Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Bir Takım Kaçış Yöntemleri.

@mranayavuz

8. Bölüm: Bir Takım Kaçış Yöntemleri.


“Elim kitabın sayfasında gezinirken gülümsedim. Huzur tam da burada, satırların arasında gizliydi.“


Yıllar öncesi…


Çatısı yıkılmış bir evdik adeta. Gözle bakılınca çatımız sağlamdı fakat yüreğiyle bakınca görülüyordu harabeler. Çatımız yıkılmış, ev o kadar soğumuştu ki duygularımız üşüyordu. Annem gitmişti çoktan. Ben annemin yokluğunu hala kabullenmek istemeyen, evrenden nefret eden o ergen kızdım. Nuriye Sultan aileyi bir arada tutmaya çalışan tek kişiydi. Babam. Neredeydi o? Bazı günler o kadar geç gelirdi ki ne kadar kavga etsekte gitmesinden korkardım.


Bu gece, onlardan biri değildi.


Babam bu akşam eve erken gelmiş, beni yemeğe çağırıyordu. Kendisi akşam yemeklerine pek gelmediği için benim bozuk yeme düzenimden bihaberdi. Kızı her stres yaptığında daha fazla yiyordu ve genellikle akşam yemeği vaktinde karnı tok oluyordu. Babanın bunların hiçbirinden haberi dahi yoktu.


Evde sert sesi yankılandığında odamda oturduğum sandalyeden sıçradım fakat görmemezlikten geldim. "Aden Demir sofraya bekleniyorsun!"


Aynı sert tonla bağırdım "Aç değilim dedim!" Bensiz yemek yiyemiyormuş gibi hareketler etmesi beni ağlatacaktı, ama sinirden!


Nuriye sultan sessizce girdi odama. Gözleri hüzünle bakıyordu. "Kızım. Lütfen gel aşağıya. Babanı bilmiyor musun? İnadı tuttu. Hem hala kabullenemiyor bazı şeyleri. İşlerde iyi gitmediği için çok gergin zaten. Gel hadi. Lütfen. Biraz otur. Bir iki lokma ye kalk. Lütfen kızım. Benim hatırıma."


Derin bir nefes verip kısa küt saçlarımı karıştırdım. Onlara da ilk ben elimi sürüp mahvetmiş, ardından da Nuriye sultanın düzeltmesine izin vermiştim. Özgüvenimin düşmesini istemediği için ısrar ederek güzel bir şekil vermişti fakat özgüven denen şeyin bende yerlerde olduğundan bihaberdi.


Ofladım. "Tamam." Nuriye sultanın elini tutarak alt kata indim. Ondan güç almak istediğimi biliyordu ve bu yüzden elimi daha sıkı tutuyordu. Aşağıya indiğimizde babamın takım elbisesini çıkarmamış, yemek yediğini gördüm. Sağındaki sandalyeye oturup yüzüne bile bakmadan çorbamdan kaşıklamaya başladım.


Anlamadığım şey şuydu: O annemin ölümünü hala kabullenemiyordu. Ama bende kabullenemiyordum. Onunda anlayamadığı şey buydu. Ona bu kadar zor olan şey bana çok mu kolaydı? O bana bir yabancı değildi ki. Anılarımızı unutmuş değildim ki. Hatırlıyordum. Özlüyordum. O karısını kaybetmişti ama ben de annemi kaybetmiştim. Babam ise tek acı çeken oymuş gibi davranıyordu ve bu beni deli ediyordu. "Hani aç değildin? Birde yalan söylemez mi!" Diyerek sertçe laf attığında kaşığımı sertçe masaya koydum. Anneannem her an çıkacak başka bir kavgadan korkarken babamın gözleri her an ateş fışkırtacak gibiydi. Başımı hızla ona çevirip bir haftadır bakmadığım yüzüne baktım. Yüzüne bakınca içimde hissettiğim o özlem duygusundan nefret ediyordum. İçimdeki iyilik meleğini, gaddar tarafımın yenmesine göz yumdum. Çatık kaşlarla baktım ona. "Sırf söylenme diye geldim buraya. Aç falan da değilim. Sırf daha fazla huzursuzluk, kavga çıkarma diye." Başımla Anneannemi işaret ettim. "Sırf şu kadın daha fazla üzülmesin diye. Senin aksine Annemin ardında bıraktıklarına sahip çıkıyorum."


'Anne' demem bile babamın yanında yasak gibiydi. Her o kelimeyi kullandığımda bana nefretle bakardı. Babam ayağa kalktı. Arkasındaki sandalye sertçe yere düştü. Yine yaptığı şeyi yapıp işaret parmağını bana doğru salladı.


"Benimle düzgün konuşacaksın Aden Demir! Ayrıca ben Annenin emanetlerine sahip çıkıyorum! Haddin olmayan şeylere karışma! Hem sen ne bileceksin ki? Sen anneni tanımadın bile!"


Çatık kaşlarım, hayal kırıklığı ile havaya kalkarken içimde paramparça olan bir şeylerin biraz daha çatırdadığını hissettim. Ağzım açıldı. Bir şey diyemedim. İçimdeki o gaddar taraf bağırıyordu. “Söyle!“ Diyordu. “O seni kırmaktan çekinmiyorsa sen de içindekileri söylemekten çekinme!“ Onu dinledim.


"Tanımadım mı? Onunla olan bütün anılarımı çokta iyi hatırlıyorum! Acıyı tek kendin yaşıyormuşsun gibi davranmandan nefret ediyorum! Acıyı hisseden tek sen değilsin! Bu aileyi yıkan da annemin ölümü değil, sensin! Ailemizi mahveden de sensin! Keşke annem yerine sen ölseydin!"


Anneannem korkuyla elini ağzına götürüp kapattı. Ağlıyordu. Babam bir an afalladı. Duyduklarını sindiremedi belkide. Benim bu dediklerim neredeyse hiç bir şeydi. Bir yıldır, belkide daha fazladır bunu yaşıyorduk. Hep kavga ediyorduk ama ben hep alttan alan taraf olmam gerekiyordu. Artık olmayacaktım.


Beklemediğim bir şey yaptı. Havalanan kaşları çatıldı. Elini kaldırdı. Ve bana tokat attı. Ali Demir. Benim babam. Hayatımda ilk defa bana tokat attı. Başım sol tarafa dönerken kulağımın çınladığını hissediyordum. Anneannem hızla önüme geçti daha sonra. Kavga etmeye başladılar ama ben hiçbir şey duyamıyordum. Hayal kırıklığını iliklerime kadar hissediyordum. Anneannem hala kavga ederken durup bana dönüp yüzümü avuçladı. "Meleğim. İyi misin?" Sonra babama dönüp bir şeyler daha söyledi. Başımı kaldırıp Anneanneme baktım. Sonra arkasında sinirle bağırıp çağıran, bana hala o parmağını sallayan babama... Anneannemin ellerinden kurutulup hızla kapıya koştum. Anneannem kolumdan tutsada ondan kurtuldum. Ayakkabılarımı bile almadan dışarı çıktım ve yağan yağmurun altında koştum. Anneannem arkamdan seslendi. Hatta geldi bile. Oda ayakkabılarını giymeden peşimden geldi ama bana yetişemedi. Gözden kaybolduğumda sadece yağmurun altında adımı haykıran silik seslerini duyuyordum. Acı olan şey ise beni arayan tek kişi Anneannemdi. Babam arkamdan bile gelmemişti. Kim bilir belkide mutlu bile olmuştu? Bizim alt sokağımızda oturan eve doğru koştum. Ayağıma taşlar çarpıyor, canımı yakıyordu ama umrumda değildi. Üzerimde gri, büyük sweetim. Altımda ise ince, mor bir eşofman vardı. Sırılsıklam olmuştum. Belkide ayağımı bile kesmiştim. Ayağımın altında hissettiğim acı bundan kaynaklanıyor olabilirdi. Alt sokaktaki villanın önünde durdum ve kapıya vurdum bir kaç defa.


Kapı dakikalar sonra açıldı. Karşımda bana şaşkınlık ve hüzünle bakan Ömer vardı. Daha konuşmadan beni anlamıştı. Yine kavga etmiş, yine yanına gelmiştim.


Günümüz..


Beraber kitapçıya girdiğimiz de kapının üzerindeki çan hareketlenerek ses çıkarmıştı. Şevket amca kitapları dizdiği raftan gözlerini çevirip bize baktığında gülümseyerek el salladım. Oda gülümseyerek el sallamış ve işine geri dönmüştü. Şevket amcayı çocukluğumdan beri tanırdım. Çok tatlı bir karısı ve iki çocuğu vardı. Burayı diğer kitapçılardan ayıran bir özellik ise gelip istediğin kitabı okuyabilirdin, istersen birkaç haftalık ödünç alabilirdin. Bir kitabı satın almak istediğinde ise kitabı kasaya götürür, kitabın açılmamış olanını satın alabilirdin. İyi bir yanı da istenilip stokta olmayan kitaplar birkaç güne getirilir, istenilirse eve teslimat yapılabilirdi. Yani burası okuru her şekilde düşünüyordu ve çok tatlı bir mekandı. Burayla resmen aşk yaşıyordum.


Rafların arasında gezerken ‘Uluyan kalpler’ kitabını görüp heyecanla elime aldım. Kitabı Rüzgar’a çevirdim. “Bak haftalardır bu kitabı görüyorum. Acayip güzel. Konusu kurt adamlarla ilgili. Kitapta bir inanışa göre 9 yıl insan yemeyen kurt adamlar tekrardan insana dönüşebilirler. Tabi bu oldukça zor, özellikle yeni kurt adam olan biri istese de kendini tutamaz. Erkek karakterimiz dört yıl boyunca dayanıyor. Dört yılın sonunda, dolunayın olduğu bir gece ona yardım eden kadını katlediyor.“ Rüzgar’ın dudakları şaşkınlıkla aralanırken elimi ona doğru salladım. Hiçbir zaman kitap anlatmayı becerememiştim. “Hayır hayır. İsteyerek yapmıyor. Bilinçdışı yapıyor. Neyse işte dolunayın olduğu bir gece bizim kızımızı buluyor. Bir insana saldırmak üzereyken onu durduruyor ve ona eğitim vermeye başlıyor.“


Rüzgar anlamayarak baktı. “Dokuz yıl kız yanında mı kalacak?“


Başımı iki yana salladım. “Hayır sanırım. Kendini kontrol etmeyi öğrenene kadar diye biliyorum.“ Sinsice gülümsedim. “Ya da alfa onu öldürene kadar.“


Rüzgar beni baştan aşağıya dehşetle süzdü. “Senin mental sağlığın iyi mi?“


Başımı iki yana salladım. “Yalan söylemeyi sevmem.“


Diğer alacağım kitapları ararken saat epeyce geçmişti. Alacağım dört kitabı elimde tutarken aradığım şeyi bir türlü bulamıyorum. Rüzgar artık kitaplara heyecanla değil de çatık kaşla baktığımdan anlamış olmalıydı. “Bir şey mi arıyorsun?“


Dudak büktüm. “Çerezlik bir aşk kitabı arıyorum. Kafa dağıtıp neden böyle bir ilişkim yok diye üzülmeye bire bir.“


Rüzgar kaşlarını çatarak başını sağa yatırdı. “Neye bire bir?“


Elimi hava da salladım. “Boşver.“


Rüzgar uzanıp hemen başımın üstünde olan raftan bir kitap çıkarttı. “Bu nasıl?“


Uzattığı kitabı elinden alıp heyecanla baktım. Kitabın ismini görünce gözlerimi devirmeden edemedim. Bu kitabı sevmediğimi duyup şaşıran çok kişi olmuştu. Bazıları sevebilirdi fakat ben sevmiyordum. Kitabı ucundan tutup kaldırdım. “Romeo ve Juliet mi? Gerçekten mi?“


Rüzgar anlamaz gözlerle baktı. “Ne ya? Çok ünlü bir kitap bu.“ Gülümseyerek göğsünü gerdi. “Kitap bilgim de varmış bak.“


Gülümsedim. “Evet ünlü olduğu doğru fakat bu.“ Elimdeki kitabı biraz daha havaya kaldırıp gözlerimle kitabı işaret ettim. “Bana göre kesinlikle romantik değil.“


“İçinde seni bu kadar sinir edecek ne olabilir ki?“


“Shakespeare'i çok severek okurum. Fakat sorunum yazarla değil, tamamen kitabın kendisiyle. Maalesef ki şu zaman da bile yasak aşk yaşayıp ölenler var fakat bana göre bu öyle masum bir kitap değil. Kitapta Romeo onbeş, Juliet onüç yaşındaydılar. İlişkilerinin üç gün sürmesine rağmen altı kişi öldü.“ Yüzümü buruşturdum. “Romeo başta Juliet’in kuzeni için gittiği mekanda Juliet’i görüyor ve nasıl oluyorsa kuzeninini hemen unutup Juliet’e sırılsıklam aşık oluyor.“ Kitabı boş raflardan birine koydum. “Kimsenin ne zaman nasıl aşık olacağına karışamayız ama onlar daha iki çocuk.“ Başımı iki yana salladım. “Saçma geliyor.“ Rüzgar’a doğru yaklaşıp gizli bir şey söylermiş gibi fısıldadım. “Ki ilişkileri üç günü geçseydi uzun ve sağlıklı bir ilişki olabileceğini sanmıyorum. Romeo, kesinlikle masum biri değil.“


Rüzgar şaşkınlıkla bana bakarken şu ana kadar nasıl kaçmadığını düşündüm. Burada kendimi kaybediyordum. Gülümseyerek Rüzgar’a akıl sağlığımı kaybetmediğimi göstermek için tatlı bir gülümseme yolladım. “Onun yerine istersen Leyla ile Mecnun okuyabilirsin.“ Rüzgar’ın gözleri gülümsememde takılı kalırken daha fazla sıkılmasını istemediğim için kasaya yöneldim. Alacağım çoğu kitabı zaten bulmuştum.


Elimdeki ağır kitaplarla kasaya ulaştığım da gülümseyerek Şevket amcaya baktım. Şevket amca zayıf olduğu halde tombiş yanaklara sahipti ve içimden onu her gördüğümde yanaklarını sıkma isteği geliyordu. Bunu yaparsam elindeki en ağır kitapla beni kovalayacağından şüphem yoktu. Şevket amca kitapların adını bir kağıda yazıp yerden çekilerek açılan kapıyı açıp bodrum katına indi. Rüzgar inanamayarak yerdeki kapıya baktı. “Gerçekten tuhaf bir mekan.“ Dudaklarına alaylı bir gülümseme kondurmuş göz ucuyla bana bakıyordu. “Bir yerden tanıdık geliyor.“


Tek kaşımı kaldırarak bende aynı gözlerle baktım ona. “Ama sevdin burayı, kabul et.“


Yüzündeki alay gitmişti. “Evet, sevdim.“ Derin bir nefes aldı. “Daha yeni geldim fakat yıllardır buradaymışım gibi hissediyorum.“


Şevket amca tüm kitapları getirdiğinde gülümsedim. Hepsi neyseki stokta vardı. Şevket amca gözlüğünün üstünden bana baktı. “Sen bir ay önce aldığın kitapları bitirdin mi bakiyim?“


Yalandan öksürdüm. “Nerden çıktı şimdi ya.“


Güldü. “Hadi hadi.“


“Ya Şevket amca her kitabın bir okunma zamanı vardır. Hangi kitabın alındığı gibi okunduğunu gördün? Söz zamanı gelince hepsini okuyacağım.“


Şevket amcanın bakışları Rüzgar’a kaydı. "Bu delikanlı da kim?" Cevap vermemize fırsat vermeden konuşmaya devam etti. "Hani kitaplardaki gibi birini bulacaktın? Buldun mu? Ne zamana tanıştınız? Neden bana hiç bahsetmedin?" Bakışlarını Rüzgar'a çevirdi. "Belalı çocuk değilsin dimi? Genellikle bunun okuduğu kitaplarda öyle oluyor. Şimdiden söyleyim öyle bir şeysen vermem kızımı sana."


Şevket amca taramalı tüfekten farksız öyle hızlı konuşmuştu ki ikimiz de araya girememiştik. Hayatımda ilk defa Ozan ve (zamanında) Ömer dışında kütüphaneye bir erkekle gelmiştim ve ona da rezil olmuştum.


Şevket amca konuşmaya devam ederken sesimi yükselttim. “Şevket amca! Dur bir soluklan, beni dinle.“ Şevket amca durup meraklı gözlerle bana baktığında sakince konuşmaya devam ettim. “Düşündüğün gibi bir şey değil.“


Şevket amcanın kaşları çatıldı. “Nasıl değil?“


“Kız isteme falan yok. Sevgililikte yok.“ Yüzümü buruşturdum. “Flörtüm de değil.“


Şevket amca kıstığı gözleri ile Rüzgar’a baktı. “E bu çocuk nasıl seninle buraya gelmeyi kabul etti?“ Gözleri korkuyla bana döndü. “Tehdit mi ettin yoksa?“


Rüzgar dudaklarından ufak bir kahkaha kaçırırken gözlerim kocaman açıldı. “Yok artık! Aşk olsun Şevket amca, benimle kütüphaneye gitmek o kadar kötü mü?“


Şevket amca güldü. “Şaka yapıyorum kızım.“ Rüzgar’a dönüp şüpheci bakışlarla onu süzdü. “Senin adın ne bakalım evladım? Kimsin? Kimlerdensin? Kızımı nereden tanıyorsun?“


“Adım Mert Rüzgar amca. Aden ile okul gezisinde tanışmıştık, aynı okuldayız.“


Şevket amca baştan aşağıya süzdü Rüzgar’ı. “İyi bakalım, düzgün birine benziyorsun.“


Rüzgar gülümsedi. “Teşekkürler.“ Şevket amca dönüp kitaplarımı okutup poşete koydu. “Benden sana hediye güzel kızım.“ Elindeki iki poşet dolusu kitaba bakarak başımı iki yana salladım.


“Çok teşekkür ederim ama olmaz Şevket amca. Fiyatını söyler misin?“


“Hadi hadi. Birkaç hafta önce de doğum günündü bir şey alamadıydım. Benim hediyem olsun.“


“Sen her geldiğimde bir bahane ile hediye etmeye çalışıyorsun zaten Şevket amca. Her kitap alışverişinde hediyeni alsaydım batmıştın valla.“


Şevket amcayı çocukluğumdan beri tanıyordum. Beni kızı olarak görür ve çok severdi. Ben de onu çok seviyordum fakat hediyesini kabul edemezdim. Nefes merkezinin çok borcu vardı ve gidişatı iyi değildi. Bir de ben yük olamazdım. “Fiyatını sen mi söylersin yoksa ben hepsine tek tek bakıp kendim mi öğreneyim?“


“Tamam tamam.“ Diyerek pes etti Şevket amca. “450 tl.“


Ucuz söylediğine adım gibi emindim. “Karttan ödeyeceğim.“ Cüzdanımdan kartı çıkartırken bu sefer de Rüzgar durdurdu beni. “Bunlar da benden olsun. Doğum günü hediyesi.“


Baştan aşağıya süzdüm Rüzgar’ı. “O zamanlar seninle tanışmıyorduk bile Rüzgar, düşünmen yeterli, teşekkür ederim.“ Cüzdanımı çıkarırken nazikçe bileğimden tuttu.“Israr ediyorum.“


Çatık kaşlarla döndüm ona. “Bende.“ Bileğimi sert sayılabilecek hızda çekip ondan kurtardım ve cevap vermesine fırsat tanımadan kartımı okuttum.


Rüzgar sessizce beni izlerken ben Şevket amcaya teşekkür edip kitap dolu poşetlerimi elime alarak hızlı adımlarla çıkışa yöneldim. Rüzgar birkaç adımda yanıma gelip çıkış kapısını açtı. Başımı dikleştirip dışarı çıktığımda yanımda yürüyordu.


“Sinirlenince çok hızlı yürüyebildiğini biliyor musun? Seni kesinlikle defans olarak oynatmalıyız.“


“Oynatın da kaybedin.“ Derin bir nefes aldım. “Futbol da berbatım.“


“Sadece hediye etmek istemiştim. Neden bu kadar kızdın?“


“Bana hediye almak istiyorsan petito alabilirsin. Böyle hesap ödeme şeylerine hiç gerek yok.“


“Tamam patron.“ Uzanıp elimdeki poşetlerden birini hızlıca aldı. Çatık kaşlarımla bir ona, bir de elindeki poşetime baktığım da şirin şirin gülümsedi. “E bu kadarını yapayım bari.“


“Ver çocuk poşeşetimi.“


Rüzgar omuzlarını düşürdü. “Çocuk mu? Sana gerçekten yaranılmıyor. Hem benim nerem çocuk? Asıl sen şekeri alınan çocuklar gibisin, merak etme yemeyeceğim şekerini, yardımcı olmaya çalışıyorum!“


Elimdeki diğer poşeti ona uzattım. “Al bunu da taşıyıver o zaman.“ Rüzgarı şaşkın yüzünden bunu dememi beklemediği açıktı fakat beklemeden diğer poşeti de aldı. Omuzlarım ağrımıştı resmen, kitaplar ne kadar da ağırdı.


Rüzgar kendi kendine göğsünü gere gere konuşuyordu. “He şöyle yola gel kızım ya.“


İçimden ona enayi demek istesem de bu kadarının ayıp olacağının bilincindeydim. Gülümseyerek teşekkür ettim. Bir iki dakika sonra telefonum çaldığında elim cebimdeki teleofnuma gitti.


‘Gönlümün sultanı.’


Aramayı cevaplayıp telefonu kulağıma götürdüm. “Efendim Anneannem?“


Nuriye sultan benim neşeli sesime karşılık fısıldıyordu. “Nerdesin kız sen? Misafirler içeride seni soruyorlar.“


İstemeden de olsa gözlerimi devirdim. “Benimle ne işleri var ya? Evlilik için soruyorlarsa daha okuyor de geç.“ Yüzümü buruşturdum. “Tanımıyorum bile onları.“


Anneannem beni azarlamaya başlamıştı. “Onlar seni tanıyor ama.“ Duraksadığında elindeki en değerli kartı oynayacağını biliyordum. “Ayrıca torunlarını hepsi senin odana girdi, haberin olsun.“


“Ne?!“ Şaşkınlıkla öyle bir bağırmıştım ki yanımda yürüyen Rüzgar yüzünü buruşturmuştu. “Kitaplarım kırmızı çizgim biliyorsun. Yalvarırım canımın içi çıkart onları.“


“Aaa.“ Dedi Anneannem alaycı bir sesle. “Ben de onları tanımıyorum, bana bir zararları yok. Kusura bakma.“ Ben daha cevap vermeden telefonu suratıma kapattığında kapanan telefon ekranına baka kaldım.


Telefon ekranından gözlerimi çekip Rüzgar ile kısa bir bakışma yaşadık. Küçük çocukların kitaplarımı yırttığını, ısırdığını, ve çizdiğini düşündükçe başımdan aşağı kaynar sular dökülüyordu. Rüzgar’ın elinden poşetlerden birini aldım. “Koş Rüzgar koş. Vatan elden gidiyor koş!“ Daha dediğimi idrak etmesine fırsat tanımadan koşmaya başladığımda o da benimle koşmaya başlamıştı.


“Aden birazcık sakin mi olsan? En fazla ne yapabilirler ki? Bir şey olmaz.“


Koşarken başımı kaldırıp ona baktım. “Sana ‘vatan elden gidiyor’ diyorum sen ‘bir şey olmaz’ diyorsun. Ne biçim askersin sen?!“


“Ne askeri manyak?“ Yanıma yetiştiğinde nefes nefese kahkaha attı. “Şu an kitaplar için koştuğuma inanamıyorum.“


Gülümsedim. “Ben de kitaplarla alakası olmayan bir çocuğun benimle elinde kitaplarla koştuğuna inanamıyorum.“


Bir kaç dakika sonra nefes nefese evimin kapısına gelmiştik. Nefesimi düzene sokmaya çalışırken yan komşumuzun sonunda taşındığını gördüm. Çocuklarının her gün yaptığı ufak çaplı parti seslerinden gına gelmişti.


Nefesimi düzene sokunca Rüzgar’ın elindeki poşeti alıp benimkiyle birlikte kapıya dayadım. Hava neredeyse kararmıştı. Rüzgar’a dönüp gülümsedim.


“Teşekkür ederim.“


“Ne için?“


“Benimle kitapçıya geldiğin için. Deli olduğundan emin oldum.“


Güldü. “Kitapçıya gidenler deli mi oluyor?“


“Kitapları sevmediğin halde benimle geldiğin ve sıkılmadan durduğun için ya delisin.“ Tek kaşımı kaldırarak imayla baktım ona. “Ya da fırsatçısın.“


İmamı anlayıp gözlerini kıstı. “Ben miyim fırsatçı? Çağırdığım an da gelen sendin?“


İnanamayarak gözlerim kocaman açılırken koluna sert bir yumruk attım. İnleyerek kolunu tutarken konuştum. “Laf yemekten kurtardım seni nankör!“


“Sen gerçekten şiddete meyilli bir fırsatçısın.“


“Bak hala!“


Bir eli yumruk attığım kolunu tutarken diğer elini kaldırarak üzerine yürümemi durdurdu. “Tamam tamam!“


Dönüp poşetlerimi elime aldım. “Ben gideyim artık, vatanı sömürmüşlerdir bile. Sonra görüşürüz.“


Rüzgar yalandan tuttuğu kolundan elini çekip doğruldu. Dudaklarında ufak bir gülümseme belirdi. “Görüşür müyüz?“


Gülerek başımla onu onayladım. “Çok ısrar ettin, görüşelim bari.“


Arkamı dönüp zile bastığım an da kapı hızlıca açılmıştı. Kaşlarım çatılırken bozuntuya vermeden Rüzgar’a dönüp gülümsedim. “İyi akşamlar.“


“İyi akşamlar kitap kurdu.“ Poşetlerle içeriye girdiğimde bütün kadınlar konuşmayı kesmiş bana bakıyorlardı. İşte bu kadar merakla beklediklerini bilmiyordum.


Yüzüme yalandan bir gülümseme kondurdum. “Hoş geldiniz.“ Keşke gelmeseydiniz.


“Hoş bulduk kızım.“ Cevapları alırken hepsi beni baştan aşağıya süzüyordu.


“Adenciğim, nasılsın yavrum?“


Tek tanıdığım yüze dönüp gülümsedim. “İyiyim Selime Teyze. Sen nasılsın?“ Selime teyze Anneannemin kankasıydı. Öyle ki Anneannemle buluştuklarında birbirlerine “Best friends.“ diyorlardı.


“Ben de iyiyim yavrum, seni gördüm daha iyi oldum.“


Selime teyzenin yanında oturan kısa beyaz saçlı kadın beni çaktırmadan süzdüğünü sanıyordu fakat yanılıyordu. Gözlüğünün yanlarındaki iplerde takılı olan parıltılı boncukların gözlerini gizlediğini düşünüyor olabilirdi fakat mavi gözlerini çok net bir şekilde görebiliyordum. Kadın elimdeki poşetleri eliyle işaret etti. “Hayrola Adenciğim?“


Elimdeki kitaplara bakıp gülümsemeye çalıştım. Buradan çabuk gidip ana vatana ulaşmam gerekiyordu. “Yeni aldığım kitaplar.“ Konuşmalarına fırsat tanımada devam ettim. “Bunlara kitaplığımda yer ayarlamam lazım. Size iyi sohbetler.“ Cevaplarını beklemeden hızla yanlarından ayrılıp merdivenlerden koşar adımlarla üst kata çıktım. Koridorun sonundaki odama ulaşıp kapıyı hızlıca açtığımda hasar kontrolu yapıyordum. Siyah düz saçlara sahip olan bir kız siyah kapaklı ergenlik zamanından kalan kitaplardan biri ile cam kenarında fotoğraf çekilirken yaşlarım da olduğunu tahmin ettiğim diğer bir çocuk kitaplarıma sakince bakarken yerde üç tane çocuk çizgi romanlarımı inceliyorlardı. Hepsi kapıyı sertçe açmamla bana dönerken bana hiç bu kadar zor geleceğini düşünmediğim bir gülümseme yaymayı denedim dudaklarıma. “Hoş geldiniz.“


“Hoş bulduk canım.“


Diğer çocukta sevecen bir gülümseme ile hoş bulduğunu iletirken poşetlerimi odanın duvarına yaslayıp beynimin içinde bir sıra oluşturdum. En tehlikeli üçlüye yöneldim. Çocuklardan bir tanesi burnunu karıştırırken diğeri çizgi romanın diğer sayfasını okumak istiyordu. Bir diğeri de sayfayı bitirmemiş olacak ki çevirmesine izin vermiyordu. Ben başıma neyin geleceğini çok iyi biliyordum ve buna asla müsaade etmeyecektim.


“Ay çocuklar o ne öyle?!“ Diye korkuyla bağırarak duvarı işaret ettiğimde üç çocukta heyecanla duvara dönmüş, ellerini çizgi romandan çekmişlerdi. Hızlıca çizgi romanı alıp tatlı bir gülümseme kondurdum yüzüme. Emanet alınmıştı. “Sizin yaşınız için bu romanlar uygun değil, maalesef.“


“Ya okuyoruz biz! ver onu“ Diyerek bağırdı bana aralarında en iri yarı olanı. Yüzlerine yaklaşıp sesimi alçalttım. “Önce git ela-lale okumayı öğren bücür.“ Bu çıkışımı beklemeyen üç çocuk saf saf suratıma bakarken ilk önce en küçüğü ağlayarak odamı terk ettiğinde derin bir nefes aldım. Şükür. Diğerleri de onu taklid ederek odamı terk ettiklerinde göz devirmeden edemedim. Şımarık çocukları sevemiyordum.


Boğazımı temizleyerek çizgi romanı olması gereken yere koydum. Bu kadar vahşilik yeterdi. Yüzümdeki sahte gülümseme ile cam kenarında kitabımla fotoğraf çekinen kızın yanına gittim. Kendi evleri gibi rahat olmaları normal miydi? Elbette misafir güzel ağırlanmalıydı fakat bunlar bizi ağırlıyor gibiydi.


Kızı baştan aşağı süzdüğümde tutuşundan bile kitaplarla alakasının olmadığını anladım. Çok eskiden okuduğum fakat kapağı dikkat çekici olan bir kitap almıştı. Kitabın arkasından bir satır okusaydı yaşına göre çocukça kalacağını bilirdi.


Kız heyecanla telefona bir şeyler yazdıktan sonra kafasını kaldırıp gözlerimin içine baktı. En azından burada olduğumu biliyordu.


“Ya aşko sen bu kitabı bana bir haftalığına ödünç versene.“ En azından kitabın benim olduğunu biliyordu. Dur bir dakika. Ne?


“Okuyacak mısın?“ Dedim inanmaz gözlerle. Asla kimseye kitabımı vermezdim fakat bu kız, özellikle bunun gibi olanlar kendini gözümün önünde kesip biçse de vermezdim. Kitaba adam akıllı sahip çıkmayacağından adım gibi emindim. Belki kapağı katlanır, kenarları buruşur, daha da kötüsü kitabın üzerine içecek bir şey koyabilirdi. Düşüncesi bile canımı yakmıştı. Hayır abartmıyorum.


“Yaani.“ Dudak büzerek kitabın kapağına baktı. “Okurum herhalde ya. Okula götürücem zaten bir hafta benimle gezecek okurum herhalde.“


Elindeki kitabı uzanıp nazikçe aldım. “Üzgünüm.“ Kesinlikle değilim. “Kitaplarımı paylaşmayı sevmem.“ Özellikle de seninle. “Çok merak ediyorsan yakınlarda bir kitapçı var oradan alabilirsin.“ Almayacağına adım gibi eminim.


Kız komik bir şey söylemişim gibi baktı bana. “Sadece bir kitap. Abartmasan mı acaba?“ Sadece bir saç, yolsam mı acaba?


Sabrımın sonuna geliyordum ve bir kişi daha vardı. Elimi bir kaç defa sallayarak odamdan çıkmasının mesajını vermeye çalıştım. En azından bu kadarını anlayabilmiştir. “Hadi canım hadi. Git abartmayan birinden iste ben abartırım, severim öyle çılgınlıkları.“ Kız kendince bana üstten bir bakış atmaya çalışıp sert adımlarla odamdan çıktığında rahat bir nefes verdim. Böylelerine çok bile kibar konuşmuştum.


Gözlerimi kitaplığımın hemen önünde duran kumral çocuğa çevirdim. Dikkatlice elindeki kitabı inceliyordu. Konuşmaların hiç birini mi duymamış mıydı? Ona bir kaç adım yaklaştığımda çocuk elinde kitabımla ellerini havaya kaldırarak arkasını döndüğünde ilk dikkatimi çeken yüzündeki ufak gülümsemeydi.


“Sakin ol kitap kurdu. Kitaplarına zarar verecek bir canavar değilim. Lütfen bana zarar verme.“


Gülümsediğimde onun dudaklarındaki gülümseme daha da büyüdü. “Bak ani hareket yapmıyor ve sakince ganimeti kasaya bırakıyorum.“ Elindeki kitabı ultra yavaş hareketlerle kitaplığımdaki eski yerine koydu. “Kusura bakma. Kitaplarımın kurcalanmasından nefret ederim.“


Başıyla beni onayladı. “Seni az önceki kızdan daha fazla anladığıma yemin edebilirim.“ Durakladı. “Adın nedir?“


“Aden. Sen de?“


“Mete.“


Gözlerinde pırıltı kırıntıları vardı. “Tanıştığıma çok memnun oldum.“


Başımla onu onayladım. “Bende.“


Meteyle aramda bir kaç saniyelik rahatsız edici bir sessizlik olduğunda çocuk başının arkasındaki saçları karıştırdı. “Ben içeri gideyim.“ Gözleri ile kitap dolu poşetimi gösterdi. “Senin işlerin var sanırım. Sonra görüşürüz Aden.“


Başımla ona küçük bir onay verdim. “Görüşürüz.“ Mete odadan çıktıktan sonra kulaklarım melodiler ile dolarken kitaplarımı dizmiştim. Bu süre zarfında neyseki kimse gelip beni rahatsız etmemişti. Nuriye sultan bile artık beni misafirlerin yanına çağırmayı bırakmıştı. Başarı kilidi açılmıştı.


Koşmanın verdiği yorgunluğun yanı sıra üzerime birde ağırlık çökünce daha fazla dayanamamış ve kendimi uykunun kollarını arasına bırakmıştım.


•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•


Sabah alarmım çalmadan uyanmıştım. Şaşırtıcı. Garip bir şekilde enerjiktim de. Daha da şaşırtıcı. Ve uykumu almıştım. İşte bu imkansız sayılırdı. Başımıza taş yağma ihtimali yüzde kaçtı? Saatime bakıp göz yaşartıcı o manzarayla karşılaştım. Daha çok vaktim vardı. Acaba biraz daha uyusa mıydım? Hayır. Uyursam berbat hissederek uyanacağımı bilecek kadar kendimi iyi tanıyordum. Bu yüzden kısa bir duş almaya karar verdim. Üzerimdeki pijamaları çıkarıp kendimi sıcak suyun altına bıraktım.


Kısa sürecek duş 45 dakikamı almıştı. Daha yeni telefonum çalarken ufak bir kahkaha atıp göğsümü gere gere alarmımla konuştum. “Çalmaya devam et, ben senden önce kalktım.“ Saçlarımı kurutup dolabıma yöneldim. Bugün her şeye ekstra çana sar ediyordum ve günüm güzel başlamıştı. Altıma siyah bir pantolon alıp üzerime ise beyaz bir gömlek geçirdim. Gömleğimin üzerine siyah bir kazak giyerek tamamen hazır olmuştum. Aynada kendime gülümsediğimde ufak bir dokunuş yaparak dudaklarıma lipgloss sürdüm. Fena olmamıştım. Ayrıca zayıfta görünüyordum. Siyahın en sevdiğim özelliği kesinlikle buydu.


Çantam ve telefonumla alt kata indiğimde ne yiyeceğime karar vermeye çalışıyordum. Aklımdan çikolatalı ekmek geçse de dün fazlasıyla aburcubur yemiştim. Yulaf tabağı mı hazırlasaydım acaba? Başımı iki yana salladım. Bir elma, bir muz yeterliydi. Abartmanın bir manası yoktu.


Kahvaltımı ettikten sonra saatime baktım. Servisin gelmesine iki dakika kalmıştı. Kapının önüne gelmiş ayakkabılarımı giyerken korna sesini duyup gülümsedim. Tam zamanında. Hızlı adımlarla servise bindiğimde Bade şaşkınlıkla bana bakıyordu. İlk defa servisçi amcayı oyalamasına gerek kalmamıştı.


Yanına oturduğumda yalandan gözyaşlarını sildi. “Ağlıyorum.“


Acıtmayacak şekilde koluna vurdum. “Her zaman erken kalkarım Bade bilmiyor musun? Ne kadar da ayıp.“ Bade gülerek önüne döndüğünde kısaca onu süzdüm. Her zamankinden daha bakımsızdı. Hayır, yine bakımlıydı ama daha az gibiydi. yada ben kuruntu yapıyordum.


Kulaklığımı telefona bağlayıp karışık listeye başlattım. Şarkı kulaklarımı doldururken başımı geriye yaslayıp camdan dışarıyı izlemeye koyuldum. Gözlerimin önünden hızla yollar geçerken ruhum burayı çoktan terk etmişti. O cam kenarlarında neler düşünülmezdi ki? Ağlanır, özlenir, acı çekilir, hayat sorgulanılır belki de nefret edilirdi. Sadece cam kenarı olmazdı ki bazenleri. Zihnindekiler çığlık atarken onların sakinleşmesini sağlardı. Izdırap içindeki ruhun kısa süreliğine de olsa nefes alabilirdi. Basit bir cam kenarı yeni hayallerin gebe olduğu sihirli bir yerde olabilirdi. Planlar yapılırdı belki de. Gerçek olup olmayacağı bilinmeyen, çok çaba isteyecek planlar… Sana muhtaç geleceğin için savaşacağın, planlarını kurduğun, dudaklarında ufak bir gülümsemeyle hayallerini yeşerttiğin o savaşın başlangıcıydı belki de cam kenarları. Bu yüzden sıradan gözüküp sihirli olan hiçbir yer küçümsenmemeliydi. Oralarda ne hayaller solar, ne umutlar yeşerirdi. Kim bilir, belki de sadece uyunurdu. Sessizce gözlerini kapatır ve yol gözlerinden kayarken arabanın o an ninni gibi gelen sesiyle tadı ayrı olan güzel bir uykuya dalardın.


Aynı benim yaptığım gibi.


Bade beni dürttüğünde öğrenciler yavaşça servisten iniyordu. Şarkı kulağımı doldurmaya devam ederken Bade ile servisten indim. Yanımda yürürken fark etmiştim ki Bade sınıfa çıkarken bile hiç konuşmamıştı. Sıraya oturduğumuz da elimi alnına koydum. “Ateşin mi var senin?“ Alnını elimden kurtarıp huysuzca homurdandı.


“Saçmalama Aden.“ Onunla daha fazla uğraşacaktım fakat Ömer’in sınıfa girmesi ile tüm havam kaçmıştı. Bu aptal yine niye buradaydı? Bade Ömer’i görünce göz devirerek bana baktı. “Gerçekten hiç uğraşamam.“ Kulaklığını takarak ellerini sıraya koyup başını yasladı. Bugün nesi vardı böyle? Normalde olsa beni kesinlikle Ömer ile baş başa bırakmazdı. Önümdeki boş sıraya oturduğunda içimden sabır nidaları çekiyordum. Güzel başlayan günümü bozmasına izin vermeyecektim. Yalandan bir şaşkınlık ekledi yüzüne. “Aa Aden sen de mi burdaydın. Naber?“


Yüzüme yapmacık olduğunu çok belli ettiğim bir gülümseme taktım. “İyi Ömer. Sen?“


Arkamdaki boş sıraya bakıp sırıttı. “Mükemmelim.“


Bir dakika. Bu çocuk uzaklaştırma almamış mıydı? Hala nasıl burada olabiliyordu? “Sen nasıl geldin?“


Ömer anlamayarak baktı bana. “Arabayla.“


Başımı iki yana salladım. “Hayır ya. Uzaklaştırma almadın mı sen?“


Yeni anladığını belirtircesine “Haa…“ Diye bir ses çıkarıp dudaklarına alaycı bir gülümseme kondurdu. “Bilirsin, babamın halledemeyeceği şey yoktur.“ Sıraya yaslanarak bana yaklaştı. “İki hafta boyunca ne seni güldürecek Ozan’ın, ne de seni koruyacak bir Mert yok.“


Söyledikleri ile sinirim bozulurken bunu ona belli etmek gibi bir niyetim yoktu. “Neyseki kimsenin beni korumasına ihtiyacım yok.“ Önceki kavgamızda ona attığım tekme ve kafayı hatılarmak istercesine dudaklarıma onunkilerde olan alaycı gülümsemeyi kondurdum. “Senin kendini korumanı öneririm. Beni durduracak da kimse yok.“ Tamam kızım, çokta gaza gelme.


Gözleriyle Ozan’ın olması gereken arka sırayı işaret ederek konuyu değiştirdi. “Dikkat et de dağılmasın grubunuz. Malum son zamanlar da çok göz önündesiniz, mazallah nazar falan değer.“ O kadar rahatsız edici bir tını da konuşuyordu ki ses tellerinden keman yapmak istiyordum.


Bu dünyada yaşadığım sürece bizi ayırabilecek hiçbir canlı yoktu. Onlar eskiden benim hayatta kalmamı sağladılarsa, sırf bunun için bile ayrılmamıza izin vermezdim. “Sabah sabah uğraştırma beni Ömer, git işine. Ayrıca en azından Ozan hiç bir zaman fazlalık olmadı.“ Madem kendisi geçmişe gönderme yapmaya çalışıyordu, ona yardımcı olacaktım. Bu konu da zararlı çıkacak biri varsa o da karşımda oturan şahsiyetti. Sıraya kollarımı koyarak yüzümü ona yaklaştırdım. “Fazlalık, çürük yumurta olanlar uzun zaman önce aramızdan ayrıldı.“


Ömer’in gözlerinden kırgınlık geçerken onu hızla yok etmeye çalıştı. Kırgınlığını gizlemek için her zaman yaptığı gibi öfkesini kullanmayı seçti. “Fazlalık ha? O yüzden mi babandan her kaçışında o fazlalığa sığındın?“


Onun gibi kaşlarımı çatarak ses tonumu sertleştirdim. “Hata yapmışım.“


Bu dediklerimin onun kalbini kıracağını bilecek kadar iyi tanıyordum onu fakat ona merhamet gösteremezdim. O da beni tanıdığı halde zamanında kalbimi paramparça etmişti.


“Hata.“ Diyerek dediğimi tekrar etti. “Bir daha hatalara sığınma o zaman.“ Oturduğu yerden hiddetle kalktığı sırada ona cevap vermekten geri kalmadım.


“Merak etme. Bir hatayı bir kere yaparım, ikincisine fırsat vermem.“ Ömer bir anlık duraksasa da kendini toparlayıp hızlıca uzaklaştı sınıftan. Her şeyin suçlusu oyken mağduru oynayamazdı.


Beynimin onunla ilgili şeyler düşünmesini istemiyordum. Bu yüzden oflayarak çantamdan kitabımı çıkarttım. Yine kitaplara sığınıyordum. Evet, yine kaçıyordum. Çünkü başka çıkış kapım yoktu. Sorunlarım peşimi bırakmazsa bende onların olduğu evreni terk eder, kitaplardaki o evrenlerde saklanırdım ve kimse buna engel olamazdı.


•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•


Derslerin hepsi bitmiş Bade servisle ben yürüyerek eve gidiyordum. Sabahtan beri durgun gibiydi ve ne kadar sorsam da beni geçiştirip durmuştu. Beraber yürümeyi teklif ettiğimde çok yorgun olduğunu söyleyerek servise binmişti. Bade’yi bana bir şeyler anlatması için zorlayamazdım. O anlatmak istemedikten sonra bileklerimi de kessem anlatmazdı. Tamam, pek iyi bir benzetme olmamıştı.


Kulaklığım kulağımda eve yürürken Ozanın mesaj attığını gördüm.


*Çakma Badboy: Bensiz nasıl geçti ilk gününüz?:")*


Yokluğunu çok hissetmiştim. Gülümseyerek mesaj yazmaya başladım.


*Bacım Water: Yalan yok. Gerçekten sıkıcıydı.*


*Bacım Water: Özellikle Bade. Tersinden kalkmış gibiydi.*


*Çakma Badboy: Oda beni özlemediğini, gününün çok güzel geçtiğini falan söyledi de yalan biliyorum. Bensiz yapamıyor :D*


*Bacım Water: Sana kalsa aşkından ölüyor- da farkında değilsin.*


*Çakma Badboy: ;)*


*Çakma Badboy: Ömer yine sana sataşmış?*


*Bacım Water: Sorma ya! Uzaklaştırmadan kurtulmuş birde, acayip sinir oldum.*


*Bacım Water: Gelmiş yine eskilerin muhabbetini falan açıyor.*


*Bacım Water: Sanki suçlu bizmişiz gibi konuşuyo aptal.*


Ozan'ın bir boyunca uzun uzun bir şeyler yazdığını gördüğümde ne yazdığını anlayarak konuşmaya devam ettim.


*Bacım Water: Boşuna fantezilerini dökme buraya.*


*Çakma Badboy: Hiçte bile. Sadece hak ettiklerini yazıyordum :>*


*Bacım Water: Terbiyesiz -_-*


*Çakma Badboy: Kendisi sanki İngiltere prensesi.*


*Bacım Water: İngiltere prensesi olabilecek kadar güzel olduğumun farkındayım. Bunu tekrar dile getirmesende olur.*


Gerçekten öyle düşündüğüm için değil, onların beni her halimle yargılamadan kabul edeceklerini bildiğim için rahatça saçmalayabiliyordum.


*Çakma Badboy: Orda dur.*


*Çakma Badboy: Güzellik konusunda beni geçemezsin.*


*Bacım Water: Sen yakışıklı oluyorsun yalnız.*


*Çakma Badboy: Olsun.*


*Çakma Badboy: Ben hepsi olabilecek kadar muhteşem bir varlığım.*


*Bacım Water: SİEĞŞDOFJFHMXÇSŞSĞDOFJDHMÖSKDJCM*


*Çakma Badboy: Hadi lan ordan!*


Başımı telefondan kaldırıp etrafıma bakındım.


*Bacım Water: Benim biraz işlerim var sonra görüşürüz.*


*Çakma Badboy:.Görüşürüz. Mert’lerden ve saldırgan köpeklerden uzak dur.“


Gülerek mesajını beğendim ve telefonumu kapattım. Rüzgar ile geldiğimiz parktaki büyük ağacın önündeydim. Eve gidip odama kapanmak istememiştim, biraz temiz hava da kitap okumaktan zarar gelmezdi. Çantamdan kitabımı çıkarıp ağaca yaslandım. Elim kitabın sayfasında gezinirken gülümsedim. Huzur tam da burada, satırların arasında gizliydi.


Yarım saat sonra telefonumun çalması ile savaşın ortasında- pardon sayfamın ortasında başımı kaldırıp telefonuma baktım. “Babam“ arıyordu.


Kaşlarım neden aradığının merakıyla çatılırken telefonu açıp kulağıma yaklaştırdım. “Aden.“


“Baba?“


“Neredesin sen? Okuldan çıkalı bir buçuk saat oldu.“ Babam bu saatte evde olmazdı ki. Olsa bile benimle bir işi olmazdı ki. Ayrıca ben daha yarım saatin geçtiğini düşünürken nasıl yarım saat geçmişti?


“Okuldan sonra temiz hava alayım dedim, parkta kitap okuyordum.“


“Çabuk eve gel. Anneannen telaşlı telaşlı misafirler için hazırlık yapıyor. Gel bir işin ucundan tut.“ Ben gelip iş yapmak istesem de adam akıllı bişey yaptırmayacak ki baba. Tabi sen bunu bilemezsin.


Derin bir nefes verdim. “Tamam baba.“


Oturduğum yerde kalkıp kitabı çantama koydum. Hızlı adımlarla eve yürürken babamın sinirli konuşması gerilmeme neden olmuştu. Sakinleşmek için favori şarkımı açarken yine hangi misafirler ile uğraşacağımı düşünüyordum. Acaba evden çıkarken odamın kapısını falan mı kilitleseydim? Yirmi dakika boyunca taksiye binmek yerine yürümeyi seçtiğim için kendime içimden küfürler ediyordum. Bu parkın evden bu kadar uzak olduğunu fark etmemiştim. Hava kararmaya başlamıştı ve ben yorulmuştum. O kadar ki misafirler halimi görünce acıyıp bana hizmet edebilirlerdi. Evin kapısına gelince fazladan sadece dört çift ayakkabının olduğunu görünce gülümsedim. En azından çok değillerdi. Zile basmak yerine çantamdan çıkarttığım anahtarımı deliğe sokup çevirdim. Dudaklarımdaki hazırladığım yalancı gülümseme şaşkınlığın esiri olarak silinerek aralandı. Karşımdaki kadının yüzü de aynı şaşkınlıkla bana bakarken bunun bir tesadüf olma ihtimalinin yüzde kaç olduğunu merak ediyordum. Rüveyda hanım şaşkınlıkla bana bakarken dudaklarıma zoraki bir gülümseme kondurmayı denedim. “Hoş geldiniz.“


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


Loading...
0%