@mranayavuz
|
16. BÖLÜM: Kaleler ve Harabeler. *Hep kale olamazsın. Arada restore edilmen gerekir. Tamamen yıkılmamak için.* *5 yıl önce. Yazarın anlatımıyla. Bade Aden’in evinin önündeydi ve kapıyı kırarcasına yumrukluyor, bağırıyordu. Aden ona on beş dakika önce onu çok sevdiğine dair uzun bir mesaj atmıştı. Arkadaşının kendisine bir şey yapmasından korkan Bade bunu kendine itiraf edemese de kontrol etmeye gitmişti. Sakin kalmaya çalışmıştı yol boyu koşarken fakat artık çıldırmak üzereydi. Aden hala kapıyı açmamıştı. Mesajı gördüğü an da en yakın dostları Ozan ve Ömer’e de haber vermişti. Ömer Bade’den bir kaç dakika sonra nefes nefese gelmişti. Kızıl saçlı arkadaşını bu halde görünce daha çok korkmaya başlamıştı. Aden’in babası bir toplantıda. Anneannesi ise misafirliğe gitmişti. Biliyordu. Aden abisine her şeyi anlattığı gibi bunları da anlatmıştı. Ömer Nuriye sultanın büyük mutfak camını çoğunlukla unutarak açık bıraktığını hatırladı. Bade kapıya vurmaya ve bağırmaya devam ederken Ömer hızla evin arkasına yöneldi. İçinden bildiği bütün duaları ediyordu. “Lütfen yine unutmuş ol Nuriye sultan.” Diyordu. Camın önüne geldiğinde açık olduğunu görünce mutluluktan ağlayacak raddeye gelmişti. Bade’ye seslenip camdan içeriye girdi. Arkasından Bade içeri girerken zile basılmasıyla Ömer kapıya yönelirken Bade kardeşi olarak gördüğü dostunun adını tekrar ederek odasına doğru koşuyordu. Ömer kapıyı açtığında aynı korku karşısındaki gözlerde de vardı. Ozan korkuyla Ömer’den bir cevap arıyordu fakat aradığı şey Ömer’de de yoktu. Ozan içeri girerken Bade’nin korku dolu tiz çığlığı evin dört bir yanını sardı. İkisi de koşarak çığlığın geldiği yere, üst kata gittiler. Aden’in odasına nefes nefese girdiklerinde gördükleri manzara karşısında nefesleri kesildi. Aden, Bade’nin kollarının arasında kanlar içinde yatıyordu. Bade Aden’i uyandırmaya çalışırken Ozan adeta şoka girmişti. Ne tepki verebiliyor, ne de kıpırdayabiliyordu. Ömer ise soğukkanlılığını korumaya çalışarak gözlerinden yaşlar akarken ambulansı aradı. Telefondaki kadın ambulansın yolda olduğunu, hastayı olabildiğince az kıpırdatmamalarını ve kanın geldiği yerlere temiz bezlerle basınç uygulayarak kan akışını yavaşlatmalarını söylemişti. Ömer telefonu kapatıp Bade’yi zorla da olsa Aden’den uzaklaştırdı. Ozan kendine gelip Aden’e gitmeye çalışan Bade’yi tutup sakinleştirmeye çalıştı. Ömer titreyen ellerine küfürler ederken Aden’i yere yatırdı. Kendine daha sakin olabileceğini söyleyerek kızıyordu fakat oda daha çocuk sayılırdı. Aden’in neresinden yaralandığına baktı. Yaraladığına mı demeliydi? Tişörtünün birazını kaldırdığında kanın oradan geldiğini fark etti. Tişörtünün üstünde önü açık duran gömleğini çıkarıp Aden’in karnına acıtmamaya çalışarak bastırdı. “Umarım doğru yapıyorumdur. Umarım benim yüzümden ölmezsin kardeşim.” Diyerek sayıklıyordu içinden. Dakikalar sonra siren sesleri mahalleyi doldurmuştu. Açık kalan kapıdan giren görevlilere Ozan yolu gösterdi. Sonrasında olanlar ise hepsi için kabus gibiydi. İlk yardım ekibi Aden’in odasında ilk müdahaleyi yapıp kızı ambulansa bindirdiler. Ömer ambulansla yanında gidiyordu. Görevliler gelmemseini söylese de Ömer araçtan inmeyi reddetmişti. Bade hastaneye gelirse daha da fenalaşırdı ve yanında birinin durması lazımdı. Ayriyetten Aden’in babası ve Anneannesi eve gelirse birilerinin açıklama yapması gerekiyordu. Ömer köşede sessizce ağlarken konuşulanları dinliyordu. Kardeşinin kalbi zayıfta olsa atıyordu. Pes etmemişti. Onları bırakmamış, belki de bırakamamıştı. Aden ne kadar bu dünyadan kurtulmak istese de zayıf kalbi yaşamak için mücadele ediyordu. Nuriye sultan Ambulans mahalleden çıkarken görmüştü. Evin önüne geldiğinde ihtimal vermek istemeyen yüreği korkuyla kapıda ağlayan Bade ve Ozan’a sormuştu. “Ne oldu?” Çocuklar Aden’in başına gelenleri hızlıca anlattığında Nuriye sultan zar zor ayakta duruyordu. Torunu nasıl intihar etmeye kalkardı? Buna izin vermeyecekti. Kızını kaybetmişti. Bir kızını daha kaybetmeyecekti. Çocukları da arabaya alarak en yakınındaki hastaneye doğru hızla sürmeye başladı. Orda olmasını umuyordu. Devamında Aden’i saatler süren bir ameliyata almışlardı. kalbinin durduğu anlar olmuştu. Belli ki 14 yaşındaki bedeni hayatta tutmaya çalışan kalp bu kadarını kaldıramıyordu. Lakin Aden yaşamıştı. Aden evrenden ne kadar nefret etse de evren onun yaşamasını istemişti. Kim bilir, Aden belki de bu yüzden ondan nefret ediyordu.* Nefesim daralıyordu. Sakin ol Aden. Ne sakini? Peşimizde bir katil var aptal. Ne sakinliğinden bahsediyorsun sen? Polis? Olmaz. Yetkili diye bahsettiği kişiler polisler olmalı. Ama başka ne yapabiliriz ki? Peşimizde bir katil varken polisten yardım almayacak mıyız? Sorun da bu. Peşimizdeki normal biri değil. Tehdit etmekle kalacak biri de değil. Şarkı bir göndermeydi. Ölümle tehdit ediliyorsun Aden. Polise gitmek ölümünü getirecek. Peki ya gitmemem? Başımı iki yana salladım. İçimdeki bütün duygular beynimdeki acil toplantı odasına toplanmış ve hepsi bir ağızdan konuşuyordu. Ellerim titrerken yere çöktüm ve derin bir nefes aldım. Tüm sesler sustu aniden. Bir tanesi, ürkekçe fısıldadı: Ne yapacağım? Bir ses daha: Onlara söyleyecek miyiz? Neden saklıyoruz ki? Ama onlar polise gidebilir. Ya onlara da bir şey olursa? Anneannemi öldüren kişi beni, bizi neden öldürmekten çekinsin ki? Halledeceğiz. Bunu da halledeceğiz. Ayaz peki? Ona söylemeli miyiz? Asla. O polise gidecektir. Ne yapacağını bilmemenin verdiği çaresizlik canımı yakıyordu. Gözlerim dolarken masadaki ufak sürahimi alıp yanındaki bardağa su doldurdum. Komidinimin ilk çekmecesini açıp ilaç kutusundan bir hap çıkardım. Uyku ilacı. Bu hayat uyumayı seven kızı bile uyuyamaz hale getirebiliyordu. Ve buna yaşamak derlerdi. Pf. İnsanların bir şey bilmediğini uzun zaman önce bildiğimden böyle ufak farkındalıklar pek acıtmıyordu. Kıymık gibi düşünebilirdim. Ufak. Etkili ama… Sonuçta ufak. Hapı ağzıma atıp bardağı dudaklarıma götürüp ilacı yuttum. Üzerimdekileri hızlıca çıkarıp kirli sepetime attım. Yüzümü yıkamak yerine suyunu bile ayarlamadan kendimi banyoya bıraktım. Soğuk su bedenime deyince titreyip geri çekildim. Sıcak suyun gelmesini bir iki dakika bekleyip kısa bir duş aldım. Hayatımda aldığım en kısa duştu. Demek ki istediğimde yapabiliyordum. BAde bunu bilmese iyi olur. Gözlerim kapanmaya başlamıştı. Hızlıca üstüme pijamalarımı geçirip kapının kilidini açtım. Bizimkiler korkabilirdi. Kendimi yatağa atışımı hayal meyal hatırlarken telefonumun çaldığını duymuştum fakat kalkamayacak kadar kendimi uykuya teslim etmiştim. Yine de her şeye rağmen uyku benim kurtarıcım olmuştu. •~~~~~~~~~~~~~~~~~~• Gözlerim yavaşça baş ağrısı ile aralanırken bir de yetmezmiş gibi aşağıdan bağırma sesleri geliyordu. Başımı kapıya çevirdiğimde aralık olduğunu gördüm. Kesin Ozan kontrol etmeye gelip açık bırakmıştır. Saçlarımı karıştırarak kalktım yataktan. Hala biraz nemlilerdi. Saat kaçtı? Peki ya okul? Niye hiç biri gitmemişti? Telefonumu komidinden alıp saate baktım. 11.22’ydi. Altında yazan gün tarihine baktım. Cumartesi. Tabi ya. Balo cuma günüydü. Bugün de cumartesi. Pekala. bağırma seslerini takip ederek alt kata indim. Merdivenden onları gördüm. Şortlu Ozan ve saçları nemli tartışan Rüzgar. Bade koltuğa oturmuş bu manzaray daha fazla şahit olmak istemezcesine gözlerini kapatarak şakaklarına masaj yapıyordu. “Ne oluyor burda?” Dedim kaşlarımı çatarak. Ozan’ın yüzünde küs bir çocuğun ifadesi vardı. “Yeni evlerine misafir geldiği için beyefendi benim odam da banyo yaptı. Hem de benim şampuanımla. İnanabiliyor musun?” Başımı hafif yana yatırdım. “Tam olarak hangi kısmına şaşırmam gerekiyor?” Ozan başını tamamen yana yatırdı. Bana beni anlamaya çalışır gibi baktı. “Nasıl ya? Neyini anlamadın ya?” İğrenerek baktı Rüzgar’a. “Şu mahlukla aynı kokuyorum artık. Saçlarımı sıfıra vurup derimi yüzeceğim belki kokusu geçer.” Başını göğe kaldırdı. “Allahım beni şu mahlukatın nefes aldığı dünyadan kurtar!” Kapı çaldığında şaşkınlıkla kapıya baktı. “Allahım ben şaka yapmıştım.” Dönüp arkasındaki kapının kulpunu tutarken merdivenlerin tamamından indim. Bade gözleri kapalı şakaklarına masaj yapmaya devam ederken konuştu. “Çarpılacaksın birazdan salak.” Ozan sesli tevbe getirirken kapıyı açtı. Selime teyzenin gülümseyen yüzünün donduğunu görebiliyordum. Ozan’ı yarı çıplak görmeyi beklemediği kesindi. “Bu halin ne evladım?” Gözlerini bize çevirdi. “Gencecik kızların yanında böyle durulur mu? Ayıp denen birşey var.” Ozan tatlı tatlı gülümsedi. “O ben de yok Selime teyze. Benim damarım çatlamış.” “Tövbe tövbe.” Derken kısır tabağını Ozan’a uzattı. Yüzüne bile bakmayıp duvara bakarak konuşuyordu. “Yapmışken size de getireyim dedim.” Ozan büyük kısır tabağını alıp Rüzgar’ın eline tutuşturdu. “Teşekkürler Selime teyze.” Tüm dişlerin, göstererek sırıttı ve Selime teyzeye adım atar gibi yaptı. “Gel sana bir sarılayım.” Selime teyzenin gözleri kocaman açıldı. “Yok yok!” Hızla Ozandan kaçarken arkasından gülerek baka kalmıştık. Omzuna vurdum. “Yemin ederim çok kötüsün.” Ozan gülerek tabağı masaya koyup ellerini havaya kaldırdı. “Yumulun gençler!” Hepimiz ona boş bakışlar attığımızda suratını astı. “Ya da herkes tabak, kaşık alıp gelsin ve ayrı ayrı tabaklarda yesin. Çok sıkıcısınız.” Gözlerini kısarak Rüzgar’a baktı. “Hepsi senin yüzünden.” Rüzgar kaşlarını çattı. ”Yine ne yaptım ya?” “Sen olmasaydın şu kız,” beni gösterdi. “Hayvan gibi yumulu-” Dirseğimi karnına geçirdim. Lafı yarı da kalırken Rüzgar’ın gözleri bana kaydı. Elimi hava da salladım. “Boş konuşuyor boşver.” Herkes kısırı tabaklarına koyarken bugünkü kahvaltımız kısır olmuştu. •~~~~~~~~~~~~~~~~~~• Yemekten sonra herkes oturma odasının bir kenarına çekilmiş telefonuyla oynuyordu. Benim ise aklım nottaydı. Ne yapmam gerekiyordu? Düşündükçe göğsümün tam ortasında kara delik açılıyormuş gibi hissediyordum. Kirli soru işaretleri yüreğimi deliyor, her şeyi içine çekiyordu. Yok ediyordu diğer her şeyi. Taki sadece onlar kalana dek. Yukarıdan az önce getirdiğim iki notta pijamamın cebindeydi. Onlardan gizleyemezdim. İllaki öğreneceklerdi. Gelen notlardan birini benden önce görürlerse o zaman nasıl açıklayacaktım? Geç olmadan bilmeleri en iyisiydi. “Sizinle bir şey konuşmam lazım.” Hepsinin başı bana döndüğünde ne kadar ciddi olduğumu yüz ifademden anlayarak yanıma yaklaştılar. “Tabi, buyur?” Dedi Rüzgar merakla. “Ama önce sizden bir söz almam lazım. Kimseye söylemeyeceksiniz.” Kaşlarımı kaldırıp gözlerinin içine baktım hepsinin tek tek. “Kimseye.” Bu kimsenin içinde polis de vardı. “Salak mısın Aden bu zamana kadar sırlarını kimse söyledik?” Gözleri ile Rüzgar’ı işaret etti. “Ama ben şahsen şuna güvenmiyorum.” Dönüp Rüzgar’a baktığımda inanamayarak baktı bana. “Asla söylemem.” Başımla onu onaylayıp cebimdeki kağıtları masanın ortasına koydum. Bade uzanıp kağıtları aldı. “Sesli oku.” Dediğimde iki kağıdı da sesli okudu. Biri aldığım ilk not, diğeri de telefonumun arkasından çıkan nottu. Bade son kelimeyi de okuyup anlamak istemeyen gözlerle baktı bana. “Aden?” “Dalga mı geçiyorsun kızım sen?” Dedi Ozan inanmak istemeyen bir ses tonu ile. Başımı iki yana salladım. “Anneannemi birnin öldürdüğünü biliyorduk. Fakat katilin benim de, belki de bizim de peşimize düşeceğini düşünmemiştim.” Rüzgar kaşlarını çattı. Gözleri tüm şaşkınlığını ele veriyordu. “Ne? Ne yani? Bir dakika.” Duraksayıp derin bir nefes alarak devam etti. “Bu notlar ne zaman geldi?” “Biri cenaze günü. Hırkamın cebindeydi.” Bade’nin gözlerinin içine baktım. “Biri de dün. Parti de. Telefonumun kılıfına konmuş.” Kaşlarımı kaldırdım. “Telefonumun kılıfını çıkaracak kadar yaklaşmış bize.” Rüzgar dirseklerini dizlerine dayamış, ellerini de önünde birleştirmiş bir şekilde düşünüyordu. “Ve hiç birimize bir şey yapmadı mı?” Gözleri benim gözlerimi buldu ve kıstı. “Neden?” Ozan öfkeyle ayağa kalktı. “Asıl neden bu zamana kadar neden söylemedin?” Diyerek bana döndü. Öfkeyle ayağa kalktım. Böyle düşünmesi normaldi elbette ama bağırmak zorunda değildi. “Dalga geçiyorlar sandım! Neler yaşadığımı en iyi siz biliyorsunuz. Yine o manyak Yağmur’un oyunu sandım!” Ellerimle ne yaptığımı bilmezcesine onları gösterdim. “Yine bana bir oyun oynuyor sandım. Bu sefer de sizi kaybedeceğim sandım! Görmezden gelirsem durur sandım. Ama notların sahibi o bile değilmiş!” Bade başıyla beni onayladı. O da düşünceli görünüyordu. “O olsaydı bu kadar ileri gidemezdi. Ses sistemine kadar.” Yüzünde acı dolu bir ifade belirdi. “O müziği de o yaptırdı değil mi?” Başımla onu onayladım. “Muhtemelen.” Ozan saçlarını karıştırdı. “Tamam. Ne olursa olsun polise gidiyoruz. Şu okula gelen güvenlikten gerekirse elli tane getirtiyoruz. Polisten de özel koruma emri çıkartıyoruz. Gerekirse ömrümüzün sonuna kadar ama o katil etrafımızdayken kesinlikle elimizi kolumuzu sallayarak gezmiyoruz.” Rüzgar ayağa kalktı. “Ozan’a katılıyorum. Sana böyle notlar yazan bir manyak neler yapmaz.” Ozan da onu başıyla onayladığında korkuyla başımı iki yana salladım. “İşte tam da bu yüzden gidemeyiz polise.” Son gönderilen kağıdı aldım yerden ve havada salladım.”Böyle bir manyağı polisler durdurabilir mi sanıyorsunuz? Sadece iki not yüzünden de kimseye koruma emri falan çıkarmazlar. Bu sadece o manyağı sinirlendirmek olur. Ne yapacağımı bilmediğim için size söylüyorum.” Bade başıyla beni onayladı. Konuşmaya başladığında sesi titriyordu fakat hemen toparladı kendini. Korkuyordu. Bunu ellerinden de anlayabiliyordum fakat gizlemeye çalışıyordu. “Aden haklı. Polisin şu an bir şey yapacağını sanmıyorum. Gülüp geri bile yollayabilir.” Rüzgar sinirle saçlarını karıştırdı. “Ne yapacağız? Gelip hepimizi öldürmesini mi bekleyeceğiz?” Başımı iki yana salladım. “Bir planım var. Madem her an yanımıza gelebiliyor. Biz de göz önünde kavga edeceğiz. Acayip büyük bir kavga.” Ozan araya girdi. “Saçmalıyorsun.” Devam ettim. “Evden gideceksiniz. Sizi de dahil etmeden. Gideceksiniz.” “Asla.” Dedi Bade sert bir tonla. Rüzgar yaklaştı öfkeyle bana. “Sonra? Seni öldürmesi daha mı kolay olur? Bunu asla yapmayacağız Aden Demir. Bunu aklından çıkarsan iyi olur. Tamam polise gitmeyelim. Bir çözüm arayalım. Ama yalnız kalmayı aklından dahi geçirme.” “Helal lan!” Diyerek Ozan Rüzgar’ın sırtına vurdu. “Kendimle birlikte sizi de mi öldürtmemi istiyorsunuz?” Diyerek çıkıştım. Bu işten en az hasarla çıkmam gerekiyordu. Ozan başını yukarı doğru salladı. ”Hiiçbir şey olmaz. O tek kişi. Biz ise çoğuz.” Bade tek kaşını kaldırdı. “Tek olduğunu nerden biliyorsun?” Ortamı yumuşatmaya çalıştığını fark etmiştim. Yoksa ortamdaki gergin hava birazdan evi patlatacaktı. Ozan yutkundu. “Yani umarım tektir.” Başıma ağrılar girerken Bade fikir sundu. “E o Ayaz denen adam evin kapısında da dursa? Korsuna en azından bir önlemimiz olsa?” “Sanki çok koruyabiliyor ya.” Diyerek ağzının içinde söylendi Rüzgar fakat duymamazlıktan geldik. “O babamın adamı. Her şeyi anında babama uçuruyor. Eğer kapının önünde olursa katille ilgili duyacağı ufacık bir şey babama, oradan da direk polise gider. Olmaz.” Ozan kafasına iki yandan da bastırdı. “Beynim patlayacak.” Rüzgar araya girdi. “Şu anlık aklımıza birşey gelmiyorsa biraz kafa dağıtalım. Dışarı-” Durup cıkladı. “Yok çıkmayalım tırstım biraz. Tatlı falan yapalım beraber?” Ozan kafasına bastırırken Rüzgar’a inanmaz gözlerle baktı. “Mahalle yanarken Mert saçını tarıyor.” Bade işaret parmağını kaldırarak heyecanla konuştu. “Magnolia yapalım! Beraber yapılabilecek bir tatlı hem.” Ozan duraksayıp devam etti. “Kafa dağıtalım tabikide ya.” Bade kafasını kaşıyarak kalkıp mutfağa gitti. Beş dakika sonra gelip eksik olan tek malzemeyi söyledi. Şeker. “Evde tüm malzemeler var ama şeker mi yok?” Diye söylendim Bade başıyla onayladı. “Dibiyle Ozan üç bardak şekerli çay içti.” Ozan’ı işaret ettim. “O bitirmiş, o gitsin.” “Bu evin hamalı mıyım lan ben? Rüzgar gitsin.” Rüzgar ellerini kaldırdı. “En son ben gittim hayatta gitmem.” “E bari komşuya gidin.” Diyerek söylendi Bade. Yarım saat hazırlanıp çıkacağını bildiğimiz için kimse ona gitmesini söylemiyordu. Ozan yine Rüzgar’ı işaret etti. “İşte Rüzgar evinden gitsin alsın.” “Tabi. Anneme de çok sevdiğin Adenlerden geldim derim.” “Çok sağol ya.” Diyerek gülerken gülümsediğimi görünce o da gülümsedi. “E selime teyzeye git.” Diyerek fikir sunarken Rüzgar oyunbozan çocuklar gibi karşı çıkıyordu. “Niye ben ya? En son ben gittim Ozan gitsin.” “Lan senden öncede ben gittim. Bir ton poşeti tek başıma bu kaslı kollarımla taşıdım.” Üçünün de gözleri bana kaydığında ofladım. “Çok adisiniz. Tamam.” Üst kata telefonumu almaya odama girdim. Geri aşağıya inerken Selime teyzenin dün gece mesaj attığını gördüm. İyi insan lafının üstüne. Telefona bakmaya fırsatım olmamıştı. *Selime teyze: Yavrum bana müsait olduğunda uğrayabilir misin? *Selime teyze: Önemli birşey konuşmalıyız. *Selime teyze: Anneannenin katili ile ilgili. *Selime teyze: Telaş yapmanı istemiyorum ama birinden şüpheleniyorum. Zor yutkundum. Selime teyze katil ile ilgili ne bilebilirdi ki? Bizimkileri telaşa vermek istemiyordum. Selime teyzenin abartması olabilirdi. Üzerime hırkamı geçirip sessizce çıktım evden. Dışarısı mı çok soğuktu yoksa üşüyen ruhum muydu? Bilmiyordum. Tek bildiğim tir tir titrediğimdi. Selime teyzenin kapısına geldiğimde bir kaç defa zile basıp kapıyı yumrukladım fakat ses gelmemişti. Uyuyor olabilirdi. Telefonla aradım fakat açmıyordu. Tekrar aramayı denedim. İçeriden telefon melodisi geliyordu. Neden açmıyordu? Bizim evin diğer tarafında kalan camına doğru ilerledim. Mete de mi yoktu evde? Evin içine bakmaya çalıştığımda bir silüet gördüm. Yer de. Biraz daha yaklaştığımda nefesim kesildi. Selime teyze. Yerde kanlar içinde yatıyordu. Telefonu biraz uzağında çalıyor, elinin teki ise telefona uzanmaya çalışıyor gibi duruyordu. Geriye doğru bir adım attığımda etrafın döndüğünü hissettim. Çığlık atmak için dudaklarımı araladığımda bir el dudaklarımı üstüne kapandı. Geriye doğru gitmeye çalıştığımda benden daha da uzun olan bir bedene çarptım. Ağzımda bir bezin olduğunu hissetmemle bilincimin yavaşça kapandığını hissetmem bir oldu. Tek hatırladığım siyah eldivenli bir elin önüme düşen saçı geriye atışıydı. Bir melodi çalıyordu. Tanıdık. Nerden tanıdık? Kapalı olan gözlerimi hissedip açmaya çalıştım. Sıcaktı. Çok sıcak. Biraz daha zorladığımda açıldılar. Sanki ağırlık vardı üstlerinde. Bir arabanın içindeydim. Duran bir arabanın. Hızlıca koltuktan kalktım. Burası tanıdıktı. Çalmaya devam eden melodinin kaynağını aradım. Cebimden geliyordu. Telefonum çalıyordu. Telefon ışığı gözümü alırken açıp direj kulağıma koydum. “Alo?” Derken sesim kısık çıkmıştı ve ağzımda ilaç tadı vardı. İğrenç. “Aden!” Çığlık sesi kulağımı acıtmıştı. “Neredesin sen? Kafayı yedik! Neler oldu neler. Nerde olduğunu söyle hemen.” “Ben.” Boğazımı temizleyip sesimi düzelttim fakat hala başım dönüyordu. “Arabadayım.” “Ne? Kimin arabası? İyi misin sen? Ne gördüğünü söyle.” Halsizce kolumu kaldırıp arabanın kapısını açıp indim içinden. Burası… Başım dönüyor. “Şey burası. Neydi ya.” Sarsak adımlar atarak ufak garajın arka kapısından çıktım. “Biliyorum sanki ben burayı.” Başımı kaldırıp bizim eve baktım. Bizim garajda mıymışım? “Aa evimiz.” “Evi nerden gördüğünü söyle bana.” Çok normal bahsediyormuş gibi elimi kaldırıp evi gösterdim. “E garajdan. Otogaraj değil ha bizimki.” Bade’nin adım seslerini duydum telefondan. “Otogaraj değil o salak otogar. Ne içtin sen?” “Ben mi?” Bir adım daha atacak halim kalmamıştı. Uzaktan Bade’yi gördüm. Telefonda konuşarak bana doğru geliyordu. Sıkıca sarıldığında sarılma şiddetinden dolayı az kalsın düşüyordum. Ciddiyim. Bacaklarım “bana müsade” demek için an kolluyordu. Hıçkırık seslerini duyuyordum. “Saatlerdir seni arıyorum aptal. Neredeydin sen?” Dudak büktüm. “Ben…” Uzaktan Ozan ve Rüzgar’ın da bize doğru koştuğunu gördüm. Cevap almaya koşuyorlardı ama o cevaplar ben de yoktu. Rüzgar kimseye bir şey demeden hızlıca beni kucağına aldı. Elim omzunu bulup tutunurken beni hızlıca eve götürüp koltuğa oturttular. Bade soğuk bir bardak su verdi. Yarısını içip geri uzattığımda Ozan alıp başımdan aşağıya döktü. Gözlerim kocaman açılırken öfkeyle döndüm. “Ne yapıyorsun salak?! Çok soğuk!” “Nasıl da uyandın şimdi.” Diyerek gülümsedi Ozan. Gelip önüme, dizimin dibine oturup bana döndüğünde Bade ve Rüzgar da iki yanıma oturdu. “Neler oldu Aden?” Diye sordu Bade. Durup düşünmeye çalıştım. Başıma ağrı keskin bir bıçak gibi saplanırken olanları düşündüm. “Selime teyzeye gittim şeker almaya. Hem de dün gece mesaj atmış yeni görmüştüm. Konuşmaya gittim. Sonra…” Kaşlarım çatıldı. Ne oldu sonra? Kendi bedenimde hakimiyetimin bu kadar az olması canımı sıkıyordu. “Sonra çaldım kapıyı defalarca. Açmadı… Aradım da.” Ah. Baş ağrım katlanılmaz bir hal almaya başlamıştı. Bade ilaç ve su uzattığında tek yudumda içtim. “Telefon sesi geliyordu içeriden.” Gözlerim büyürken nefesim sıklaştı. Hatırladım. Selime teyzenin kanlar içinde yatan bedenini hatırladım. Hızla ayağa kalktığımda gözüm karardı. “O-o yer de ölü yatıyordu.” Hepsi aniden ayağa kalktı. “Ne?!” Koşarak Selime teyzenin evinin önüne, ölü bedenini gördüğüm camının başına gittik. Yer bomboştu. Hiçbir şey yada kimse yoktu. Selime teyzenin kapısını çaldılar fakat açan olmamıştı. Yer de kan izi dahi yoktu. Eve geri girdiğimizde üçünün de gözleri bendeydi. Bana endişe ile bakıyorlardı. “Öyle bakmayın! Yemin ederim gördüm. Hatta.” Gözlerim Rüzgar’ı buldu. “Katil. Ordaydı. Beni o bayılttı. Bundan eminim. Siyah eldivenleri vardı.” Ozan kaşlarını çattı. “Nasıl emin olabiliyorsun?” İnanmaz gözlerle baktım ona. Haklıydı fakat… “Başka kim siyah eldivenle gelip, beni bayıltıp kendi garajıma kapatır ki?” Bade merakla sordu. “Garajdaki araba kimin?” Omuz silktim. “Bilmiyorum.” “İşler gitgide karışıyor ve engel olamıyoruz!” Dedi öfkeyle. İçimin üşüdüğünü hissettim. Üstümdeki ince hırkamı daha sıkı sardım kendimi ve elimi cebime atıp telefonumu aradım. Elbette. Buraya gelmesinin bir nedeni olmalıydı. Siyah kağıdı çıkarıp açtığımda üçü de yazıları okumaya çalışıyordu. “Ufak bir kıyak diyelim;)” “Kıyağına sıçayım senin!” Diye bağırdı Ozan. Hızlıca telefonumu çıkarıp Selime teyze ile olan konuşma sayfasına girdim. İki yeni mesaj vardı. Selime teyze. Telefona ulaşmaya çalışırken ölmüştü. Belki de yardım isteyecekti. Belki de tahmini tutmuştu ve bana katili söyleyecekti. Katil onu benden önce bulmuştu. Peki neden? Neden yan komşumu öldürmüştü? Selime teyzenin mesajını okudum. *Selime Teyze: Aden yavrum. Emin olmadan sana birşey söylemek istemezdim ama artık emin sayılırım. Anneannenin öldüğü gün polisler gittikten sonra eve misafir gelmişti. Ben gelince bir bahane üretip gitti. Dün eve misafir geldi. Güya sohbet etmeye gelmişti fakat bana o günü sorup durdu. Ne bildiğimi sordu. Ben de ufak bir şişe bulmuştum. Ondan bahsettim. İnatla ona vermemi söyledi. Kendisi kontrol ettirecekmiş. Ben de istemedim. Güvenmedim. Kendim yapabileceğimi söyledim. Blöf amaçlı, sırf gitsin diye katilin o olup olmadığını sordum. Bağırıp çağırdı. Saçmaladığımı söyledi. Sonra evden gitti. Çok düşündüm. Böyle tepki verilmesi çok saçma. Devamını yazacak kadar yaşayamaması ne kadar üzücü değil mi?:) Yazının yana yatık yazılan kısımlarını katilin yazıp gönderdiğini anlamak çok da zor değildi. Orda belki de katilin adı yazıyordu. Diğer gönderdiği mesajı okudum. “Can't be in the picture if it got no frame.” Çerçeve yoksa resim de olamaz. Ne demek istiyordu? “Ne dediği hakkında bir fikriniz var mı?” Üçü de başlarını iki yana salladığında telefonumu yavaşça masaya bıraktım yoksa duvara fırlatacaktım. Elimiz kolumuz bağlı oturuyorduk ve daha da kötüsü kayıp bir cesetimiz de vardı. •~~~~~~~~~~~~~~~~~~• 4 gün sonra. Çığlığım boğazımı acıtırken nefes nefese kalktım tekrar yataktan. Bade hızla içeri gelip sıkıca sarıldı. “Sakin ol canım. Ben burdayım. Kabus gördün sadece.” Başımı okşarken konuşmaya devam etti. “Yine aynı kabus mu?” Başımla onu onayladım. Biraz sakinleştiğimde Bade bir hap getirip eliyle onu zorlanarakta olsa kırdı ve bir parçasını bana uzattı. “Bu hiçbir şey görmeden uyumanı sağlar.” Elindeki hapı ve suyu alıp içtim. Yatağıma geri girerken dört gündür her gece söylediklerini tekrar ediyordu Bade. “Senin bir suçun yok. Başka şansın da yoktu Aden. Kendini suçlamayı bırak. Bir sürü sorunla baş ettik. Bununla da ederiz.” Başını yana yatırdı. “Yanında kalmamı ister misin?” Başımı iki yana salladım. “Teşekkür ederim.” Alnımdan öptü. “Lafı bile olmaz.” Odadan çıktığında ayağa kalkıp camımı açtım. Hava daha aydınlanmamıştı. Derin bir kaç nefes alıp camı kapattım. Havalar daha da soğumaya başlamıştı. Yatağıma girdim tekrardan. Kabuslar peşimi bırakmıyordu. Hep aynı rüyaydı. Anneannem ve Selime teyzeyi katlediyor, ardından kahkaha atarken ağlamaya başlıyordum. Ben hep aynı şekilde öldürüyordum ama onlar her seferinde yaşamak için farklı cümleler sarf ediyorlardı. Üç gün önce İstanbul'un diğer yakasında yanmış bir ceset bulunmuştu çöp kutusunun içinde. Biz Selime teyze olduğunu biliyorduk fakat tanınamıyordu. Selime teyzenin çocukları ve torunları her yerde onu aramıştı. Taki DNA testinde sonuçlar çıkana dek. Mete’ye başsağlığı dilemiş fakat cenazeye bile katılmamıştık. Katılamamıştık. Amacı kalabalığa karışmamız da olabilirdi. Okula zorla gidiyordum. Bizimkiler ısrar ediyordu. Babam anlaşmayı bozmamamı söylüyordu. En azından orda bizi Ayaz koruyordu. Denizdeydik sanki ve deniz bizi boğmak için kendine çekiyordu. Biz ise amansızca kulaç atıyorduk kurtulmak için. Kötü yanı boğulduğumuzu haber dahi edemiyorduk. Nasıl yaşayacaktık? •~~~~~~~~~~~~~~~~~~• Sonraki gün de yine okula gitmiştik. Ayaz artık bir şeylerin ters gittiğini anlayabiliyordu. Sürekli iyi olup olmadığımı soruyordu. Mış gibi yapmakta üstüme yoktur Ayaz. Okuldan sonra Rüzgar abisi ile araba yıkamaya gitmiş, Bade evine birkaç eşyasını almaya gitmişti. Haftalar sonra kafa dinleyerek kitap okuyabilecektim. En azından deneyecektim. Bu kafa da artık dinlenmeliydi. Kitap okurken telefonum çalmıştı. Çakma Badboy arıyor… Alt kattan beni arıyordu. “Efendim Ozan?” “Adencim ben şimdi bir arkadaşıma sütlaç yapacağım ama. Nasıl yapacağımı bilmiyorum. Anlatsana az.” O sütlaç seven arkadaş Bade mi Ozan? “Malzemeleri sayıyorum çıkar dolaptan. Pirinç.” Poşet gıcırdatma sesini duydum. “Tamam.” “Şeker.” “Buldum.” “Buğday nişastası.” Bir kaç saniye sonra ses geldi. “O da burada.” “Süt.” Buzdolabının açılıp kapanma sesini duydum. “Şey. Süt kalmamış. Sulaç yapsam ne olur ki?” Kaşlarım çatıldı. “Sulaç mı?” “Ne yapayım süt yok. Kim anlar ki sütlacın sulaç olduğunu?” “Ne yaparsan yap Ozan. Tarif atıyorum güzel bir şeyler yap. Ayrıca Bade’ye yaptığını biliyorum.” Ozan telefonda “Nasıl ya-” Diye bağırırken suratına kapattım. Tarifi Ozan’a attıktan sonra kitabıma döndüm. Bir kaç saat sonra kitabımın başından kalkıp aşağıya indim. Başım ağrımıştı. Kendi dertlerim yokmuş gibi bir de kitaptakilere dertlenmiştim. Alt kata indiğimde Bade hanımın keyifle sütlacını yediğini gördüm. “Ooo Bade hanım. Afiyet olsun.” Gülümsedi. “Ozan döktürmüş valla.” Ozan koluna koyduğu havlu ve ve yuvarlak bir tepsiye bir tabak sütlaç ve kaşık getiirp önümdeki masaya bıraktı. Bir dakika. O kendine fransız bıyığı mı çizmişti. “Hoj geldiniz Madam. Buyrun.” Gösterdiği yere otururken şaşkınlıkla bakıyordum Ozan’a. Kapı açıldığında Ozan dönüp kapıyı açtı. Rüzgar’ı görmemişçesine kapıyı açık bırakıp içeriye döndü. Rüzgar gülümseyerek girdi içeri. “Selam gençler. Afiyet olsun.” Gülümsedim. “Gel beraber olsun.” Bade’nin ve benim gözlerim Ozan’a döndüğünde ikimize de bakıp havlusunu Rüzgar’a fırlattı. “Git mutfaktan al lan. Hayırdır hizmetçin mi var? Uzaktan bakılınca garsona benzer bir halim mi var?” “Ben getiririm.” diyerek Bade kalkmaya yeltenince Ozan ellerini iki yana salladı. “Hayır hayır!“ Durakladı. “Yani şey…” Derin bir nefes verdi. “Zümrüt gözlüm yorulmasın. Ben getiririm.” Uzanıp Rüzgar’ın yanaklarını sıktı. “Şu tatlılığa bakar mısınız?” durup kafasını bana çevirdi. “Sen bakma.” Tekrar Rüzgar’a döndü. “Ne kadar da mert birisin Mert kardeşim. Bekle ben hemen getiriyorum.” Rüzgar gülerek yanıma otururken Bade bana dönüp göz kırptı. Ben kalksam git al derdi fakat Bade’ye o kadar kıyamazdı. Rüzgar uzanıp benim önümdeki sütlacı alıp daha bir şey demeden ağzına kocaman bir kaşık aldı. “Ya Rüzgar çok kötüsün! Ver sütlacımı.” “Yedim bile.” Ozan geldiğinde benim önümü boş görünce kaşıkla Rüzgar’ın kafasına vurdu. “Ayı!” Önüme sütlacı ve kaşığı bıraktığında Rüzgar’ın gözünün içine bakarak ufak bir kaşık aldım. Artık bunu alamazdı. Şaşırarak Ozan’a döndüm. “Vay Ozan. İsteyince yapabiliyormuşsun demek ki.” Ozan havlusunu gururlanarak omzuna attı. “Ne sandın kızım. Bu işin ustasıyım ben.” Sütlaçlarımızı yedikten sonra Rüzgar önümde reverans yapıp elini tutmam için uzattı. Ne olduğunu anlamasam da uzattığı elini tuttuğumda beni kaldırdı. “Hadi kalktı. Koşun gidelim.” Ozan da Bade’yi aniden alıp sırtına attığında Bade çığlık attı. Rüzgar kollarımdan sıkıca tuttuğunda kaşlarımı çattım. “Bırak lan beni.” Göz kırptı. “Asla Küçük kelebek.” Eğilip beni sırtına attığında ben de çığlık attım. Bade saçları bozulduğu için kızarken ben Rüzgar’ın sırtını ısırdım. “Bu beni ısırıyor!” Diye Ozan’a bağırdığında Ozan kahkaha attı. “Kimin kardeşi be.” Bade Ozanın sırtına vurdu. “Ben zaten gelirim aptal! Durun bir hazırlanalım.” İkisi de durup birbirine baktı. Ozan başını yana yatırdı. “Haklı sanki.” Bade’yi dönüp evin içine bıraktığında omzuna vurdum. “İndirsene beni de.” “Söz ver geleceğine.” “Nereye gideceğiz ki?” “Kumsal da ufak bir partiye.” “Öf be tamam. Bırak.” Dönüp evin içine beni bıraktığında koluna sert bir yumruk attım. Rüzgar kolunu tutup yalandan kıvranırken onu umursamadan odama hazırlanmaya çıktım. Tekrar zorla götüreceklerini bildiğimden pijama takımımı çıkarıp beyaz bir pantolon giyip üstüne mavi bir gömlek geçirdim. Alt kata inerken Bade de arkamdan geliyordu. Kahve köpüğü renginde bir pantolon giyip üstüne daha koyu bir kahverengi bluz giymişti. Beraber alt kata indiğimizde Rüzgar ve Ozan anlaşmış gibi aynı an da ıslık çaldılar. Bade gülerek cevap verdi. “Abartmayın beyler.” Evden çıktığımız da Rüzgar’ın evinin kapısında bir araba durdu. Rüzgar ıslık çalıp arabanın yanına gittiğinde aracı kullananın Yusuf abi olduğunu gördük. Rüzgar bize dönüp eliyle “Gelin.” İşareti yaptığında dediğini yapıp yanına gittik. Holding de artık Anneannem olmadığı için Serdar abi ile işlerin çoğunu yüklenmişlerdi. Yusuf abi camdan çıkardı başını. “Selam gençler. Nereye?” Ozan lafa atladı. “Kumsal da ufak bir parti varmış abi. Oraya gidelim dedik.” Arabayı işaret etti. “Atlayın.” Gülerek arka koltuğa otururken Rüzgar da ön koltuğa oturdu. “Nasılsınız? Yanınıza gelemiyorum kusura bakmayın. İşler çok yoğun. Serdar yakamı bırakmıyor.” “İyi olmaya çalışıyoruz abi, sen nasılsın?” Diye cevap verdim. “Gördüğünüz gibi. Sürünmece.” Ozan lafa atladı. “Böyle sürünmeye can kurban be abi.” Kısa bir süre sonra Rüzgar’ın dediği ‘ufak çaplı parti alanına’ gelmiştik. Yusuf abiye gelmesi için ne kadar ısrar etsek de çok işlerinin olduğunu söyleyerek reddetmişti. Partiden çok ufak bir toplanmaya benziyordu. Müzik rahatsız edilmeyecek düzeyde çalarken orada ufak bir dükkanın olduğunu gördük. Küçük büfeye doğru yürürken izleniyormuş gibi hissediyordum. Büfenin önündeki masalardan birine oturduğumuzda Ozan hepimize içecek ısmarlayacağını söyleyerek heyecanla ayrıldı yanımızdan. Allah bilir neler getirecekti. “Bu çocuğun insafına kalamayız.” Diyerek masadan kalkıp Ozan’ın yanına gittiğimde kızıl saçlı barmene “Ne demek zeytin aromalı içeceğiniz yok ya?” Diyerek tartıştığını duydum. Ozan’ın kolundan tutup çektim. “Onun kusuruna bakmayın lütfen.” Barmene dönüp tatlı tatlı gülümsedim. “Onun biraz… Sorunları var. Anlarsınız ya.” Barmen anlayışla başını aşağı yukarı sallarken içecek tablosunda neler olduğuna baktım. Hepimize güzel olduğunu düşündüğüm alkolsüz içecekler sipariş ederken Ozan küsüp yanımdan ayrıldı. İçecekler hazırlanırken etrafıma baktım. Yan tarafımda bana arkası dönmüş, siyah gömleğiyle oturan bir adam vardı. Tanıdıkmış gibi hissederken siyah gömlekli adam hissetmiş olacak ki benim olduğum tarafa döndü. Göz göze geldiğimizde şaşkınlıkla dudaklarımı araladım. “Ayaz?” Düzenli saçları bile dağılmıştı. Kaşlarını çattı. “Aden? Ne işin var senin burada?” “Sana sormak lazım.” Güldüm. “Hanım demeyi bırakmışsın.” Alaycı gülerek içeceğinden bir yudum aldı. “O sadece çalışırken.” “Bir sorun mu var?” Kaşlarımı çattım. “İyi gözükmüyorsun.” Göz ucuyla baktı bana. “Sorunlar hep var. Önemli olan onlarla nasıl başa çıkabildiğin.” Tek kaşımı kaldırdım. “Sen pek başa çıkabiliyor gibi durmuyorsun.” Derin bir nefes aldı. “Hep kale olamazsın. Arada restore edilmen gerekir. Tamamen yıkılmamak için.” O sırada küçük bir çocuk bir sepetin içinde bir sürü kurdeleli elma şekeri getirdi. Bazılarında yeşil, bazılarında kırmızı kurdele vardı. “Bir tane abla dağıtmamı istedi. Sevdiğine kavuşmuş, adak adamış.” Teşekkür edip uzattığı kırmızı kurdeleli elma şekerini aldım. Çocuk Ayaz’a da uzatmıştı fakat Ayaz teşekkür edip reddetti. “Neden almadın?” Yüzünü buruşturdu. “Herkesin verdiği şeyleri almıyorum.” Elimdeki şekere baktı. “Sana da öneririm.” “Abartmamak önemli Ayaz bey.” Gelen içecek tepsisini aldım. “Yarın görüşürüz.” “Görüşeceğiz.” İçeceklerin olduğu tepsiyi alıp masamıza geçtim. Bade şüpheyle bakıyordu bana. “Kimdi o konuştuğun adam?” “Ayaz.” Diyerek içecekleri masaya bıraktım. Rüzgar kaşlarını çattı. “Seni takip mi etmiş?” Başımı iki yana salladığımda Ozan konuştu. “E ne işi var o zaman burada?” Kaşlarımı çatıp sesimi yükselttim. “Ne bileyim be ben?” Ortadaki içeceklerden gözüme güzel geleni alırken Ozan dudaklarındaki soğuk içeceği çekti. “Bu ne be? Zeytin aromalı eminim daha güzel olacaktır.” Bade uzanıp Ozan’ın elindeki bardağı alıp dudaklarına götürdü. “Gayet güzel.” Ona kendi içeceğini uzattığında Ozan keyifle yeni içeceğini içmeye başladı. Diğerlerinin önündeki yeşil kurdeleli şekerlere gözüm çarparken Ozan mızmızlandı. “Aden’e niye kırmızı kurdele? Ben de kırmızı istiyorum.” “Banane.” Diyerek omuz silkerken gözleri her an şekerimi gasp edecek gibiydi. Şekeri alıp bağrıma bastım. “Gözlerini yavrumdan çek.” “Yemedik senin yavrunu.” “Yiyeceksin işte ondan korkuyorum.” Kahvelerden sonra şekerlerimizi de yemiştik. Ben sadece birkaç ısırık alıp bırakmıştım. Akşam sütlaç da yediğimi hatırlamıştım. Üstüne bir de içecek içmiştim. Yemek işini abartıyordum. Masadan Bade ile kalkıp lavaboya doğru ilerledik. Bade kapıda beklerken içeriye girip elimi yüzümü yıkadım. Her yerim şeker olmuştu. Aynada kendime baktım. Göbeğim mi çıkmıştı? Kussa mıydım? Hayır. Onu yapmayı bıraktık. Yarın yemek yemezsin olur biter. Yüzüme tekrar su vururken dışarıdan kısık gelen müziğin sesi birden vızıldayarak değişti. Elektrikler hızlıca bir kaç defa gidip gelirken yabancı bir şarkı yüksek ses de çalmaya başlamıştı. Pekala. Yine ne oluyordu? Lavabodan hızlıca çıktığımda Bade’nin korkuyla bana baktığını gördüm. Hızlıca bizimkilerin yanına gittiğimizde Barmenin birilerine bağırdığını duydum. “Ne demek ben açmadım? İnsanlar rahatsız oluyor. Gerekirse hemen elektrik panellerini kapatın.” Gözlerim Ayaz’ı aradı fakat ortalıkta gözükmüyordu. Hızla biri bana sarıldığında kokusundan bu kişinin Ozan olduğunu anladım. Hızla geri çekilip yüzümü ellerinin arasına aldı. “İyi misin? Yanına kimse geldi mi?” Başımı iki yana salladım. “Gelmedi.” Gülümsemeye çalıştım. “İyiyim.” Rahat bir nefes verip Bade’ye döndü. “Sen iyi misin Zümrüt gözlüm?” Bade başıyla onu onaylarken Rüzgar telefonundan bir ekranı açıp bana uzattı. “Şarkının çalan nakarat kısmı. Burayı tekrar edip duruyor.” Durup şarkıyı dinlediğimde Rüzgar’ın dediği gibi nakarat kısmı çalıyor, şarkı hızla ileri sarılıyor ve bir kısmı daha çalıyordu. Rüzgar’ın telefonunu alıp sözlerin çevirisini okumaya başladım. "Neredesin Ayşe'm? Elmamın içinde mi? Aman, elma ağacının orada mısın? Hani elma? Hani elma? Elmaya doğru gidiyorsun, elmama doğru. Hani elma? Hani elma?” Hızla ileriye sarıldı. “Yılan gibi saklanıyorsun. Peşinde koşmaktan sıkıldım.” Yutkunarak Rüzgar’ın gri gözlerine sahipledim gözlerimi. Gözleri telaşlı bakıyordu. “Sanırım gitsek iyi olacak.” Eve doğru hızlı adımlarla yürürken hepimiz sessizdik. Ceplerimi kontrol ettim. Boştu. Karanlıkta yürürken gözlerimden akan birkaç damla yaşa engel olamadım. Neden bir yer de bile rahat olmamıza izin vermiyordu? Nereye kadar böyle gidecekti? Biraz olsun güvende hissetmek için kollarımı sıvazlarken evimin olduğu mahalleye girmiştik. Hepimiz sessizce yürürken siyah kapşonlu biri yanımızdan hızlı adımlarla geçti. Dönüp arkasından bakarken Rüzgar kolumu nazikçe tuttu. “Bir sorun mu var?” Arkasından bakarken başımı iki yana salladım. “Hayır.” Evin önüne geldiğimizde kapıyı açmak için cebimden anahtarımı çıkarttım. Kapıya doğru yürürken yerdeki şey dikkatimi çekti. Kırmızı ve yeşil elmalarla dolu bir sepet vardı. Uzanıp sepetin üstündeki siyah kağıdı alıp açtım. Nerdesin A? Ben tanıştığımız yerdeyim. Seni bekliyoruz. Ben ve bir sürü elma. Yeşil ve kırmızı kurdeleli... Yalnız bir tanesi kırmızı, Kalan hepsi yeşil. Şaşırtmadı mı seni zıttı olması? Nerdesin A? Ben Elma ağacının altındayım. Orasıydı, seni tanıdığım. Birçok hayalle duruyorum, bekliyorum. Ve şimdi bana geliyorsun. Görüyorsun her yerde elma... Göremiyorum gözlerinde korku. Başın dik, ellerinde elmalar... Yalnız bir tanesi kırmızı, Kalan hepsi yeşil... Seni halen hiçbir şey şaşırtmadı mı? Hangisi lezzetli, hangisi zehir?”
|
0% |