Yeni Üyelik
6.
Bölüm
@morkanatlizambak

Şâyet pişmanlık geçici bir duygu olsaydı kimse yaptığından asla pişman olmazdı. Ki zaten pişmanlık asla geçmeyen hep bi kenarda sonumuzu getirmek için bekleyen sinsi bir düşman gibi bekler. Asla ve katii surette varlığını kaybetmez, bir sızı, bir hain düşünce gibi her an beynimizin kıvrımlarında nöbet tutar. Ne zaman biraz mutlu olsak varlığını hissettirir. Sanki bir kor ateş düşer içimize, midemize oturuverir. Hiç kalkmak istemezcesine yerini benimsetir.

Bu kor ateşi bir miktar söndürmek için gözler istemsizce şu boşaltır yanaklardan aşağı. Ama ne yangını geçer ne de içinde biriktirdiği sıkıntı, hepsi yerli yerinde durur. Fark etmeli insan ,pişmanlığın faydası olmadığını. Yoluna bakmalı içi yansada, zaten biraz düşünse bir çıkış yolu elbet bulur. Düşünse insan her karanlığın ardından güneşin doğduğunu bilir, yorulunca dinlendiğini, her zorluğun ardından kolaylığın geldiğini görür. Ama ışte insanoğlu şükretmeyi bilmez, hep bir isyan.
Fatih elindeki minik ele sahip çıkmakta pek de zorlandığı söylenemezdi, zira Tarık çok sakin uslu bi çocuktu. Minik gözleriyle etrafı inceliyordu, aklına bir merak dalgası sararsa Fatih için bu büyük bir sorun oluştururdu. Şayet aklına bir merak edeceği bişey gelirse o konuyla ilgili nerdeyse 567.328 tane soru sorardı tamam belki o kadar değildi ama binlerce soru sorardı. Bunun farkında olarak hızlı adımlarla yürüyordu Fatih.
Eve yaklaştıklarında Tarık biraz daha hızlandı nerdeyse koşuyordu.
Sanırım ilk gün olduğu için evi ,annesini özlemişti küçük yumurcak. Istemsizce gülümsedi Fatıh.

Fatih duygularını çok yoğun yaşayan birisiydi. Ağlamayı, gülmeyi, acısını, tatlısını hem içinde hem de dışından yaşardı. Kimsenin ne diyeceğini umursamayan bi insandı. Kim demiş erkekler ağlayamaz diye ? Fatih ağlardı, acısını yaşardı böyle mutluydu Fatih. Böyle olunca içi dışı bir insanalrdan hoşlanırdı. En azından onların ne hissettiğini, ne düşündüğünü anlama ihtimali olurdu,böyle severdi Fatih. Buna zıt olarak ablası bi buz kütlesinden halliceydi.

Önce den de böyleydi ama şu sıralar biraz daha artmış gibiydi. Çok zıtlardı birbirlerine çekmeleri lazımken, olabildiğine itiyorlardı.
Kahve renkli kapının ziline basıp ikisi birlikte beklediler, Tarık yerinde sabırsızca zıplıyordu sanırım gerçekten annesini özlemişti.
Bu sırada Fatih bir dizinin üzerine eğilip yeğeninin ayakkabılarını çıkartıyordu . Bi kaç saniye sonra Selma kapıyı açtı Fatihi görünce yüzünde yine umursamaz ,dikkate almaz bir ifade belirdi.

Fatihin içi acıdı böyle bir muamele görecek hiç bir şey yapmamıştı, neden ablası böyleydi?
Gözlerini ablası Salma nın gözlerine kaldırıp baktı. Onu anlamak istercesine. Ama olmadı ne onu anladı ne de kendisinin ona ne yapmış olabileceğini anladı.

Tarık annesine sarıldıktan sonra koşarak içeri geçti, bunu fırsat bilerek Selma kapıyı Fatih in yüzüne kapatacaktı ki kardeşi eliyle kapatmasını engelledi .

Kaşlarını kaldırarak sordu" Abla ben sana ne yaptım? "

Selma gözlerini devirip "sen ikizinin yanına git " dedi. Bu sefer Fatih in engellemisine izin vermeden hızla kapıyı çarptı.
Ne yani kıskanıyormuydu? Olabiliemiydi? Fatih bu düşünceyle başını iki yana sallayıp merdivenlerden aşağı indi.

Ablası Kübrayı neden kıskansındı?
Sadece onu korumak istiyordu yaşadığı pişmanlığın tekrarlanmasını istemiyordu. O acıyı ne Kübra'nın ne de kendisinin aynı şeyleri yaşamasını istemiyordu.

Gözlerini iki kere kırpıştırıp ikindiye yaklaşan vaktitte kaldırımda yürüdü. Adımları çok yavaştı, ve bi o kadar da düşünce doluydu aklı.
Pişmanlık hiç bir şeyin gidişatını değiştiremiyordu. Şayet aynı hatayı yapmamak için uğraştığımız sürece.

Sonrasında...

Kübra Karaca'nın anlatımıyla...

Gün batımından sonra gelen hüzünle yoğrulur insan. Içindeki çığlıkları bastırır gırtlağına ,
Bir müddet dayanmaya çalışır çığlıkları bastırmaya.
Karanlığın sesi duyulur kulaklarda,
Her göz kırpışında acıların damlaları vurur ruha.
Uyku bile ağır gelir bi saatten sonra,
Hatırlatır çığlıkları.
Acı doğar gök yüzüne,
Karanlık tüm güzel şeyleri örter bi yorgan misali. Bazen de öyle güzel bir güneş doğar ki geceye,
Çığlıklar silinir kulaklardan.
Karanlığın yerini hepten aydınlık alır,
Ama hep aynı çığlıkların izi kalır kulaklarda.

Dirseklerimi balonun korkuluklarına yaslamış, gözlerimi sımsıkı kapatmıştım. Başımı feci halde ağrılar rahatsiz ediyordu. Ellerimi kulaklarıma bastırıp başımın içindeki çığlıkları yok etmek istercesine iki yana salladım.

"Hayır, çığlıklar yok! "

"Hayır, karanlık yok, ıssız sokak yok!"

"Ben güçlüyüm, benim canımı kimse yakamaz izin vermem! "
Ellerimi kulaklarımdan çekip hıçkırıklarımı bastırmak için ağzıma kapattım. Balkon duvarına sırtımı verip pürüzlü dokusunu sırtımda hissederek yavaşça yere çöktüm.

Gözlerimden dışardan bakıldığında sessiz ama içime çığlıklar yayan damlalar süzülüyordu. Her ana çığlıklar kulaklarımda can bulabilirdi. Belkide kendimi o ıssız, karanlık sokakta bulabilirdim. Acıyan dizlerim ,ağlamaktan kırmızıya dönen gözlerimle ellerimi mermer zemine yasladım.
Yaşanmışlıklar yoruyordu en fazlada canımı yakıyordu. Zor yolları çıplak ayaklarınızla yürürdünüz peki duş kırıkları? Bir gün ayaklarınıza değil de yüreğinize batarsa yakarmıydı, olduğu yeri kavururmuydu?

Içi sızlasa da yürür müydü insan o kırıklı yolları, arkasına baka baka? Bir daha gülebilirmiydi en içten?

Hayallerim vardı yarım kalmış, düşlerim vardı kırıkları yüreğimi yakmış. Bir de yüzüme yapışmış bi yara izi. Hiç geçmeyen, her baktığımda hatırlatan.
Elimi yavaşça kaldırıp yüzümün sol tarafındaki ize dokundum. Bu sırada gözlerimden daha fazla yaş akmıştı, acımasa da izi yakıyordu ışte yok ediyordu hayallerimi, gülüşlerimi.

Mermer zeminde ayaklarımı kendime doğru çekip kollarimla sarmaladım. Gözlerimi yumup dinlenmeyi bekledim, acıydı yaşananlar acıydı. Karanlık gök yüzünden aşağı damlalar düşmeye başladığında fark atmıştım, uzun bir süredir burda oturuyordum ama kalkabileceğimi sanmiyorum. Ayaklarım uyuşmuş gibi hissizleşmişti.

Sanki ,sanki yağmur damlaları benim için düşüyordu, bana ağlıyordu belkide. Sâhi o gece de böyle bir yaz yağmuru yok muydu? Hafif esintili rüzgar, uçuşup denk gelen kişiye yapışan acılar yokmuydu? Vardı...

Sağ elimi kaldırıp avuç içimi açtım, içine bi kaç tane damal düştü. Sanki intihar etti avcumda...

İntihar çığlıklarını duyar gibi oldum, kulaklarım acıdı. Yavaşça doğrulup belimi düzeltmeye çalıştım. Ağrısa da biraz uğraştıktan sonra düzelmiştim , ayağa kalkıp balkon kapısını açtım. Odamın içi ılıktı girer girmez vücuduma temas eden hava dan anlamıştım. Oda soğumasın diye hızla balkona açılan kapıyı kapattım.
Perdeler kapalıydı sağ elimi kaldırıp eşarbımın üzerindeki tutturulmuş iğneleri çıkartıp masaya koydum. Eşarbımı da çıkartıp yerine koydum .

Ayaklarımın ağrısını umursamadan yavaş adımlarla yatağın içine girdim. Yastığa başımı koymamamla gözlerim karşı duvarı buldu.
Boş tertemiz, sade , içimi dökebileceğim o duvar buydu ışte. Sıkıntılarımı boşluğa dökmekten iyisi varmıydı?
Benim için artık bu duvar bir sır 'dı. Sır duvarı !

Loading...
0%