@mr.cb97
|
28. Bölüm
Sabah, hafif bir kuş cıvıltısı ve sobadan gelen çıtırtılarla uyandım. Baran hâlâ yanımdaydı. Kolları belimdeydi, sıcak nefesi boynumu hafifçe gıdıklıyordu. Onun yanımda olmasının verdiği güvenle içimden derin bir nefes aldım. Gece olanların etkisi silinmiş gibiydi.
Yavaşça kımıldadım, ama Baran hemen gözlerini araladı. Göz göze geldiğimizde yüzünde hafif bir gülümseme belirdi.
"İyi uyudun mu?" diye sordu, sesi hâlâ uykulu ama yumuşacıktı.
"Yeterince," dedim gülümseyerek.
Bir an sessizlik oldu. Baran'ın gözleri yüzümde dolaştı, sanki sabah ışığında beni ezberlemek istiyormuş gibi. Sonra aniden doğrulup esnedi.
"Hadi, kahvaltı yapalım," dedi enerjik bir şekilde.
"Bana mı hazırlayacaksın?" diye sordum hafifçe alay ederek.
"Senin gibi birine layık olabilecek bir kahvaltı hazırlayamam belki, ama elimden geleni yaparım," dedi, göz kırparak.
Kahkahamı bastıramadım. "Tamam, o zaman ben yardım edeyim."
Baran, mutfağa doğru yöneldiğinde küçük kulübede bu kadar huzurlu bir atmosferin nasıl mümkün olduğunu düşündüm. Burası küçüktü, sade bir soba, birkaç tabure ve masa dışında pek bir şey yoktu.
Beraber dolabı açıp birkaç malzeme çıkardık. Peynir, zeytin, reçel ve biraz ekmek bulduk. Baran bir yandan çayı ocağa koyarken diğer yandan ekmekleri sobanın üzerinde kızartmaya başladı. Onun mutfakta bu kadar ciddiyetle çalışmasına bakarken gözlerimi ondan alamadım.
"Ne oldu?" dedi, bana dönüp kaşlarını hafifçe kaldırarak.
"Seni izliyorum," dedim, dürüst bir şekilde. "Beni böyle mutlu edebilmen inanılmaz."
Baran yüzünü buruşturdu, ama gözlerindeki sıcaklık her şeyden belliydi. "Bunu bir yetenek olarak yazabilir miyim?"
"Tabii," dedim gülerek. "Ama bir daha beni korkutursan, yeteneğini elimden alırım."
Çaydanlığın fokurdamasıyla ikimiz de odaya yayılan sıcak çay kokusuna doğru döndük. Masayı hazırlayıp kahvaltıyı ortaya koyduğumuzda her şey mükemmel görünüyordu.
"Afiyet olsun, kraliçem," dedi Baran, ciddi bir ifadeyle taburesine otururken.
"Kendine kral dedirtmek için fena bir girişim değil," dedim, onu taklit ederek.
Kahvaltı boyunca sohbet ettik, birbirimize çocukluk anılarımızı anlattık. Birbirimizi daha iyi tanımamız gerekiyordu. Bazen kahkahalarımız kulübenin duvarlarını doldururken, bazen de derin, sessiz bir anın içinde kaybolduk. O an fark ettim ki, mutluluğun gerçek tanımı buydu: Paylaşılan kahkahalar, sıcak bir çay ve en sevdiğin insanın yanındaki sessizlik.
Baran, son lokmasını yuttuktan sonra sandalyesini geri itti ve yüzüme bakarak, "Biliyor musun, Nara? Hayatımda ilk kez bir yerin gerçek bir ev gibi hissettirdiğini düşünüyorum. Sebebi sensin," dedi.
Gözlerim doldu, ama sadece ona gülümsedim. "Sen de benim için aynı şeyi yapıyorsun, Baran."
O sabah, kulübenin küçük masasında, bir ömre yetecek kadar mutluluk biriktirdiğimizi hissettim.
Kahvaltıdan sonra, masayı birlikte topladık. Baran’ın neşeli hali hiç değişmiyordu. O bulaşıkları yıkarken, ben masayı sildim. İşleri bitirdiğimizde bana döndü ve elini uzattı.
“Biraz yürüyüş yapalım mı? Hava güzel gibi görünüyor.”
Ona gülümseyerek uzattığı eli tuttum. “Hadi gidelim.”
Kulübeden çıktığımızda, güneş ışığı ormanın arasından usulca süzülüyordu. Sabahın serinliği hâlâ hissediliyordu ama güneşin sıcaklığı bu soğukluğu dengeliyordu. Kuş cıvıltıları ve hafif bir rüzgarın yapraklarla dans edişi, etrafımızı sakin bir huzurla doldurmuştu.
Baran, önümden yürüyüp yolu açarken arada bir dönüp bana bakıyordu. “Çok sessizsin, Nara. Ne düşünüyorsun?”
“Burası... burası çok güzel,” dedim, etrafıma bakarak. “Doğanın bu kadar huzur verici olabileceğini unutmuşum.”
“Bence doğa değil, burayı güzel yapan sensin,” dedi Baran, göz kırparak.
Ona omuz atar gibi yaptım. “Sözlerinle beni şımartıyorsun.”
Birlikte ilerlerken Baran ara sıra eğilip yerdeki kuru dalları topluyordu. “Belki geri dönerken ateş için birkaç tane lazım olur,” dedi, açıklama yapar gibi.
“Sen gerçekten her şeyi düşünüyorsun,” diye mırıldandım gülerek.
Bir süre daha yürüdükten sonra, ormanın biraz daha açık bir bölgesine ulaştık. Burada, ufak bir dere hafifçe akıyordu. Baran durup elini suya uzattı. “Buz gibi!” dedi gülerek.
Ben de yanına oturdum, ayakkabılarımı çıkarıp ayaklarımı suya soktum. Soğuk su, tenime bir şok gibi çarptı ama aynı zamanda hoş bir rahatlama sağladı. Baran da yanıma gelip oturdu, suyun üzerine eğildi ve elini başının altına koyarak bana baktı.
“Bazen... böyle anlarda, zamanın durmasını isterim,” dedi Baran, gözlerini benden ayırmadan.
Gözlerimi ona çevirdim. “Bu kadar güzel bir andan daha iyisi olabilir mi?”
“Belki,” dedi gülümseyerek. “Ama emin olduğum bir şey var: Seninle olduğum sürece her anın daha da güzelleşeceği.”
Cevap vermedim, çünkü kelimeler bu anı anlatmaya yetmezdi. Sadece gülümsedim ve başımı hafifçe onun omzuna yasladım.
Bir süre sessizce oturduk. Dere sesi, kuşların cıvıltıları ve rüzgarın yapraklardaki hışırtısı bizi sarıp sarmalamıştı. Baran aniden ayağa kalktı ve elini bana uzattı.
“Tamam, yeterince dinlendik. Daha keşfedeceğimiz çok yer var,” dedi.
“Peki, ama bu sefer sen benim hızımı takip et,” dedim, ayağa kalkarak.
“Anlaştık!” dedi gülerek.
Birlikte ormanın derinliklerine doğru yürümeye devam ettik. Her adımda, onun yanımda olmasının verdiği huzurla daha çok mutlu oluyordum. Orman, geçmiş ve geleceğimizden kaçtığımız bir yer olmaktan çıkmış, bizim küçük dünyamız haline gelmişti.
🖇Fazla romantik gibi oldu, ama olaylar yakında başlayacak...🖇
|
0% |