Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Nefessiz Kalmış Küçük Çocuklar.

@mranayavuz

7. BÖLÜM: Nefessiz Kalmış Küçük Çocuklar.


“Yok saydığın her şey, bir gün yok olmaya mahkumdur. Ya da biz öyle sanırız.“


Gülümsedim. “Bunu beni çağırmadan önce düşünecektin.“ Tek kaşımı kaldırdım. “Belli ki istemiyorsun. O zaman bana müsade.“ Ayağımı biraz havaya kaldırıp diğer ayağımla tamamen arkamı dönüp bir adım atacakken Rüzgar beni kolumdan tuttu. “Dur dur.“ İçeriden bir kadının bağırma sesini duyduğumda gülümsemem dondu. “Mert Rüzgar Ay! Sadece kapı açmaya gittin ama bir saattir yoksun. Daha neden kavga ettiğini bile açıklamadın!“


Rüzgar göz devirerek bana baktı. “Tam vaktinde geldin biliyor musun?“ Rüzgar kafasını evin içine sokup bağırdı. “Proje ödevi için arkadaşım geldi, ben kaçtım.“


Rüzgar’ın cevabından sonra hızla ayak sesleri geldi. “Sen uzaklaştırma aldın, ne projesi?“ Koşar adımlarla kapıya gelen kadın beni baştan aşağıya süzdü. Rüzgar’ın kadın versiyonu gibiydi, tek fark ise kadının gözlerinin kahverengi olmasıydı. Saçlarının arasındaki birkaç tel beyaz dışında oldukça genç görünüyordu.


Kadın bana tatlı bir gülümseme sundu. “Hoş geldin kızım.“ Kadın içeriyi gösterdi. “Buyur gel içeri.“


“Yok teşekkür ederim teyzecim. Ben aslında,“ Gözlerim Rüzgar ile kesiştiğinde bana yalvarırcasına bakıyordu. Onunla uğraşmak isterdim fakat annelerin her şeyi anladığını duymuştum. Annesini şüphelendirmek istemezdim. Yüzüme tatlı bir gülümseme kondurdum. “Proje ödevi için gelmiştim ama hava böyle güzelken eve tıkılmasak çok güzel olur.“


“Ama Mert uzaklaştırma aldı?“


Kadın merakla bana bakarken yutkunarak bu sefer ben yardım için gri gözlere döndüm. Rüzgar benimle göz göze geldiği an da annesine dönüp açıklama yaptı. “Uzaklaştırmayı ben aldım anne, ödev arkadaşım değil, Ayrıca proje bir ay sonra teslim edilecek, şimdi yapalım da aradan çıksın.“


Rüzgar’ın annesi inanmaz gözlerle baktı oğluna. “Hayret, sen ödevlerini öyle erken yapar mıydın ya?“ Göz kırptı. “Son günün gecesine bırakmaya ne oldu?“


Rüzgar öksürerek annesine mesaj vermeye çalıştı. “Anne ama.“


Annesi elini havada salladı. “Tamam tamam, size iyi dersler.“


Rüzgar ayakkabılarını giyerken annesi ona manalı bir bakış attı. “Seninle sonra hesaplaşacağız.“


Rüzgar cevap vermek yerine güldüğünde annesi bana döndü. “Adın neydi senin?“


“Aden.“


Kadının gülümsemesinin yerini şaşkınlık aldı. “Oğlumla hastanede kalan kız sen misin?“


Yutkunup başımla kadını onayladım. Kadın beni hoşnutsuz bir şekilde tekrar baştan aşağıya süzdü. “Anladım.“ Oğluna döndü. “Geç kalma.“ Ardından hızlıca eve girdi. Rüzgar da annesinin bu tavrını fark etmiş, arkasından baka kalmıştı. Anneler böyle mi yapardı? Benim annem hatırladığım kadarıyla her arkadaşımı severdi. Ben mi yanlış hatırlıyordum? Derin bir nefes alarak kafamı dağıtmaya çalıştım. Bir şeyleri görmemzden gelmeye fazlasıyla alışmıştım. Öyle ki bazen önemli olan şeyleri dahi umursayamıyordum. Bu da öyle olacaktı. Aslına bakarsanız önemli dahi değildi. Nedenini bilmesem de bir kadın beni sevmeyebilirdi. Bundan daha normal bir şey olamazdı. Sadece… Annesinin oğluna attığı bakışlar, onu herkesten iyi tanıması tuhaf geliyordu. Bunu yapmaktan nefret etsem de kendimi bazenleri alıkoyamıyordum. Annem hayatta olsa o da mı beni herkesten iyi tanırdı? Benimle gözleriyle konuşur muydu? Bir bakışıyla tüm dertlerimi görebilir miydi? Yoksa o da mı sevmezdi beni? Diğer herkes gibi.


Başımı iki yana salladım. Yok sayacaktım. Çünkü biliyordum, Yok saydığım her şey, bir gün yok olmaya mahkumdu. Bu yüzden içimden geçen hüzün dalgasını yok saydım. Sonuçta o da yok olmaya mahkumdu. Ya da biz öyle sanırdık.


Rüzgarla beraber yürümeye başladığımız da Rüzgar derin bir nefes alarak bana döndü. “Bakalım ne dinliyorsun.“ Biri kulağımda olan kulaklığımın diğer tekini alıp kulağına taktı. Dinlediğim müziği o söyleyene kadar duymamıştım.


Kulaklığımdaki müziğe odaklandığımda Pera-Ölebilirim çaldığını fark etmiştim.


“Ölebilirim yar ölebilirim.


Kendimden çok sevebilirim.


Kimseye sormadan çat kapı çıkagelip


Hırsızın olupta çalabilirim seni.“


Göz ucuyla ona baktığımda bana bakıyor olduğunu gördüm. Göz göze geldiğimiz de dudaklarını araladı. “Nereye?“ Şarkıyı ona ima edip nereye kaçıracağımı mı soruyordu ben mi yanlış anlamıştım?


Duraksadım. “Ne?“


Güldü. “Nereye gitmek istersin? Yani aklında bir yer var mı? İki defa sordum duymadın.“ İyi ki de yanlış anlamıştım.


Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. “Aa. Pardon.“ Etrafa bakındım. “Biraz uzakta küçük bir park var. Oraya gidelim mi?“


Başıyla beni onayladı. “Hay hay.“


Beraber kısa bir süre boyunca yürümüştük. Şarkı listemde ki şarkılar tek tek çalarken hiçbir şey demeden sadece dinlemişti. Park alanına geldiğimiz de kulaklığımı çıkarttı. “Hemen geliyorum.“ Yanımdan hızla uzaklaşıp karşı yoldaki süper markete girince oturacak güzel bir yer aramaya başladım. Çardaklara göz gezdirdiğimde çoğunun dolu, boş olanlarından fazla kirli olduğunu fark ettim. Parkın sol köşesinde, büyük bir ağaç vardı. Çardaklara nazaran orası oldukça temiz görünüyordu. Çardakların yanından geçip hızla ağacın altına oturdum. Derin nefesler alırken kulaklığımı çantama koyup telefonumu kurcalamaya başladım. Kısa bir süre sonra Rüzgar elinde bir poşetle yanıma gelmişti. “On dakika boyunca seni aradım.“


Oturduğum yer kaydırakların hemen arkasında kalıyordu. “Nasıl buldun?“


“Çocuklara sordum. Kırmızı sweatli, boyu şu kadar olan,“ Derken elini omuz hizasının da altına getirmişti. “Bir kız gördünüz mü dedim. Seni gösterdiler.“


Koluna vurdum. “Abartma be. Kısa bile değilim ben.“


Rüzgar inanmaz gözlerle baktı bana. “Hı hı, tabi. Sana bakarken boynum ağrıyor.“


Gözlerimi kıstım. “Bi bu kadar da yerin altında var.“


Rüzgar gülmesini zar zor tutuyordu. “Bu kadar varsa sıkıntı.“


“Ya!“ Diye bağırıp yanımdaki çantayı ona vurmak için kaldırdığımda kendini korumak için kollarını kullandı. Bir kaç defa çantamla ona vurduğumda aniden acıyla inledi. Korkuyla ona baktım. “Ay, iyi misin? özür dilerim ya.“ Duraksayarak kolunu ittirdim. “Hadi lan ordan. Sert bile vurmadım, numara yapma.“


Rüzgar gülerek normale dönerken kırılmış gibi davranmaya çalışıyordu. Elini göğsüne koydu. “Çok kırıcısın. Ya gerçekten canım acısaydı?“


“O zaman boyundan büyük işlere girişmeyecektin.“


Rüzgar beni baştan aşağıya süzdü. “Boyumdan büyük olan iş sen misin?“


Tekrar çantama uzandığımda ellerini havaya kaldırdı. “Tamam tamam!“ Çantamı işaret etti. “Ayrıca içinde ne varsa artık paramparça oldu. Gavura vurur gibi vuruyorsun.“


Hızla çantamı açarken ona laf yetiştirmekten de geri kalmadım. “Gavur değil, gevur.“


Rüzgar omuz silkti. “Aynı şey.“ Çantamdan kabı çıkarttığımda açılmadığı için şükrettim. İçinde kek olduğunu tamamen unutmuştum.


Kabı başımın yanına kaldırıp salladım. “Kahramanıma kek getirdim.“


Rüzgar inanmayarak baktı bana. “Az önce kahramanını dövdün.“


Tatlı bir gülümseme sunup başımı yana yatırdım. “Böyle şeylere takılmamak lazım.“ Kek kabını açıp ikimizin arasına koyarken Rüzgar da aldığı içecek ve yiyecekleri çıkarıyordu. Çıkarttığı içeceklerin arasından limonatayı alıp açarken oda yaptığım kapkeklere uzanmıştı. Bir ısırık aldığında dikkatle onu izliyordum. Lokmasını yutarken anlamaz gözlerle bana bakıyordu. “Ne?“


“Tadı nasıl? Görünüşü nasıl? Bir şeyler söylesene.“


“He.“ Dedi yeni anladığını belirtircesine. “Güzel.“


“Bu kadar mı?“ Dedim inanmayarak.


Başıyla beni onayladı. “Evet, güzel işte.“


Ona göz devirerek önüme döndüğümde gülmeye başlayarak kolumu tuttu. “Çok çabuk sinirleniyorsun.“


Dikdik ona baktım. “Çok çabuk sinirlendiriyorsun.“


Isırık aldığı keki gösterdi. “Acayip iyi olmuş. Görünüş olarak da iştah açıcı. O kadar güzel ki bu kadar güzel kap kek yapabiliyorken nasıl bu kadar zayıf kaldığına şaşırıyorum.“ Kalmamıştım. “O kadar güzel ki anneminkileri bile geçer.“ Bana yaklaşarak fısıldadı. “Sakın duymasın. Beni parçalara bölüp kek süsü yapar.“


Gülümseyerek keklerden birini yemeye başladım. Bugünlük bir kek ve meyve suyu yeterliydi. Kek yerken Rüzgar ile sohbet etmiştik. Kendisi bir saat boyunca Ömer’i dövmesi ile övünmüştü. Bunları söylerken gözlerim Ömer’in patlattığı dudağındaydı. Dövdüğü kadar da dövülmüştü.


Fark ettiğim bir şey daha vardı. Rüzgar kesinlikle ayıydı. Getirdiğim keklerin bitmesini bekliyordum fakat yarım saat içerisinde bitmesini elbette beklemiyordum. Boş kabın kapağını kapatıp çantama koyaken söyleniyordum. “Bu kadar sevdiğini bilseydim daha fazla getirirdim.“


Rüzgar’ın elleri arkasına doğru yaslamış, gökyüzüne bakıyordu. Gözleri benimle buluşunca göz kırptı. “E çok ısrar ettin, borcun olsun.“


İnanmaz gözlerle ona bakarken ayağa kalktım. “Hadi kalk. Gidiyoruz.“


Oturduğu yerden başını kaldırıp bana baktı. “Nereye?“


Tatlı bir gülümseme sunmaya çalıştım. “Çok sevdiğim bir mekan var, hem orada ufak bir işim de var.“


Rüzgar kendini çimenlere bıraktı. “Nasıl bir yer?“


“Gidince görürsün. Hadi, birazdan eve gitmem gerek.“ Rüzgar yattığı yerden kalkıp pantolonlarında kalan çimenleri silkelerken bende çantamı sağ omuzuma taktım.


Beraber yürümeye başladığımız da Rüzgar alayla konuştu. “Sen de alıştın beni bir yerlerden bir yerlere götürmeye. Korkuyorum yakında beni kaçıracaksın diye.“


Başını çevirip göz ucuyla ona baktım. “İstemiyorsan gelme. Evde anneciğinin azarlarını dinlemek daha cazip geliyor sanırım.“


Rüzgar yutkundu. “Şaka.“ Dedi yalandan bir gülümsemeyle. “Sen de hemen inanıyorsun.“


“Sevdiğin bir hobi var mı?“ Diyerek konuyu değiştirdim.


“İnanmayacaksın ama paintball oynamayı çok severim.“


Merakla döndüm Rüzgar’a. “Burda oynanan bir yer var mı?“


Beni başıyla onayladı. “Kırk beş dakika uzaklıkta mesire alanı var. Bir gün beraber gidelim mi?“


İnanmaz gözlerle baktım ona. “Sıkıcı bir kızla fazla zaman geçiriyorsun.“


Aynı bakışları o bana gönderdi. “Sıkıcı olduğunu kim söyledi?“


Bu çocuk bana mı yürüyordu? Birden koluna vurup. “Höst be oğlum bu kadar hızlı koşulur mu?“ Desem ne olurdu? Ya da sadece evden kurtuluğu için seninle zaman geçiriyor Aden. Bu daha mantıklı geliyordu.


Cevap vermek yerine dudak bükerek omuz silktim. Birkaç dakika sonra işte benim mekanımdaydık. Rüzgar mekanın dışına bakarken ben tepkilerini ölçmek için yüzünü inceliyordum. “Nefes merkezi.“


İsmi yüzünden kitapçı ve kütüphane olduğunu bilmeyen bir ton insanın gelmesine neden olmuştu. İsmini yıllar önce ben seçmiştim. Kitaplar hayatımdı. Herkes kendi hayatında zorluklar yaşardı. Hayat bazen öyle bir raddeye getirirdi ki nefes dahi alamazdım. Kitaplar benim kaçış yolum, içime çekemediğim nefesim olmuşlardı. İsmi için yıllar önce Şevket amcaya yalvarmış ve bu ismi almasını sağlamıştım.


Heyecanla kitapçıya bakıp gülümserken Rüzgar bana döndü. Dudaklarında minik bir tebessüm vardı. “Kitapları neden bu kadar çok seviyorsun?“ Kitap okumak benim için nefes almaktı. Acı dolu bu dünya da kurtuluş yolum, sığınağımdı. Bu dünya da sıradan bir kızdım. Fakat kitaplar da usta bir katil, fantastik dünyalar da bir savaşçı, şarkıcı, vampir, polis, dilediğimiz her şey olabilirdik. Bu sıkıcı evren de tek bir hayat sürmek yerine binlerce hayat yaşayabilirdik. Bunların hepsi, çevireceğimiz tek bir sayfaya bağlıydı.


Ona dürüst olacaktım. Çünkü bu zamana kadar kimse bana bu soruyu sormamıştı. “Eskiden böyle değildim. Hassastım, kırılgandım. İnsan kendinde olmayan şeyin yokluğunu daha çok hissedermiş. Annemin yokluğu canımı çok yakardı. Kendimi hiç bir şeye veremezdim. Bir gün sosyal medyada güzel bir alıntıyla karşılaştım. Çok hoşuma gitmişti. Kitabı alıp okudum. Sonra bir kitap daha bir tane daha. Kitap serüvenim tesadüfen başladı derdim fakat hiç bir şeyin tesadüf eseri olmadığını da öğrendim.“ Yüzüme bir gülümseme kondurmaya çalıştım. “Kitaptaki hayatları gördüm. Bana göre bir yandan da kitaplar, yazarların günlükleridir. Duygularını gizlice mürekkeplerine dökerlerdi ve bunu hissederdim. Kitaplar da benim gibi annesi olmayan, daha da kötüsü ailesinden kimsesi olmayan kişilerin hayatını okudum. Hayatından nefret eden biri için bu dönüm noktam olmuştu.“ Göğüs kafesim sıkışıyordu. Ellerimi kaldırıp kendimi gösterdim. “Yani karşında bu güçlü kız varsa, kitaplar sayesinde.“


Rüzgar bana hayranlıkla bakıyordu. “Sanırım kitapları sevebilirim.“


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


Loading...
0%