@morsang
|
Bölüm XIV
Sessizlikten Önce
Zümrüt için beklediği gün gelmişti. Meryem’in izini bulmak ve ailesinin onurunu kurtarmak için yola çıkma vaktiydi. O sabah, içindeki heyecan ve gerginlikle ekibini topladı. Serap, Enver, Elif, Baran ve Sezer, Zümrüt’ün etrafında hazır bekliyorlardı. Hepsinin gözlerinde kararlılık ve odaklanmış bir ciddiyet vardı. Zümrüt, ekip arkadaşlarına son bir kez baktı, her biri bu savaşa hazırlıklıydı ve onlara güveniyordu. "Bu, bizim son savaşımız olacak," dedi kararlılıkla. "Meryem’i bulup yok edeceğiz." Sezer, Zümrüt'ün yanına yaklaştı ve elini hafifçe sıktı. "Yanındayım, bu bizim için çocuk oyuncağı olacak" dedi Sezer, gözlerinde Zümrüt’e olan sevgisi ve gülümsemesiyle gözleri parlıyordu Ekip, hiçbir zaman olmadığı kadar güçlü ve birleşmiş hissediyordu. Birbirlerine başlarıyla onay verdikten sonra, sessizce ormanın derinliklerine doğru yola çıktılar. Meryem’in izini sürmek için Serap önde, gölgelerin içinde kaybolarak ilerliyordu. Arkalarından esen rüzgar bile yaklaşan fırtınanın habercisi gibiydi.
***
Meryem ve Oğuz, ormanın ortasındaki evlerinde, tüm tehlikelerden uzak, sessiz ve huzurlu bir sabah geçiriyorlardı. Meryem, evin içinde gezinirken, dışarıda esen rüzgarın hafif uğultusu ona huzur veriyordu. Ancak içten içe bir şeylerin yaklaşmakta olduğunu hissediyordu. Her şey fazla sakindi ve bu sakinliğin ardından bir şeyin geleceğini bilmek onun her zamankinden daha temkinli olmasına neden oluyordu. Oğuz, masanın üzerinde bitkilerden yeni bir iksir hazırlıyordu. Bitkiler havanda ezip, şişenin içerisindeki suyu karışımın içine azar azar ekleyip, havanı karıştıryordu. Gözleri ciddiyetle işe odaklanmıştı, ama bir yandan Meryem’in ne kadar sessiz olduğunu fark etmişti. Başını ona çevirip "Bir şey mi var?" diye sordu, sesinde hafif bir merakla. Meryem, elinde Oğuz'un hazırladığı nefis bir bitki çayını tutarken pencereden dışarıya bakıyordu. Başını salladı. "Bir şeyler geliyor," dedi. "Ne olduğunu tam bilmiyorum, ama bu sessizlik... Fırtınanın öncesi gibi." Tam o sırada kapı yavaşça çalındı. Meryem ve Oğuz, birbirlerine bakarak yerlerinden hızla kalktılar. Meryem söylediği şeyin bu kadar erken geleceğini düşünmemişti, yüzünden de okunacak bir gerginlik ifadesi belirdi. Kapının arkasındaki kişiyi görmek için kapıyı araladıklarında, karşılarında onları bir zaman önce şaman köyünden kurtaran şaman duruyordu. Yüzünde ciddi bir ifade vardı. ''İçeriye davet etmeyecek misin?'' dedi hafif bir tebessümle. Meryem ve Oğuz kısa bir süreliğine sadece Baş Şaman'a bakmışlardı. Kendilerine gelip, içeriye davet ettiler. İçeride bir sessizlik vardı, Meryem bu sessizliği akla gelebilecek en mantıklı soruyla bozmak istedi. ''Bizi nasıl buldun?'' dedi. "Günlerdir sizi izliyorum," dedi şaman. "Yakında büyük bir savaş patlak verecek. Zümrüt, peşinizde. Bunu kanımın en serin yerlerinden bile hissedebiliyorum, dikkatli olmalısınız." Oğuz kaşlarını çatarak adama yaklaştı. "Zümrüt... Buraya mı geliyor?" Şaman, başını yavaşça salladı. "Evet. Yanında güçlü bir ekip var. Hazırlanmalısınız." Meryem, şamanın sözlerini dinlerken içindeki tedirginlik yerini ciddiyete bıraktı. Artık kaçmanın bir seçenek olmadığını biliyordu. savaşmak kaçınılmazdı. Oğuz’a dönüp ciddi bir ifadeyle konuştu. " Bir an önce burayı güçlendirmeliyiz, ne yapacağını biliyorsun." Oğuz kafasını salladı ve ''Ben hallederim sen gidebilirsin'' dedi. Meryem, tüm gücünü ve bilgilerini kullanarak savaş için hazırlanmaya başladı. Etrafındaki doğayı, hayvanları, gücünü hissettiği her varlığı çağırarak onların yardımını istedi bir meditasyon halindeyken. Ormanın derinliklerinden gelen kurtlar, kuşlar, yılanlar ve diğer hayvanlar, Meryem’in yanına geldiklerinde, karşısında bu kadar hayvanı görmek ilk başta onu korkuttu. Ancak hayvanlara dönüp onlara savaş hakkında bilgi verdi ve sonrasında onunla tanıştığı ilk kuş'a fısıldadı. "Bir tehlike sezdiğiniz anda bana haber verin." Kurtlar ve yılanlara ise, "Çevreyi gözleyin. Düşman yaklaştığında hepimiz hazır olmalıyız," diye ekledi. Hayvanlar, Meryem’in isteklerini kabul etmişlerdi ve onun için savaşmaya razı oldular. Ormanın derinliklerine dağıldılar. Meryem, bir yandan hayvanları organize ederken, Oğuz da evin içini koruma altına almak için hazırlanıyordu. Meryem’in yardımıyla, eve yapılacak herhangi bir saldırıya karşı güçlü tılsımlar yerleştirdiler. Ev, büyülerle korunan bir kaleye dönüşmüştü. Tüm girişler, tılsımlar ve koruma kalkanlarıyla çevrelenmişti. Meryem, koruma kalkanlarını 50 metre çapında genişletip evin çevresine yayılan bir savunma hattı oluşturdu. Ancak sadece büyülerle değil, aynı zamanda şaman iksirleriyle de kendilerini hazırladılar. Oğuz, evin dışına çeşitli yerlere bu iksirleri yerleştirdi. Bu iksirler, herhangi bir saldırı durumunda düşmanları etkisiz hale getirebilecek kadar güçlüydü. Meryem ve Oğuz, ellerindeki her türlü gücü kullanarak evlerini savunmaya karar verdiler. Saldırıya uğradıklarında hazırlıklı olmak zorundaydılar. Geriye sadece beklemek kalmıştı. Meryem, ellerini sıktı, içindeki savaşçı ruhu uyandırarak derin bir nefes aldı. "Hazır mısın?" diye sordu Oğuz, Meryem’e bakarak. Sesinde sakin bir kararlılık vardı. Oğuz, her ne olursa olsun Meryem’in yanında olacağını hissettirmişti. Meryem başını salladı. "Evet, hazırım," dedi. "Hazırız." Dışarıda rüzgar hafifçe esiyor, kuşlar ormanın derinliklerinde bekliyordu. Meryem ve Oğuz, saldırıya hazır bir şekilde evlerinde beklerken, Zümrüt’ün ekibi her adımda onlara daha da yaklaşıyordu.
Meryem, sessizliği bozan rüzgarı hissettiğinde, yaklaşan karanlığın farkındaydı. Kalbindeki ağırlık, savaşın kaçınılmaz olduğunu hatırlatıyordu. Evin etrafındaki koruma kalkanları, tılsımlar ve büyüler hazırdı. Oğuz, yanında dikkatlice hazırlanırken, Meryem içinde yükselen bir savaşçının kararlılığını hissediyordu. Zümrüt’ün geleceğini biliyordu. Ve bu kez geri dönüş yoktu. Aniden ormanın derinliklerinden yankılanan ayak sesleri ve havada titreyen büyü enerjisi, Zümrüt’ün ekibinin yaklaştığını haber verdi. Ağaçların arasından adeta gölgeler gibi ilerliyorlardı. Önde, Zümrüt karanlık bir aurayla sarmalanmıştı, gözleri intikamla parlıyordu. Yanında Sezer, Serap, Enver, Elif ve Baran vardı. Hepsi hazır, gözleri Meryem ve Oğuz’u hedef almıştı. "Sonunda karşı karşıyayız, Meryem," dedi Zümrüt, sesi soğuk ve sertti. Elleri karanlık bir büyüyle parıldarken, gözleri nefretle doluydu. "Bu savaş senin sonun olacak." Meryem, soğukkanlı bir şekilde Zümrüt’ün gözlerinin içine baktı. "Kaçmayacağım," dedi sert bir sesle. "Bu kez seninle yüzleşeceğim." Zümrüt’ün ekibi hemen harekete geçti. Serap gölgelerin arasına kaybolarak Meryem’i şaşırtmaya çalıştı, Enver ise ateş gücüyle onları çevreleyip hareket alanlarını daraltıyordu. Elif ve Baran ise Meryem’in koruma kalkanlarını kırmak için güçlerini yoğunlaştırdı. Oğuz, büyü dolu bir enerjiyle Meryem’in yanında savaşa katıldı, kalkanlarını ve büyü savunmalarını güçlendirdi. Ancak Zümrüt ve ekibi, onları her yönden sıkıştırmaya başlamıştı. Savaş tüm gücüyle patlak verdi. Meryem, doğayı kontrol eden gücüyle ağaç köklerini çağırdı, Zümrüt’ün ekibine saldırmak için onları kullandı. Ancak Zümrüt’ün karanlık büyüsü, her saldırıyı savuşturuyordu. Sezer, Oğuz’a karşı üstün gelmeye çalışırken, Meryem’in dikkatini dağıtıyordu. Sezer hızlıydı, ama Oğuz da öyle. İkisi arasında kıyasıya bir dövüş sürüyordu. Sezer’in ellerinden çıkan büyü dalgaları, Oğuz’un savunmalarına çarpıyordu. Oğuz’un gözlerinde ciddiyet vardı, ama bir anlık dalgınlık onu dezavantajlı duruma düşürdü. Sezer, hızla bir bıçak çekerek Oğuz’a saldırdı ve onu hafif yaraladı. Oğuz’un vücudundan akan kan, Meryem’in dikkatini dağıtmıştı. "Oğuz!" diye bağırdı Meryem, ama tam o anda daha büyük bir trajedi yaşandı. Serap, gölgelerin arasından bir saldırı gerçekleştirdi. Oğuz, yaralı halde dengesini kaybetmişken, Serap fırsatı kaçırmadı. Karanlık bir büyü dalgası yollayarak Oğuz’u hedef aldı. Ancak Oğuz değil, Meryem’in yanındaki şaman rahip Serap’ın ölümcül saldırısına maruz kaldı. Rahip, Serap’ın büyüsüyle yere yığıldı, cansız bedeni toprağa çarparken Meryem’in gözleri öfkeyle doldu. Sevdiklerinden biri daha gözlerinin önünde gitmişti. Bu, içindeki tüm savaşı alevlendirdi. Meryem’in içindeki öfke, onu daha önce hiç bilmediği bir güce itti. İçinde bir ışık parlamaya başladı. Gözleri, güçlü ve yoğun bir büyü enerjisiyle doldu. "Yeter!" diye haykırdı, sesi yankılandı. Ellerinden çıkan parlak bir ışık, adeta gökyüzünü yaran bir yıldırım gibiydi. Bu, Meryem’in keşfettiği yeni bir büyüydü: ışık büyüsü. Bu yeni güçle, Meryem Sezer’i hedef aldı. Sezer, Meryem’in karşısında kendini savunmaya çalışsa da, bu güç ona karşı koyamayacağı kadar büyüktü. Işık büyüsü Sezer’i yakaladı ve bedenini sardı. Sezer bir an için nefesini tuttu, ama ardından gözleri kapandı ve bedeninin gücü onu terk etti. Yere yığılırken, Zümrüt’ün gözleri dehşetle büyüdü. "Hayır!" diye çığlık attı Zümrüt, hızla Sezer’in yanına koşarak onu kollarına aldı. "Hayır, hayır! Lütfen..." Zümrüt, sevdiği adamın gözlerinin önünde can verdiğini görmekten başka bir şey yapamıyordu. Sezer’in ellerini tutarken, gözlerinden süzülen yaşlar toprağa damlıyordu. Zümrüt, Sezer’in cansız bedenine sarılırken, dünyası tamamen yıkılmıştı. Bu, onun için geri dönülmez bir andı. Gözlerinin önünde sevgilisini kaybetmişti ve bu acı dayanılmazdı. Meryem, Zümrüt’ün acısını izlerken, içindeki öfke yavaş yavaş sönüyordu. Ama bu savaş bitmemişti. "Bitti," dedi Meryem soğukkanlı bir sesle. "Bu savaşı kazanamayacaksınız." Gözleri hâlâ kararlılıkla doluydu, ama içinde bir anlık merhamet belirdi. Zümrüt’ün acısını görmek, ona da dokunmuştu. Oğuz, yaralı halde Meryem’in yanına geldi. Meryem, Oğuz’u dikkatle kavradı ve yüzündeki endişe, kalbindeki savaştan daha güçlüydü. "Gitmeliyiz," dedi Oğuz zayıf bir sesle. Meryem, başıyla onayladı ve Oğuz’un koluna girdi. İkisi birlikte, ormanın kenarında bekleyen bir ata doğru ilerlediler. Kurtlar, onları koruyarak çevrelerinde dolanıyordu. Oğuz’u ata bindirip yanına geçti, ve kurtların rehberliğinde hızla ormanın derinliklerine doğru kaçtılar. Saatler sonra, Meryem ve Oğuz, kızıl kumlarla kaplı bir çöle benzer bir kasabaya ulaştılar. Evler, kızıl kumdan yapılmış ve çöl rüzgarının etkisiyle aşınmıştı. Tek odalı, mütevazı bir evi olan yaşlı bir büyücü, onları içeri aldı. Oğuz’un yaralarının ciddiyetini hemen fark eden büyücü, onu tedavi etmek için bitkiler ve şifa büyüleri hazırlamaya başladı. "Beni takip ettiğiniz için teşekkür ederim," dedi yaşlı büyücü, Oğuz’u dikkatle tedavi ederken. Meryem, Oğuz’un başında otururken gözleri endişe doluydu. "Oğuz iyileşecek," dedi büyücü, gülümseyerek. "Ama biraz zamana ihtiyacı var." Meryem, derin bir nefes alarak başını eğdi. Bu savaş, henüz bitmemişti. Zümrüt, peşlerini bırakmayacaktı. Ama şimdilik, Oğuz yanındaydı ve bu, her şeyden daha önemliydi.
# Herkese merhabalar, hikaye pek ilgi çekici bulunmadığı için bu bölümden sonra yayınlamayacağım sanırım. Sonunu açık bıraktım, sizin hayalinize kalmış <3 iyi günler dilerimm. |
0% |