@mranayavuz
|
2. Bölüm: Karanlıkta Kalanlar. "Görüşürüz.” "Görüşür müyüz?" Nasıl öleceğimi hep merak ettiğim anlar olmuştu. Boğularak? Yanarak? Kazayla? Ya da hiçbiri olmayıp yaşlanarakta ölebilirdim. Fakat zehirlenerek öleceğim aklımın ucundan bile geçmemişti. Şimdi burada, beni kurtarmaya çalışan gri gözlü çocukla beraber ölecektim. Bacağım da hissettiğim sızı ile inleyerek kanayan yeri tuttuğumda yanımdaki çocuk derin nefesler alarak zar zor ayağa kalktı. Ne yaptığına anlam vermeye çalışırken elini bana uzatınca anlamayarak baktım ona. "Öyle çabuk ölmek yok küçük hanım. Hadi, çıkış kapısı çok yakında." Uzattığı elini tutarak güçlükle ayağa kalktım. Onun eli belimde, benim elim ise omzundayken birbirimizden güç alıp topallayarak çıkışa doğru yürümeye başladık. Mide bulantım git gide artarken varlığını görmezden gelmek imkansızdı. Gözlerim yere kaydığında yılanın ikimizi de sağ bacağımızdan saldırmış olduğunu gördüm. Şansında böylesi. Acıyla inledim.Ufak adımlarla yürürken mide bulantısından daha büyük sorunlarım vardı. Artık başım da dönüyordu ve bu normalden çok daha fazlaydı. Sanki tüm alan etrafımda dönüyordu. Ağaçların yerde olması gerekmiyor muydu? Baktığım ağaç etrafta hareket ediyordu. Hiç ulaşamayacağımızı düşündüğüm çıkışa yaklaşıp yağmur ormanı kısmından çıktığımız da birkaç turist ve çalışan bizi sonunda fark etmişti. Sarı saçlı bir kadın korkuyla çığlık atarken üç çalışan korku dolu gözlerle bize doğru koşmaya başlamıştı. İnsanlar neden oldukları yerde durmak yerine sağa sola sallanıyordu? Bize doğru gelen bir iki çalışana bakarken onlara doğru attığım adımla tavan ayağımın altına gelmiş ve aniden çekilmiş gibi hissettim. Boşluğa düştüğümü hissederken yere düşmemi gri gözlü çocuk engellemişti acıyla bağırdığı esnada. Beni tutmak için iki bacağından da güç almış olmalıydı. Gri gözlünün kollarından hızla görevliler tarafından alınırken uğultular yerini uçurumdan düşmek kadar hızlı bir şekilde sessizliğe bırakmıştı. Uçurumdan düşen bendim ve düştüğüm yer deniz değildi hayır, karanlığın içine düşmüştüm fakat bir tuhaflık vardı. acıtacağını sandığım o karanlık huzurluydu. Fark ettiğim şey ile göğsümün üzerinde hissettiğim basınç içimi sızlattı. Karanlık korkuturdu insanları fakat acıları hissizleştirirdi. Korkuyla dindirirdi acıları. Ve bazen insanlar acı çekmemek için korkulacak şeyler yapardı. •~~~~~~~~~~~~~~~~~~• Gri gözlü çocuğa ne olduğunu bilmiyordum. Bana ne olduğunu, nerede olduğumuzu, bedenime yayılan bir zehirin olup olmadığını,beni her geçen saniye daha da tüketip tüketmediğini, hiç birini bilmiyordum. Bilincim yavaşça yerine gelirken beynime giren keskin ağrı ile dişlerimi sıkarak gözlerimi açtım. Beyaz tavanı görmek kaşlarımı daha da çatmama neden oldu. Merakla etrafıma bakınırken sol tarafımda fark ettiğim perdeyi uzanıp iterek açtım. Gözleri kapalıydı ve çatık kaşları ile derin bir uyku da olduğu anlaşılıyordu. Beyaz teni, koyu kahverengi saçları ve kalın sayılabilecek kaşları vardı. Abartılı olmayan dolgun dudaklara sahipti. Yüzünü incelerken fark ettiğim şey kaşlarımı daha da çatmama neden oldu. Ozan burada olsaydı erken kırışacağımı ve evde kalacağımı söylerdi. Beni kurtaran bu çocuğu tanıyordum. Hiç konuşmamış, belki de hiç göz göze bile gelmemiştik. Belki ikimiz de birbirimizi görüp umursamamıştık fakat bu çocuğu okul da birkaç defa gördüğüme yemin edebilirdim. Zamanında umursamadığım o çocuk bugün hayatımı kurtarmıştı. Birkaç dakika sonra yüzlerinde kocaman gülümsemelerle odaya iki hemşire girdi. “Küçük hanım, uyanmışsınız.“ Hemşirelerin yüksek sesi ile homurdanarak gözlerini açmıştı yan yatağımda yatan gri gözlerin sahibi. Benimle konuşan sarı saçlı hemşire yanıma gelirken mor şalı olan bir hemşire de uyku sersemi olan gencin yanına gitti. İkisi de bizi muayene ettikten sonra kır saçlı bir doktor hemşireler serumlarımıza bakarken odaya girdi. Yüzündeki yorgun gülümsemeyle bir bana bir de hala adını bilmediğim gence bakıp gülümsedi. “Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?“ “İyi.“ “İyi.“ İkimizin de aynı anda verdiği cevap ile Doktor rahat bir nefes verip gülümsemesini genişletti “Bunu duyduğuma sevindim.“ Doktor sırayla elindeki iki mavi dosyaya da göz attı. “Vücudunuza giren yılan zehrini ufak bir ameliyat ile vücudunuzdan çıkardık. Yine de her ihtimale karşı ikinize de antivenom aşısı yaptık. Uyurken size son bir kan testi yaptık. Sonuçları daha çıkmadı fakat sonuçlara göre çıkış yapabilirsiniz. Size iyi istirahatler. Yaralı olan bacağınıza çok güç uygulamayın.“ Başımla doktoru onaylayıp teşekkür ettiğimde hemşireler ile birlikte odadan ayrıldılar. Yanımdaki çocuk gülerek başını yastığa bıraktı. “Bir geziden nerelere, öyle değil mi?“ Kendimi oflayarak yastığa bıraktım. “Geziler sıkıcı olur diye bir de hayıflanırdım.“ Sesimi üzgünmüş gibi çıkardım. “Lütfen tekrar sıkıcı olsunlar.“ Solumdaki çocuğun bana gülerek baktığını görünce ona doğru döndüm. “Teşekkür ederim.“ Gülümsedim. “Yani hayatımı kurtardığın için.“ “Rica ederim.“ Aklıma takılan şeyle tekrar baktım ona. “Orda ne işin vardı?“ Güldü. “Bunu sana sormak lazım. Yılan tarafından ısırılan sensin.“ Duraksayıp ilk benim örtülü bacağıma, sonra da kendikine baktı. “İlk ısırılan sensin.“ “Okul gezisinde kayboldum. Onları arıyordum ama belamı buldum.“ Gülerek gözlerimi kıstım. “Şimdi sen söyle, senin orada ne işin vardı?“ Yoksa kahramanım değil de teyzenin söylemek istediği pis, böbrek mafyası, tacizci sapık sen misin? Aklımdan geçenler için gözlerimi devirmek istedim. O kadın öyle bir şey demek istememişti. En azından öyle umuyordum. “İnanmayacaksın ama ben de eğlenceli olabileceğini düşünerek okul gezisine geldim. Üçüncü kısımda çok canım sıkılmıştı. Ben de arkadaşımla konuşup otobüse giderken beni aramasını söyleyip ayrıldım yanından. Uzaktan senin bağırışını duyunca da senin yanına geldim.“ Gri gözlü çocuk duraksadı. “Bir dakika. Sen hangi okuldasın?“ Aynı okul da olmasak bu tesadüfün zor olacağını sonun da fark etmiş olmalıydı. Gülümseyerek cevap verdim. “Galatasaray lisesi.“ Yüzündeki şaşkınlık izleri daha da kendini belli etti. “Ben de aynı lisedeyim.“ Güldüm. “Biliyorum.“ Şaşkınlıkla kalkan kaşları çatıldı. “Nasıl?“ “Seni birkaç defa görmüştüm okul da.“ Yüzümü kısa bir süre dikkatlice inceledikten sonra aydınlanarak gülümsedi. “Seni bir kaç defa bahçede kitap okurken görmüştüm.“ “Ve sen de o sırada futbol oynuyordun.“ Başını olumlu anlam da salladı. “Ben çoğu teneffüs futbol oynarım.“ “Arada bir bir taraflarının üzerine oturup kitap okumanı da öneririm.“ “Bir takım kaptanı için bu zor da olsa deneyeceğim.“ Aramızda kısa bir sessizlik geçerken ona döndüm. “Bu arada, adın ne? O sıra da ölmekle meşgul olduğumdan soramadım.“ “Mert Rüzgar.“ Gülümsedi. “Genel de Mert derler.“ En merak edilmeyecek şeyleri merak ederek tekrar bir soru yönelttim. “Neden Rüzgar ismini kullanmıyorlar? Bence çok hoş.“ “Onu genelde ailem ve yakın arkadaşlarım kullanır.“ Dudaklarında muzip bir gülümseme ile bana döndü. “Kahramanı olduğum bu hanımefendinin ismini öğrenebilir miyim?“ Güldüm. “Elbette beyefendi. Adım Aden.“ “Anlamı bildiğim kadarıyla Cennet bahçesi demek.“ İmalı bir bakış atarak beni taklit etti. “Bence çok hoş.“ Güldüğüm sıra da benden eksik kalmayıp o da gereksiz olduğunu düşündüğüm bir soru yöneltti. “Adını kim koydu?“ Derin bir nefes aldım. Kalbim de çok öncesinden tampon yaptığım yaram kanamaya başlasa da dudaklarıma buruk bir gülümseme kondurdum. Kendimi geçtiğine inandırsam da her bahsi geçişinde tekrar sızısını hissediyordum. Bunu yaşamadan anlayabilmek kolay değildi. Bazılarına abartılı gelirdi bu davranışım. Herkes bilmezdi fakat bir yanı eksik büyüyen çocukların yarası çabuk kanardı. “Annem koydu ismimi.“ Rüzgar hiç bir şeyden habersiz merakla sormaya devam etti. “Nerden aklına gelmiştir acaba?“ Gülerek omuz silktim. “Bilmem, ölünce sorarsın. Bunun yanıtını ben de merak ediyordum.“ Gülümsemesi hafifçe soldu. “Özür dilerim. Seni üzmek istememiştim.“ Yalandan olan gülümsememi büyüttüm. “Sorun değil, gerçekten.“ Yatağımın yanındaki komidinin üzerinde varlığını yeni fark ettiğim telefonuma bildirim gelince merakla sağıma döndüm. İçinde ne olduğunu bilmediğim bir poşetin yanın da telefonum ve bir tane elma vardı. Ara öğün için elma mı veriyorlardı? Uzanıp telefonumu elime aldım. Babam iki, Anneannem üç, Bade sekiz ve Ozan da altı defa aramıştı. İlk önce babamı aradım. Babam, Anneannem ve arkadaşlarım saatlerce beni beklemişler fakat birkaç saat önce Anneannem fenalaştığı için eve gitmek zorunda kalmışlar. Anneannem için bir anlık korkuya kapılsam da babam şu an daha iyi olduğunu söylediğinde içim biraz da olsa rahatlamıştım. Babama iyi olduğumu ve sonuçlara göre çıkış yapacağım zaman onu arayacağımı söyledikten sonra telefonu kapattım. Ardından Bade’yi ve Ozan’ı aradım. Onların da aileleri ısrarla eve gelmelerini söyledikleri için yarım saat önce evlerine gitmişler. Ne kadar gelmek için ısrar etseler de buna gerek olmadığını söyleyip red ettim. Ben telefonu kapatırken Rüzgar’ın birileri ile telefon da konuştuğunu duyuyordum. Telefonu komidinin üzerine bırakırken yanındaki poşete uzandım. Bade çıkış için giyebileceğim kıyafetler getirdiğini söylemişti. Poşeti karıştırırken Bade’nin bu fırsatı kaçırmadığını gördüm. Gezi için seçtiği elbiseyi koymuştu. Gülerek poşeti yerine koydum. Son konuşmamızın ardından rahatsız edici sessizliğin aramıza girmesine izin vermeden aklıma gelen ilk soruyu yönelttim. “Kaç yaşındasın?“ Tamam, en mükemmel sohbet açma sorum olmasa da hızlı olduğumun aksini kimse iddia edemezdi. “Ondokuz, sen?“ “On sekiz. Okula geç mi başladın?“ Cıkladı. “Sınıfta kaldım.“ “Neden? Salak mısın?“ Rüzgar şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. “Salak mıyım?“ Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken aklımdan geçirdiğim şeyi sesli söylediğimi fark ettiğim de utançtan deve kuşu gibi kafamı toprağa gömmek istedim. “Değilsin!“ Böyle şeylerden utanan biri değildim, normalde bir daha görmeyeceğim zaten kafasında yaşayan biri olsam da karşımdaki kişi hayatımı kurtarmıştı. Ben teşekkür edeceğime bir de çocuğa salak olup olmadığını sormuştum. Rüzgar ufak bir kahkaha attı. “Kızarınca çok tatlı oldun.“ Ters bir cevap beklerken aldığım cevap beni hayrete düşürmüştü. İltifatlara düzgün cevap verebilen biri değildim ben! Yalandan öksürerek boğazımı temizledim. “Eyvallah kardeşim.“ Rüzgar şaşkınlıkla gülerek önüne döndüğünde beni ısıran yılanın gırtlağıma yapışıp bu saçmalığa bir son vermesini istedim. Çocuğa kardeşim demek nerden çıktı Aden? Varlığını tekrar hatırlatan baş ağrısından kurtulmak için yastığımı yatırıp pikeyi üzerime çektim. Biraz uyumaktan zarar gelmezdi. Sadece bir kaç saat uyumuş ve akşamüstü hemşirenin beni uyandırması ile gözlerimi aralamıştım. Uyku sersemi öğlen gelen kır saçlı doktoru gördüğümde yattığım yerden dikkatlice doğruldum. Doktorun söylediklerine göre laboratuvarda olan yoğunluktan dolayı sadece benim tahlillerimin sonuçları çıkmış, üstüne hepsi de temizdi. Doktor beni bu saatte alabilecek biri varsa gidebileceğimi, yoksa en geç sabah çıkış yapmamı söyleyip odadan ayrıldı. Sarı saçlı hemşire kolumdaki biten serumu çıkardıktan sonra yanımdan ayrılmıştı. “Şimdi çıkacak mısın?“ Diye sordu RÜzgar. Başımı olumlu anlam da salladım. Bu günlük bu kadar macera fazlasıyla yeterliydi. Hızla yattığım yataktan kalkıp komidinin üzerindeki poşeti alıp lavaboya girdim. üzerimdeki hastane elbisesinden kurtulup Bade’nin verdiği kırmızı elbiseyi üzerimden geçirdim. Saçlarım dağılmış ve zaten büyük olan gözlerim şişmişti. Kısaca korkunç görünüyordum. Sağ ayakkabımı giyerken bacağım biraz sızlasa da aldırmadım. Lavabodan çıkıp komidinin üzerindeki telefonu elime aldım. “Ben gidiyorum.“ Derin bir nefes aldım. Bir daha beni görmek istemeyeceğine emindim. “Görüşürüz?“ Sorar gibi çıkmıştı cümlem. Dudaklarında ufak bir gülümseme belirdi. “Bilmem. Görüşür müyüz?“ Onun gibi gülümsedim. “Görüşürüz.“ Arkamı dönüp yavaş adımlarla çıktım odadan. Kapıyı kapattıktan sonra beynim de bir soru yankılandı. Rüzgar beni kurtarmıştı. Benim yüzümden bu haldeydi. Beni kurtaran çocuğu gerçekten bırakıp gidecek miydim? Benim için hayatını tehlikeye atan birini bence bekleyebilirdim. Fakat odaya girmek yerine hastane çıkışımı dahi yazdırmadan, hemşirelere görünmeden hastaneden çıktım. Telefonumdan en yakın pastaneciyi bulup beş dakikalık yürüme mesafesindeki pastaneye topallayarak ulaştım. İçimden hemşirelerin odaya girip yokluğumu fark etmemeleri için dua ederken alabileceğim en temiz yenilen tatlıyı aramaya koyuldum. Pastaların ardından gözüme kestirdiğim ekleri almaya karar verdim. Ekleri herkes severdi sonuçta, değil mi? Beyaz çikolatalı eklerin parasını ödedikten sonra koşar adımlarla hastaneye döndüm. Nefes nefese kalmıştım. Kimseye görünmeden odaya ulaşıp hızla kapıyı açıp kendimi içeri bıraktım. Nefes nefese kapı da soluklanırken Rüzgar’ın şaşkın bakışlarını biraz geç fark etmiştim. Hiçbir şey olmamış gibi soluk soluğa saçlarımı savurdum. “Naber?“ Rüzgar bir deli ile aynı ortamda olduğunu anlamış ama neden burada olduğumu anlamamış gibi bakıyordu. “İyi?“ O bir açıklama beklerken ben elimdeki ekler poşeti ile onun yatağına yaklaşıp yanına oturdum. Hasta yemek masasını ortamıza çekip tatlıyı paketinden çıkarmaya koyuldum. Yavaş hareketlerle tatlıyı çıkarırken konuşmaya başladım. “Düşündüm de kahramanımı burada yalnız başına bırakıp gitmek olmaz. Ben de hazır çıkmışken tatlı getireyim dedim.“ Gülümsedi. “Teşekkürler ama gidebilirsin, sorun yok.“ Başımı olumlu anlam da salladım “Gerek var. Bu işe birlikte başladık, birlikte bitireceğiz.“ Gülerek göz kırptım. “Benden bu kadar çabuk kurtulamazsın.“ Eklerken birini ağzıma atarken o beni izliyordu. Hızlıca ağzımdaki lokmayı yutup ekleri ona doğru ittirdim. “E hadi yesene hasta! Yemezsen iyileşemezsin bak benden söylemesi.“ Gülerek kısa eklerden birini o da ağzına atınca rahat bir nefes verdim. Tek ayı ben değildim en azından. Rüzgar gerekirse bir ay sonra çıksın, bir ay boyunca yanında olacaktım. Yarı yolda bırakılanlar bilirdi yarım bırakılmanın acısını ve ben kimseyi yarı yolda bırakacak kadar kötü biri olmamıştım. Olmazdım.
|
0% |