Yeni Üyelik
14.
Bölüm

Farklı Ama Benzer Acılar.

@mranayavuz

14. Bölüm: Farklı Ama Benzer Acılar.

*O kadar çok hiç’e sahiptim ki var olduğumdan şüphelenmeye başlamıştım.*

Sorumun cevabını o da bilmiyordu. Teyzemin ve Babamın gözlerinde gördüğüm korku iyice gerilmeme neden oluyordu.

“Polisi arayalım?” Diyerek mantıklı bir teklifte bulundu teyzem.

Babam bir kaç adım uzağındaki kalın odunu aldı eline. “Polis gelene kadar burada duracağı ne malum?” Başını iki yana salladı. “Katil olup olmadığını bile bilmiyoruz!” Teyzemin de benim de gözlerim elindeki oduna kaydı. “Önlem amaçlı.” Babam arkasını dönüp kapıya doğru ilerledi. Onun hemen arkasından gelirken aklımdan binbir türlü yaşanabilecek olay geçiyordu. Ah, keşke silahım olsaydı. Babam anahtarı yavaşça deliğe sokup çevirdi. O kadar yavaş ve sessiz yapıyordu ki dibinde duran ben bile duymuyordum. Kapı hafifçe aralanınca derin bir nefes aldı ve sessizce içeriye başını soktu. Yavaşça içeri girerken bir kadın çığlığı duymamız ile hepimiz çığlık attık. Babam vurmak için odunu kaldrıdığında karşımız da Selime Teyzeyi görmeyi elbette beklemiyorduk. Kadın korkuyla kalbini tutarken merdivenlerden koşma sesi geldi. “Ne oluyor?! Anneanne iyi misin?”

Dönüp merdivene baktığımızda telaşla bize gelen Mete’yi görmeyi beklemiyorduk. Babam bir Selime teyzeye, bir de Mete’ye baktı. “Ne oluyor burada? Kimsiniz siz?!”

Babamın koluna dokunarak dikkatini üzerime çekmeye çalıştım. “Baba. Sorun yok.” Selime teyzeyi gösterdim gözlerimle. “Anneannemin yakın arkadaşı. Bilmiyorsundur ama yan komşumuz.” Bu sefer de merdivenlerden inmiş Mete’ye baktım. “Mete de torunu.” Gözlerim merakla Selime teyzeye kaydı. “Selime teyze? Neden buradasınız?”

“Dün bir sürü olay yaşandı fakat polis evinize barikat çekip incelediler saatlerce.” Dikkatlice ona baktığımda gözlerinin ağlamaktan kızardığını, göz altlarının çökmüş olduğunu fark ettim. “Ben de polisler gittikten sonra eve geldim. Rahmetli Anneannen her zaman yedek anahtar saklardı bir yerlere.” Gözünden akan yaşı sildi. “Nerelerde olduğunu bilirdim genel de. Kapınızdaki toprak dolu saksının içinde vardı. Onunla girip evi toparlamaya başladım. Her yeri, her yere katmış adamlar. Mete’yi de bana yardım etmesi için çağırdım. Son toparlamaları da yaparken siz geldiniz.”

Babam gözlerini kısmış Selime teyzeye bakıyordu. Onun kibarca cevap veremeyeceği aşikar olduğu için babam bir hamlede bulunmadan ben konuştum. “Teşekkür ederiz Selime teyze.”

Gülümsedi. “Rica ederim kızım, ne demek. Ben eve gideyim şimdi. Dolapta size yeni yemek yaptım, ısıtır yersiniz. Bir şeye ihtiyacınız olursa söylemeniz yeterli.”

Başımla gülümseyip onu onayladım. Selime teyze yanımdan sessizce geçerken Mete yanıma gelip elini koluma koydu. Başımı kaldırıp ona baktığımda bana buruk bir tebessüm gönderdi. “Başın sağolsun.”

Gözlerimle onu onaylayıp cevap dahi veremedim. Mete de evden çıkınca ölüm sessizliği bütün evi kaplamıştı. Fakat konuşmalarına fırsat tanımadım. Konuşmak istemiyordum. Konuşacak bir şeyim de yoktu. Bu ev de konuşacağım kimse kalmamıştı. Sessizce odama doğru adımlarken merdivende babamın sesini duydum. “Aden.” Durdum. Dönmedim de. Sadece konuşmasını bekledim. “Bir şeyler yemelisin.”

“İstemiyorum.” Çok açtım. Midem bana küfür edemiyordu bile çünkü yok olmuştu. Fakat şu an bir şey yiyebileceğimi sanmıyordum. Yesem bile çıkartacağımı biliyordum. Anneannem yediği yemekten ölmüşken şu an bir şeyler yiyebileceğimi sanmıyordum. Cevabını beklemeden merdivenlerden çıkıp koridorun sonundaki odama girdim. İki gündür üzerimde olan kıyafetlerimi çıkarıp elime gelen ilk pijamalarımı üzerime geçirip yatağıma girdim. Beynim tamamen bomboş gibiydi. İlaç bu kadar yüksek doz da mı veriliyordu? İçim ağlasa da gözümden tek damla akamıyordu. Gözyaşlarımı bile almışlardı benden. Telefonumdan bir kaç bildirim geldiğini duymuştum fakat hiçbir şey yapmak istemiyordum. Ruhum bir ölüden farksızdı. Bedenim hayat denen ıstırapla mücadele ederken ruhum intihara kalkışıyordu. Uçmak istiyordu belki de. Uzaklaşmak buralardan. Buralardan derken değil bu şehirden, bu dünyadan, hayattan uzaklaşmak. Ruhunu serbest bırakmak. Boşlukta uçmak. Ben uçmak derim buna, başkası düşmek. Bakış açısı ne de önemli şey öyle.

Başımı iki yana salladım. Bana ne oluyordu? Zihnimi bir arada tutamıyordum. Bedenim de sakinleştiricinin etkisi bu kadar büyük mü oluyordu? Beynimde kelimeler, düşünceler, anılar vardı fakat hepsi hortumla dönüyor gibiydi. Karmakarışık. Bu yüzden gözlerim kapanırken engel olmadım. Tek isteğim bir daha açılmamalarıydı.

•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•

Saniyesine bile tahammülümün kalmadığı hayattaydım. Hiç açmak istemediğim gözlerimi açtım. Hiç kalkmak istemediğim yataktan kalktım. Hiç gelmesini istemediğim o gün kapımı çaldığı için hazırlandım. Hiç gitmek istemediğim o yere geldim. Hiç istemediğim anın içindeydim. O kadar çok hiç’e sahiptim ki var olduğumdan şüphelenmeye başlamıştım.

Sevdiğiniz birinin cenaze namazına gitmek üzmez kimseyi. Bu duyguya üzülmek demek hafif kalır. Parçalanmak. Yıkılmak. Ölmek. Silinmek istemek daha doğru olur. Yıkılmıştım. Kendi duvarlarımın altında kalmıştı o küçük kız ve kurtulamıyordu. Onu çıkaracak bir el vardı. O da artık hayatta değildi.

O kadar büyük bir kalabalık vardı ki iğne atsam yere düşmeye bilirdi. En önde babam, Yusuf abi, Ozan, Rüzgar, Serdar abi, Ömer vardı. En çok mahvolan Yusuf abiydi. Her zaman düzenli gezen o adam dağılmıştı. “Hakkınızı helal ediyor musunuz?”

Altımda siyah kot pantolonum, üzerimde siyah bluzum ve saçlarımın üzerine konulan siyah başörtü ile Bade ve teyzemin kollarında zar zor ayakta duruyordum. Uzağımdaydı. Getiriyorlardı onu. Götürüyorlardı demek daha doğrudur belki de.

“Helal olsun.” Diye bağırdı erkek topluluğu. Dizlerimin bağının artık çözüldüğünü hissediyordum. Düşerken Bade ve teyzem daha sıkı tuttular kollarımdan.

“Helal ediyor musunuz?”

“Helal olsun.” Gidiyordu. Tamamen gidiyordu. Göz yaşlarım ardı ardına akıyordu.

“Helal ediyor musunuz?”

“Helal olsun!”

“A-anneannem…” Başımı ard arda iki yana sallayarak Bade’ye baktım. “Gitmesin Bade yalvarırım. Bırakmasın beni ne olur. Ben onsuz nasıl yaşayacağım?” Haykırışlarım her tarafı inletirken bir teyze geldi yanımıza. İlk başta algılayamadım ama tane tane anlattı her defasında. Ölüler görürmüş aslında neler olduğunu. Benim ağlamam Anneannemi de çok üzer, hayattayken beni böyle görse ne kadar üzülürse şu an da o kadar üzülüyormuş. Derin nefesler aldım. Yıkılmıştım ama ayakta durmaya çalıştım. En azından burdan gidene kadar dayanabilirdim. Bade bayılmamam için boynuma, yüzüme limon kolonyası sürerken zar zor kalktım ayağa. Ufak adımlarla mezarlığa yürürken Anneannemi omuzlarının üzerine almışlardı bile. Yavaşça yürüdük mezarlığa. İzledim uzaktan gömülüşünü. İçim içimden gidiyor, gözyaşlarım ona eşlik ediyordu. Anneannemi tamamen gömdükten sonra insanlar yavaşça dağılmaya başladı. Anneanneme doğru ufak adımlarla yürürken kendimi tutamıyordum. İçimdeki yanardağ patlamak istiyordu. Mezarlığın yanına geldiğimde kalabalığı umursamadan kendimi yanına bıraktım. Toprağını avuçlarken başımı koydum. “Gidiyor musun Anneannem?” Toprağını sıktım. “Bırakıyor musun beni? Sen varken bile zor duruyordum ayakta. Ne yapacağım ben sensiz?” Burnumu çektim. “Hem sen karanlıkta huzursuz olursun. Bana belli etmesen de korkuyorsun, biliyorum. Yalnız kalacaksın orada. Korkmayacak mısın?” Başımı kaldırıp mezarlığa bakarken yüzüme bir damla düştü. Ardından bir tane daha. Damlalar yavaşça artarken Anneannemin tam kalbine denk geldiğini düşündüğüm bölgeye, tam orta kısmı hafifçe açarken Yusuf abi yanıma bir saksı ile geldi. Ondan bir kaç gün önce istediğim bir şeydi. Yusuf abi eldivenleri uzatsa da umursamadan elimi saksının içine daldırıp beyaz güller kökleri ile birlikte çıkarttım. Az önce ellerimle kazdığım yere gülleri yerleştirdim. Anneannem beyaz gülleri çok severdi. Ona göre annemle beni temsil ediyordu. Dışımız dikenliydi ama ona göre çok güzel ve özeldik. En güzel gülleri o hak ediyordu. Gülleri güzelce yerleştirirken saçlarım sırılsıklam olmuştu. Çamurlaşan toprağın içine gülü güzelce gömüp geri çekildiğimde Yusuf abi uzanıp ıslak mendil ile ellerimi temizliyordu. Anneannemin mezarını izlerken yağmura teşekkür ediyordum. Gözyaşlarımı saklamama yardım ediyordu. Hıçkırıklarımı da yağmurun düşme sesi bastırırken çığlıklar içinde ağlamak istiyordum. Fakat yapamazdım. O üzülürdü. O ben ağlayınca ağlardı ve onun ağlamasını istemezdim. Yanımdaki Yusuf abiye baktım. Beyaz gömleği kir içinde, her zaman bakımlı ve taranmış olan saçları darmadağındı. Sarışın olduğu için kızarmıştı. Gözlerindeki yıkım tanıdıktı. Küçüklüğünden beri ona kimsenin destek olmadığını biliyordum. Anneannemi annesi yerine koyduğunu hissederdim. Acılar farklıydı ama benzerdi. Başıma bir şemsiyenin tutulduğunu fark ettiğimde dönüp arkamdakine baktım. Rüzgar, ayakta durmuş, kendi ıslanırken bana şemsiyesini tutuyordu. Ozan üstündeki, hırkayı çıkarıp Bade’nin omuzlarına koyarken arabadan benim için bir hırka getirip omuzlarıma koydu. Durup omuzlarımı sıktığında derin nefesler almaya çalıştım.

Dönüp Anneanneme baktım. “Seni daha fazla üzmeyeceğim. Huzur içinde yat Nuriye sultan. Hak ettin.” Yanındaki annemin mezarına bakıp gülümsemeye çalışırken burnumu çektim. “Hadi yine iyisin anne. Annen yanına geldi.”

Hapşırdığımda Yusuf abi elini koluma koydu. “Gidelim artık Aden.”

Başımı iki yana salladım. “Korkar o. Gidemeyiz.”

“Senin bir de üstüne hasta olup ateşlenmeni daha çok istemezdi.”

Derin bir nefes aldım. Haklıydı. Ayağa kalkarken Rüzgar yürümem de yardımcı oluyordu. Aklımda dolanan sesler ne kadar da bencil olduğumu gösteriyordu. Sürekli onsuz ne yapacağımı ve buna benzer soruları düşünüyordum. Diğer koluma Yusuf abi girip çamurlu yerde yürümeme yardım ederken gitmeyen bir kaç kişi gelip baş sağlığı diliyordu. Bade’nin anne ve babası geldiler önce. Yeşil gözlerindeki samimi hüznü görmüştüm. Bana geçmiş olsun dilekleri sunmuş, ne zaman bir şeye ihtiyacım olursa çekinmeden isteyebileceğimi söylemişti. Başımla yavaşça onları onaylayıp teşekkür ettikten sonra bu sefer de Ozan’ın anne ve babası gelmişti. Başsağlığı dileyip annesi bana sıkıca sarıldıktan sonra onlar da ayrıldılar yanımdan. Bir kaç söylemişlerdi fakat idrak edememiştim. Gözlerimi yerden kaldırdığımda Rüveyda hanım ile buluştu. Tereddütle bakan gözleri bana yaklaşırken şemsiyesi onu yağmurdan koruyordu. “Başınız sağolsun.” Cevap vermek yerine başımla onu onayladım. Gitmek yerine durup gözlerimin içine baktı. Gözlerime bakmış, ruhumu görmüştü. Onu kara mamba gibi saran acının niyeti ölümken ben sadece durup amacına ulaşmasını bekliyordum. Gözümden bir damla yaş firar ederken Rüveyda hanım uzanıp bana sıkıca sarıldı. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken hep bu anı bekliyormuşçasına kollarımı ona dolayıp hıçkıra hıçkıra ağladım. Dakikalarca sarılmıştık belki de. Hiç tatmadığım anne şefkatini iliklerime kadar hissederken içimdeki acı beni öldürecek sandım. Öldürmedi. Aksine, daha da sıkı bağlanmamı sağladı hayata. Tabi bundan o an habersizdim.

Rüveyda hanımdan ayrılmamı sağlayan bize doğru gelen babamı görmem olmuştu. Yavaşça geri çekildiğimde bulanıklaşan gözlerimden zar zor onun da ağladığını gördüm. Babam koluma girdiğinde sadece onunla yürümeye başladım arabaya doğru.

•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•

Avukat dosyasını açarken evde ölüm sessizliği vardı. Pardon, sadece sessizliği değildi. Avukat bize kalan mirası anlatmak için benden bir tepki beklerken gözlerimi çamurlu pantolonumda, başımı yukarı aşağı salladım. Üstümü değiştirmek istememiştim. “Önceliğinde Nuriye hanımın size özel bıraktığı mektubu okumak istiyorum.“ Boğazını temizledi. “Sevgili torunum Aden. Biliyorum ki benim kaybımdan en çok sen etkileneceksin. Bu satırları sen okurken ben demek oluyor ki çoktan hastalığıma yenik düşmüşümdür. Sana hayatta olduğum sürece kızımın yokluğunu hissettirmemeye çalıştım. Aynı zaman da farkında olmasan da sen de annene benzeyerek kızımın yokluğunu bana hissettrimemeye çalıştın. Canım torunum, biliyorum ben senin ne denli güçlü bir kız olduğunu. Bu zamana kadar her zorluğun üstesinden geldin. Bunu ben olsam da, olmasam da yaptın. Yine yapabileceğine inanıyorum. Sen benim herşeyimdin. Birazdan açıklanacak olan mirasın, senin yanında ufacık bir değeri dahi olamaz. Bilirim ki senin için yerimi dolduramaz. Lakin unutma, ben her zaman senin yanında olacak ve senin güçlü duruşunu izleyeceğim. Ağlayacak, yıkılacak, sonra ayağa kalkıp savaşmaya devam edeceksin. Aden Demir’e, kızıma, torunuma bu yakışır. Damadım Ali. Senden isteğim torunumun yanında olman. Sizi toparlamak için olamayacağım orada. Bu yüzden sizi, sen toparlayacaksın. Sana güveniyorum. Kızım Yasemin, biliyorsun ki seninle uzun zamandır konuşmuyoruz. Gurur yapmayıp sana ulaşmam gerekirdi. Eğer ölümüm ani olmadıysa bunu yapmışımdır. Şunu bilmeni istiyorum ki, seni çok sevdim canım kızım. Küs de olsak, birbirimizin kalbini de kırmış olsak ben seni yine de çok seviyorum kızım. Yusuf, Bade, Ozan. Torunuma iyi bakın. O, size de emanet. Benim hepinize hakkım helaldir. Siz de helal edin. Bir ara da kalın.” Avukat bu sefer de dosyasını açtı. “Rahmetli Nuriye Kartal hanımefendinin mirası. Yusuf Ay’ın %5’lik holding hissesine kendisini tamamen güvenceye alabilmesi için miras olarak %5 hisse daha bıraktım. İnanıyorum ki kendisi yükselmeye devam edecektir. Bade Bozkurt ve Ozan Barkan’a da holding hisselerimden %2 hisse bıraktım. Teşekkür mahiyetinde kabul edebilirler. Bu zamana kadar torunumun yanında oldukları için. Eğer ileride holdinge bir şey olmazsa bir seçenekleri olabilmesi için. Kalan bütün mirasımı, yaşamım boyunca çalışıp kazandığım her şeyimi torunum Aden Demir’e bıraktım. Lakin şu an da üçü de holdingde çalışamayacakları için onların haklarından, onlar yerine geçene kadar sizin görevlerinizle holdingin geçici sahibi Serdar Kaya sorumlu olacaktır. Sevgiyle kalın.”

Avukat susup sessizlik her yeri sararken Teyzem konuştu. “Nasıl yani? Bu kadar mı? Kızına hiç bir şey yok mu?”

Dönüp kızaran gözlerimle ona baktığımda o beni önemsemedi. Avukat başını iki yana salladığında teyzem öfkeyle ayağa kalktı. “Bu saçmalık! Onun kızıyım ben. Varis olarak bana kalmalı.”

Avukat başını tekrar iki yana salladı. Sanki bu tür senaryolar görmeye alışkın gibiydi. “Normalde olsaydı, vekaletname yazılmadan önce olsaydı öyle olurdu, fakat Nuriye hanım özellikle uzun zaman öncesinden yazdırmıştı.”

“Saçmalık! Mantıklı değil! O öldü, bana kalması gerekirdi!”

Öfkeyle ayağa kalkıp acıyan boğazımla bağırdım. “Ya sen ne diyorsun teyze?! Kendinde misin?! Anneannem ölmüş, senin derdine bak. Annen ölmüş ya! Seni doğuran kadın ölmüş, önemsediğin şeye bak!”

“Beni doğuran kadına bak ya! Herkesi düşünmüş.” Arkadaşlarımı işaret etti. “Arkadaşlarına kadar düşünmüş ama öz kızını düşünmemiş! Ne güzel anne!”

Dişlerimi sıktım. “Teyze. Sus.”

Beni duymamazlıktan gelip avukata döndü. “İtiraz ediyorum. Bana bir şeyler bırakmak zorunda.”

Avukattan cevap gelmeden öne atılıp kolundan çektim. “Açgözlülüğün de, sen de yerin dibine bat. Git evimden!” Kolundan tutup kapıya doğru çekiştirirken teyzem benden kurtulmaya çalışıyordu. Bu anın tek iyi yanı kimse beni durdurmaya çalışmıyordu. Babam bile. Kapının önünde onu dışarıya ittim. “Defol git evimden. Senin gibi vicdansızlara yerim yok!”

O ağzını açıp cevap verecekken portmantodaki çantasını ve ayakkabısını alıp dışarı fırlatıp kapıyı kapattım. Döndüğümde hepsinin ayakta şaşkınlıkla bana baktıklarını fark ettim. Rüzgar bana doğru bir adım attığında elimle onu durdurdum. Elim boynuma giderken ağzıma gelenle banyoya koştum. Alttaki tuvalete mide suyumu kusarken gözlerimden yaşlar akıyordu. Bade gelip saçlarımı tutmaya başladığında Ozan da sırtımı sıvazlıyordu. Rügar’ın uzattığı peçeteyle ağzımı silip sifona bastım. Midem daha fazlasını kaldırmıyordu. Belki de bünyem. “Biraz yalnız kalmalıyım.“ Yanlarından uzaklaşırken Bade peşimden gelmek için bir adım attığında Yusuf abi kolundan tutup onu durdurdu. Merdiven koşar adımlarla çıkarken Bade’ye yalnız kalmaya ihtiyacım olduğunu söylüyordu. Merdivenlerden çıktığımda salonun sonundaki odama koştum. Hızlıca kapıyı kapatıp yaslandım. Sık nefesler alıp verirken kapını dibine çöktüm. Elim boynuma gitti. Nefes alıyordum fakat sanki dünya da oksijen kalmamıştı. Sakinleşmeliydim. Bir insan bu kadar acıyı nasıl kaldırabilirdi?

Orada ne kadar durduğumu bilmiyorum. Bir ara uyuya bile kalmıştım. Beni tekrar hayata döndüren şey telefonumdan gelen bildirimdi. Telefonu açıp gelen bildirime baktım. O hesaptı. Posta yine etiketlemişti beni. İşaret parmağını dudaklarına götürüp susmamı işaret eden maskeli, takım elbiseli bir adam vardı. Açıklamasına baktım. “Dostun olacak zorunlu sessizlik!” yazıyordu. Ne demeye çalıştığını anlamadığım için şu an bununla uğraşmak istemedim. Bu hesabında peşini bırakmayacaktım fakat Nuriye sultanımın da dediği gibi, ağlayacak, yıkılacak, sonra da kalkıp savaşacaktım. Ağlamış, yıkılmıştım. Savaşa az kalmıştı.

Telefonumu hırkamın cebine koyarken elime gelen başka şeyla kaşlarım çatıldı. Telefonumu yere koyup cebimdeki şeyi çıkardım. Katlanmış siyah bir kağıttı. Bunu ne zaman koymuştum? Daha önemlisi, koymuş muydum? Açıp okumaya başladım.

“Ölüm ölümü doğurur.

Saf ruh, karanlığa gömülür.

Herkes suç işleyebilir.

Yeter ki fırsatını sun.

Sunulmadı bana, çaldım.

Bilirsin ki oyunlar da tek kazanan olur.

Fakat ben adil bir kazananım.

Bu yüzden sana sunarım zamanı,

Kum saati çevrildi, süren başladı.


Loading...
0%