Yeni Üyelik
15.
Bölüm

Bastırılan Duygular Er Ya Da Geç Patlarlar.

@mranayavuz

15. Bölüm: Bastırılan Duygular Er Yada Geç Patlarlar.

*Yaralı ruhumdan akan kan da boğulmayı beklemeyecek, o yarayı saracaktım. Akan kan durana kadar. Belki de defalarca başarısız olacaktım ama ben… Ben iyileşecektim.*

“Cenazeden iki gün sonra.

Bade ve Ozan ne kadar yanımda kalmak isteseler de babam onun yanımda olduğunu söyleyerek buna izin vermemişti. Çünkü biliyordu ki bir kere kalmaya başlasalar uzun süre gitmeyeceklerdi. Saat gecenin kaçıydı bilmiyorum. Babam çoktan yatmıştı. Aslında ben de yatmıştım. Erken bile yatmıştım. İlacın yan etkileri sağolsun uykudan başımı kaldıramıyordum. Fakat rüya alemi bana iyi davranmamıştı. Anneannemi öldürmüştüm rüyamda. Yemeğine zehri ben katmıştım. O ölürken gülümsemişti dudaklarım. Son nefesini verdikten sonra gülmeye başlamış, kahkahalarım acı çığlıklarına dönüşmüştü. Ter içinde nefes nefese kalktım yataktan. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken sersem gibiydim. Yatağımdan kalkıp hızla odamdan çıktım. Alt katın ışığı her gece yanık dururdu. Uzaktaki merdivenlerden ışığı gördüğümde koşarak alt kata indim. Nefes alamıyordum. Titreye ellerimi başımın iki yanına koydum. “Be-ben öldürmedim. Yapamam ki ben. O-o ben değildim.” Nefesim daha da daralırken ellerimi boğazıma götürdüm. Tüm oksijeni kim almıştı? Ağzımdan nefessiz kaldığımdan dolayı çıkan iniltilerle birlikte kendimi dışarı attım. Çıplak ayaklarım çimenlerle buluşurken bahçe de dolanıyor, nefes almaya çalışıyordum. Ufak ufak çektiğim nefes yetmiyordu. Aklıma kabusumdan sahneler geldikçe ağlamam artıyordu. Öyle ki bazı saniyeler ufak nefeslere bile muhtaç kalıyordum. Başım dönmeye, ayaklarım uyuşmaya başlamıştı. Önce Anneannemin, sonra da kendimin mi katili olacaktım? Nefes neden alamıyordum? Ben de mi zehirlenmiştim? Sıra ben de miydi? Ayaklarım birbirine dolanıp yere sertçe düştüğümde acıdan bağıramamıştım bile. Yerde, ellerim boğazımdaydı. Yaşıyordum. Yanaklarımdan süzülen yaşlar hissettiriyordu hala. Ayın parlaklığını sarı saçlar kapattığında yardım dilenircesine baktım mavi gözlerine. Yusuf abi beni kollarımdan tutarak zorla oturtup sarstı. “Sakinleş Aden. Oksijen var. İçine çek.” O benimle nefes egzersizleri yaparken ona ayak uydurmaya çalışıyordum. Yavaşça boğazımda olan ellerimi çekti. “Bak. Kendini yine kendin boğuyorsun. Ne oldu bilmiyorum ama bu da geçecek kardeşim. Sakin ol. Biz yanındayız.”

Bir süre daha beraber nefes egzersizi yaptıktan sonra halsizleştim. Yusuf abi beni kendine çekip sıkıca sarıldığında gözyaşlarım yavaşça süzülmeye devam ediyordu. “Rü-rüyamda onu ö-öldürüyordum.” Titrek bir nefes aldım. “Yemin ederim ben bir şey yapmadım. Ben ona kıyamam.”

Saçlarımda gezindi eli. “Biliyorum. Sakinleş. Sadece bir kabustu. Bilinçaltının oyunlarına yenilme.” Çekilip önüme düşen saçımı kulağımın arkasına koydum. Göz altları hala mordu. O da beter bir haldeydi. Ne kadar dik durmaya çalışsa da gözlerinden anlıyordum. “Sen neden buradasın?”

Evi işaret etti. “Mertle yolladı annem. Biraz toplamamız için. Bu gece yeni gelen koltuklarda kalalım dedik. Bir kaç işim kalmıştı holdingden onları halletmeye kalkmıştım. Kahve yaparken camdan gördüm seni. İlk başta yalnız kalmak istediğini düşünüp gelmedim ama nefes alamadığını geç fark ettim.”

Yalandan gülümsedim. “Desene seni de işinden ettim.”

Başını iki yana salladı. “Hiç önemli değil.”

Ayağa kalktığımda o da benimle kalktı ayağa. “Eve geçsem iyi olur. Teşekkür ederim.”

“Önemli değil. Ne zaman ihtiyacın olursa çaldırman yeterli.”

Başımla onu onayladım. “İyi geceler.”

“İyi geceler.”

Cenaze günü.

Kum saati çevrildi, süren başladı.

Neyin süresiydi bu? Daha da önemlisi sürem bitince ne olacaktı? Gözlerimi kapatıp sakinleşmeye çalıştım. Korkmamalıydım. Göğsümde hızla büyüyen o kara deliği durdurmalıydım. Korku benim düşmanımdı. Korku kaybetmeye mahkum olanların dostuydu ve benim artık kaybetmeye niyetim yoktu. Gözlerimi açıp kağıda tekrar baktığımda ellerimin titrediğini gördüm. Yutkunup derin nefesler almaya çalıştım. Bu kağıt cebime nasıl girmişti? Nasıl fark edememiştim? Kim koymuştu? Amacı neydi? Bu kadar oyun yeter.

Hesabın profiline tıklayıp engelledim. Çocukça bir oyundu. Yağmurun işi bile olabilirdi. İnsanlar kendi kahkahaları için başkalarının gözyaşı dökmelerine dünden razılardı. Bu sefer bu oyunlara gelmeyecektim. Bir kere yıkıldığımı herkes görmüştü ve insanlar bir kere yıkılanların daha kolay yıkılacağını düşündüğünden daha çok saldırırdı. Fakat yanılırlardı çünkü bir kere sert düşenler, düşmemek için herkesi düşürebilirlerdi.

Ayağa kalkıp kağıt avucumdayken elimi masaya vurarak bıraktım kağıdı. Aptal insanlar. Onlara söyleyebileceğim bir sürü kelime vardı fakat bunca yaptıklarından sonra bile o kelimeleri hak etmiyorlardı.

Üzerimdeki kıyafetleri çıkarıp dolaptan bulduğum pijamaları üzerime geçirip yatağıma girdim. Sabah tekrar sakinleştirici almıştım ve Ömer’in pek sevgili babasının dediğine göre uyku, yan etkilerden biriydi. Üzerimdeki ağırlık artarken kendimi yatağın üzerine yüzüstü bıraktım. Daha bugün yaşadığım şeyleri düşünemeden bilincim hızlıca kapandı.

1 hafta sonra.

“Uyan artık uykucu!” Yorganımı biraz daha başıma çektim. “Ayı gibi saklanıyor birde.” Üzerimdeki yorganı hızla çekilirken sinirlerim hızla tavana ulaşmıştı.

“Ayılar saklanmaz Ozan. Eğer biraz daha zorlarsan ayıların neler yaptığını üzerinde göstereceğim.” Bacaklarımı kendime çekerek yatmaya devam ettim.

“Hadi güzelim kalk. Bak Zümrüt gözlüm ne güzel kahvaltı hazırlamış. Valla yemeyen bin pişman, demedi deme.”

“Ozan.“ Sinirle bir nefes çektim. “Sana yalnız kalmak istediğimi söylemiştim.”

”Evet. İki gün önce seni sen istediğin için yalnız bıraktık ve tüm gün yatağından çıkmadım. O hataya bir daha düşmeyeceğiz Adenciğim. Sen, senin için neyin gerekli olduğunu bilmiyorsun.”

Öfkeyle başımın altındaki yastığı ona fırlattım. “Sanki sen çok biliyorsun salak!” Dağınık saçlarımla yatakta otururken gözlerimin dolduğunu fark ettim.

Ozan yastığımdan gülerek kurtulduğunda kaşlarını çatarak yaklaştı yüzüme. “Sen ağlıyor musun?” Şefkatle yanıma otururken dağınık saçlarımı karıştırdım. Son günler de en ufak şeye gözlerim doluyor, saatlerce ağlıyordum. Eh. Bastırılan duygular, er yada geç patlayacaktı.

Dolan gözlerimi sildim. “Ne bileyim ben ya.” Kapıyı işaret ettim başımla. “Tamam sen git. Ben geleceğim birazdan.”

Ozan gözlerimin içine endişeyle baktı. “İki dakikan var.”

Yalandan gülümsemeye çalıştım. “Abartma Ozan.”

Tek kaşını kaldırıp kapıyı işaret etti. “Kapıda beklesem?”

Başımı iki yana salladım. Sert bir ifadeyle bana bakıp işaret parmağını suratıma doğrulttu. “Bana bak bu seferki ağlaman da yanında olmazsam sabahları seni soğuk su dökerek uyandırırım.”

“Tamam hadi.” Diyerek tek elimle onu ittirdiğimde pembe önlüğü ile yatağımdan kalkıp odadan çıktı. Kapının dışından “Beş dakika.” Diye bağırdığını duyunca dudaklarımda ufak bir tebessüm hayat buldu. Başıma giren ağrılar ağlama isteğimi tetikliyordu. Sakinleştiriciyi iki gün daha almış ve devamında bırakmıştım. Hayatımın kalanını sakinleştirici ile geçiremezdim. Sorun şu ki bıraktığımdan beri baş ağrıları da benim peşimi bırakmıyordu. Yataktan kalkıp dağılan saçlarımı toparladım. Aşağı inmek için odadan çıkıp koridorda yürürken babamın odasından konuşma seslerini duyunca duraksadım. Telefonla konuştuğunu duyabiliyordum. “Elbette anlıyorum. Geleceğim fakat dediğim gibi kızım daha yeni Anneannesini kaybetti. Onun yanında olmam lazım. Kısa bir süreç değil bu, bunu siz de biliyorsunuz. Gelir, hemen dönerdim ama dönüşüm belli değil. Bu yüzden bekletiyorum.” Durup karşı tarafı dinledi bir süre. Oflama sesi buraya kadar gelirken konuşmaya başladığında sesinde çaresizlik yatıyordu. “Ne?! Hayır hayır. Onları biraz daha oyalayamaz mısın? Bu iş şirket için çok önem taşıyor. Böyle Japon ortaklar gökten düşmüyor. Biraz daha oyalayabilir misin?” Kısa bir süre sonra kabullenişin feryadı olan derin bir nefes verme sesi geldi. “Tamam. Deneyeceğim.”

Hızla kapının önünden ayrılıp ses çıkarmamaya özen göstererek aşağıya indim. Bir haftadır babamdan ömrüm boyu görmediğim bir ilgi görüyordum. Buna sevinmem gerekirdi fakat aksine, yokluğu daha çok çarpıyordu sanki yüzüme. Bade, Ozan, Rüzgar ve Yusuf abi sürekli etrafımdaydı. Benimle sohbet etmeye çalışırken aile konularından özellikle kaçındıklarını fark etmiştim. Üstelik benim yanımda annelerinin telefonlarını açmıyorlardı. Gizlediklerini sanıyorlardı ama ben hepsini görüyordum. Maalesef. Yine de yanımda oldukları için şükrediyordum. Yalnız kalmak istiyordum fakat içten içe yanımda olmaları bir yandan da mutlu ediyordu. Kendimi değerliymiş gibi hissediyordum. Bir haftadır eğlenceli müziklerle beni kaldırmaya çalışıyorlardı. Her sabah evime gelirken üşenmiyorlar mıydı?

Alt kata indiğimde herkesin masa da olduğunu gördüm. Ozan beni görünce coşkuyla kaldırdı ellerini havaya. “Şükür be kızım!” Havadaki eliyle Rüzgar’ı işaret etti. “Şu orangutan sen gelmeden yemeğe başlamasın diye ne şaklabanlıklar yaptım biliyor musun?”

Rüzgar’ın dudaklarına götürdüğü çay boğazında kalırken öksürmeye başladı. Ozan sırtına sertçe vururken onu kurtarmak için değil de vurarak öldürmek istiyormuş gibi vuruyordu. “Helal kardeşim benim. Helal.”

Rüzgar sertçe Ozan’a döndü. “Ben mi başlıyordum yemeğe? Sana kalsa Aden’i uyandırmayacaktın bile!”

Ozan sanki beni öldürmesini söylemiş gibi şaşkınlıkla ağzını açıp elini göğsüne koydu. “Yaş iftira! Aman Allahım, ölseydimde duymasaydım böyle bir iftirayı.”

Yusuf abi yaptığı menemeni getirip masaya koyarken gülümsedi. “İftiralarınızdan daha önemli bir şey varsa o da benim yaptığım menemen. Afiyet olsun.” Masa da bana ayrılan yere oturup Yusuf abinin zorlamasıyla menemenden yemeye başladım.

Babam hızlı adımlarla merdivenden inerken kravatını düzeltiyordu. “Baba. Kahvaltıya katılmaz mısın?”

Ayakkabılarını giyerken bana cevap verdi. “Çok acil toplantım var kızım.”

Cevap vermek yerine başımla onu onayladığımda kapıdan çıkacağı sırada dönüp iyi olup olmadığımı kontrol etmek istercesine bana döndü.

Gözlerimle onu onaylayıp uzun zamandır takma gereği bile duymadığım mutluluk maskemi onun için taktım. “İyiyim baba.” Gülümseyip evden çıktığında derin bir iç çektim. Maske takmak bile zor gelmeye başlamıştı.

Kahvaltı bitmiş, çayımızı yudumlarken Yusuf abi bana döndü. “Ee Aden? Okula ne zaman dönüyorsun?”

Yutkunarak geriye yaslandım. Tüm gözler benim vereceğim cevabı beklerken ne demem gerektiğini bilmiyordum. Bir haftadır okula gitmemiştim. Gitmek istemiyordum fakat evde kalmam Anneannemi geri getirmeyecekti. İçimdeki üzüntü evde kaldıkça azalmak yerine artıyordu ve bunu arka plana atacak bir uğraş bulmam gerekiyordu. Anneannem de böyle olmasını, derslerimden geri kalmamamı isterdi.

Başımla onu onayladım. “Yarın başlarım.”

Ozan şaşkınlıkla döndü bana. “Geliyor musun gerçekten?”

Başımla onu onayladığımda Bade boynuma sıkıca sarıldı. “Tüm dersleri sana vermek için not ettim. Beraber telafisini yapalım.”

Rüzgar gülümseyerek bana baktığında aynı gülümsemeyle karşılık verdim. İyi olacaktım. Zorundaydım.

Kahvaltıdan sonra Bade evine gidip ders notları ile geri geldi. Kapıyı ona açtığımda elinde başka bir poşetin daha olduğunu gördüm. “Bu nedir?”

“Annem gün yapmış da. Biz sarma filan gönderdi.”

Cevap vermeme fırsat kalmadan Ozan poşeti Bade’nin elinden aldı. “Firuze teyzem can benim ya!” Firuze teyzenin getirdiklerini sehpanın üstüne yerleştirdikten sonra hep beraber ders çalışmaya başlamıştık.

Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan akşamüstü olmuştu. Cenazeden sonra ilk defa kafamı dağıtacak bir şey yapmıştım ve kendimi daha iyi hissediyordum. Anneannem olsaydı, o da böyle yapmamı isterdi. Babam zile bastığında kalkıp kapıyı ben açtım. Elindeki ceketi asıp dönüp bana sıkıca sarıldı. “Nasılsın kızım?”

“İyiyim baba. Sen? Yorgun gözüküyorsun.”

Başıyla beni onaylayıp geri çekildi. “Seninle konuşmam gerek.”

“Tabi. Buyur.” Dönüp koltukta oturan bizimkilere bakıp gözleri tekrar beni buldu. “Çalışma odamda konuşsak daha iyi olur.”

Salondan çıkıp arka koridorda, en uzakta olan babamın çalışma odasına girdik. Çalışma masasının yanındaki koltuğa oturduğumda babam da yanıma oturdu. Dirseklerini bacaklarına dayayıp ellerini birleştirdi. “Nasıl söylenir bilmiyorum.” Derin bir nefes verdi. “Ama gerçekten çok çabaladığımı bilmeni istiyorum.”

Elimi koluna koyarak konuşmasını kestim. “Biliyorum baba. Bugün seni duydum. Gitmen gerekiyor.”

“İşleri burdan yürütmeye, bir gün dahi olsun geciktirmeye çalıştım. Fakat artık sabırlarının sonuna geldiler. İş için Japonyaya gitmem gerek. Ne zaman dönerim bilmiyorum. Ama gerçekten ben kalmak iste-”

“Baba.” Dİyerek lafını yarıda bölüp gülümsedim. “Seni anlıyorum. Sana kızmıyorum. Ayrıca çok daha iyiyim.” Yalan treni geliyor Aden Demir. “Baya toparlandım. Kendimi çok daha iyi hissediyorum.” Çuff çuff. “Hem… Yarın okula bile tekrar başlıyorum. Ben iyi olacağım baba. Beni dert etme.” Ona artık yük olmak istemiyordum.

Okula tekrar başlayacağımı duyan babamın gözleri ışıldamıştı. “Müdürüne bu güzel haberi bildirmeyi unutmayayım. İyi olduğuna emin misin?” Olmasam ne değişecekti ki?

Başımla onu onayladım. “Uçağın ne zaman?”

Babam gözlerini kaçırdı. “Bu akşam.” Uzanıp ellerimi tutu. “Bir yandan senin can güvenliğin için endişeleniyorum. Nelerin olacağını bilemeyiz. Bu yüzden özel bir koruma tutacağım sana.”

Başımı iki yana salladım. Bu korkunç bir fikirdi. Her yer de. Okulda, dışarıda, evde. Her anımdan babam haberar olacaktı. Herkes başıma gelen bu olayları öğrenecekti. Böyle bir şeyi katiyen istemiyordum. “Yalnız olmuyorum ki baba. Gördün son bir hafta da zaten. Bade, Ozan, Rüzgar, Yusuf abi hepsi sürekli yanımdalar. Kimse yalnız kalmama izin vermiyor. Koruma istemiyorum baba. Okuldakiler nedenini öğrenecektir.”

“Hayatın okuldakilerden çok daha önemli.”

“İstemiyorum dedim.” Kaşlarım çatıldı. “Ya korumasız giderim, ya da hiç gitmem.”

Babam öfkeyle ofladı. “Tamam ama okulunun çevresinde korumalar olacak.” Konuşacağım sıra da elini kaldırarak konuşmamı engelledi ve konuşmaya devam etti. “Gününün yarısı orada geçiyor. İçim bir nebze rahat olsun.”

“Tamam.” Babam bavulunu hazırlamaya geçtiğinde odadan çıkıp alt kata inmiştim. Herkes gözlerini bana dikmiş, benden bir cevap bekliyorlardı. Yanlarına yaklaşıp fısıldadım. “Babamın bir kaç saat sonra uçağı varmış. Japonya’ya gidiyor.”

Ozan gözlerini ve ağzını kocaman açtı. Bade de benim gibi fısıldadı. “Ne zaman dönecek?”

Dudak büküp omuz silktim. “Bilmiyor.”

Ozan ellerini havaya kaldırıp kendine doğru çekti. “Yes be!” Hızla ayağa kalktı. “Bavulumu hazırlamaya gidiyorum. Ali amcacığım gidince haber edersiniz gelirim.”

Kolundan tutup durdurdum. “Dur be bir adamla vedalaş odun.”

Ozan mahcup bir ifadeyle elini dudaklarına götürdü. “Ay pardon. Doğru.”

Bade de heyecanla ayağa kalktı. “Ben de bavulumu hazırliyim.”

Ciddi bir tavır takındım. “Bakın istemiyorsanız gelmeyebilirsiniz. Evde yalnız kalmaktan korkmam.” Korkarım. Hem de deli gibi.

Bade göz devirdi. “Saçmalama Aden. Tabikide yanında kalacağız.”

Rüzgar gülümsedi. “Bizim de taşınma işleri bitti sayılır. Ben de yan evde olacağım.”

Ozan şaşkınlıkla döndü Rüzgar’a. “Ne?” Başını iki yana salladı dehşet içinde. “Yalan söylüyorsun. Hayır. Olamaz.”

Rüzgar eğlendiğini belli eden bir gülümseme taktı dudaklarına. “Oldu bile.” Yalandan şaşırmış gibi yaptı. “Senin haberin yok muydu yoksa?”

“Abi hayır ya!” Diye feryat etmeye başladı Ozan. “Ben bunu kardeşimden uzak tutmaya çalışırken bu kıçımızın dibine taşınıyor şaka gibi ya!”

Ozan feryad ederken babam valiziyle birlikte indi alt kata. Hepimiz sessizce ayağa kalkıp babamı beklemeye koyulduk. Ayakkabılarını giyerken kimseden ses çıkmıyordu. Derin bir nefes alıp döndü bize. “Kendinize dikkat edin çocuklar.” Gözleri beni bulduğunda kollarını açtı iki yana. Hiç tereddüt etmeden sıkıca sarıldım babama. “Kendine dikkat et kızım. Bir şey olursa, ya da kendini güvende hissetmezsen hemen beni arıyorsun. Tamam mı?” Kafam babamın göğsündeyken başımı aşağı yukarı salladım. “Görüşürüz Baba.”

“Görüşürüz kızım.” Uzanıp yüzümü avucunu içine alıp iki yanağımdan da öptü. Geri çekilip valizini eline aldı ve bizimkilere el sallayıp evin kapısını kapatıp çıktı. İçimde hissettiğim kırgınlık babama karşı değildi. Kime karşıydı bilmiyordum. Kalbim çatırdamıştı ama eser sahibinin kim olduğunu bilmiyordum.

Kendimi koltuğa bırakırken Rüzgar’ın telefonu çalmıştı. Gözlerim ona dönerken o yanımızda telefonunu açmıştı. “Efendim anne?” Durup dinledi. “Tamam, geliyorum. Öbür eve değil mi? Tamam.” Telefonu kapatıp ayaklandı. “Evin son birkaç işi kalmış. Annem çağırıyor.”

Gülümsedim yorgunca. “Tamam. Sonra görüşürüz.”

Rüzgar çapkınca tek kaşını kaldırdı. “Görüşür mü-”

Ozan sözünü keserek seslice bir kaç defa öksürdü. “Ay hasta oluyorum sanırım.” Rüzgar’a tatlı tatlı baktı. “Ben de eve gidip bavulumu toplayacaktım Mertciğim. Gel beraber gidelim.”

Bade sızlandı. “Ama ben de kıyafet alacaktım.”

“E sen de gel Zümrüt gö-” Gözleri bana kayınca duraksadı. Yalnız kalmamı istemediklerinin farkındaydım. “Ben biraz kestireceğim. Siz gidin beraber.”

Bade tereddütle baktı bana. “Emin misin?”

“Hep bu evde kalacağım biliyorsunuz değil mi? Evimden korkacak değilim. Kitler yatarım.”

Bade yanıma gelip yanağımdan öptü. “Tamam ama bir şey olursa anında beni arıyorsun. Telefonumun sesi açık.”

Başımla onu onaylayıp koltuğa yayıldım. Onlar bu evin misafirleri değil, sahipleri sayılırdı bu yüzden onları uğurlamadım. Hepsi evden çıktıktan sonra telefonumu elime aldım. İnstagramda engellenenler listesinde, o hesabı aradım fakat bulamadım. Normal aradığıma hesap çıkmıştı karşıma. Engellememiş miydim ben bu ölüm kelebeğini?

Yeni bir şey atmamıştı. Aklıma gelen şeyle Whatsapp’a girdim. Benimle uğraşan numaranın engelini kaldırdım. Daha beş dakika geçmeden mesaj gelmişti.

*0541*******: Vay vay vay.

*0541*******: Engelimi kaldırmışsın!

*Aden: Keyfimden kaldırmadım.

*0541*******: Neden kaldırdın?

*Aden: Tehdit etmek için.

*0541*******: Of şu an aşırı korktum.

*0541*******: Ellerim titriyor korkudan.

*Aden: Bir sus da dinle beni.

*Aden: Öncelikle kimsin sen?

*0541*******: Kim olduğumu neden merak ediyorsun?

*Aden: Merak etme sana aşık falan değilim.

*0541*******: :)

*Aden: Bak. Seninle açık konuşacağım. Benimle uğraşmaya çalıştığının farkındayım ama peşimde kötü birileri var. Eğer kim olduğunu söylemezsen senin şüpheli olduğunu polise bildireceğim.

*0541*******: Ne?

*0541*******: Sadece seninle tanışmak için eğlenceli bir yol olduğunu düşünmüştüm.

*0541*******: Sen beni tanımazsın Aden Demir. Ama sen geçen yıl hep seni izliyordum.

Durakladım. Ne oluyordu? Kimdi bu?

*Aden: Beni korkutuyorsun.

*0541*******: Ah üzgünüm. Gerilim kitapları aşırı hoşuma gider. Bazen kendimi fazla kaptırıyorum.

*Aden: Kimsin sen?

*0541*******: Alper ben. Geçen yıl sizin okuldaydım.

*0541*******: Bu yıl burs sınavını geçemediğim için okuldan ayrıldım.

*0541*******: Kimin yüzünden kaldım biliyor musun?

*Aden: Kimin?

*0541******: Senin.

*Aden: Sana hiçbir şey yapmadım.

*0541*******: Neredeyse her gün kitap okuyordun. Okulun farklı yerlerinde. Gün de bir teneffüs illaki sınıftan çıkıp okulun en boş yerlerinde kitap okurdun. Ben de uzaktan seni izler, bazen seninle kitap okurdum senin haberin olmadan.

*0541*******: Hala okuyor musun?

*Aden: Tabikide.

*0541*******: Ne güzel.

*0541*******: Hayalim bir gün seninle yan yana kitap okumaktı.

Bu Alper’i neden hatırlamıyordum? Kimseyle muhatap olmadığın içindir belki de Aden.

*Aden: Üzgünüm ama seni hatırlamıyorum.

*0541*******: Normal. Hiç gelmedim yanına çünkü.

*0541*******: Ve sen de başını bir kere kaldırıp bakmadın etrafına:)

*Aden: Peki neden bana öyle ürkütücü mesajlar attın? Evimi nerden biliyorsun?

*0541*******: Okuduğum kitaptaki baş erkek karakter kızı öyle korkutarak başlıyordu. Belki biliyorsundur diye denemek istedim.

*0541*******: Ailem Kocalinde oturuyor normalde. Teyzemle kaldım istanbulda. Okuldan ayrılınca oraya geri döndüm. İstanbuldayken aynı servisteydik. Geçen haftalarda teyzemin kızı vefat ettiği için geldik İstanbula. Belki seni görürüm umuduyla evinin oraya geldim. Yoktun. Camından kelebekleri gördüm. Hepsi bu kadar.

*Aden: Başınız sağ olsun.

*0541*******: Dostlar sağolsun.

Ne diyeceğimi bilemiyordum. Böyle bir şey beklemediğim kesindi. Kapı tıklatıldığında telefonuma döndüm.

*Aden: Şimdi biraz işim var.

*Aden: Görüşürüz.

*0541*******:)

*0541*******: Görüşürüz.

Kapıyı açtığımda kimsenin olmadığını gördüm. Terlikleri ayağıma geçirip bahçeye doğru birkaç adım attım. “Bö!” Korkudan sıçrarken dudaklarımdan çığlıklar döküldü. Korkuyla arkamı dönerken karşımdaki ile ikimiz de nefes nefese kalmıştık. Ben korkudan. Karşımda saçlarına dallar geçirmiş Ozan ise gülmekten. Öfkeyle koluna vurdum. “Ozan! Ödüm koptu!”

Ozan durup göğsünü gerdi. “Ben varken o bile kopamaz kızım.”

Göz devirerek eve ilerlediğimde çalıların arkasındaki bavulunu hızla yanıma getirdi. Arkamdan eve girdiğinde kendini koltuğa attı. “Ben yıllardır bu evde kalmanın hayalini kuruyorum.” İyice yayıldı. “Evim, evim. Güzel evim.”

Kapı tekrar çaldığında Ozanla gözlerimiz buluştu. Kimin geldiğini ikimiz de merak ediyorduk. Ona yaklaşıp fısıldadım. “Saklan çabuk. Babam bir şeyini unutmuştur. Daha yeni çıkmıştı.” Ozan korkuyla ayağa kalkıp bavulunu eline aldığı gibi amerikan mutfağın büyük dolaplarından birine girip bavulunu dolabın ön kısmına bıraktı. Babam onu bavulla görse öldürürdü fakat bavulu saklaması aslında yeterliydi.

Dönüp kapıyı açtığımda saçlarını at kuyruğu yapmış Bade ile karşılaştım. Ve yanındaki toz pembe bavulunu. Bade heyecanla ağzını açmışken ellerimi dudaklarıma götürüp susmasını işaret ettim. Ne olduğunu anlamak istercesine bana bakıyordu. Dudaklarımı kıpırdatarak konuştum. “Ozan burada.” Elimle olduğu yeri işaret ettim. “Dolapta.” Devamını anlatmama gerek kalmadan bade beni anlamıştı. Dudaklarındaki sinsi gülümseme her şeyi anlatırken Bade sessiz adımlarla Ozan’ın saklandığı dolabın öbür tarafına çöktü. “Allah Allah. Kimse yok.” Kapıyı kapattım. “Ozan! Çıkabilirsin.”

Ozan dolaptan çıkarken konuşmaya başladı. “Kim gelmiş?”

Omuz silktim. “Kimse yok. Çocuklar basıp kaçtı herhalde.”

Ozan bana doğru yürürken yüzünü buruşturdu. “Sizde de var mı böyle şeyler ya.” Cevap vermeme fırsat kalmadan Bade Ozan’ın arkasından gelip ellerini beline değdirip bağırdı. “Bö!”

Ozan korkuyla çığlık attığında ikimiz de şok olmuştuk. Benim çığlığımdan bile ince çıkmıştı sesi. Ben de, Bade de dudaklarımız aralanmış Ozan’a bakarken o da o sesin ondan çıktığına inanamyarak elleriyle dudaklarını kapattı. Ardından boğazını temizledi. “Yani… ” Sesini kalınlaştırarak çığlık attı.

Bade ile göz göze geldiğimizde çığlık atarak kahkaha attık. “Oha!” Dedi Bade gülerken. “Benim bile sesim o kadar ince değil.”

Ozan kızarırken bize kınarcasına baktı. “Siz çok kötü arkadaşlar olmaya başladınız. İnsanlık hali! Korktum ne var bunda?”

Bade gelip Ozan’ın yanına oturdu ve elini beline koydu. Ozan ellerini göğsünde birleştirmiş, şaşkınlıkla Bade'ye bakarken Bade sesini biraz kalınlaştırıp Ozan’ın yüzüne yaklaştı. “Merak etme prenses. Ben yanındayken kimse korkutamaz seni.” Ozan’ın dehşet içindeki yüz ifadesine bakarken kahkaha atıyorduk. Uzun zamandır böyle güldüğümü hatırlamıyordum. Ozan hafifçe Bade’yi ittirip oflayarak yanından kalkıp tekli koltuğa oturdu.

Ozan hakkında dalga geçerken Ozan gözlerini kapatıp koltuğa yaslandı. “Allahım. Al canımı da kurtulayım.” Kapı çaldığında ikimizin de kahkahaları yarı da kesilmişti.Bu kadar içten dua edemezdi. Ozan heyecanla ayağa kalkıp seke seke kapıya koştu. “Yaşasıni celladım geldi!” Kapıyı heyecanla açtığında omuzları düştü. Gri gözlere gözlerini kıstı. “Sen yine geldin mi?”

“Geldim. Kör müsün?”

Ozan'ın sesi ağlamaklı çıkmaya başlamıştı. "Keşke kör olsaydım!" Ozan istemeden de olsa kapıdan uzaklaşıp Rüzgar’a yol verdi. Gri gözler beni bulurken hızlıca yanıma oturdu. “Nasılsın?”

Gülümsedim. Uzun zaman sonra gerçekten iyi hissediyordum. “İyiyim. Sen?”

Rahat bir nefes verdi. “Artık ben de iyiyim.”

Gülümseyerek gözlerinin içine bakarken o da aynı gülümsemeyle gözlerime baktı. Ozan aniden aramıza oturdu. “Ya sizi bölmek için asla söylemiyorum da. Kap kek falan mı yapsak?”

Rüzgar güldü. “Aden çok güzel yapar. Olur. Yardım ederim.”

Ozan öfkeyle döndü Rüzgar’a. “Kap kek mi dedim ben? Trileçe diyecektim.” Gözlerini kıstı. “Dilim sürçtü.”

Bade ayağa kalktı. “Mızıkçılık yapma Ozan. İlk kapkek dendi. Haydi mutfağa.” Ozan’ın kolundan çekip zorla mutfağa götürürken biz de arkasından amerikan mutfağa girmiştik. Bade Anneannemin tarif defterinden tarife bakarken Ozan kaba üç yumurtayı dikkatlice kırmıştı. Ben ve Rüzgar ise mutfak adasına oturmuş, onları izliyorduk. Bade defteri bırakıp Ozan’ın kırdığı yumurtalara baktığında yeşil gözleri kocaman açıldı. “Ozan! Bu ne?!” Kap ufak yumurtta kırıkları ile doluydu.

“Kap zümrüt gözlüm.” Diyerek masum masum baktı Ozan. “Ne güzel değil mi? Rengi de lila. Kaba da ne yakışmış değil mi?”

Bade hala şoktaydı. “Bu kabuklar ne Ozan? Bütün içine fırlatsaydın bu kadar kabuk çıkmazdı.”

Ozan tek elinin parmak uçlarını göğsüne değdirdi. “Kabuklar yumurtadan ayrılmak istemiyorsa sence bu benim suçum mu?” Gözlerini kıstı. “Onları bir de ayıracak mıydın? Çok zalimsin.”

Onlar tartışırken turuncu bir kab çıkarıp üç yumurtayı saniyeler içerisinde kırdım. Ozan heyecanla geldi yanıma. “Ben devam ederim!”

Ona kısa bir bakış attım. “Hayır.”

Omuzları düştü ve somurtmaya başladı. "Ne? Neden ama!"

"Beceremezsin de ondan."

Ozan şaşkınlıkla ellerini yanaklarına koydu. "Bana güvenmiyor musun?"

"Bu konuda hayır." Diyerek Bade'nin yumurtaların içine kattığı şekeri karıştırmaya başladım. "Bugünleri de görecektim he… Vay be… Kardeş sandık Aden Demir seni. Kalleşmişsin be!” Benden cevap gelmeyince devam etti. “Vay arkadaş… Kardeşimiz bile güvenmiyorsa bize biz daha ni-”

“Ay Ozan sus!” Elimdeki mikseri zorla eline tutuşturup eski yerime, Rüzgar’ın yanına oturdum. İçim daralmaya başlamıştı. Bade’nin az önce paket yırtmak için kullandığı bıçağı alıp elime alıp yavaşça döndürmeye başladım. Bıçağın ucunu yavaşça avuç içime bastırdım. Epey keskindi. Ozan bunlardan biriyle kesin yanlışlıkla bir yerini keserdi. En azından o yanlışlıkla kesiyor Aden.

Ruhum sıkılıyormuş gibi hissederken Bade elimdeki bıçağı hızlıca aldı. Kaşlarımı çatarak başımı kaldırdığımda Bade’nin gözlerindeki korku canımı yaktı. “Bunun.” Dedi üstüne basa basa. “Bir daha olmasına asla müsade etmeyeceğim.”

Ozan endişeyle bana bakarken Rüzgar kulağıma doğru fısıldadı. “Ne oluyor?”

Geçmiş beynimde canlanırken gözlerimi sıkıca yumdum. Sırası değildi. “Önemli bir şey değil. Boşver.”

Gözlerimi karşıya diktiğimde Ozan heyecanla hamuru ufak kek kalıplarına boşaltıyor, Bade de Ozan’ın dağınıklığını toplamaya çalışıyordu. Ozan. Bade. Ömer. Ne çok şey için göğüs gelmişlerdi benim için. Küçücük yaşlarında benim sorunlarımla benden çok, sanki dertleri yokmuş gibi ilgilenmişlerdi. Başka biri olsa kaldıramazdı belki de. Onlar nasıl kaldırmıştı? Ben ne yapmıştım peki onlar için? Hiç bir şey. İçimde hissettiğim bencillik canımı daha da sıkıyordu. Hele Ömer? Suçsuz değildi elbette. Fakat hayatımı kurtarmış o çocuğu nasıl tek seferde silmiştim? Bencildim. Bundan nefret ediyordum. Fakat gururluydum da. Fazla kaçırmıştım.

Rüzgar’a döndüm. tanıştığımızdan beri bana çok iyi gelmişti. Üstüne vazife değildi fakat beni güldürmeye çalıştığını farkındaydım. Ya Yusuf abi? Çöktüğü halde benimle ilgilenmeye çalışıyordu.

Derin bir nefes aldım ve kendime bir söz verdim. İyileşmeye çalışacaktım. Yaralı ruhumdan akan kan da boğulmayı beklemeyecek, o yarayı saracaktım. Akan kan durana kadar. Belki de defalarca başarısız olacaktım ama ben… Ben iyileşecektim. Kendim için olmasa bile. Onlar için iyileşmek zorundaydım.

Oturduğum yerden kalktım. “Ben yatmaya gidiyorum.”

Rüzgar merakla baktı bana. “Bu kadar erken mi?”

Başımla onayladım onu. “Yarın okul var unutmayın. Herkese iyi geceler.”

•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•

Karakoldan öfkeyle çıkarken eve sert adımlarla yürümeyi seçmiştim. Sabah okula gitmiştik. Tahmin ettiğim gibi Ozan, Bade ve Rüzgar her anımda yanımdaydılar. Son ders lavaboya gitmek için dersten çıkıp mezarlığa gitmiştim. Yalnız olmak istemiştim fakat yakalanmıştım. Okuldan çıkarken takım elbiseli, güneş gözlüğü takmış bir adam arabadan inip hızla gelmişti yanıma. “Aden hanım? Nereye?”

Başımı kaldırıp adama baktım. “Pardon da size ne?”

Güneş gözlüğünü çıkarttı. “Babanız beni görevlendirdi.” Elini uzattı. “Ayaz. Okul boyunca sizin güvenliğinizden ben sorumluyum.”

Elini sıktım. “Adımı söylememe gerek yok sanırım.” Elimi geri çektim. “Anneannem ve Annemin mezarına gidiyorum. Zaten son ders.”

“İsterseniz götürebilirim.”

Başımı iki yana salladım. “Yalnız yürümek istiyorum.”

“Ama babanı-”

“Babam beni okuldayken korumanı söyledi. Gördüğün gibi okulda değilim. Size iyi günler Ayaz bey.”

Arkamı dönüp yanından ayrılmış, tek başıma mezarlığa gitmiştim. Oradan da karakola. Sadece bir gelişme olup olmadığını sormak istemiştim fakat bir gelişme olmadığı gibi onlar aramadan onlara ulaşmamamı söylemişlerdi. Keyfime geliyordum sanki! Ne var yani bir hafta boyunca her gü onları aramışsam? Çok abartıyorlardı. Eve gelip zili çaldığımda Ozan beni pembe önlüğü ve sert bakışları ile karşıladı. “Oo Aden hanım. Evin yolunu bulabildiniz bakıyorum?” Suratını bana yaklaştırdı. “Bir daha mezarlığa gideceğini bildirip telefonunu uçak moduna alırsan o kafanı kırarım.”

“Ben de seni seviyorum Ozan.” Diyerek çenesinden tutup kafasını oynattım.

Arkadan Bade bağırdı. “Aden mi gelmiş?”

“Evet.” Dedi Ozan sinirli durmaya çalışan bakışlarını çekmeden. Beceremiyordu da.

“Mert efendi bir türlü gelemedi. Söylesene Aden’e yan komşudan yağ istesin.”

“Selime teyzeden isterim.”

Ozan araya girdi. “Selime teyze evde yok. Ben gitmiştim.”

“Rüveyda hanıma ben gitmesem?” Diye sızlanırken Ozan elime bardak tutuşturup kapıyı suratıma kapattı. Ofladım. “Çok adi bir insansın Ozan Barkan.” Belki daha tam yerleşmemişlerdi ve ben kadından yağ istemeye gidiyordum!

Kapısına gelip derin bir nefes aldım. Nolur Yusuf abi açsın. Nolur başka biri açsın ama Rüveyda hanım açmasın. Zile basıp beklemeye başlarken adım seslerinden gelen kişinin kim olduğunu tahmin etmeye çalışıyordum. Kapı açıldığında zoraki bir gülümseme yerleştirdim yüzüme. “Merhaba.”

Rüveyda hanım merakla baktı bana. “Buyur?”

“Şey. Evde yağ bitmişte. Bade sizden yağ istemişti.” Gözlerimi bardağa çevirince o da aynı yere baktı. Gözlerim dudaklarına kayarken ufak, tatlı bir gülümseme olduğunu gördüm. “Tabi.” Elimdeki bardağı alıp içeri gittiğinde derin bir nefes aldım. Ne yapacağı belli olmuyordu.

Dolu yağ bardağını uzattığında gülümseyerek alıp teşekkür ettim. Arkamı bile dönmeden hızla eve geri döndüm.

Bir hafta sonra. Cuma günü.

"Bade. Beni en son bir şeye zorladığında ne olduğunu hatırlıyorsun değil mi?"

"Hatırlıyorum canımın içi. Hayatının aşkıyla tanışmıştın.”

Etrafta kimse var mı diye ufak bir göz gezdirdim. “Öyle bir şey yok Bade.”

"Her neyse.” Diyerek konuya geri döndü. “Dediğim gibi, kıyafetleriniz bile hazır ya! Bak hem Mert de gelecek. Ona o kadar güzel bir kostüm buldum ki tüm kızlar aşık olur bak!"

Kaşlarımı çattım. "Saçmalama Bade."

"Hadi." Duygu sömürüsü yapmaya başladı. "Bak. Ben ikinizden de gizlice isminizi yazdırdım, paralarınızı kendi cebimden ödedim. Kıyafetlerinizi kendi paramla aldım. İçim acıyor zaten!"

"Salak benden para isteyen sensin. Kendi cebinden gitmedi yani."

"Sus!" Diyerek elini dudağıma bastırdı. "Konuşma daha fazla. Neyse ki Ozan dünden razıydı. Onunla uğraşmama gerek kalmadı.” Elindeki iki kağıt poşeti bana uzattı. “Hadi giy bunları. Çıkarız birazdan.”

Son iki haftadır okulda saçma sapan bir sene ortası, kostüm partisi konuşuluyordu. Daha okulun kapanmasına bir kaç ay vardı fakat havalar gitgide soğuduğu için erkene alınmıştı. Bade hanım ise bize gitmeyi teklif etmişti ve biz de -daha doğrusu ben- red etmiştik. Sanırım red ettiğimiz kısmı kaçırmıştı. Bıraktığı kıyafetlere bakıp sinirle soludum. "Canım istemiyor Bade. Anlamıyor musun?” Anneannem vefat edeli daha iki hafta olmuştu ve böyle şeylere katılmak kendimi kötü hissettiriyordu.

Kaşlarını çattı. “Senin canın artık bir şeyler istesin diye uğraşıyorum burada.” Tripli ses tonuna büründü. “Tamam, zorlamıyorum. İlknur’u çağırırım ben de.”

“Ne?!” Elindeki poşetleri kaptım. “Ben varken ona hiç gerek yok canımın içi.” Bade’ye öpücük atıp hızla hazırlanmaya üst kata çıktım. Ben varken o kızla asla bir yere gidemezlerdi.

•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•

Hazırlanma esnasında Ozan beni aramış, Bade’nin ne giydiğini sormuştu. Nedenini merak etmeden cevap verdiğimde bir teşekkürü çok görüp suratıma kapatmıştı. Bir buçuk saatin sonunda hazırlanmıştım.

Üzerimdeki koyu kırmızı saten elbise yerleri süpürürken baldırım yarısına kadar gelen bir yırtmacı vardı. Yuvarlak yakaydı ve omuz iplerinde ufak boncuklar sıralanmıştı. Bedenim çok ortadaymış gibi hissediyordum. Kilo mu almıştım? Hayır Aden. Üç kilo verdin. Bade küçük incili bir kolye takmamı istemiş, kulağıma da uzun ince bir küpe vermişti. Bileğime taktığı ince incili bileklikten sonra makyajııma geçmiştik. Zorla taktırdığı gri lenslerin amacını anlayabilmiş değildim. Elbisem ile uyumlu koyu bir ruj sürmüş, siyah bir göz makyajı yapmıştı. Sağ gözümün alt yanak kısmına ufak, siyah bir gül bile çizmişti. Saçlarımı bukleleştirip doğal durması için dağıtmış ve yana attırmıştı. Aynadaki kendimi inceleyip derin bir nefes aldım. Fena değildim sanırım. Bade olmasaydı bu kadarı bile olamazdım.

O giyinirken ben aynada kendimde bir kusur aramıştım. Ve bulmuştum da. Fazlasıyla. Ama sonuç olarak normalden daha azdı. Bu yüzden aynadaki kendime gülümsedim. Ne kadar uyumsuz olduğunu düşünsem de ısrarla giymemi söylediği koyu yeşil topuklu tek şeritli stilettoları giydim. Topuğun arkasından yukarıya doğru sarmaşıklar uzanıyordu. Hala ne olduğumu anlayamamıştım. Kostüm balosuydu fakat benim ne olduğum belli olmuyordu. Gözlerimdeki koyu gri lensler oldukça tuhaf hissetmeme neden olurken Rüzgar’a benziyormuş gibi hissettim.

Bade’ye verdiğim misafir odasına girdiğimde dudaklarım aralanadı. Cesur animasyonundaki Merida olmuştu. Yeşil, eski zamanlara ait abartılı olmayan bir elbise giymiş, sırtına bir yay almış ve içi dolu bir ok çantası takmıştı. Saçları ise en güzeliydi. Turuncumsu saçları fazlasıyla kabarıktı ve Bade aşırı tatlı gözüküyordu. Bir prenses olmasını bekliyordum. Tamam bu da bir prensesti fakat böyle bir şey beklemediğim kesindi. Çok güzel olmuştu. “Harika görünüyorsun.” Gözlerimi kıstım. “Beni bu kadar süsleyip kendini savaşçı yapman hiç adil değil. Ayrıca.” Kendimi gösterdim. “Neyim ben?”

Gülümsedi. “Gül’sün.”

“Ne? Gül müyüm?”

“Evet. Küçük prens'teki gül’sün.”

“Umarım Küçük prensimi bulursun yoksa senin şifacı yaşlı cadı kadının ben olurum.” Kapı sesi duyduğumuzda cevap vermesini beklemeden aşağıya yöneldim. Bade arkamdan gelirken elbisenin ön yırtmacı gözüme fazlasıyla batıyordu. Sanki bacağım kalınlaşmıştı. Hayır Aden. Üç kilo daha yeni verdin. Unutma. Ozan’ı aşağıda görünce gülümsedim. Göz göze geldiğimizde ıslık çaldı. “Bu ne güzellik, hey yavrum hey!”

Arkamdan Bade’yi görünce zamanın Ozan için bir kıyak geçip donduğunu anlamıştım. Bade onun gözlerinin içine bakarak inerken yaptığı göz makyajı yeşil gözlerini daha da ortaya çıkarmıştı. “Sen.” Gözlerini kırpıştırdı. “Ne güzel olmuşsun Zümrüt gözlüm.” Kaşlarını çattı. “Şurada bir şey var.” Elini uzatıp Bade’nin kıvırcık saçlarının içine daldırdı. Bir şeyi almış gibi yapıp geri çekildiğinde buu yumuşak görünen saçlarına dokunmak için yaptığını anlamıştım. Bade biraz telaşlanmış gibiydi. “Ne varmış?” Elindeki ufak şeyi atıyor gibi yaptı. “Önemli değilmiş.”

Ozan’ı baştan aşağıya süzdüm. Beyaz ayakkabılar giymiş, siyah kumaş pantolon ile siyah gömlek giymiş, üzerine kahverengi yelek geçirmişti. Daha ilginci saçlarını düzleştirmiş ve dağıtmıştı. “Sen ne oldun?” Dedim merakla.

Bade’ye kızgın bir bakış atmaya çalıştı. “Ben at oldum.”

“Ne?” Dedi Bade gülümsemesini bastırmaya çalışarak.

“Başka bir kostüm seçmişti Bade bana ama ona bakmadım bile. Birileri onca prenses varken tek prenssiz prensesi seçince, onun en yakını olan atı oldum.”

Bade tek kaşını kaldırdı. “Sen kavalyem mi olmaya çalışıyorsun?”

“Ne alakası var? Salaklar gelip laf atmasın diye kavalyen oluyorum.”

“Bundan peki benim haberim var mı?”

Ozan hızla kapıya yönelip açtı ve bize yol verdi. “Bu iki güzeller güzeli hanımefendinin kavalyesi olmaktan şeref duyarım.”

Kolumu hafifçe karnına geçirdim. “Yuh be. Doymuyorsun iki tane diyorsun. Sen bana uyumlu değilsin.” Gözlerimi masum bir ifadeyle kocaman açıp başımı yana yatırdım. “Hem bilmez misin? Atlar, gülleri ezer.”

Taksiye bineceğim sırada duyduğum öksürük sesiyle soluma döndüm. Siyah Range Rover’ı ve takım elbisesi ile bana bakıyordu. Kahverengi gözleri ve aynı renk gözlerinden ne hissettiğini anlayamamak sinir bozucuydu. Meraklı mıydı? Sinirli? Şaşkın?

“Baloya mı?”

Başımla onu onayladığımda ön kapıyı açtı. “Buyrun Gül hanım.”

Gülümsedin. En azından biri ne olduğumu çözebilmişti. Bizimkilere başıma işaret edip arabaya binmelerini söyledim. Ön koltuğa oturduğumda kapımı kapatıp yan koltuğa geçti. Ozan ve Bade de arabaya bindiğinde kısa süreli yolculuğumuz başlamıştı.

Araba okulun önünde durduğunda gülümsedim. “Teşekkür ederim.”

“Bir dakika.” Arabadan inip geldi ve kapımı açtı. Elini bana uzattığında durup şaşkınca baktım ona. Şu ana kadar kimse böyle bir nezakette bulunmamıştı. Elini tutup indim arabadan. “Şimdi, rica ederim.”

Ozan arabanın kapısını sertçe kapatıp Ayaz’ın yaptığının aynısını Bade’ye yaptı.

“Sizi burada bekliyor olacağım.”

Gözlerimi kıstım. “Evimde de mi bekliyorsun sen?”

Başını iki yana salladı. “Okula gideceğinizi öğrendiğim de geldim. Benim işim bu.”

“Peki ya nerden-”

Yüzünde gizemli bir gülümseme oluşurken kaşlarını kaldırdı. “Meslek sırrı.”

Daha fazla sorgulamayıp yanından ayrıldığımızda Ozan sesini daha da kalınlaştırarak taklit yaptı. “Möslök sorro.”

“Bu adam babanın ayarladığı koruma değil mi?”

Başımla onu onayladığım sırada telefonumun bildirim sesi ile Bade ok çantasına koyduğu telefonumu uzattı.

*Rüzgar: Nerdesiniz?

*Küçük Kelebek: Okuldayız.

*Küçük Kelebek: Sen nerdesin? Üzerinizde ne var?

*Rüzgarr: Gördüm seni.

*Rüzgarr: Oha.

Etrafa bakındığımda Rüzgar’ın tatlı bir gülümsemeyle bana doğru geldiğini gördüm. Gülümseyerek ona baktığımda önümde reverans yaptı. Gülerek reveransına karşılık verdim. “Bu güzellik nedir Aden hanım?”

Gülerek ona teşekkür ederken baştan aşağıya süzdüm onu. Saçlarının arasında ufak tefek sarılar vardı. Üzerinde yeşil bir takım elbise ile boynunda sarı bir fular vardı. “Bayım. Sanırım sizi bir yerlerden tanıyorum.”

“Sizi her gece gökyüzüne bakarak, özlemle izledim hanımefendi. Gözleriniz tanımasa bile eminim kalbiniz tanımıştır.”

“Küçük Prens ha? Beni şaşırtıyorsun. Korsan falan olmanı beklerdim.” Rüzgar ettiğimiz sohbetlerden birinde küçükken korsancılık oynamayı çok sevdiğini anlatmıştı.

“İşte.” Diyerek omuz silkti. “Bir gül için bırak diğer gülleri, engin coşkulu sularımı bile feda ettim.” Göz kırptı. “Çünkü benim Gül’üm karada beni bekliyordu.”

“Susun ve için şunları.” Diyerek ellerimize zorla alkolsüz kokteyl tutuşturdu. “Koşmaktan yorulmuşsunuzdur.”

Rüzgar yaklaşıp gözlerimin içine baktı. Kaşları havalanırken gülümsedi. “Gözlerin eskiden daha güzeldi fakat bu hali de fena değil.” Dudaklarında çapkın bir gülümseme belirdi. “Bana benzemişsin.”

Bade gülerken kendi kendine konuşur bir hali vardı fakat sesinin çıktığını farkında değildi. “Ee sonuçta insan sevdiğine-”

“Lan. Şşt. Dıt. Sus. Cıs. Yasak. Acı.” Diyerek Bade’nin sesini bastırdı Ozan. Susması için dudaklarını eliyle kapatamazdı çünkü ruju bozulursa Bade ona okulun etrafında on tur attırırdı.

Yabancı müzik bitip Kıraç-Gözler kalbin aynasıdır. Çalmaya başlayınca çiftler okul bahçesinin tam ortasına kurulan piste ilerlemeye başladılar.

“Gönül bir aşk yuvasıdır.

Gönül aşkın rüyasıdır.

Seviyorsan hayır deme.

Gözler kalbin aynasıdır.”

Ozan reverans yapıp elini Bade’ye uzattı. “Bu dansı bana lütfeder misiniz zümrüt gözlü prensesim?”

Bade’nin yanaklarındaki kızarıklığın allıkla bir ilgisi yoktu. Gülümseyerek Ozan’ın elini tutup piste yürürken Ozanla göz göze geldik. Bana göz kırpıp yanımızdan geçtiklerinde gülümsedim.

Rüzgar başınız biraz eğip fısıldadı. “Senin gözlerin dudaklarından daha çok konuşuyor Küçük Kelebek.” Gülümsediğimde devam etti. “Bence biz kalkalım.”

Kaşlarımı çatarak ona döndüğümde yüzlerimiz arasında bir kaç metre kalmıştı. “Nereye?”

Güldü. Nefesi yüzüme çarpmıştı. “Bu dansı bana lütfeder misiniz gülüm?”

Rezilliğimi gizlemeye çalışarak dudak büktüm. “Bilmem. Lütfetsem mi acaba?”

Rüzgar göz kırptı. “Gözlerin çoktan ikinci şarkımıza geçti.”

Uzattığı elini tuttum. “Onları susturmayı öğrenmem lazım.”

Piste ilerlerken konuşmaya devam etti. “Ben memnunum.”

Piste ulaştığımızda ellerini belime yerleştirirken kendi ellerimi omuzlarına koydum. Ortamın atmosferini bozacak o düünce geçti zihnimden. Belim kalın gelmiş miydi acaba? Alt göbeğimi bile eritmiştim fakat içimde bir şüphe uyanmıştı.

“Şiir gibi roman gibi,

Okuyorum ben aşkını.

Öylece bak gözlerime.

Çevirme hiç bakışını.”

Şarkının temposuna uygun yavaşça dans etmeye başladığımda Rüzgar’ın gözleri benim üzerimdeydi. Bir şey düşünüyor gibiydi. Biraz yakınlaşıp ellerimi boynuna doladım. “Ne düşünüyorsun?”

Dudaklarında ufak bir tebessüm peyda oldu. “Hiç.”

İçimdeki düşünce rahat hareket etmeme engel oluyordu. ”Elbise acaba belimi kalın mı gösterdi?”

Rüzgar beyaz dişlerini göstererek güldü. Başını iki yana sallarken gözleri ne demek istediğimi anladığını beyan ediyordu. “Biraz zorlasam ellerim birbirine değecek.”

Rahat bir nefes verdim. Pekala.

“Gözler kalbin aynasıdır.

Yalan nedir bilmez onlar.

Siyah, mavi, yeşil olsun.

Aşkı inkar etmez onlar.”

Sessizce dans ederken dudaklarımız konuşmamaya yemin etmiş gibiydi. Onlar aralanmıyordu fakat harelerimiz susmak bilmiyordu. Anlatamadıklarımı, kelimeye dökemediklerimi gözlerim şairane bir şekilde aktarıyordu. Gerçekten de gözden kalbe bir yol vardı. Ve o, bu yolu bulmuştu.

Birkaç şarkıdan sonra topuklu ayakkabılarımın ayaklarımı ağrıtmaya başladığını hissettim. “Küçük Prens'in Gül’üne iyi bakması gerek.”

Kısa bir duraklamadan sonra anladı. “Pekala.”

Beraber pistten çıktığımızda Bade ve Ozan’ın olduğu masanın yanına gittik. Sinirli bir at vardı karşımda. “Görmemişler ilk defa dans etmişler. Bırakamadılar.” Ozan’ın gözleri Rüzgar’ın belimdeki eline kaydı. Gözlerini Rüzgar’a diktiğinde tek kaşını kaldırdı. “Bana bak duman gözlü. Ellinin kökten kopmasını istemiyorsan hemen elini çek kardeşimden.”

“Ozan.” Sinirle ona bakarken Rüzgar elini çekmemişti.

“Ne Aden?”

Derin bir nefes verdim. “Ben içecek bir şeyler alacağım.” Rüzgar’ın belimdeki elinden çıkıp ikramların olduğu yere doğru ilerlemeye başladım. İkram kısmı biraz kalabalıktı ve herkesten rica ederek geçebiliyordum. Elbisemin eteğini tutmaya çalışırken birine çarparak geriye doğru sendelendim. Çarptığım kişi bana döndüğünde dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. “Poyraz?”

“Naber Aden?” Şaşırdığım kısım çarptığım kişinin Poyraz olması değil de giydiği kostümdü.

Başımı yana yatırdım. “Ne oldun sen?” Açık yeşil, uzun kollu üzerine yapışan bir badi giymiş, üzerine de kahverengi bir atlet geçirmişti. Atleti ile aynı renk pantolon giymişti. Elleri ve yüzü de badisi ile aynı renk yeşile bulanmış ve saçlarının arasında iki tuhaf yeşil kulak vardı.

"Hadi ama!" Diyerek bağırdı. "Sende mi ne olduğumu anlamadın? Çok açıktı aslında. Ben Shrek oldum. Fiona mı arıyorum. Sen hiç Fiona kılığına girmiş bir kız gördün mü?"

Güldüm. "Bizim okuldaki kızların pek öyle kostümler giyeceğini sanmıyorum."

"Bugün de başaramadık abi." Poyraz'a gülerek yanından ayrılıp ikramların yanına geldim. Bir bardak limonata alsam sorun olmazdı. Yanımda siyah pelerini ile belirip kurabiye alan kişi dikkatimi çekti. Dönüp baktığımda Ömer olduğunu görmüş oldum. Böyle saçma etkinliklerde işi olmazdı. “Ömer?” Dudaklarımdan şaşkınlıkla çıkan isim hemen sonrasında bana dönmesi ile pişman olmama neden oldu.

Dönüp umursamaz bir tavırla bana baktı. "Gül?"

"Ha?"

"Gül diyorum. Olduğun şey bu değil mi?"

"Evet. Peki ya sen..." Ömer eski kraliyet ailesinden önemli biriymiş gibi giyinmişti. Bir dükü andırıyordu. Üzerindeki pelerin dahil her şeyi siyahtı.

"Ben kötülerin Kralıyım."

Aklıma eskiden onunla yaptığımız muhabbet gelince yutkunarak anıyı aklımdan atmaya çalıştım. "Doğuştan kötülerin Kralı olmak sana çok yakışmış."

"Belki de kötülerin kralı değilimdir baştan beri? Belkide sonradan, insanlar yüzünden kötülerin kralı olmuşumdur? Malefiz gibi."

"Malefiz en sonunda iyi olmuştu."

"Ona o şans tanınmıştı. Ona kendisini açıklamak için fırsat verilmişti."

Hem suçlu, hem de güçlüydü. Cevap verecektim ki Türkçe çalan bir şarkı yüksek cızırdama sesi ile değişti. Normal seviyenin çok üstünde yabancı bir şarkı başlamıştı ve ve tüyler ürperticiydi. Rusty Cage'nin The Hearse Song şarkısı başlamıştı. Şarkının baş fon müziği hızlıca ileri sarıldı. Şarkı sözleri başladığında ise ışıkların hepsi gitti.

(Hassas içerik.)

"Sakın bir cenaze arabası geçerken gülme.

Bir sonraki ölecek kişi sen olabilirsin.

Seni uğursuz çarşaflarla sararlar.

Toprağın altına gömmek için."

Son ses müzik kulaklarımı acıtırken "Ömer!" Diye bağırdım titreyen sesimle. Kendi sesimi bile zar zor duyarken onun beni duymasını beklemek imkansızdı fakat ama imkansız olmuştu. Ömer beni duyup kendisine çekmiş, sıkıca sarılmıştı. "Burdayım. Merak etme." Ellerimi birleştirmiş, kendi göğsüme bastırmıştım. Ömer kolları beni sıkıca sarmıştı. Sanki dışarıdan gelebilecek bir tehlikeden beni korumak ister gibiydi. Gözlerim dolarken sıkıca kapattım onları. Sakin olmalıydım. Bir şey yok Aden. Korkmana gerek yok. Ömer’in birine bağırdığını duydum. "Ne olmuş? Şu lanet şeyi kapattırın!"

"Olmuyor abi. Hoparlörle dışarıdan bağlanılmış."

"O zaman hoparlörlü kapatın.” Bağırıyordu. “Gerekirse onları parçalayın ama kapatın!" Bir iki dakika sonra gözlerimi açtığımda ışıklar geri gelmiş, müzik sakin bir müzikle yer değiştirmişti. Başımı kaldırıp Ömer'e baktım. "Şey. Ben... Teşekkür ederim." Geri çekildim.

"İyi misin?"

"Ben.” Derin bir nefes verdim. “İyiyim."

Ömer beni başıyla onaylarken umursamaz görünmeye çalıştığını anlayabiliyordum fakat onu oldukça iyi tanıyordum. Gözlerindeki ifadeden bile ne kadar endişelendiği belli oluyordu. Sağ tarafımdan birinin koşarak bana geldiğini görünce o tarafa döndüm. Gözlerimiz Ayaz ile kesiştiğinde rahatladığını gördüm. Yanıma ulaşıp derin bir nefes verdi. “İyi misin?”

Başımla onu onayladım. “Bunu kimin yaptığını bulacağım. Yanına gelen biri oldu mu?” Başımı iki yana sallayıp içeceğimi almadan yanında yürümeye başladım. “Ellerin titriyor.” Masaya ilerlerken Rüzgar’ın koşarak yanıma geldiğini gördüm. Kollarımdan tuttu beni. “İyi misin?” Beni baştan aşağıya süzdü. “Bir yerine bir şey oldu mu?”

Başımı iki yana salladım. “İyiyim. Sorun yok.”

Rüzgar cebinden telefonu çıkarıp birini aradı.“Buldum sorun yok. Masaya gelin.” Dönüp yanımdaki Ayaz’a bakıp kaşlarını çattı. “Sen kimsin?”

Ceketini düzeltti Ayaz. “Aden hanımın korumasıyım.” Ayaz’ın gözleri yine ellerimdeydi. “Ellerin hala titriyor.” Ellerimi sıkıp sakinleşmeye çalıştım. Peşimizde bir katilin olduğundan şüphe etmeseydim ve şarkı bu kadar korkutucu olmasaydı her şey daha kolay olabilirdi. Bade ve Ozan’ın yanına geldiğimizde ikisi de nasıl olduğumu sorup duruyordu.

Ayaz derin bir nefes vererek aralarına girdi. “Bence Aden hanım evine gitse iyi olacak. Altı dakikadır elleri titriyor ve sık nefesler alıyor. Attığı adımlara bakacak olursak bacakları da titriyor. Geceyi burada noktalamanızı öneririm.”

Diğerleri de karşı çıkmadığında beraber arabaya bindik. Ayaz eskisinden daha hızlı araba sürerken biri onu aradı. Kulaklığından yanıt verdi. “Alo Kemal? Evet az önce bahsettiğim olayı kimin, ne amaçla yaptığını hemen öğreniyorsun. Evet. O yüzden. Tamam. Haber bekliyorum.”

Rüzgar arka koltuktan konuştu. “Korumayı sen mi istedin?”

Başımı iki yana salladım. Ayaz buradayken ondan bu şekilde bahsetmesi ayıptı. “Ayaz’ın beni korumasını babam istedi.”

Aracı bizim evin önünde durdurdu. “Evde kaç kişi kalıyorsunuz?”

Kaşlarım çatıldı. “Neden soruyorsun?” Ayaz durakladığında konuştum. Evde de mi beni koruyacaktı? “Anlaşma böyle değil Ayaz. Sadece okul demiştim.”

Ayaz başıyla beni onayladığında indik arabadan. Eve girdiğimizde kendimi daha rahatlamış hissediyordum. Güvendeydim. Şimdilik. Telefonumu alıp odama çıktım ve kapımı kitledim. Üzerimdekileri çıkarıp makyajımı güzelce temizledim. Üzerime pijamalardan birini geçirip telefonumu elime aldım. Kılıfım çimen ve biraz çamur olmuştu. Bade ışıklar gittiğinde düşürdüğünü söylemişti. Sorun etmeden kılıfımı çıkarttığımda arkasından siyah bir kağıt düştü. Bir adım geri gittim. “Hayır.” Lütfen düşündüğüm şey olmasın. Tekrar titremeye başlayan ellerimle kağıdı aldım yerden. Beynime ağrılar girmişti. Kağıdı açıp okumaya başladım.

“Uyulması gerekir kurallara.

Ki elenmeseyin en başta.

Oyun geri sayımda,

Kumlar aşağıya akmakta.

Küçük gül, bilirsin zaman çok kıymetli.

Sorun yok. Ben de çok var ondan.

Kumların çoğalsın istiyorsan,

Uzak duracaksın yetkililerden.

İkimiz de istemeyiz.

Olmanı ilk elenen:)

Gül demişti. O gelmişti. Partideydi. Bade’nin yanına kadar gelmişti. Hep bir adım arkamızdaydı.


Loading...
0%