@morsang
|
Bölüm XI
Derin Yaralar Dilsizdir
Meryem, mükemmel bir uykunun ardından sabahın ilk ışıklarıyla uyandı. Sıcak bir rüzgar odanın içine hafifçe süzülmüş, ona huzur dolu bir günün habercisi olmuştu. Gözlerini araladı, dışarıdan gelen kuş sesleriyle birlikte içini bir dinginlik kapladı. Yanında Oğuz, derin bir uykudaydı, yüzünde huzurlu bir ifade vardı. Gülümsedi, yavaşça doğruldu ve sessizce yatağı terk etti.
Dışarı çıktığında, ormanın sabahki büyüleyici sessizliğine adım attı. Hava tazeydi, rüzgar yapraklarla fısıldaşıyor, kuşlar cıvıldıyordu. Ancak Meryem, bir anda kuş seslerinin farklı olduğunu fark etti. Cıvıltılar, onun zihnine kelimeler halinde dökülmeye başlamıştı. Gözlerini çevrede uçuşan kuşlara dikti, kalbi heyecanla hızlandı.
Bir kuş, dalın üstünde durarak ona doğru baktı. "Burada güvendesiniz," diye fısıldadı kuş. Meryem'in gözleri genişçe açıldı, kalbi heyecanla atıyordu. Şaşkınlıkla birkaç adım geriledi.
“Konuşuyorlar,” diye mırıldandı. Kuş ona bir kez daha bakıp başını eğdi, sonra cıvıltılarına geri döndü. Meryem, yaşadığı bu durumu Oğuz'a göstermek için hemen içeri koştu. Yatakta hâlâ uyuyan Oğuz’a yaklaşıp heyecanla omzuna dokundu.
"Oğuz, kalk! Sana bir şey göstermeliyim!" Sesinde şaşkınlık ve sevinç vardı.
Oğuz, uykusundan mırıldanarak uyandı. "Ne oldu Meryem? Bu kadar erken neden beni uyandırıyorsun?" Gözlerini ovuşturdu ve Meryem’e baktı. Onun bu kadar heyecanlı oluşu, Oğuz’un merakını cezbetmişti.
"Dışarıda kuşlar konuşuyor! Gerçekten konuşuyorlar, kelimelerle!" dedi Meryem, yüzünde parlak bir ifadeyle.
Oğuz önce tam anlamadı, biraz daha uykulu ve şaşkın halde "Kuşlar mı konuşuyor?" diye tekrarladı. Ama Meryem’in heyecanı karşısında daha fazla direnemeyip yerinden doğruldu.
Birlikte dışarıya çıktılar. Meryem, Oğuz’a kuşu gösterdi. Aynı kuş hala dalda duruyordu ve Meryem’e doğru bir kez daha fısıldadı. "Tehlike olursa sana haber veririm."
Meryem’in yüzü mutlulukla parladı, hemen Oğuz’a döndü. "Duydun mu Duydun mu? Tehlike olursa haber verecek!"
Ancak Oğuz’un yüzündeki şaşkınlık artmaya başlamıştı. Kaşlarını çatarak kuşa baktı, ama onun duyduğu sadece sıradan bir kuş cıvıltısıydı. "Meryem, ben sadece kuş sesi duyuyorum," dedi hafifçe gülümseyerek. "Sanırım senin güçlerinden biri de bu. Hayvanlarla konuşabiliyorsun."
Meryem bir an duraksadı, sonra Oğuz’un haklı olduğunu fark etti. Şaşkınlığı, yerini yavaşça bir anlayışa bıraktı. Yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. "Hayvanlarla konuşabilmek mi?" diye kendi kendine sordu, ama bu yeteneğin ne kadar büyüleyici olduğunu düşündükçe gözleri daha da parladı.
Kuşa dönüp gülümsedi. "Tehlike anında bana haber ver, tamam mı?" dedi. Kuş kanatlarını çırptı ve cıvıldayarak bir onay ifadesi verdi. Ardından uçup gitti.
Oğuz, Meryem’in yanına yaklaşıp ona doğru eğildi. "Bu gerçekten inanılmaz bir yetenek, Meryem," dedi, gözlerinde hayranlıkla. "Senin güçlerin sınır tanımıyor gibi görünüyor. Bunu yeteneğini geliştirmeye çalışmalıyız."
Meryem, Oğuz’un sözleri karşısında gülümsemeye devam etti. "Bence de aynısını düşünüyorum," dedi hafifçe omuz silkerek. "Vay be bu dünyada hala bilmediğimiz ne kadar şey var, öyle değil mi?"
Oğuz, onunla aynı fikirdeydi. "Evet," diye fısıldadı. "Ve seninle her gün yeni bir şey keşfetmek harika." dedi, yanağına bir öpücük kondurdu.
---
Biraz zaman geçtikten sonra Oğuz, "Biraz yiyecek toplamam gerek," diyerek ormanın içlerine doğru ilerlemeye başladı. Meryem, onun gidişini izlerken içini derin bir huzur kapladı. Artık yalnız değildi ve Oğuz’un varlığı ona güven veriyordu.
Oğuz, kısa bir süre sonra meyve, sebze ve birkaç otla geri döndü. Meryem’e doğru yürürken, gözlerinde bir neşeyle gülümsedi. "Bu sabah kahvaltımız hazır," dedi.
İkisi birlikte mutfakta bir şeyler hazırlarken, aralarındaki sohbet hafif ve neşeliydi. Meryem, Oğuz’un ciddiyetinin altında yatan sıcaklığı görmeye başlamıştı. Oğuz, her hareketinde ona olan ilgisini ve desteğini gösteriyordu. Kahvaltıyı hazırlarken sık sık birbirlerine bakıp gülüyorlar, küçük şakalar yapıyorlardı. Hayatları boyunca kaçak yaşamış ve savaş vermiş bu iki insan, bir an olsun mutluluğu ve huzuru bulmuş gibiydi.
Bir süre sonra, Meryem Oğuz’a sordu. "Peki senin hikayen ne, Oğuz? Bana hiç anlatmadın."
Oğuz, gözlerini biraz kısarak derin bir nefes aldı. "Benim hikayem... Pek kolay değildi ama zamanla affettim kendimi," dedi yavaşça. "Annem beni doğururken ölmüş. Babam ise birkaç yıl önce vefat etti. Annemle hiç tanışamadım ve babamla da çok yakın değildik tam yakın olacaktık ki pek fazla vaktimiz olmadı. Onun ölümü beni çok üzdü. Bir şeyleri düzeltmek için biraz geç kaldım gibi hissediyorum"
Meryem, Oğuz’un bu itirafının onu ne kadar derinden etkilediğini hissetti. Sesi hüzünle dolmuştu ve gözlerinde hafif bir keder vardı. Meryem, bir an duraksadı, sonra Oğuz’a doğru yaklaştı ve ona sarıldı. "Bunu yaşaman çok zor olmalı," dedi fısıldayarak. "Ama bilmeni isterim ki artık yalnız değilsin. Sana sahibim ve bu beni mutlu ediyor. Seninle bütün zorluklara baş kaldırmaya hazırım."
Oğuz, Meryem’in bu sözlerine karşılık hafifçe gülümsedi. Onun sıcaklığı, içindeki acıyı bir nebze olsun hafifletiyordu. O da Meryem’e sarıldı ve sessizce, ona sahip olmanın kendisini ne kadar güçlü hissettirdiğini düşündü. "Ben de aynı şekilde hissediyorum," diye mırıldandı, Meryem’in saçlarına dokunarak.
İkisi de o anın içinde kayboldular. Dünyadaki tüm karmaşayı ve tehlikeleri bir anlığına unutmuşlardı. Aralarındaki bağ, savaşın ve kaçışın ötesindeydi. Birbirlerine sahip olmanın verdiği güçle, hayatlarına devam edebileceklerdi. |
0% |