@morkanatlizambak
|
29
Harâbât ehlini hor görme zâkir, defineye mâlik virâneler var...
Çaylar çiziklerle dolu masada herkesin önünde duruyordu, lakin dumanı üzerinde durmayıp o mis kokusuyla havaya karışıyordu.
Zeynep içine derince bu havadan çekti. Selim kadar sevmese de çayı, kokusu hoşuna giderdi. Sıcak çayına şeker atmayıp bir yudum içti. Çaya şeker attığı zaman o çayın içinde ki lezzet, aroma yok oluyormuş gibi hissedip atmıyordu.
Ağzında ki çayın o nahoş aromasıyla bakışlarını Kübra ya çevirdi. Genç kız dalgıncı. İnce belli çay bardağının içinde ki kaşığı saat yönünde çevirip duruyordu. Arada eli duruyor tam tersi yöne dönmeye devam ediyordu.
"Bardağın altı çıktı çıkacak. Acı garibe rahat bırak."
Kübra eğmiş olduğu başını kaldırmadan aşağıdan yukarı baktı. Kesinlike şu anda Zehra'nın gözüne kana susamış bir katil gibi görünmüştü. İçinde ki düşünceye güldü, düşünceleri bile psikopattı canım. "Ne oldu Zehra?"
"Hani sohbet mohbet yapacaktık. Ne oldu daldın?"
"Haklısın" dedi Kübra çay bardağını kenara bırakıp kitaplardan birini öne çekerek. "Çok hoşuma giden ibretlik bir olayı okuyacağım sizlere. İlk okuduğumda hoşuma gitmişti" dedi gözlerini karşında oturup ona dikkat kesilmiş üçlüye kaldırıp.
"Çabuk oku, abim gelirse gitmek istemiyorum."
"Haklısın, başlatayım o zaman" dedi Kübra Zeynep'e gülümseyip. Kitabın kalın cildini okşayıp başlarda bir sayfaya koyduğu ayraçtan tutup açtı. Parmağını sayfada gezdirip okuyacağı metini aradı, bulduğu zaman buğazını temizleyip başladı.
"Ehl-i kanâat ile ehl-i hırs, iki şahsa benzer ki, büyük bir zâtın dîvanhânesine giriyorlar. Birisi kalbinden der: "Beni yalnız kabul etsin, dışarıdaki soğuktan kurtulsam bana kâfidir. En aşağıdaki iskemleyi de bana verseler, lütuftur."
İkinci adam gûya bir hakkı varmış gibi ve herkes ona hürmet etmeye mecbur imiş gibi mağrurâne der ki: "Bana en yukarı iskemleyi vermeli." O hırs ile girer, gözünü yukarı mevkilere diker, onlara gitmek ister. Fakat dîvanhâne sahibi onu geri döndürüp aşağı oturtur. Ona teşekkür lâzımken, teşekküre bedel kalbinden kızıyor. Teşekkür değil, bil'akis hâne sahibini tenkid ediyor. Hâne sahibi de ondan istiskâl ediyor."
"Oh olmuş ona!" dedi Zehra duramayıp, sonra da Nur'un ona kötü kötü baktığını görünce sağ eliyle ağzına fermuar çekti. Kesinlikle yine duramayıp konuşacaktı.
"Devam ediyorum "Birinci adam mütevâziane giriyor, en aşağıdaki iskemleye oturmak istiyor. Onun o kanâati, dîvanhâne sahibinin hoşuna gidiyor. "Daha yukarı iskemleye buyurun" der."
"Bak ne güzel ol..."
Üçü de hep bir ağızdan bağırdı. "Zehra!" Kübra kızın susutuğundan emin olduktan sonra başını iki yana sallayıp devam etti.
"O da gittikçe teşekkürâtını ziyâdeleştirir, memnuniyeti tezâyüd eder.
İşte, dünya bir dîvanhâne-i Rahman'dır. Zemin yüzü, bir sofra-yı rahmettir. Derecât-ı erzak ve merâtib-i nîmet dahi, iskemleler hükmündedir."
Zehra üzülmüş gibi ellerini dizlerine sonra da başına vurdu. "Yani siz bana yerini bil mi diyorsunuz?"
Kübra içine sıkıntılı bir nefes çekti. "Onu mu dedim? Ha söyle onu mı dedim ben?"
"Tamam tamam bir şey demedim ya!"
"Yani diyor ki; asla kendimizi yüksek görmeyelim, gerekirse kendimizi hep aşağıya koyacağız." Dedi Zeynep Zehra'ya bakarak.
"Bu kız acayip haklı konuşuyor ya"
Zeynep sandalyenin koluna astığı çantayı kurcalayıp içinden bir kitap çıkardı. "Sıra bende ben okuyacağım benim çok hoşuma gitti. Lafımı kesmesin bir şahsiyet" dedi Zehra'ya kötü kötü bakarak. Sonra da devam etti "Kısa bir yer zaten okuyacağım. Aslında bu Hz. Ömer'in düşüncesi. "
"Sen bayaa bi okuyorsun sanırım." Dedi Nur elinde ki kitaba bakarak. " Yani elimden geldiği kadar her boş zamanımda okuyorum. Biraz da fazla merak olunca araştırıyorum"
"Ma şaa Allah sana güzelim."Dedi Kübra gülümseyerek. Merak her zaman insanın başına iş açmıyordu demek ki.
"Gerçi ben abim kadar olamam. Evde olduğu sürece elinden cüz'le Meâl eksik olmuyor, yakında Kur-an'ı Kerim okumaya geçecek sanırım."
"İn şaa Allah geçer" dedi Kübra gülümseyerek. Aslında memnun olmuştu bu olaya.
"Amaan konudan saptık hadi Zeynep oku" dedi hiç beklenmeyen kişi Zehra, önünde duran turuncu kahve fincanlarından kocaman bir yudum aldı.
Zeynep okuyacağı sayfayı bulup buğazını sesli bir şekilde temizledi, sonra da başladı.
"İslâm şerefiyle şereflendikten sonra dünyaya adaletiyle ün salan Hz. Ömerû'l-Faruk (r.a.), Cahiliyye devrinde putlara tapma hususunda başından geçmiş bir hâdiseyi şöyle anlatır:
Cahiliyye devrinde yaptığımız iki iş vardı ki, onları hatırladıkça birine ağlar, diğerine ise gülerim!
Beni ağlatan hâdise şu idi:
Kız evlâdlarımızı diri diri toprağa gömerdik. O masum ve şefkate muhtaç çaresizlere bu hareketi nasıl reva görürdük, bilmem! Bunu hatırladıkça kalbim parçalanır ve ağlamaktan kendimi alamam.
Beni güldüren hâdiseye gelince...
"Ve bir de Hz. Ömer'e Faruk ismini de Peygamber efendimiz vermiş. Hak ve batılı ayıran manasında bir isim."
"Çok güzell" dedi Nur yanağını avcuna yaslayarak. "Faruk isminin böyle güzel bir manasının olduğunu bilmiyordum"
Zeynep en son Kübra'nın gözlerine baktı. Hafif yaşarmış koyu kahve gözlerini kırpıştırıp gülümsedi. Genç kız içinden inandığı dine, inandığı değerlere şükür etti. Herkesin ona baktığını fark edince içinden geçenleri kelimeye döktü sakin bir ses tonuyla.
"Bizim inandığımız değerler öyle kutsal ki baksanıza, kız çocuklarına nasıl değer veriliyor. Peygamber efendimiz bizleri eşlerimize emanet etmiş saygı, sevgi göstersinler diye ama biz insanlar dini hep yanlış anlıyoruz. İslam da kadın o kadar değerli ki başında ayet ayaklarının altinda da cennet var. Peki ya inandığımız Allah. Ne kadar kutsal değil mi? O siz biz gibi insan değil? Hele de o gülünesi ilk başta tapılan, dua edilen sonra da bir hiçmişcesine yenilen putlar gibi değil. Asla değil. Rabbim'i göremiyoruz ama ona inandığımız zaman içimiz ferahlıyor, hele de başlarımız secdeye gittiği an o an çok kıymetli kızlar. Bildiğimiz değerlerin ne kadar kıymetli paha biçilemez olduğunu bilmeliyiz."
Genç kız içine bir nefes çekip bardağının dibinde ki son yudumu da içti. Kızların bardağına baktığında çoğunun daha ilk yudumlarda olduğunu fark etti. Yanlızca kendi bardağını alıp ayaklandı. Sandalyesini geriye itip bardağıyla birlikte arkada ki odaya gitti.
Nur'un demlediği çay makinesinden bardağına çay doldurdu içine de kenarda balkabağı şeklinde ki şekerlikten iki küp şeker attı. Şekerler çayın kaynar suyunda kendileri erirken beyaz çekmeceyi açıp tuzlu ve tatlı kurabiye çıkardı. Bir kaç gün önce yapmış kavanozla getirmişti. Iki tane tabağa kurabiyelerden koyup çay bardağına baktı. Bunların hepsini aynı anda götüremezdi.
"Nurr!" Diye içeri seslendi. Nur gelene kadar kavanozları aldığı çekmeceye geri koyup kapattı kapağını. Aslında pek fazla kurabiye yapmazdı kek yapardı ama bu sefer değişiklik olsun istemiş internetten baktığı bir kaç tarifle yapmıştı kurabiyeyi.
"Efendim Kübra abla" dedi içeri giren Nur neşeyle.
Kübra tezgahta ki tatlı kurabiye tabağını gözleriyle işaret edip "Alsana şunu" dedi. Kendisi de diğer tabağı ve çayını almıştı.
"Yine çayın erkenden bitmiş" doğru bir tespit yapmışcasına gözlerini kısmıştı.
"Öyle oldu."
İkisi birlikte kızların yanına gelip yerlerine oturduklarında ahşap masanın ortasına kurabiye tabaklarını koydular. Kübra erimiş olan şekeri bir kez daha karıştırıp çayın her yanına şekerin dağılmasını sağladı.
Zeynep biraz ılımış olan çayından bir yudum alıp konuştu. "Hz. Ömer'in islama girişi de çok güzel aslında." Dedi yüzü gülerken.
"Anlatsana" dedi Zehra, böyle sahabeler dinlemek hoşuna gidiyordu.
"İslam'ı Peygamber efendimiz yaymaya başladığında Kureyş ileri gelenleri memnun olmamışlar. Hatta bu kişilerin daha doğrusu canilerin içinde Efendimizin amcası da varmış."
"Ebu Cehil" dedi Kübra ismi belirterek. Nur başını aşağı yukarı salladı.
Zeynep de devam etti "Oturmuşlar düşünmüşler sonunda Peygamberimizi ortadan kaldırmaya karar vermişler. Ucuna ödül bile koymuşlar, bunun üzerine Hz. Ömer atılmış 'ben yaparım' diye. Orda kiler 'bunu Hattap oğlu Ömer'den başkası yapamaz' demişler. Ömer kılıcını alıp Peygamber efendimizi bulmaya gitmiş. Karşısına gizliden müslüman olmuş bir sahabi çıkmış. Sormuş 'nerye böyle Ömer?' Diye. Hz. Ömer de saklama gereği duymadan niyetini söylemiş."
Zeynep kuruyan buğazını rahatlatmak için önünde ki çaydan bir yudum içti.
"Hadi devam etsene!" Dedi Zeynep sitemle karışık.
"Tamam, tamam bekle." Dedi Zeynep gülerek.
"Sahabe korkmuş Peygamber efendimize bir şey yapar diye. Bu yüzden Hz. Ömer'in dikkatini başka yöne çekmek için atılmış. 'Önce ev halkına bak ya Ömer, kız kardeşim ve kocası da Muhammed'in dinine iman ettiler' Hz. Ömer bu sözler üzerine yoluna devam edecekmiş ki içine kurt düşmüş. Kardeşi Fatıma'nın kapısına varmış, çalmış kapıyı hiddetle. O sıra içeride Ömer'in kız kardeşi Fatıma ve kocasına yeni gelen ayetleri öğreten Kur-an hocası Hz. Habbab varmış. Hemen sayfaları ve kendisi saklanmış. Hz. Ömer kapıyı açınca sormuş 'O okuduklarınız neydi' diye. Kız Kardeşi cevap verdi 'ey Ömer biz Allah'a ve Rasulüne iman ettik' dedi ve ardından şehadet getirdi."
Zeynep çayına uzandı bir nefeslik arada lâkin bardak boşalmıştı, oysa anlatırken hiç fark etmemişti. Gülümsedi ve Nur'a baktı. "Çayları mı tazelesek?"
"Olur" dedi Nur kendisi ve Zehra'nın kahve fincanını eline alarak. "Sana da çay koyuyorum" dedi Zehra'ya.
"Hiç fark etmez şu an. Zeynep'in devam etmesini istiyorum" dedi mızmızlanan bir çocuk gibi.
Zeynep'de yanında ki Kübra ve kendi bardağını alıp Nur'u takip etti. "Hiç merak etme Zehracığım çünkü ben de devam etmek istiyorum."
Nur ve Zeynep bardaklara çay makinesinden hızla çay doldurup geriye masada ki yerlerini aldılar. İnce belli bardakları da herkesin karşısına bıraktılar.
"Hadii" dedi Nur "Devam et."
"Nerde kalmıştık" dedi işaret parmağıyla çenesini kaşıyıp. Hah dedi "Buldum. Hz. Ömer'in kız kardeşi şehadet getirmişti. Ömer bu sözler karşında yere oturmuş ve demiş 'hele getirin şu okuduklarınızı; getirin de Muhammed'e gelen ne imiş görelim'. Fatıma korkmuş bir şey yapar diye. Lâkin Ömer bunu fark etmiş ve 'korkmayın' demiş. Fatıma 'önce yıkanman gerek ey kardeşim. Kur-an'a yanlızca temizler dokunabilir' demiş."
Zeynep durup çayını karıştırdı sonra da bir yudum aldı. Ardından buğazını temizledi.
"Hz. Ömer gusletmiş. Eline vermişler sayfaları. Ömer okuma bildiği için sayfaları okumuş. Taha suresiydi sanırım. Bu ayetler karşısında Hz. Ömer'in içi huzurla dolmuş. 'Muhammed nerdedir demiş. Hz. Habbab 'Hz. Muhammad 'in duası kabul oldu. Dün akşam ya Ebu Cehil'i ya da Hattap oğlu Ömer'i islam'la şereflendir Rabbim diye dua etmişti' deyip Hz. Ömer'e Peygamber efendimizin yerini söylemiş."
"İman etmiş mi peki?" Dedi Zehra dayanamayarak.
"Anlatıyor ya bekle be kızım" dedi Nur.
"Tamam ya bölmüyorum anlat"
"Hz. Ömer Efendimiz'in yanına giderken bir sahabe görmüş ve koşarak Hz. Muhammed'in yanına gitmiş. Peygamberimizin yanında Hz. Hamza ve bir çok sahabe de varmış. Ömer'in geldiğini söylediğinde Efendimiz ' korkmayın hayır için gelmiştir' demiş. Hz. Hamza da elini kılıcına atmış ve söylemiş 'bırakın gelsin korkulacak ne var. Eğer hayır için gelmiş se onu ağırlarız fakat kötülük için gelmişse onu kendi kılıcıyla hallederiz' demiş. Baksanıza nasıl korkusuz bir sahabe." Dedi Zeynep tekrardan çayından yudumlarken.
"Yiğtlikte öne çıkan ilk sahabelerden" dedi Kübra. "Herkes ondan korkarmış"
"İçeri almışlar Ömer'i. Peygamber efendimiz 'neye geldin ey Hattap oğlu Ömer?' Diye sordu. Hz. Ömer'in yüzü gülümsüyordu. 'Allah ve Resûlüne ve O'nun Allah'tan getirdiklerine îman etmek için geldim."diye cevap verdi ve arkasından da, Müslüman oldu. Sahabeler ve Hz. Ömer hep bir ağızdan 'Allahü ekber' diye tekbir getirdiler. Hz. Ömer, artık yerinde duramaz olmuştu. Resûl-i Ekrem'e, 'Yâ Resûlallah! Biz ölsek de yaşasak da hak din üzere değil miyiz?' diye sordu. Resûl-i Zîşan, "Evet, varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, siz kalsanız da, ölseniz de hak din üzeresiniz.' diye cevap verince, 'Öyle ise hâlâ ne diye gizleniyoruz?' dedi, 'Seni hak dinle gönderen Allah'a yemin ederim ki, korkmadan, çekinmeden, cesaretle bütün şirk meclislerine gidip İslâmiyeti açıklayacağım!' Bunun üzerine Peygamberimizin sağında Hz. Ömer solunda Hz. Hamza arkasında sahabeler kabeye geldiler."
Zeynep bir kaç saniye durup içine bir nefes çekti sonra da nabız ölçmek ister gibi herkesin yüzünü inceledi. Zehra iki elini de çenesinin altına dayamış ve büyük bir dikkatle onu dinliyordu.
Kübra ise çayını sakin sakin içiyor arada bir camdan dışarıyı seyrediyordu. Dikkati başka yerde gibi görülse de Zeynep'i dinliyordu. Kübra'nın kahverengi gözleri Zeynep'in mavileriyle buluştuğunda bir kaç saniye öylece kaldılar. Kübra gülümsedi başını aşağı yukarı sallayıp konuştu. "Güzel anlatıyorsun Zeynebim devam et" Gülümsedi Zeynep. Devam etti yarım kalan kelimelerine. "Cani kureyşliler Peygamberimizin başını bekliyorlardı. Hz. Ömer'i görünce sordular 'ey Ömer arkanda ne vardır?' Hz. Ömer, "Lâ ilahe İllallah, Muhammedü'r Resûlullah ile geldim." dedi ve ilâve etti: "Kimse yerinden kımıldamasın; yoksa boynunu vururum!" Onlar sohbet ederken karşıda ki pastane'nin önünde bir araç durdu. Hava kararmıştı kızlar arabaya bir kaç saniye bakıp konuşmalarına devam ettiler. Çaylarında ki son yudumları içmiş tabaklarda da kurabiye kırıntıları kalmamış sayılırdı o sıra akşam ezan-ı semaya yayıldı. Zeynep hariç diğerleri sırayla kalkıp apdest tazelemişlerdi sonra da namazlarını kütüphanede dört beş puf koyup şirin bir okuma alanı yaptıkları yere seccade serip kılmışlardı. 2055 kelime halkıma hayırlı uğurlu mübarek olsun ey can dostlarım. Ve bu arada Hz. Hamza'nın islama girişi çok daha güzel bence
Çok mu uzun oldu bu bölüm?
|
0% |