20. Bölüm
MozaikKule / Mesele Aşk Değil ✔️ / 20.Bölüm {Final}

20.Bölüm {Final}

MozaikKule
mozaikkule

• Bismillahirrahmanirrahim •

 

🍉🍉🍉

 

 

Otobüs en sonunda durmuştu. Üzerimdeki silah ne kadar rahatsız etsede ona bir kere bile dokunmamıştım. Tehlike maalesef sadece dışarıda değildi. Tehlikeli içimizde de vardı. İnsan bir siyonistten zaten her şeyi bekliyordu ama kendi milletinden kendi kanından olandan ihaneti beklemiyordu. Ama ihanetin bedeli soykırımdan daha acı olacaktı inşallah.

 

İlk otobüsten ben indim ve ardımdan ise Ömer indi. Hemen silahı düzledim ve Ömer'e baktım. "Şimdi ne yapacağız?" Hafsa ve Mücahit'de yanımıza gelmişti. Mücahit eline iki valizide almıştı ve Ömer'in yanında duruyordu.

 

"Hafsa ve sen buradaki hastaneye gideceksiniz. Oraya da suikast düzenlenebilir. Bizde Mücahit ile siyonistlerin kesin olarak saldıracağı yere gideceğiz." Ömer Mücahit'e baktı ve Mücahit hiçbir şey demeden Hafsa'yıda alıp yanımızdan uzaklaştı. Ömer yavaşça elimi tuttu ve onu dudaklarına bastırarak öptü. "Eğer ki geri gelemezsem sakın üzülme. Çünkü Allah'ın izniyle ben şehit olacağım. İmanını asla kaybetme sen Filistinli bir mücahidesin siyoniste asla acıma Güzelim." Elimi bıraktı ve beni omuzundan tutarak kendine çekti. Sözleri kalbime minik bir korku salsada onu bit kenara attım. Çünkü o korku şeytandandı. Şehadeti her zaman istiyordum. O da istiyordu ve alacaktık. Bende ona sarıldım ve kokusunu iyice içime çektim.

 

"Seni Allah'a emanet ediyorum. Allah belki emanetini yanına alır. Bilemem. Ama eğer ki sen değil de ben şehit olursam seni Cennet'te beklemek istiyorum. Şehit eşler olarak girelim inşallah. Allah'a emanet ol kocam. Olmayan çocuklarımın babası, Allah'a en güzel emanetim." Başımın üzerine sayısız öpücük bıraktı. Bende onun tam kabine nazik bir öpücük bıraktım. Ayrılık vakti gelmişti.

 

"Allah'a emanet ol Ay çiçeğim. Ya yalan dünyada yada gerçek dünyada görüşmek üzere." Yanaklarımdan tutarak beni öptü. Ellerim ile sakallarını okşadım ve ondan tamamen ayrıldım. En güzel ayrılıktı bu. Çünkü ikimizde şehadet için birbirimizi feda ediyorduk. Biraz daha geri gittiğimde onun elinden öptüm, o da benim alnımdan öptü.

 

Yanımıza gelen Mücahit'e baktım. Ona da sıkı sıkı sarıldıktan ve kardeşimden de en güzel ayrılığı aldıktan sonra ikisinden de ayrılarak Hafsa'ın yanına gittim. Bana gülümseyerek bakıyordu.

 

"Silah canımı yakmaya başladı. Lütfen hızlıca Şifa hastanesine gidelim." Bende gülümsedim ve onun koluna girdim.

 

"Vallahi benimde canımı çok yaktı. Hızlı hızlı gidelim. Hadi." Gülerek Şifa hastanesine doğru ilerledik. Hastane yıllardır sürekli bir denetim altındaydı zaten. Sürekli bir silahlı saldırı ve şehit edilen bedenler ile doluydu. Aslında orası şehadetin kalbiydi. Oraya giderken bile şehadet için heyecanlıydım.

 

Bir kaç ara sokaktan girdikten sonra önümüze büyük bir hastane çıktı. Şifa hastanesi gözlerimin önünde bütün ihtişamı ile duruyordu. Baktığınızda aslında hiç bir ihtişamı yoktu. Ama nedense benim gözüme o kadar güzel gelmişti ki sanki farklı bir boyuta açılan kapı gibiydi. Yavaş yavaş dikkatlice hastaneye kadar ilerledik. Hastanenin avlusuna girdiğimizde içeride aynı Ömer gil gibi bir kaç tane daha Kassam tugayı vardı. Rahatça ellerindeki silahlar ile içerideki hastaları koruyorlardı. Hafsa'ya baktım. O da bana baktı. "Silahları burada çıkartırsak belki sıkıntı olur. İçeriden de silah ile çıksakta sıkıntı olur. Ne yapacağız?" Yıllarca savaşan bir kadının bana bunu sorması biraz duraklamama neden olsa da aklıma gelen ilk şeyi ona söyledim.

 

"Şuradaki Kassamlara söylesek orada çıksrtsak. Birbirimize de perde olurum çıkartırken kimse görmez." Birazcık düşünsede başka bir seçeneğimiz yoktu. İçeride ki yaralı insanlara sıkıntı veremezdik.

 

"Başka çare yok. Ben gidip konuşayım. Sende gel benimle." Ona gülümsedim ve elimi sırtına koydum.

 

"Seni tek bırakacak halim yok ya." Gülerek yüzündeki kefiyesi ile etrafa bakan Kassam'ın yanına gittik. Adam ilk başta bize bakmasa da artık mecburen bizim olduğumuz tarafa baktı.

 

"Nasıl yardımcı olabilirim bacım?" Hafsa adamın yüzüne bakmayarak derdimizi anlatmaya başladı.

 

"Ben Hafsa. Kadın Kassam. Yanımdaki de bir kadın Kassam. Bu tarafa gelirken siyonistler yüzünden silahlarımızı feracelerimizin içerisine sakladık. Çıkartmamız lazım. Şu köşede yapacağız. Lütfen kimsenin bu tarafa bakmamasını sağla kardeşim." Hafsa sözünü bitirdikten sonra adamdan onay beklemeye başladık.

 

"Buyurun ben önünüzde dururum." Adama teşekkür ederek insanların az olduğu tarafa ki köşeye geçtik ve ben örtümü Hafsa'nın önüne siper ederek genişlettim. O da feracesini kaldırarak uzun silahını çıkarttı. Derin bir nefes aldı ve arkama baktı.

 

"Arkasını dönmüş. Allah onlardan razı olsun. Şüphelense bile bakmaması çok takvalı bir davranış." Hemen gözlerini her adamdan ayırdı ve bana baktı.

 

"Olması gerekeni yapıyor."

 

"Doğru söylüyorsun. Neyse hadi sende çıkart." Yer değiştirdik ve bende bedenime iyice yapıştırdığım, Hafsa'nın ki ile aynı olan sikahımı çıkarttım. O da ben çıkartana kadar benim ona yaptığım gibi örtüsünü genişleterek bana siper olmuştu. Feracemi geri aşağıya indirdim ve o da örtüsünü düzledi. Beraber hastanenin girişine doğru ilerledik. "Birinin yardıma ihtiyacı olurda düşünme hemen yardım et. Zaten dışarıda Kassamlar var." Kafamı sallayarak onayladım ve birbirimizden ayrılarak hastanenin içine girdik.

 

İçeriye girmem ile kalbimin parçalanması bir oldu. Giriş tamamen şehit edilmiş çocuk bedenleri ile doluydu. Ve en az tamamı daha küçücük bedenlerdi. Bir annenin çocuğunun başını ağlayarak seviyordu. Bazı anneler ise sabır diliyordu. Gözüm etrafta dolanırken bir kadın gördüm. İki kolu da yoktu. Kafası ile şehit olan bebeğini seviyordu. O görüntü karşısında sadece sustum ve elimdeki silahı daha da sıkı tuttum. Canım çıkacak bile olsa bir siyonist daha öldürecektim. Son nefesimde bile onlardan birinin nefesini kesecektim. Çünkü buna mecburdum.

 

İçeriye doğru girdiğimde her tarafın böyle olduğunu anladım. Kimi annesinin, kimi babasının, kimi kardeşinin, kimi çocuğunun şehit bedeninin yanındaydı. İnsanlar ilk başta elimdeki silaha garip garip baksa da sonradan onlardan olduğumu anlayınca artık o bakışlar üzerimden gitmişti.

 

Gözlerim koridorun sonunda doktorun yanında ağlayan küçük kıvırcık saçlı bir kız çocuğuna takıldı. En fazla üç yaşında gibi duruyordu. Doktor onu sakinleştirmeye çalışsada kız sadece kriz geçirir gibi ağlıyordu. Silahımı omuzuma taktım ve yavaş adımlar ile o kız çocuğuna doğru ilerledim. En sonunda yanına kadar gittiğimde doktor hemen bana baktı.

 

"Lütfen yanında biraz durur musunuz? Hastalara bakmam gerek ama kızımı bırakamıyorum sürekli ağlıyor." Doktor kızın annesiydi demek ki. Ben annesini kaybetmiş bir kız çocuğu sanmıştın onu.

 

"Bakarım tabikide. Biz onunla gezeriz hemde. Değil mi kıvırcık?" Kavasını kaldırarak bana baktı. Ardından ise annesine. Gözlerinde ki o korkuyu asla görmek istemezdim ama sadece onun gözlerinde değil bütün Filistinli çocukların gözlerinde aynı korku vardı. Peki o korkuyı giderecek ümmet nerdeydi? Korkuyu o çocukların gözlerinde görmemizi sağlayan yahudinin yanındaydı tabikide. "Hem yeni arkadaşlarda tanırız. Hemde annen işini yapar sonra ben seni yeniden onun yanına getiririm?" Sözlerim üzerine yerden kalktı ve annesinin yanına gitti. Vazgeçeceğini düşünmüştüm ama o beni şaşırtacak şekilde annesinin eğilmesini sağlayıp yanağından öpmüştü.

 

"Kolay gelsin anne." Ardından ise bana bana döndü ve elini uzattı. "Önce silahına bakmak istiyorum. Bende senin gibi olucam eğer büyürsem. Siyonist öldürücem sonrada şehit olucam." Küçücük bir çocuğun hayaliydi bu. Gazze'de büyümek bile aslında bir hayaldi. Büyürse olacaktı. Burada hayat çok kısaydı. Bir bombaya veya başka bir şeye bakıyordu. En zoru da müslüman kardeşimiz yardım eli uzatır diye baktığında onun da elinde sana doğrultulmuş bir silah görmekti.

 

Elini tuttum ve onu kucağıma aldım. "Evet. Tabikide sende benim gibi bir mücahide olacaksın. İsmin ne bakalım senin?" Minik elleri ile peçeme dokunup onunla oynuyordu.

 

"Mücahide benim ismim." Gülümsediğimde o da bana bakarak gülümsedi. "Benim ablamda senin gibi peçe takıyordu. Ama o da şehit oldu. Bende onun ve senin gibi peçe takıp savaşıcam." Elini silah şeklinde yapıp etrafa bir kaç el ateş eder gibi yaptı.

 

"Tabiki de olacaksın Mücahide. İsmin bile savaşmaktan geliyor. Çok güzel bir Kassam olacaksın sen." Bana bakarak kafasını salladı. Çok konuşkan sanmasam da konuşkan bir kız çocuğu gibiydi.

 

"Sen hiç Mescid-i Aksa'ya gittin mi?" Başımı iki yana salladım.

 

"Hayır. Maalesef bana gitmek nasip olmadı."

 

"Ben gittim. Çok güzeldi. Hemde orda namaz kıldım ben."

 

"Maşallah ne kadar güzel. Biliyor musun ben daha yeni Filistin'e geldim." Gözlerini kocaman açarak bana baktı. Ben bile bu kadar fazla tepki vermemiştim.

 

"Nee? Ne zaman geldin? Nasıl geldin?" Onun kıvırcık saçlarından öptüm ve yürümeye devam ettim. O kucağımdayken hem etrafı kontrol ediyordum hemde onunla konuşuyordum.

 

"Bir ay bile olmadı. Nasıl geldiğime gelirsek burdan birisi ile evlendim ve buraya geldim. Sonra da savaşmaya başladım." Çok meraklı bir kız gibi hemen yandan yandan güldü.

 

"Kiminle evlendin? Yakışıklı mı? Senin gibi çok güzel gözleri olan bir abla ile zaten kesin yakışıklı bir abi evlenmiştir." Kaşlarıno kaldırarak bana muzip bir şekilde baktı. Bende ona bakarak güldüm. Savaşın ortasında açan minik bir çiçekti o. Bütün savaşın yükü omuzlarında olmasına rağmen neşesini asla kaybetmemişti.

 

"Evet çok yakışıklı. Hemde çok. Biliyor musun? Bizde daha yeni evlendik." Eli ile ağzını kapattı ve şaşırmış bir şekilde bana baktı.

 

"O zaman senin bebeğin vardır?" Utangaç bir şekilde güldüm ve ona bakarak başımı iki yana salladım.

 

"Hayır. Bir bebeğimiz yok. Allah nasip etmedi. Ama inşallah şehit olmak için buradayız." Anlamış gibi kafasını aşağı yukarı salladı.

 

"Anladım. İnşallah Cennet'te benim gibi güzel bir kızınız olur." Kendi güzelliğinin farkındaydı. Onunla konuşurken yüzümdeki gülümseme asla silinmemişti.

 

"İnşallah Mücahide. İnşallah senin kadar güzel bir kızımız olur." Onu kucağımdan indirdim ve elini tuttum. O yanımdaydı ve beraber etrafı kolaçan ediyorduk. Arada bir eli silahımın ucuna gidiyor ve orayı uzun uzun inceledikten sonra yeniden benimle sohbet ediyordu. Kafamı ona doğru çevirdim ve o da bana baktı. "Abdullah Galip Bergusi'yi biliyor musun?"

 

Heyecanla yüzüme baktı. Neredeyse ağzı kulaklarına varacak şekilde gülümsedi. "Evet onu biliyorum ve onun hayranıyım. Çok işgence çekmiş ama asla yenilmemiş. Gerçek bir aslan gibi aynı Ahmet İsmail Hasan Yasin ve Abdülaziz El Rentisi gibi onu da çok seviyorum ben. Annem ve babam beni hep onlar ile büyüttü. Onlar gerçek bir mücahitler." Bir çocuk mücahitler ile büyürse onun da sonu o mücahitler gibi olacaktı inşallah.

 

"Maşallah ne güzel büyütmüşler seni. Evet onlar gerçek mücahitler. Onlar iki milyar müslümandan Allah'ın izniyle daha müslümanlar." Onun ile biraz daha ilerledikten sonra doktor üniforması ile ileriden bize doğru gelen annesini gördüm. Mücahide'de annesini görmesi ile zaten beni unutup çok hızlı bir şekilde annesine koşarak sarılmıştı. Belkide benimle geldikten sonra annesini bir daha göremeyeceğini düşünmüştü. Çünkü Filistin'de hayat zaten böyleydi. Her zaman yarım.

 

Doktorun yanına gittim ve selamımı verdim. Kadın selamımı aldıktan sonra bana teşekkür etti ve Mücahide ile beraber gittiler. Belki de ilerde inanılmaz şeyler yapacak küçük bedenler burada maalesef ölüme terk ediliyordu. Etrafı biraz daha inceledikten sonra ikinci kata çıktım. Burada tedavi gören hastalar vardı. Çoğunlukla hepsinin bir uzvu kopmuştu. Onlara bakarken bile içim çok kötü olmuştu. Bakmak bile bu kadar acı verirken yaşamak ne kadar zordu.

 

Katı gezeceğim sırada arkamdan bir kadının çığlığını duymam ile hemen arkamı döndüm. Bir kadın elinde küçük bir bebeği tutuyordu ama bebeğin kafasının yarısı kadının diğer elindeydi. Görüntü karşısında ne yapacağımı bilemesem de hemen kadının yanına gittim. Belki bir derdine çare olabilirdim. Koşarak gitmem ile kadın da hemen bana baktı ve o da bana doğru hızlıca koştu.

 

"Ne olur kefen bulamıyorum kızıma. Yardım et." Çocuğuna kefen bulabilmek için çırpınan bir annenin çığlıklarını duymayan insanlık, müslümanlar nasıl hesap verecekti.

 

Etrafıma baktığımda hiç bir yerde bir kumaş parçası bile bulamadım. Aklıma gelen şey ile hemen hareket ettim. "Beni bekle hemen geleceğim." Kadın sadece kafasını salladı ve elindeki parçalanmış bebeğini göğüsüne bastırdı. Etrafıma bakarak hızlıca koştum.

 

Tam koridoru döneceğim sırada erkek bir doktor karşıma çıktı. Onu durdurdum ve "Kefen var mı?" Adam üzüntü ile başını iki yana salladı.

 

"Bedenlerin çoğu insanların bulduğu kumaşlara sarılıyor. Kefenimiz yok." Doktor gideceği sırada onu yeniden durdurdum.

 

"Makasınız varsa hemen verir misiniz?" Adam ilk önce ceplerini kontrol etse de bir şey bulamayınca bana bir dakika dedi ve bir odaya girdi. Çıktığında elinde makas vardı. Teşekkür ederek hemen makası aldım ve kadının yanına koştum. Kadın titreyerek beni bekliyordu.

 

"Bulamadın mı?"

 

"Kefen yokmuş. Örtümün ucunu tut zaten çok uzun. Bebeğine göre kes ordan ve onu kefen yap." Kadın ağlayarak bana baktı ve ilk önce kafasının yarısı parçalanmış bebeğini bana verdi ve elimdeki makası aldı.

 

"Allah senden razı olsun kardeşim."

 

"Amin. İnşallah senden de." Bebeğe bakmaya gücüm yoktu. Bir bebeği koruyamayan İslam dünyası Mescid-i Aksa'yı zaten satmış demekti. Kadın ihtiyacı kadar örtümden kestikten sonra beraber bebeğini kefenledik. Kadın yeniden teşekkür ettikten sonra aşağı kata indi ve gözden kaybolmuştu.

 

Katı biraz daha gezdikten sonra aşağı geri indim ve bu sefer Hafsa'yı aramaya başladım. Ağlayan bebeklerin, koşuşturan insanların, ağıt yakan ciğerleri yanık annelerin, babaların, kan kokusunun kapladığı bir çok yerden geçtim. İnsanlar artık bitmiş durumdaydı. Kendi topraklarında huzur bulamamışlardı. Acıyıp ülkelerine aldıkları yahudiler yüzünden öldürülmüş, tecavüze uğramış ve topraklarından edilmişlerdi. Peki neden? Salak saçma ellerindeki kitapları yüzünden. Hangi din sadece tek bir halkı üstün tutarak diğerlerini aşağılardı ki? O zaman bu adaletli olmazdı. Yahudilikte eğer soydan yahudiysen kabul edilirdin. Onlarda sonradan dine girenler kabul edilmezdi. Gördüğüm en aşağılık dindi. En aşağılık insanların en aşağılık dinleri.

 

Peki İslâm bu kadar güzel iken neden İslam'a sahip çıkan müslüman yoktu. Adamlar uydurma kitaplarına uymak için can alırken kardeşinin canı alınırken nasıl müslüman bu kadar sessiz kalabilirdi? İşte o zaman müslüman değil münafık olurdu. Hattâ kâfir. Tek duam yahudinin kahrolması için değildi. Başında örtüsü, cübbesi olupta, alnı secdeye değmesine rağmen hala yahudiyi tutan güya müslümanlar içindi. İnşallah yaptıkları hiçbir ibadet kabul olmazdı. Zaten kafir kafirliğini yapıyordu. Müslümanlar ise münafıklık peşindeydi. Neyse ki münafik cehennemlikti.

 

Biraz daha ilerledikten sonra Hafsa'yı gördüm. O da etrafına telaşlı telaşlı bakıyordu. Ona doğru yürüdüğümde beni fark etti ve o da bana doğru hızlı adımlar atmaya başladı. Yanına geldiğinde gözleri örtüme takıldı.

 

"Örtüne ne oldu?" Kesilmiş kısmı eline alarak baktı.

 

"Küçük bir bebeğe kefen oldu." Gözleri hemen dolmuştu. Küçücük bir bebeğin suçu ne olabilirdi? Filistinli olması mı? İşte adaletsizlik burada başlamış ve devam ediyordu.

 

"O inşallah cennette."

 

"İnşallah Hafsa'm." Elini omuzuma atarak beni tuttu. Neden böyle hir şey yaptığını anlamasam da bende diğer elini tuttum.

 

"Dilay. Ömer abi gil çatışmaya girmiş. Siyonistler dron ile canlı yayın açmış. Üç kişiler. Karşılarında ise bir ordu var. Şehadet çok yakın kardeşim." Olacakları biliyordum. Şehadete giden bir eşim vardı benim. Onun şehadete ulaşacağınıda biliyordum. Ama kalbimde ki bu sızı beni mahvediyordu. Biraz Hafsa'ya dayandım. Dizlerimin bağları çözülecek gibi olmuştu. Allah'a sığınmaktan başka bir seçeneğim yoktu. Allah yolunda şehit olacak olan eşime ağlamak istemiyordum ben. Onun en güzel makam ile beni bekleyeceğini biliyordum.

 

"Allah en büyüktür. Çatışmaya bakalım kesin buraya da geleceklerdir. Hazırlıklı olalım. Çocukları ve kadınları daha korunaklı alanlara alsınlar" Hafsa'dan ayrıldım ve silahımı elime aldım.

 

"İlk girdiğimiz yere git orada ki küçük televizyonda yayındalar." Kafamı salladım ve dediği yere doğru ilerlemeye başladım. Kalbimin sesi etrafımdaki seslerden daha fazlaydı. Ne kadar yürüdüm bilmiyorum ama Hafsa'nın dediği küçük televizyonu görmüştüm. Bir kaç kişi daha çatışmayı izliyordu. Üç kişiydiler demişti Hafsa ama biri yerde şehit düşmüştü. Yüzleri görünmüyordu. Kefiye ile yüzleri kapalıydı hepsinin. İnsanları biraz itekledim ve Televizyonun dibine kadar yaklaştım. Çatışma çok ateşliydi. Kassamlar ellerindeki bütün imkanları kullanır gibi şehadete gidiyorlardı.

 

Siyonistlerden atılan bir bomba ile o iki Kassam'da kanlar içinde yere düştüler. Her ikisinin de eli şehadet parmağı ile yukarı kalktı ve ardından geri yere düştü. Beyaz kefiyeleri kıpkırmızı olmuştu. Dizlerimin bağı kopmuştu sanki. Ellerim ile önümdeki masaya tutundum. Etrafımdaki insanlar sadece 'Allah şehadetlerini kabul etsin. Bizlere de nasip et' diyerek dua ediyordu. Şehadeti isteyen bir halkı ölüm ile korkutmak çok salakçaydı.

 

Arkamı döndüm ve etrafımdaki insanlara baktım. "HERKES KADINLARI, YAŞLILARI, ÇOCUKLARI VE YARALILARI KAPILARDAN UZAKLAŞTIRSIN! DURMAYACAKLAR BURAYADA GELECEKLER! ELLERİNDE SİLAHLARI OLANLAR HARİÇ KİMSE KAPILARA YAKLAŞMASIN!" Bağırmam ile insanlar hemen harekete geçti. Bende onlara yardım ederek çocukları ve kadınları güvenli bir yere taşıdım. Şehit bedenleri ise aileler kendileri taşıdılar. Herkes bütün giriş kapılarında uzaklaştığında geri Hafsa'yı buldum.

 

"Hallettiniz değil mi?"

 

"Evet. Herkes hazır mı?" Kafasını sallayarak beni onayladı ve ikimiz beraber dışsrıya çıktık. Beş kişiydik silahlı olarak. Üç erkek Kassam önce çıkmamıza izin vermemişti. Üçü öndeydi biz ise onların arkalarındaydık.

 

Çok fazla gelen geçen olmasa bile minik bir sinek bile bizim için tehlikeydi. Uzun bir süre bekledik. O uzun süre bana bir ömür gibi gelmişti. Ömer şehit olmuş olabilirdi. Kalbimin dayanacak gücü kalmamıştı. Göğüsümde ki acı geçmek bilmiyordu. Sanki tek çaresi kalbimi sökmek gibiydi. Hiç bir yere saldıramadım, bağıramadım, ağlayamadım. Bütün acımı içime atmak zorundaydım. Çünkü içeride bana emanet olan bir çok can vardı. Beklerken bazen sanki ruhum bedenimden çıkar gibi oluyordu. Hissizleşiyordum ama geri kendime geliyordum. Gözlerim sürekli doluyordu ama ağlayamadan geri gidiyorlardı.

 

En sonunda bir araç çok hızlı bir şekilde Hastaneye girdiğinde hepimiz araca baktık ama hiç birimiz öne doğru atılamadık. Bir tuzak olabilirdi. Silahımı iyice kaldırdım ve arabadan çıkacak kişileri beklemeye başladım. İlk önce sürücü koltuğundan çok tanıdık birisi indi ve hemen yüzünde ki kefiyeyi açtı.

 

Yüzünün her tarafı kanlar içinde kalmış bir şekilde Mücahit bana baktı. O an anladım. Gitmişti. Beni verene kurban olmuştu. Silahımı hemen indirdim ve koştum. Ona ulaşmak bu kadar zor olmamalıydı benim için. Ama çok uzak gelmişti. Yada ben gerçekten kaçmak istemiştim. Yanına vardığımda beni omuzumdan tuttu ve doktorlardan bir sedye istedi. Yanımızda bir sürü Kassam vardı ama hepsi ilk önce bir bedeni getirilen sedyeye koydu. Sonra ise hepsi önümden çekildiler.

 

İşte o an ağladım. Gözlerim sanki şelale gibiydi. Ne durdu nede ben onu durdurdum. Sedyenin üzerinde yatan Ömer'in yanına gittim. Yüzünde tamamen kan ile kaplı bir kefiye vardı. Elimi uzattım ve kefiyeyi yavaşça açtım. Ömer'in gözleri hala açıktı ve sanki en güzel hediyeyi görüyormuş gibi parlıyordu. Kefiyesini yavaşça açtım. Görüş alanıma giren kanlı yüz o kadar güzeldi ki sanki yüzünde nur akıyordu. Dudaklarındaki gülümsemeyi kıskandım. Gözlerinde ki gördüğü hediyeyi kıskandım. Onun o güzel şehadetini kıskandım.

 

Yüzünün yarısı neredeyse yoktu. Eti kalkmıştı ama o yakışıklılığından hiç bir şey kaybetmemişti. Yavaşça eğildim ve kanlı alnından öptüm. Peçeme bulaşan kanını sevdim. Ben onun olan her şeyi sevdim. Yavaşça eğildim ve kulağına yaklaştım.

"Oldun Ali'm. Beni verene kurban oldun. Allah şehadetini kabul etsin ve en kısa zamanda da bizlere de nasip etsin inşallah." Geri yanından doğruldum ve yavaşça açık olan gözlerini kapattım. Gözlerimden damlayan yaşlar yüzündeki kanlar ile karışıyordu. Ellerim ile yaşları sildim ve onun kapalı olan gözlerinden öptüm.

Mücahit'e baktım. O da bana bakıyordu ve gülümsüyordu. Bende ona gülümsedim. Alnımızın akıyla Allah yolunda bir şehit daha vermiştik elhamdülillah. Tam Ömer'e döndüğüm sırada gördüğüm siyonist askeri ve silahı ile hemen bağırdım. Herkes ne olduğunu anlamıştı ama o pislikte anlamıştı. Yavaşça duraklarım aralandı. "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh." Son sözlerim ve son gördüğüm bana doğru gelen bir kurşundu. Zaman bitmişti. Duam kabul olmuştu. Gelinlikden daha da yakışmıştı bana şehadet. Gözlerimin önünde öyle güzel bir şey vardı ki ağzım kulaklarıma gelecek kadar gülümsedim. Dünyada gördüğüm şey tam gözümün önünde olan bir kurşundu. Ama bana gösterilen şey ise: Kevser havuzu...

 

🍉🍉🍉

 

• Elhamdülillah •

 

 

Evet canlarım. Bir kitabın sonuna geldik. Ama unutmayalım bu sadece bir hikaye değil. Çünkü Filistin bir hayal kurgusu değil. 1948 den beri devam eden ve daha da öncesi olan bir soykırım. Yunanlar 500 yıl önce kaybettikleri İstanbul'u hala korur ve isterken sen 100 yıl önce kaybettiğin Kudüs'e nasıl sahip çıkmazsın. Tek demek istediğim lütfen kimin tarafında olduğunuzu sadece diliniz ile değil yaptıklarınız ile de belli edin. Çünkü Filistin bir müslümanın İman davasıdır. Peki imansız müslüman olur mu?

 

 

 

Bölüm : 13.12.2024 00:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...