@morsang
|
Bölüm VII
Güvensizliğin İzleri Meryem, ormanın derinliklerinde yürümeye devam ederken etrafındaki her ağaç, her yaprak ona birer gölge gibi görünüyordu. Gözleri karanlığa alışmıştı, ama içindeki güvensizlik, çevresindeki dünyaya bakışını daha da bulanıklaştırıyordu. Onca yıl boyunca, kimseye güvenememişti. Güvendiği herkes ya ölmüş ya da onu satmıştı. Güvensizlik, artık Meryem’in doğal bir parçası haline gelmişti. Şu anda yalnızdı, evet, ama en azından kendi kararlarını alabiliyor ve hayatta kalabiliyordu. Peki ya gerçekten yalnız olmasaydı? Bu soruyu kendine sormaktan çekiniyordu. Birden, omzuna saplanan acıyla durakladı. Sırtında uzun zamandır taşıdığı yara izleri, savaş sonrası her zamankinden daha fazla yanıyordu. Kaçak bir yaşam, sürekli savaş ve korku içinde olmak… Bu hayat, bedensel olduğu kadar ruhsal da bir yara bırakmıştı. Meryem, annesi ve babasının ölümü sırasında aldığı bu izleri asla unutmamıştı. Onlar ona geçmişin birer hatırası olarak değil, geleceğin her an karşısına çıkabilecek bir tehdidin işareti olarak kalmıştı. Peşinde olan cadılar ve Zümrüt, bu izlerin ardındaki acıyı yeniden canlandırıyordu. Bir anda etrafındaki sessizlik bozuldu. Meryem, ani bir hareketle elini beline götürdü, büyüsünü çağırmaya hazırdı. O an, bir figürün ağaçların arasından hızla yaklaştığını fark etti. Bu defa bir cadı değil gibiydi. Yine de temkinli olmalıydı. Adam, yaklaşık otuzlu yaşlarında, kısa saçlı ve güçlü görünüyordu. Yüzünde derin bir ciddiyet vardı. Meryem, adamın adımlarının keskin ve dikkatli olduğunu fark etti. Onun bir şaman olduğunu hemen anlamıştı. “Ne arıyorsun burada?” diye sordu adam, gözlerini Meryem’den ayırmadan. Sesi soğuk ve mesafeliydi. Meryem gözlerini kıstı. “Bu senin meselen değil. Yoluma devam ediyorum.” Adam, gözlerini kısmış bir şekilde Meryem’e yaklaştı. “Bu ormanda bir yabancısın. Şaman topraklarındasın. Burası geçiş için bile tehlikeli.” Meryem, içinde bir öfke kıvılcımı hissederek ellerini sıkıca kenetledi. Bir şamanla karşılaşmak hiç planında yoktu, hele ki bu kadar kibirli görünen biriyle. Ancak güvensizliği her zaman olduğu gibi devreye girdi. “Kendi işine bak,” dedi, gözlerinde sert bir bakışla. “Benim kimin topraklarında olduğum kimseyi ilgilendirmez.” Adam, ona bir adım daha yaklaştı. “Beni ilgilendirir. Çünkü burası benim topraklarım.” Meryem, ellerini belindeki hançere doğru götürdü, ama bir anda dengesini kaybetti. Gözlerinin önünde beliren kara noktalar, yaralarının tahmin ettiğinden daha derin olduğunu fark ettirdi. Savaş sırasında aldığı darbeler ağırlaşmıştı. Kendini toparlamaya çalıştı ama bacakları onu taşıyamadı ve yere yığıldı. Dünyası bir anda kararmaya başlamıştı. Bayılmadan önce gördüğü son şey, adamın hızla ona doğru eğilmesi oldu. --- Meryem gözlerini araladığında, başının altındaki yumuşak zemini hissetti. Gözleri yavaşça netleştiğinde, tavanı ahşap bir odada olduğunu fark etti. Kafasında binbir soru dolanıyordu, ama hepsinden önce bedenindeki ağrılarla baş etmek zorundaydı. Omzunda ve sırtında yoğun bir yanma hissediyordu. Etrafına baktı, odada kimse yoktu. Elleriyle yatağın kenarını tutarak doğrulmaya çalıştı, ancak hareket etmek bile acı veriyordu. Bir anda kapı açıldı ve içeri aynı adam, elinde bir kap suyla girdi. Gözlerinde hafif bir merak ve soğuk bir ciddiyet vardı. Meryem, ona öfkeyle bakmaya çalıştı, ama o anda kendini çok güçsüz hissettiği için bu bile başarısız oldu. “Beni nereye getirdin?” diye sordu sert bir sesle. Adam, suyu masaya koyduktan sonra Meryem’e döndü. “Seni ormanda baygın buldum. Yaran kötü görünüyordu, bu yüzden seni buraya getirdim.” Meryem, hemen ona karşı tetikte kalmaya çalıştı. Güvenemezdi. **Bu adam kimdi? Neden ona yardım etmişti?** Ama güvensizliği sözlerine yansıdı: “Ben senden yardım istemedim.” Adam kollarını kavuşturdu, yüzünde hafif bir alay vardı. “İstemedin, ama ölmek üzereydin. Ya seni öyle bırakacaktım ya da buraya getirecektim. Şimdi, biraz su iç ve dinlen. Henüz iyileşmedin.” Meryem, ona küçümser bir bakış attı, ama bedenindeki yorgunluk galip geldi. Adamın dediği gibi suyu alıp birkaç yudum içti. Ardından gözlerini adama dikti. “Benimle neden bu kadar ilgileniyorsun? Şamanlar normalde insanlarla pek ilgilenmez.” Adam kaşlarını çattı ve sandalyesine oturdu. “Ben Oğuz. Babamın öğrettiklerine göre bir şaman, yolda karşılaştığı yaralı birine yardım eder. Bunun kimin olduğunun önemi yoktur.” Meryem, onun adını öğrenmiş olmasına rağmen, hala güvenmiyordu. Yine de buraya kadar getirmiş olması kafasını karıştırıyordu. Bu Oğuz, gerçekten ona yardım etmek için mi buradaydı, yoksa başka bir niyeti mi vardı? **Bir şaman, cadılarla savaştan uzak dururdu, ama Oğuz farklı görünüyordu.** “Teşekkür etmek gibi bir niyetim yok,” dedi Meryem, soğukça. “Beni neden buraya getirdiğinle ilgili hâlâ şüphelerim var.” Oğuz, ona doğru eğilerek gözlerinin içine baktı. “Teşekkür etmeni istemiyorum. Ama şu an hayatta olmanın tek nedeni benim. O yüzden biraz daha dikkatli olsan iyi edersin.” Meryem, bu sözlere karşılık sinirle ellerini sıkmıştı, ama Oğuz haklıydı. Onu ölüme terk edebilirdi, ama etmemişti. Yine de o içindeki güvensizlik, ne kadar doğru ya da yanlış olduğunu sorgulamasına izin vermiyordu. İkisi de gözlerini birbirine dikmiş, sessiz bir şekilde restleşiyordu. Odaya bir anlığına soğuk bir hava yayıldı. Oğuz bir an için bakışlarını yere çevirdi, sonra hafif bir gülümseme belirdi yüzünde. “Zor bir insansın, biliyor musun?” Meryem kaşlarını çattı. “Evet, öyleyim. Sana güvenmek için hiçbir nedenim yok.” Oğuz, sandalyesini geriye çekerek ayaklandı ve kapıya yöneldi. “Peki,” dedi omuz silkerek, “güvenme. Ama burada olduğun sürece güvende olduğunu bil. Yaraların iyileşene kadar kal. Sonra ne yaparsan yap.” Oğuz tam kapıdan çıkacakken, arkasını dönüp hafif bir alayla ekledi, “Tabii tekrar bayılmayı planlamıyorsan.” Meryem, bu sözlerin ardından hafifçe gülümsedi, istemeden de olsa. Oğuz’la olan bu sert diyalog, ona hafif bir rahatlama getirmişti. Onunla tartışmak, ilk başta sert geçse de, artık içinde bir güven tohumu yeşermeye başlamıştı. Belki de güvenmek, her zaman sandığı kadar kötü bir şey değildi. Oğuz’un ona karşı yaptığı bu küçük alay, Meryem’in içindeki soğuk duvarların yavaş yavaş kırılmasına neden oluyordu. “Oğuz,” dedi Meryem hafifçe, tam Oğuz kapıdan çıkarken. Oğuz durup ona döndü. Meryem, yüzünde hafif bir tebessümle ekledi, “Bir gün sana teşekkür edeceğimi de unutma. Ama bu, o gün değil.” Oğuz, kaşlarını kaldırarak hafifçe gülümsedi ve kapıyı kapattı. Meryem, bu küçük ama önemli adımın, onun için ne kadar zor olduğunu biliyordu. Ama belki de güvensizliği, her zaman onu korumuyordu. Bu kez, bir adım atması gerektiğini anlamıştı. Yardımı kabul etmek, zayıflık değil, bir strateji olabilirdi. İlk defa, uzun zamandan sonra birine güvenme ihtimali Meryem’in içini ürkütmüyordu.
# Yine yeniden Merhabalar, eğer beğendiyseniz oy vermeyi, takip etmeyi ve paylaşmayı unutmayın, şimdiden çok teşekkürler. |
0% |