@morkanatlizambak
|
"Efsaneye göre insan omzunda iki heybeyle doğar. Öndeki heybede komşunun kusurları vardır, arkasındaki heybede kendi kusurları. Dolayısıyla, komşunun kusurları hep gözleri önündedir ama kendi kusurları hep arkasında." Der Aesopus'tan mealen.
Ve Augustinus buradan hareketle;
Mutfağın beyaz kapısından girip girişte durdular. Mutfak dolaplarının üç dördü açıktı ve birisinin içine Ali birisinin içine de Levent başlarını uzatmışlardı.
"Demeyim demeyim diyorum da n'apıyorsunuz siz? İyimisiniz?"
"Tabbi ki de iyiyiz hem de hiç olmadığımız kadar. Damatlığımı garantileyeceğim gerisi var mı?"
Fatih seslice güldü, bir elini de cebine sıkıştırdı. "Böyle nasıl garantileyeceksiniz acaba? "
"Fincanlar ve cezve, kahve falan arıyorlar herhalde. " dedi Selim Fatih'e dönüp. "Yerlerini biliyor musun?"
"Bilmiyorum ama ararız." Ocağın hemen yanında ki dolabı açtı içinde tavalar, tencereler vardı. Bir alt gözü açtı içi reçel, soslar ve turşularla dolu bir çok cam kavonoz buldu. Yan taraftan başını uzatan Levent kafasını dolabın içine doğru uzatıp kokladı. "Acaba ne reçeli?"
"Çilek ve vişne olabilir."
"Ama ben portakal severim!" Selim gözlerini devirip Levent'i omzundan tuttuğu gibi geri çekti.
"Şu an düşündüğün gerçekten bu mu? Hani kahve yapacağız ya biz. Onu mu arasak"
Onlar orda konuşa dursun Ali tezgahta ki baharat konulan şekilli kutulara bakıyordu. Birinin kapağını açtı. "Nane " dedi yüzü gülerken. Pastanede çalışmak ve mutfakla içli dışlı olmak buydu işte.
Bir tane daha açtı koyu yeşil yuvarlak şeylere burnunu yaklaştırdığı sıra burnu kaşındı. "Kara biber" bir çoğunu da açıp kokladı. Kimyon, kekik, köri ve bir çoğu.
Son iki tane kalınca derin bir nefes çekti, yorulmuştu yaa. Birisini açıp kokladı " Kahve" evet bulmuştu onu kenara koyup diğerini açtı. "Tarçın" dedi yüzünde kocaman bir gülümseme oluşurken. Tarçın en sevdiği koku ve baharattı. Hatta uzun zamandır tarçın esanslı parfüm arıyordu.
Elinde ki kahve kabını ocağın yanına koyup seslendi. "Kahveyi buldum gençler."
"Aferin lan sana! Sana söz benden sonra seni evereceğim. Söyle bakalım sevdiğin falan var mı? "
"Yok" dedi Ali başını iki yana olumsuzca sallarken. "Bence olsa da ilk sana söylemesin yazık çocuğun evleneceği kızı korkutup kaçırırsın"
"Ha ha, çok komik Selim. Nasıl bu kadar komiksin kardeşim?"
"Doğuştan da sen cezveyi, fincanı buldun mu?"
"Yok onlar! Kesin damat olmayım diye Baharcığım sakladı" yakında iki büklüm olacak ve ellerini dizine 'vahlayarak' vuracak gibi bir hali vardı. Sanki karadeniz gemisini yutmuş gibi.
Fatih bir yandan hâlâ dolap karıştırıyor bir yandan da göz ucuyla diğerlerini izliyordu. Tekrardan başını dolaptan kaldırıp Levent'e bakacaktı ki arkasında mutfak masasının üzerinde duranları gördü. Onlar neredeyse yarım saattir aradıkları cezve ve fincanlar değil miydi? Gülüp eliyle yüzünü sıvazladı.
"Masaya baksanıza gençler!" Herkesin başı anı bi şekilde ilk Fatih'e sonra da masaya kaymıştı.
"Onlar ne arıyor orda?"
"Sanırım Kübra'lar kolaylık olsun diye çıkarmışlar oraya, lakin bize tam tersi eziyet oldu" dedi Fatih fincanların olduğu tepsiyi alıp tezgaha koyarken.
"Niye oraya koydun hoca?" Dedi Ali değişik değişik bakarken.
"Hani içlerine kahve koyacağız ya "
"Ondan değil abi. Ben tabaklarına çikolata koyacağız diye şey ettim. Masa geniş orda kolay koyarsın. Damat da tezgahta kahve yapsın "
Fatih dudağını aşağı sündürüp başını aşağı yukarı onaylar şekilde salladı. Tekrardan tepsiyi masaya koyup Levent'e döndü. "Eee o zaman biz bu fincan tabaklarına ne koyalım?"
"Çikolata " dedi Ali kutudan ağzına bir tane atarken. "Kurabiye de güzel gider gibi" dedi Selim'de.
"Hayde da gençler! İş bölümü yapıyorum."
"O zaman işimiz yaş." dedi Selim gülerek. Laflar Levent'in bir kulağından girmiş diğerinden dışarı fırlatılmış gibi dikkate almadan devam etti. "Selim sen gidiyorsun arabanın torpido gözünde fındık, badem kesesi var onu getiriyorsun."
Selim'in kaşları anında çatıldı. "Onları arabamda yemediğini söyle."
"Söylerim sonra da onu boşver. İmam bey ve Alicim siz de küçük çerezlik tabak buluyorsunuz hayde. Ee tabi ben de damat olarak kahve yapıyorum"
"Adayı" dedi Selim hatırlatmak istercesine.
"Ne adayı?"
"Damat adayı!"
"Garanti belgemi alınca görürsün sen. Bu arada Nur'un kahvesine tuzu kaç kaşık atayım?"
Herkesin ağzından koro şeklinde "Yok artık! " çıktı. Levent se onlara 'ne var kardeşim' şeklinde anlamamış gibi bakıyordu.
"Oldu olacak acı pul biber de bas içine. Kız acılı adana mı yoksa kahve mi olduğunu bilemesin. Ha ne dersin?"
"Koyulur mu ki içine?"
"He ya sen acı pul biberle su karıştırıp içir kıza! Oğlum sen hasta mısın? Anlamıyorım ki ne yapmaya çalışıyorsun!" Dedi Selim şaşkın şaşkın.
"Kahve."
"O zaman lütfen yanlızca kahve, şeker, su kullanarak yap hepsini!" Dedi Fatih'te.
"Tamam be tamam. Yanlızca kahve yapacağım anladım onu."
"Amaan ben arabaya gidiyorum." Diyip mutfaktan çıktı Selim. Diğerleri de işlerine koyuldular. Fatih çerezlikleri fincan ararken gördüğü için o dolaptan çıkardı.
"Bunlara çerezi ve kurabiyeyi koyalım , çikolatayı da fincan'ın tabaklarına koyalım olur mu?"
"Çok güzel olur Ali bey." dedi Fatih tabakları masaya koyduğu sıra. Sade beyaz kısa boylu çerezlik tabakların üzerinde bir kaç küçük çiçek vardı.
Ali masya koydukları mis kokulu çikolatalardan bir tane daha ağzına attı. "Babam da ne güzel çikolata yaparmış be, yemelere doyamıyorum."
"Yeme zaten onları tabaklara koyacağız." Dedi Fatih çikolata kutusunu kendi karşısına çekip kurabiye kutusunu Ali'nin önüne iterken. Yakında tabaklara koyacak bir şey bırakmayacaktı bu sarı oğlan.
"Alınbunları da koyun. " dedi Selim elinde ki iki tane keseyi masaya koydu.
"Selim fincanları buraya getirsene." Bir yandan fincana bakış atıp masaya baktı. Tabaklara çikolata konulduğunu görünce gülümsedi. Nur'u kesin çok sevecekti.
Gözü tezgahta duran bul bibere kayınca gülümsedi, katsa mıydı azıcık? Fincana ki kahveye tekrardan bakıp elini biber kutusuna uzattı.
"Damat adayı napıyorsun? "
"Hiiç, Selim ne yapabilirim Allah aşkına?"
"Evet yani yanlızca kahve yaparsın değil mi kardeşim?"
Levent cevap vermeden eline kaşığı aldı. Fincanlara eşit birşekilde köpüğünü paylaştırıp kahvesini de üzerine döktü.
Kızlara da ayrı bir tepsi hazırlamışlardı,tüm fincanaları tepsilere koyup çerzlikleri de yanına koydu. Levent kızların tabağına biraz daha fazla çikolata koymuş olabilirdi.
Kızlara hazırladığı tepsiyi alıp balkonunun kapısına tıkladı. Levent heyecandan kahveleri dökecekti neredeyse. Elleri titriyordu hayatında ilk defa. İlk onu gördüğünden beri karşısında nasıl hareket edeceğini , ne yapacağını bilemiyordu. Nur onun için bir dönüm noktasıydı.
Zeynep balkonun kapısını açınca Levent'i görmedi bile, güzelim çikolataların kokusuna kapıldı.
Levent'in elinde ki tepsiyi çekti, aynı şekilde Zeynep almasın diye Levent çekti.
"Bıraksana serçe!"
"Sen bıraksana Levent abi, hadi. Kahveler soğuyacak." Levent hiç istemese de müstakbel kayınvalidesinin kahvesi soğumasın diye bıraktı Zeynep'in ellerine tepsiyi. Nur'un nur cemalini görmek istemişti sadece.
"Al kardeşim kahveler hazır." Dedi Selim Levent'in eline tepsiyi verip kapının karşısından çekilerek. Levent genç kız gibi taşıdığı kahvelerle koridordan salonun kapısında durdu.
İçine bir nefes çekip salona girdi. Kalbi yerinden fırlayıvercekti mazAllah. Kafasını kahve fincanlafından kaldırmak şöyle dursun çekemedi bile. Elleri hafif hafif titrerken herkese kahvesini dağıttı, bu ne biçim bir şeydi kardeşim? Heyecandan ölecekti resmen, bu kalp çarpıntısıyla yüreği ağzından çıkacaktı.
Açık renkli koltuğa geriye oturup tepside son kalan kahveyle birlikte dizlerine koydu. Gözleri kahvesinin köpüğünde gezerken yanında ki tabaktan bir tane fındık attı ağzına lâkin kapıdan ellerinde kahvelerle giren dört kızı görünce neredeyse ağzında ki nimet boğazına kaçacaktı.
Fındığı çiğnedi. Ağzından çıkanlara şaşkınlığından ötürü engel olamadı. "Nimet nimet dedik, mutlu zamanımda sebebim olacaktın ya!"
"İyi misin evlâdım?" Dedi Bahar hanım sessizce kıkırdarken.
"Şükür siz nasılsınız ?"
"Bizde iyiyiz evlâdım " dedi Bahar kahvesinden bir yudum alıp. Damadın eli de lezzetliydi demek, kahve güzel olmuş kendisini içiriyordu. "Ee..." dedi tekrardan Bahar hanım. "Eee, sebebi ziyaretiniz belli. Oğlumuzun yaptığı kahveyi de pek bi beğendim." Dedi Bahar , Ayşe hanım'a dönerek. Ayşe karşısında ki kadın'a bakıp oğluna döndü.
Kaşının birisi havalanmış anlamaz şekilde Bahar'a bakıyordu Levent.
"Allah'ın emri Peygamber efendimizin kavliyle oğlunuz Levent'i kızımız Nur'a istiyoruz." Nur'la Levent'in ağzı aynı anda aralandı. "Ne!"
Sırasıyla Kübra, Zehra, Nur ve Zeynep şeklinde oturmuşlardı. Zeynep kafasını Kübra'dan tarafa eğip baktı. "Oğlan evi naz evi demişler yengeş... yani Kübracım. Başlık altını kaç kilo vereceksiniz?" "Ne!" Dedi Zehra, o da başını Zeynep'e çevirmişti. "Ne başlık parası?" "Boş ver başlık parasını " dedi Kübra tekrardan Ayşe hanıma bakarak. "Allah'ın emri Peygamber efendimizin kavliyle verdim gitti." Levent'le Nur'u zorla ayağa kaldırıp aralarında mesafe bırakarak ayakta durdurdular. Selim Ayşe hanım'a verdiği tepsiyi aldı eline. Tepsi gümüş rengindeydi, aynı renk yüzük tabakları vardı üzerinde bir de küçük gümüş renginde ucu işlemeli özel aldığı makas. Bildiğin arkadaşının bu sudan çıkmış balık haline karşı sırıtıyordu. Levent durumun farkında olsa devrem'in boynuna atlar boğardı onu. Lâkin hâlâ şoktaydı.
bende şoktayım! |
0% |