insanları izler kafasını dağıtırdı. Camdan dışarı da ki geceyi izlerken mavi koltuğun yanında ki orta boylarda küçük beyaz sehpa'nın üzerine kahvesi konuldu. "Eline sağlık kızım." "Afiyet olsun anne." dedi Kübra sakin bir şekilde tekli koltuğun yanında ki duvara bakan mavi koltuğa otururken. Aliye hanım kahvesinden bir yudum alırken Kübra'nın yüzünü inceledi. İfadesiz, sakin bir şekli vardı şuan. Yaşlı kadının yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. "Nur'u da veriyoruz ha?" İçine bi nefes çekip ağzından dışına sesli bi şekilde üfledi. Sahte de olsa iç çekmek gibi olmuştu, kolay değil şurada kızının ağzını arayacaktı. "Biraz öyle oluyor sanırım" dedi Kübra fısıltıyla karışık. Parmağıyla koltukta olmayan tozları siliyordu. Aslen bir yere odaklanma çabası gözler önündeydi. "Pek bi efendiydi sanki Levent oğlan. Değil mi?" "Hıhı" dedi Kübra geçiştirmeye çalışır gibi, annesinin yüzüne bakmıyor yanlızca koltuk kolunu ve parmağına dikkat ediyordu. "Nur'u da çok seviyor herhalde." "Hem de sürekli görmek için kitap alacak kadar." "Gerçekten mi?" Dedi Aliye hanım merakla. Nasıl gözü pekti bu oğlanın. "Evet." "Sen de pek seviyorsun sanırım Zeynep'in abisini." "Hıhı" dedi Kübra geçiştirmenin arasında. "Seviyorsun yani Selim'i." "Hıhı dedim ya anne." Dedi annesinin ne dediğini duymadığı o kadar belliydi ki. "Tepsiyi getirince bi titredi elin bi titredi sorma." Kısık sesli bi kahkaha saldı ortama. "Hı.. " diyecekti ki sustu. Gözlerini hızla annesininkilere sabitledi. Kadının yüzünde hala gülüş vardı . "Ne demiştin anne.?" "Dedim ki Selim oğlan seni seviyor. Sen dedin hıhı. Tekrardan dedim sen Selim oğlanı seviyorsun, sen yine ve yine hıhı dedin." Kübra'nın gözleri koca koca sonuna kadar açıldı. Elini koltuğun kolundan çekip kucağına koydu. Yüzü yanıyordu neredeyse. "Ö...öyle bi şey yok anne! Dalmışım." Dedi kekelemesini engelleyemeyerek. Tedirhinlikle parmaklarını çıdırdatıyordu. Aslında normalde bu sesten rahatsiz olurdu, ama şu an onu fark bile etmemişti. Aliye hanım gözlerini kuşkuyla kıstı, kızının yüzünü inceledi. Gözleri her yerdeydi, hiç bir yere sabit kalamıyordu. "Kübra, ben fark ettiğim şeyleri söylüyorum. Ve bilirsin ben çoğunlukla yanılmam." Kübra sesini çıkarmadı, şimdi de tırnaklarının kenarını soymaya başlamıştı. "Selim'de pek bi efendiydi. Yanımda oturuşunu görmen lâzımdı. Aynı senin gibi çaya öyle bi bakıyor ki hem.." demişti ki Kübra bir yudum bile alamadığı kahvesini eline alıp ayağa fırladı. "Benim yapacak işlerim vardı." Arkasını dönüp yürümeye başlamıştı ama Aliye hanım onu durdurdu. "Ne işin var bakalım?" Tek kaşını da yukarı kaldırmış, yüzünde ki meraklı ifadeyle ona bakıyordu. Kübra düşündü. Ne işi vardı sahi? Bir iş uydurması gerekti hemen ve çabucak. "Şey anne, şey... evet yani şey hani senin ütülenecek eşarpların vardı onları evet onları ütüleyeceğim." "Onlar makinede kızım yıkanıyor, kurumadı bile nasıl ütüleyeceksin?" "Şey.. benimkiler evet benim başörtülerim ütülenecek." Dedi ve annesinin başka bir şey söylemesine izin vermeden merdivenleri koşar adımlarla çıktı. Merdivenleri çıktığı an ellerini dizine koyup soluklandı. Hemen sonra odasına girip kapıyı kapattı. Sırtını kapıya yaslayıp nefeslendi. O nasıl sorgu sualdi ya? El insaf öyle sorgu mu olurdu? Az önceki yürüyüşüne tezat oldukça yavaş adımlarla çalışma masasına yaklaştı. Masanın üzerinde duran kitaplardan en üstte duran Kur'an-ı Kerim'i alıp balkon camının yanına koyduğu koyu kahve koltuğa oturdu. Koltuğun sırt kısmında ki yasağı bir eliyle çekip aldı, sonra da kucağına bıraktı. Sağ elinde taşıdığı Kur'an-ı Kerim'i de onun üzerine koydu. Gece gece okumak göz ağrıtsa, şeytan uyku getirse de okuyacaktı. Şeytan böyle zamanlarda bolca uyku getirir insanı zorlardı. Dört beş sayfa okuyup Kur'an-ı tekrar yerine yani masada en üste koydu. Balonun cam kapısının önünde duran koltuğa oturdu. Başını kaldırıp siyah gök yüzüne baktı. Gökyüzünde beş on tane küçük yıldız parlayıp arada bir göz kırpıyordu. Şehir ışıklarının bir an önce kaybolmasını istedi. Gökyüzüyle yanlız kalmak istedi. Gözleri siyah üzeri beyaz parlak noktalı örtüdeyken aklına ve gözüne birisi düştü. Siyah gözleri, siyah saçları, güzel yüzü. Dün annesinin yanında nasıl dimdik oturduğunu anımsadı. Çok güzel bir görüntüydü. ***
Normal bir gündü Zeynep için, taa ki Tarık elinde bir saklama kabıyla gelene kadar. Küçük çocuğa gülümseyip oğlanın saçlarını okşadı. Yumuşak ipek gibi olan saçları minik anlını kaplayınca bu sefer de eliyle geriye doğru itti, Zeynep.
Elinde kini öğretmenine verdi. " Kim gönderdi bunu Tarığım? "
"Şey..." Dedi küçük oğlan. "Aslında Kübra ablamla Nur ablam verdi ama dediler ki 'götür bunu Zeynep öğretmenine ver sonra da bunu size dayım gönderdi' dememi istediler. Yani Fatih dayım gönderdi öğretmenim. " dedi. Buna Zeynep sesli sesli güldü.
"Teşekkür ederim Tarık. Ablalarına de ki 'çok sevmiş' tamam mı?" Küçük çocuk başını aşağı yukarı hızlı hızlı sallayıp arkadaşlarının yanına koşarak gitti.
Zeynep, duvarları canlı renklerle çeşit çeşit boyalar ve şekillerle kaplı okul bahçesinde oyanayan çocukları bir süre izledi. Hepsi karışık bir şekilde kimi ip atlıyor, kimi salıncakta ki sırasını vermek istemiyor, kimi top oynuyordu. Hepsinin yüzünde kocaman bir gülümseme varken Zeynep'de istemsizce aynı ifadeyi edindi.
Başını elinde ki yeşil kapaklı saklama kabına çevirdi. Kızlar göndermiş olsa da içinde kini o yapmıştı. Kendisi bile bu kadar lezzetli ve orantılı şekilde yapamıyordu. Şekilleri sürekli irili ufaklı oluyordu. Onu her gördüğünde ilk kez gördüğü gibi oluyor aynen sudan çıkmış balığa dönüyordu. Uzun bir zamandır karşısına çıkmamaya çalışıyordu, bu etkilerin yok olma ihtimali vardı değil mi? Belki de hiç var olmamış gibi yok olurdu?
Böyle olmasını isteyip istemediğini bilemedi. Hangisi daha iyiydi ölçemiyordu bile.
Okul saati tamamlanınca çocukları tek tek gönderdi. Yüzünde 'bu gün de başardım' ifadesine yakın bir gülümseme vardı. Küçük askılı çantayı da alıp sınıftan çıktı.
Okulun içi de rengarenk resimlerle doluydu. Mesela bir sınıfın kapısında arı, birisinde kelebek, bir diğerinde çiçek resimleri vardı. Sınıf'ın içinde ki dolapların üzerinde ise küçük ellerin izi vardı. Renk renk boyaya batırıp dolaplarını boyamışlardı. Her dolabın üzerine kendisi de el izini çıkarmıştı Zeynep.
Koridorda çıkış kapısına gelmişken boşta kalan eli tutuldu. "Öyetmenim biylikte kayşıya geçebiyiymiyiz ?"
"Geçelim yakışıklı bey." Dedi Tarığa gülümserken. Bu çocuğun tombik yanaklarını koparana kadar ısırmak istiyordu.
Tarağın yanağını hafifçe okşayıp "Hayırlı akşamlar yakışıklı bey." Dedi. "Hayıylı akşamlay öyetmenim. " Arkasını dönüp bir kaç adim attıktan sonra tekrardan Tarığa dönüp gülümseyerek el salladı. Tarık da aynı şekilde hatta daha fazla şekilde gülüp el sallarken Zeynep eli yukarda kaldı. Tarığın yanında ki Fatih onun bu hâline bir kaç saniye bakıp gözlerini hava da ki eşine dikip sessizce güldü. Sonra da tekrardan başını yere eğip "Hayırlı akşamlar öğretmen hanım" dedi. Sesi sakin ve oldukça düz bir şekilde çıkmıştı. Zeynep şaşkın bir şekilde yüzünde ki garip ifadeye aldırmadan konuştu. "Size de hayırlı akşamlar hoca bey." |
0% |