
Hiçbir kadını incitmek gibi bir niyetim yoktur.
Aksine...
Hikayenin devamı süprizlerle dolu.
Her bölüm başlığında sevdiğim bir şarkı sözünü koydum.
İyi okumalar ♥
"Oğlum, karşı komşunun oğlu Nagihan Teyze'nin oğlu çok güzel bir gelin bulmuş. Sen hâlâ bekar... Üç tane evlilik programının sezonunu bitirdin, hâlâ kendine bir eş bulamadın! Vallahi pes, piyasada ne kadar karaktersiz kadın varsa hepsi ile ciddi düşündün, buna da pes! Hayır, vücudun pahalı şeylere alışkın değil. Biliyorum. Küçükken seni en pahalı şampuanlarla yıkardım saçların dim dik yalı kazığı gibi dikilirdi. Kirpi gibi gezinirdin ortalıkta. Ama bak ablan gider, Hacı Şakir sabun alırdı sana saçların ipek gibi olurdu. Kaliteli kadınları da çekemiyorsun sen ben anladım! Bahtsız yavrum..."
Annem, yeni çıkan son model taramalı tüfekler gibi ardı ardına cümleleri sıralıyordu. Annemin kelime dağarcığı, başka hiç kimsede olamazdı. Annem adeta mitoz bölünme gibi sözcük bölüyordu. Şaşkınca onu izliyordum. Nasıl bu kadar kelime çıkabilirdi? Nasıl bu kadar akıcı ve hızlı konuşabiliyordu? Ve bu kadın neden edebiyat öğretmeni değil de, ev hanımı oldu?
"Anneciğim..."
"Anneciğim deme bana... Bir gelini çok gördün! Gelin, gelin diye bağırıyorum. Hepsi gidiyorlar..." Hah! Bu espritüel, bu ponçik yürekli kadın nasıl kayın valide olacaktı? Nasıl otuz yaşındaki oğluşunu bir kadın ile paylaşacaktı? Canım anam... Seni düşünüyorum ben.
"Anneciğim, neden böyle yapıyorsun? Üzüyorsun beni bak..."
"Aa, üzülürsen üzül be! Kazık kadar adam oldun, onca para ile gittin kendine ev aldın, araba aldın... Ne kaldı geriye ne?!" dedi.
"Yazlık aldık mı, tamamdır!" Kafama öyle böyle değil, en acısından bir tane vurdu. Beynim içeriden ezildi, büzüldü. Hücrelerimin "İmdat, ölüyorum!" diye bağırışlarını duydum. Ben bu beyin ile otuz yıldır yaşama mücadelesi veriyorum, tasarruflu kullanmaya çalışıyorum, sırf hasar görmesinler diye. İnsanlarla tokalaşırken başımı bile kullanmıyorum; annem gelmiş kafama vuruyor!
"Anne! Beyin hücrelerimin bedduasından ve azabından kork."
"Senin beynin mi vardı, çocuğum? Fazlalık ve ağırlık yapıyor diye yanına almıyorsun zannediyordum ben!"
"Anneciğim, çok kırıcı olmaya başlıyorsun gerçekten..."
"Kalbin mi var senin bre adam kırılacak?! Gelin istiyorum, gelin!" Ulan anne, beni yakacaksın da illa kendini de mi yakacaksın? Düzgün hatunlara gitmeyeceğim, alnımın ortasında yazılı. Hatta kaderimin ortasında bile yazılı! Sana en adapsızından bir gelin mi getireyim, geçinip gidiyorum işte ben böyle!
"Tamam anneciğim, çalışmalara başlıyorum hemen." Annem, suratıma şöyle gelişi - güzel bir bakış attı. Tek kaşını yay gibi kaldırdı. Ağzından kaldıramayacağım bir laf çıkacakmış gibi hissediyordum...
"Söz ver ulan!"
"Veremem, anne."
"Ver ulan!"
"Vermeyeceğim, benim değil mi, vermeyeceğim!"
"Ne diyorsun ulan?!"
"Söz, anneciğim."
Ne dişli kadın ya! Mahallenin ağır ağabeyini iki dakika da Sindirella yaptı! Hayır, ben nereden bulacağım ki gelin? Piyasada evde kalmış kız çok. Ama iyi olanlarını kapış kapış götürüyorlar, bırakmıyorlar ki şerefsizler!
Severek evleneyim diyeceğim, amaannnn kim uğraşacak onunla? Evlenince severim. O kitabı açması var ön sözünü okuması var karakterlerini tanıması var anlatmak istediğini anlaması var yorumlaması var çevrene tanıtması hatta okutması var, var da var! Sonra en önemlisi ezberlemesi var. Zaten o hatayı bir kere yapmışım. Hala en boktan ve bir paragraflık cümlesi olan karakteri bile aklımda! O işlere hiç bulaşmamak en iyisi. En iyisi ben hiç karışmayayım, bu işi anneme bırakayım.
"Anneciğim, sen mi bulsan acaba?"
"Ayy, gerçekten mi oğluşum?!" Az önce atara atar, gidere gider olan kadından eser yoktu! Sanki az önceki diyalog hiçbir zaman gerçekleşmemişti! Demiri getirseler, kıtır kıtır yiyecek olan kadın şimdi pamuk gibi olmuştu. Bir sakinleşti, bir düzeldi... Parmaklarının ucuna basa basa yürüyor. Pisi pisi versek bale yapacak. Yumuşatıcıya batırılmış gibi oldu. Hatta biraz daha abartayım; yumuşatıcıyı sek içmiş kadar oldu. Babama bile az önce iyi davrandı. Tövbe estağfurullah!
"Evet, anneciğim."
"Ayy, tamam oğlum. Bak benim aklımda birkaç kişi vardı zaten... Resimleri bile var! Dur bak, hemen getiriyorum. Kız, Nazlı! Getir bakayım, resimleri!!!" Bismillah. Ne oluyoruz? Ne fotoğrafı, ne resmi? Asıl evlilik programını evde yaşıyormuşum da izleyicisi yokmuş! Annem, bir tomar resim getirdi. Hiç abartmıyorum bunları gören matematikte saymayı unutur! Sayısal okuyan adama sözel sevdirir. Matematikçiyi kötü yola sokar.
"Anne, bir kaç tane dediğini bu muydu? Antalya'nın tamamı bu! Arada evlenmişte vardır bak, hızını alamamışsındır sen."
"Yok, oğluşum. Hepsi bekar bunların."
"Bakarlar mı bana bu bekarlar?" Ortamı yumuşatmak için böyle bir cümle kurmuştum fakat annem sadece "Bakarlar mı?" kısmına odaklanmış olacak ki Oscarlık esprime tepki dahi vermedi.
"Sana bakmayan kız ölsün! Bakmazlar mı ay bak dur! Bak bu Pınar. Çok güzel değil mi, maşallah!"
"Eğğööyh! Bu ne?! Çek anne şunu gözümün önünden! Nereye bakıyor bu be?!"
"Şaşı oğlum, ama karakteri çok güzel bak!"
"Ya anne, biri Ağrı Dağına diğeri Basra Körfezine bakıyor. Geometrici miyim ben, her an nereye bakıyor diye hesaplayacağım. Allah korusun kafeye gidip otursak adamın biri yanındaki hatun bana bakıyor derse ne diyeceğim ben?" Ses tonumu birazcık incelterek devam ettim, "Oğluşun katıl mi olsun ya da hastanelik mi?" Dudaklarımı da hafifçe oynattım mı tamamdır!
Annem baktı ki 80 kiloluk oğluşu elden gidecek, hemen geri vitese aldı. Bu durumlar da benim vitesim de asla 1,2,3,4 ve 5 yok. Hepsi geri. Delikanlılığa yakışmaz. Bir dur, bir sabret. Azıcık naz yap kraliçeler gibi bakacaksın. Bırak en güzeli sana gelsin.
"Bak o zaman, bu nasıl? Sevda adı. Çok güzel börek açıyor." Yahu, çok güzel börek açıyor diye kız mı alınır?
"Ne kadar da hamaratıymış," dedim dalgacı bir ses tonuyla.
Annem ses tonumu tartmış olacak ki, "Su böreği açıyor ama. Su böreği yapmak ne kadar zor sen biliyor musun?"
"Değiştir anne," dedim. Sonuçta üstüne bir pastaneci açmadığım sürece o el lezzeti pek bir işime yaramayacaktı. Çünkü sürekli olarak spor yapıp düzenli beslendiğim için böyle birisini anca aşçı olarak görebilirdim.
Biz annemle "gelin" tartışması yaparken kız kardeşim Nazlı, arada kafasını çıkartıyor bize sitem dolu bakışlar atıyor ve büyük ihtimalle erkek olmadığı için evrene küfür ediyordu.
Bende, arada sırada Nazlı kendisini yalnız hissetmesin, onu da anlayan, dinleyen biri olsun diye usulca yanına sokulup; "Var mı birileri?" diyordum. Sağ olsun, her seferinde "Yok ağabey," diyordu. Hayır, "Var" derse ne yapacaktım?
Gidip, alnını öpüp "AA, ne güzel kardeşim!" mi diyecektim? İyi ki yok diyor. Evet derse diye hiç düşünmedim. Gidip koşa koşa alnıma "Gavat" diye yazdırırım herhalde. Yalnız, Nazlı'yı hiçbir erkekle de görmedim. Kulağıma fısıldayan da olmadı. Hayır, iki seçenek var. Birincisi gerçekten sevgilisi hiç olmadı ki, Nazlı gezip tozmaya bayılır. Boşa para harcamak ve asla giymeyeceği kıyafetler almak onun fobisi. Ve üç yudumluk içeceğe 250 lira vermekten hiç çekinmez. Ayrıca arkadaş çevresi Antalya'nın yarısını kaplıyor. Okuduğu özel liseden de bir kaç züppe illaki onu arıyor çünkü Kapalı yol dayım deyip, yirmi beş dakika sonra Lara'da olması arabalı birine işaret. Ya da ikinci bir şık olarak mahallenin hepsi ile çıktı kimse korkusuna bir şey diyemiyor. Tövbe bismillah diyerek ikinci şıkkı eliyorum. Katil olmak ve evlenmek için fazla gencim.
Gerçi ortanca ağabeyi ona göz açtırmıyor diye tahmin ediyorum. Ama yok ya, bu kız milleti gerçekten çok uyanık. Eski sevgilim benimle beraber dört kişi ile çıkıyormuş ya! Birde bana demişti ki, "Ohooo, sen yedektin." Ruhum duymadı. Helal olsun. Ayrılırken tiyatro oyuncusu olabilirse, yeteneği ile para kazanacağını, vücudunun değeri olmadığını söyledim. Yüzüme tükürdü. Yahu yol geçen hanı gibi olmuş, milletin "AA, durup biraz dinlenelim. Sonra devam ederiz," dediği kervansaray olmuş, gelmiş suratıma tükürüyor.
"Sadece kendi tükürüğün mü, yoksa eski sevgilinin de yardımı var mı?" dedim, sağ olsun beni kafenin içerisinde rencide edip gitti. İlginç. Ayrılacağımızı anlamış gibi en pahalı içecekten söylemiş karı. Gitmeden önce bana afili bir kazık attı, öyle gitti. Yalnız çok güzel kokuyordu. Geçen gün parfümünü sordum, kargo ile bana yenisini yollamış. Düşünceli insan. Ama parasını ve kargo ücretini ben ödedim. Olsun. Güzel koku sonuçta. Yeni sevgilime hediye eder, bol bol koklarım. Sonuçta iki bin yüz otuz beş lira. Bu devirde kim iki bin üç yüz otuz beş lirayı kokluyor?
Ben bu konulara dalarken, annemin sesi ile irkildim. "Bulduuum, bu sefer buldum! Bak, Nehir!" Yuh. Nehir dediği kız, benim en yakın arkadaşımın eski sevgilisi. Yuh.
"Anne, Mahmutla çıkmış bu kız."
"Hangi Mahmutla?"
"Bizim Mahmutla."
"Ne demek bizim Mahmut lan? Hani ateri oynarken tabureye çıkan, hani kütüphaneye merdiven götüren, hani pantolonlarının parçasını kestirmekten bıkıp, kapri alan, ona tam gelen? Hani uzun soğan ile aynı boyda olan? Hani, kaybolmasın sonra bulamayız deyip senin boynuna oturan?" Annem, hanilerini sıralarında sadece suratına baktım. Ne çok gömdü çocuğu ya!
"Anne, evet tam da o!"
"Bu kız bunu nasıl görmüş?" dedi ve ardından büyük bir kahkaha patlattı. "Kardeşi gibi, ahaha! Ne kardeşi, çocuğu çocuğu!"
"Anne çocuk Antalya'nın çeyreğine sahip."
"Haklısın çocuğum, severim Mahmut'u. Ona yanlış yapmak olmaz. Sana düğünde araba alacaktı değil mi, hem de Mercedes?" Başımı evet dercesine salladım. Ah, bu kadın milleti!
"Aslında biraz, yani bir buçuk metre daha fazla boyu olsaydı Nazlı ile nasıl yakışırlardı!"
"Yok artık, yakın arkadaşımı kardeşime mi yamalayacağım? Erkek adama yakışır mı?!" diye gürledim. Ben onu, başka bir arkadaşıma düşünüyordum. Nazlı ile olurlar diye çocukla fazla muhabbet etmiyordum. Nazlı, yok mok derse sıkıntı. Bütün büyük işlerim başlamadan biter. Yalnız, bende kardeşimi sermaye gibi kullanıyormuşum onu fark ettim. Neyse canım, oda beni bankamatik olarak kullanıyor. İstemezse de olmaz. En fazla zorlarım. Artık oda olmazsa, ailecek üstüne gideriz. Baktık, oda olmuyor aramalara devam! Hem sevgilisi de yok. Gerçi ola da bilir, ben sorarken biraz fazla sert sorduğum için korkuyor da olabilir. Neyse, canım. Sevse her türlü karşına alırdı beni. Yürekli kız sonuçta.
Annemin, yok bu şimdi çok çirkin, yok bu kilo aldı, yok bunun burnu estetik, orijinal burnu çocuğuna benzer, Gargamel diye dolaştırırız diye diye listenin sonuna geldi. Hızlı hızlı geçerken aradaki bir resme takıldım. Hemen annemin elini tutup, hafifçe geriye doğru bıraktım. Annem, "Aman, oğlum. Dur, ne yapıyorsun?" dese de, durmadım. Bütün güzelliği ile karşımda duruyordu. Hâlâ çok güzeldi. O, hâlâ gözümü alan güneş... "Betül..." dedim, kırık bir sesle. Annem, "Aman bunun burada ne işi var, her yerden de çıkıyor bıktım bu kızdan, sıfatında hayır yok dünya çirkini, karaktersiz," diye lafları sıralamaya başladı. Ben hâlâ ona bakıyor, ne kadar güzel olduğunu düşünüyordum. "Oğlum, ver de atayım resmi, elin kirlenmesin" diyerek resmi almaya çalışa da, resmi bırakmadım. "Bende dursun," dedim. Yok, mok dese de nafile. Vermem ki. Annem zamanında Betül'ün resmini ayırdığına göre onu da beğenmiş. Onu da gelini olarak düşünmüş. Sonradan bana yaptığı kahpelik sonucu tabii ki böyle düşünmemesi çok normal. Bir yandan resmine bakıyor, bir yandan da kalbimi tutuyordum. Özledim...
Nazlı, gelip resmi elimden çekiştirdi. Suratına baktım ama sustum. Laf edemedim. "Hâlâ mı?" der gibi bakışı, canımı yakmış olsa da sustum...
"Ben kahveye gidiyorum," dedim. Bizim mahalle biraz elite kaçtığı için, kahveleri de biraz fazla modern. Bu ben hariç kimseyi rahatsız etmiyor çünkü en yaşlısı benim. Kahveye girdim, her zamanki gibi en soldaki masaya oturmak için bir hamle yapacaktım ama masanın dolu olduğunu gördüm. Normal de bana saygıları olduğu için böyle bir şey olmazdı. Baktım, kahveden kimse den ses yok, bende gidip bakayım dedim. Kim bu, neyin nesi, kimin fesi. Çocuğun yanına doğru yaklaştım, elimi omzuna koydum. "Aslanım," dedim...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
