Yeni Üyelik
35.
Bölüm

33.Armageddon

@mr.cb97

~Jisung

 

Sabahın erken saatlerinde gözlerimi açtığımda Minho'nun evindeki sessizliğin garip bir huzur verdiğini fark ettim. Yanımdaki boş yastığa baktım. Minho çoktan kalkmış olmalıydı. Saate göz ucuyla baktım; acele etmeliydim. Chan ile buluşmak için bir süre sonra dışarı çıkmam gerekiyordu.

 

Hazırlanmak için yataktan kalktım. Salonun kapısını araladığımda, mutfaktan gelen hareket sesleri dikkatimi çekti. Minho kahvaltı masasına bir şeyler yerleştiriyordu. O, küçük ayrıntılara önem verirdi. Ne yaparsa yapsın, hep üzerinde düşünülmüş gibi görünürdü.

 

“Günaydın,” dedim sesim hafif kısık.

 

Başını çevirip yüzünde hafif bir gülümsemeyle bana baktı. “Günaydın. Kahvaltıya yetiştin, otur bakalım.”

 

Gözlerim masaya kaydı; birkaç basit yemek ama her zamanki gibi özenle hazırlanmıştı. Ona her baktığımda hissettiğim o tuhaf sıcaklık bir kez daha içimi sardı. Ama bugün zihnim Chan’la yapacağım konuşmaya odaklanmak zorundaydı.

 

“Bugün erkencisin,” dedim. Masaya otururken göz ucuyla onu süzdüm.

 

Omuzlarını silkerek sandalyeye yerleşti. “Her zamanki saatimde kalktım. Ayrıca, seni uğurlamak için beklemek istemedim.”

 

“Beni uğurlamak mı?” dedim, kaşlarımı hafifçe kaldırarak.

 

“Evet, Chan’la konuşmanın biraz uzun sürebileceğini tahmin ediyorum,” dedi, gözlerimde kısa bir süre oyalanan ciddi bir bakışla.

 

Bir şeylerin peşinde olduğunu sezmiştim, ama onunla uğraşacak enerjim yoktu. Bu yüzden fazla sorgulamadım. Kahvaltı bittiğinde hızlıca hazırlanıp çantamı aldım. Kapıya yöneldiğimde Minho da arkamdan geldi.

 

“Gitmeden önce,” dedi, cebinden küçük bir kutu çıkararak, “bu senin için.”

 

Şaşkınlıkla kutuyu aldım ve açtım. İçinde, üzerine adımın baş harfleri işlenmiş, zarif bir anahtarlık vardı. Küçük, ama anlamlı. Minho, beni her zaman şaşırtmayı başarıyordu.

 

“Ne gerek vardı buna?” dedim, ama dudaklarımda beliren gülümsemeyi gizleyemedim.

 

“Gerek yoktu,” dedi, hafifçe omuz silkerek. “Ama hoşuna gideceğini düşündüm. Ayrıca… Chan’dan sonra eve döndüğünde seni mutlu görmek istiyorum.”

 

Onun bu inceliği beni her zaman şaşırtıyordu. Cevap vermeden boynuna sarıldım. Minho’nun kolları bana güven veren bir sıcaklıkla doldu.

 

“Teşekkür ederim,” diye mırıldandım.

 

Onun yanından ayrılmak istemesem de Chan ile konuşmam gerekiyordu. Kapıdan çıktım, ama içimde Minho’ya olan hislerim bir kez daha tazelenmiş gibiydi. Bu hisler, Chan ile olan konuşmamı daha da karmaşık hale getirebilirdi, ama ne olursa olsun, kalbimin hangi tarafta olduğunu biliyordum.

 

~Minho

 

---

 

Minho’nun Ağzından

 

Jisung kapıdan çıkar çıkmaz derin bir nefes aldım. Onun Chan’la konuşmak için ne kadar karışık duygular içinde olduğunu biliyordum, ama bunu tek başına çözmesi gerekiyordu. Benim görevim ise, eve döndüğünde ona biraz mutluluk sunmaktı.

 

Masayı toparlarken zihnimde bir plan şekillenmeye başlamıştı. Jisung’un sevdiği şeyleri düşündüm: küçük ama anlamlı detaylar, huzurlu bir ortam, sevdiği birkaç özel yemek… Onun kalbine dokunmak için çok büyük jestler gerekmezdi, sadece düşünceli bir dokunuş yeterliydi.

 

Hemen harekete geçtim. Önce mutfakta birkaç malzemeyi kontrol ettim. Jisung’un sevdiği o özel kurabiyelerden yapmaya karar verdim. Hamuru yoğururken zihnimde, onun gülümseyen yüzü canlanıyordu. Fırına koyduktan sonra evde biraz daha düzenleme yaptım.

Salona birkaç mum yerleştirip ışıkları biraz kısacağım; daha sıcak bir atmosfer yaratmak istiyordum.

 

Sonra, Jisung’un sevdiği şarkılardan bir liste hazırladım. Sessizce çalacak şekilde ayarladım. En son ise, masanın üzerine küçük bir not bıraktım:

 

"Bugün kafandaki karmaşayı çözmek için gittin. Umarım döndüğünde içindeki bulutlar biraz olsun dağılmış olur. Unutma, ev her zaman senin için bir sığınak olacak. Ve ben de burada olacağım."

- L.M.

 

Her şey hazır olduğunda bir an durup evin genel havasını gözden geçirdim. Her şey Jisung’a hitap edecek şekilde düzenlenmişti. Şimdi geriye sadece onun eve dönmesini beklemek kalıyordu.

 

~Jisung

Chan’la konuşmamız, beklediğim kadar uzun ve yoğun geçmişti. Onunla her zaman aramızda bir bağ vardı, ama Minho ile olan bağım farklıydı. Chan da bunun farkındaydı. Konuşmamızın sonunda beni destekleyen bir gülümsemeyle, “Minho senin için doğru kişi,” demesi içimi bir nebze rahatlatmıştı.

 

Eve dönerken kalbim hâlâ karmaşıktı, ama Minho’nun varlığı, her şeyin yoluna gireceğine dair bir umut veriyordu. Kapıyı açıp içeri adım attığımda, salonun yumuşak ışıkları ve yayılan vanilya kokusu beni karşıladı. Gözlerim, masanın üzerindeki notu buldu. Okudukça içimde bir şeylerin çözülmeye başladığını hissettim.

 

Minho, mutfakta bir şeylerle uğraşıyordu. Ayak seslerimi duyunca döndü. Yüzündeki sıcak gülümseme her zamanki gibi beni sarıp sarmaladı.

 

“Hoş geldin,” dedi sakin bir sesle.

 

“Minho…” Ne diyeceğimi bilemedim. O, her şeyi benim için düşünmüştü. Kurabiyelerin kokusu, hafif müzik, mumların ışığı... Bu, onun sevgisini ifade etme biçimiydi ve içimde ona olan duygularımın daha da derinleştiğini hissediyordum.

 

Hiçbir şey söylemeden yanına gittim ve ona sarılarak, dudaklarına küçük bir öpücük kondurdum. Bu öpücük, Chan’la olan bağımı değil, Minho’yla olan sevgi dolu ilişkimi perçinliyordu.

 

“Teşekkür ederim,” dedim, başımı omzuna yaslayarak.

 

Minho, saçımı hafifçe karıştırıp gülümsedi. “Benim işim bu. Seni mutlu etmek.”

 

O an, Chan’la olan konuşmamın sonucunun ne olduğunun artık çok da önemli olmadığını fark ettim. Çünkü her şeyin merkezinde Minho vardı. Ve bu, yeterince güzel bir sondu.

 

 

 

 

 

Loading...
0%