Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Parlayan Yıldızlar Er Geç Kayarlar.

@mranayavuz

5. BÖLÜM: Parlayan Yıldızlar Er Geç Kayarlar.


*Çünkü küçük kızım, bir kere seni öldürecek kadar parladığında dönmek istemezsin.*


Sakinleşebilmek için okulun arka tarafındaki banklardan birine oturduk. Genelde buraya kimse gelmediğinden Rüzgar’ın sinirinin geçmesi için en iyi yer burasıydı. Kitabımın kapaklarını dikkatlice çevirmeye çalıştım. Kullanılamayacak hale gelmişti. Bunu buraya hiç getirmemeliydim. Gözlerim tekrar dolarken Yutkundum.


Rüzgar dirseklerini dizlerine yaslayıp başını bana çevirdi. Bir bana, bir kitabıma bakarken kendince bir çözüm bulmaya çalışıyordu. “Üzülme.” Gülümsemeye çalıştı. “Sana yeni bir küçük prens alabilirim.”


Alayla güldüm. “Sorunun kitap almak mı olduğunu düşünüyorsun?”


Kaşları çatıldı. “Ney peki?”


Elimi buruşan ıslan kapağın üzerinde gezdirdim. “Sorun içindeki anılardı. Fiyatı değil de, kalbimde taşıdığım varlığıydı.” Derin bir nefes aldım. “Bu kitap bana annemin hediyesiydi. İnsanları bu kitabı okuyarak tanıyabileceğimi düşünürdü. Kitaplarda bahsedilen en çok parlayan yıldız olmamı istemezdi. Derdi ki, ‘İnsanlar yıldızlara benzer. Bazıları herkesin gözlerini üstüne çekip parlarken bazıları kendini fark ettirecek kadar parlayarak yaşamını sürdürür. Bir yıldız ne kadar çok parlarsa o kadar çabuk yok olur. Evren seni zorlamak için parlamanı istediğinde sakın öfkeye bürünme. Sabırla evrenle aranın düzelmesini bekle. Çünkü küçük kızım, bir kere seni öldürecek kadar parladığında dönmek istemezsin.” Gözümden bir yaş firar edip kitabımın üstüne düştü. “Onun hatırasına sahip çıkamadım.” Derin, titrek bir nefes aldım. “Bana okumak için aldığı küçük prens ilk akşam kayboldu. Annem iki gün boyunca onu arayıp bulamadığımı görünce bir tane daha almıştı.” Elimdeki kitabı işaret ettim. “Bu kitabı aldıktan bir hafta sonra kitap yatağımın altından çıkmıştı. Küçük prensi okuyup benimle sohbet ederdi. O zamanlar dediklerinin bazılarını anlamazdım. Fakat şimdi daha iyi anlıyorum.”


Kapakta elimi gezdirirken Rüzgar’ın öfkeli sesine şahit oldum. “O Ömer’i öldürmeliydim.”


Gülmeye çalıştım. “Ona öyle bir tekme attım ki soyunun tükeneceğine eminim. Mamutlardan bir farkı kalmayacak.”


Rüzgar küçük bir gülümseme sunduktan sonra aramızda kısa bir sessizlik oldu. İnsanların yanında ağlamaktan nefret ediyordum fakat kitabıma her baktığımda içimden hıçkıra hıçkıra ağlamak geliyordu. Annemin sözleri beynimde dolanırken boğazımdaki yumru sanki daha da büyüyordu. Gözlerimden birkaç damla gözyaşı firar ederken kendimi bankta geriye doğru bıraktım. Göz ucu ile Rüzgar’a bakarken göz göze geldik. Gözyaşlarımı görmesi kendimi daha da savunmasız hissetmeme neden oluyordu. Dudaklarındaki buruk gülümseme ile elini yavaşça kaldırdı.


Eli yanağımı, baş parmağı ise gözyaşımı silerken dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. “O anılar kalbinde durmaya devam edecek.” İşaret parmağını anlıma dokundurdu. “Burası hatırlayacak.” Kalbimi işaret etti. “Burası hızlanacak.”


Dudaklarımda ufak bir gülümseme canlandı. “Aden! Nerde bu mal?” Ozan’ın bağırmasıyla Rüzgar elini yavaşça indirdi. Ozan ile göz göze geldiğim de Bade ile beraber hızlı adımlarla yanımıza ulaştılar. Bade’nin gözleri parlarken Ozan bakışları ile Rüzgar’ı öldürmeye çalışıyordu. “Ne yapıyorsunuz burada?” Gözlerini kıstı ve kelimelerini bastıra bastıra söylemeye başladı. “İkiniz. Beraber. Yalnız.” Ozan bana ve Bade’ye karşı fazlasıyla kıskançtı. Benimle flört eden bir çocuğu tehdit etmiş ve Bade’ye yürümeye çalışan iki çocuğu dövmüştü. Ona zorba olduğunu söylediğimde ise asla kabul etmiyordu.


Gözlerimi devirdim. “Oturuyoruz Ozan. Bir şey yaptığımız yok.”


Ozan Rüzgar’ı rahatsız edecek kadar uzun bir süre süzdü. “Sen niye burdasın Mert?”


Birbirlerini tanıyor mıydı? Zihnimden kendi alnıma vurdum. Elbette tanıyorlardı. Ozan benim gibi teneffüslerde kafasını kitaplara gömmüyordu.


Rüzgar da aynın şekilde Ozan’ı süzdü. “Niye olmayayım Ozan?”


Bade boğazını temizleyip gülümsedi. Ozan’ı sakinleştirmek için kolunu tutunca Ozan şaşkınlıkla Bade’ye döndü. “Biz de seni merak etmiştik. Birkaç dedikodu duydukta.”


Ozan ciddi bir ifadeyle baktı bana. “Evet. Biz merak ettik. Zümrüt gözlüm ve ben. Yani biz.”


Ozan’a alayla bakarken başka birinin daha bağırarak bizim yanımıza geldiğini gördüm. “Mert!” Yanımıza gelip derin nefesler aldı. “Abi nereye kayboldun sen ya? Tüm okulda seni arıyorum.”


Rüzgar’ın kaşları çatıldı. “Neden?”


Siyah saçlı çocuk inanmaz gözlerle baktı. “Ne demek neden? Beden hocası çağırıyor. Antrenman başladı bile. Kaptanlığını alacağım diyerek azar atıyordu.”


Rüzgar inanmayarak güldü. “O biraz zor.” Hızla ayağa kalkıp bana döndü. “Benim gitmem gerek. Sonra görüşürüz.”


Arkasını döndüğü sırada kıkırdadım. “Görüşür müyüz?


Rüzgar anlık bir tökezleme yaşayıp gülümseyerek bana döndü. “Görüşürüz.” Rüzgar gülümseyerek hızla yanımdan ayrılırken kafama vurulmasıyla Ozan’a döndüm. “Ne vuruyorsun be?!”


“Pardon beyninin çalışma damarı tıkanmıştı sanırım, açılsın diye vurdum.”


Ozan’a dik dik bakarken Bade aramıza girdi. “Ömer ile kavga ettiğini duyduk. Bir kaç kişiye seni sorunca buraya doğru gittiğinizi söylediler.”


Ozan’ın sinir katsayısı birkaç metre yükselmişe benziyordu. Bunu anlamam çok kolaydı çünkü Ozan kaşlarını çatabildiği kadar çatmıştı. “O köpeği öldüreceğim.”


Dudaklarımda alaylı gözükmeye çalışan bir gülümseme belirdi. “Merak etme. Ona öyle bir tekme attım ki soyu kuruyacak. Tıpkı mamutlar gibi.”


Ozan beni neşelendirmek için ekstra çaba göstererek sırtımı sıvazladı. Hayır, bu kesinlikle doğru bir tabir olmazdı. Kimse bu kadar sert sırt sıvazlayamazdı. Ozan sırtıma vurmayı geç, deşmişti. “İşte kimin kardeşi be!”


Bir dersin tamamında orada oturmuş, sohbet etmiştik. Beni kendimden bile iyi tanıyorlardı ve üzüldüğümü hissediyorlardı. Rüzgar haklıydı. O anların hepsi kalbimde yaşamaya devam edecekti. Kitabıma bakıp hüzünle gülümsedim. Artık bu kitapta tek bir anı yoktu. Bana destek olan arkadaşlarımla Rüzgar’ın anısı vardı ve bence en önemlisi de buydu. Bana hissettirdikleriydi. Ve ben bu kitaba baktıkça bana değer veren birilerinin olduğunu bilecektim.


Sonraki iki derse Ozan’ın zoru ile girmiştik. Son senemiz olduğu için daha çok çalışmamız gerektiğini düşünüyordu ve sonuna kadar da haklıydı. Derslerimize yıllardır çok dikkat etsek de bu yıl ekstra çaba harcamamız gerekiyordu.


•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•


Dersten sonra Bade biraz gezmeyi teklif etse de red etmiştim. Yılan olayından dolayı zaten bir süredir adam akıllı ders yapamamıştım. Eğer ileride pişman olmak istemiyorsam şimdi çalışmam gerekiyordu. Gelecekteki benin herkesten çok bana ihtiyacı vardı. Servise binmektense biraz olsun kafa dağıtabilmek için yürümeyi tercih etmiştim. Yolda rastgele şarkılar çalarken gözlerim bacağıma kaydı. Yılanın ısırdığı yer morarmıştı fakat eskisine göre o kadar da acımıyordu. Telefonumu cebimden alıp kendimi duyusal olarak yorgun hissettiğim zamanlar da yaptığımı yapıp karışık çal tuşuna basıp evrenin bana bir şarkı seçmesini istedim. Tıpkı yaşadıklarımız gibi. Bir sürü şarkı önümüzde dururken beklenmedik bir şarkının çalması gibi. Yaşadıklarımız ve önümüzdeki binlerce yol gibi.


Anıl Berke’nin Zor şarkısı başlarken kendimi ritme bıraktım.


“Onu dinle, sakince.


Bitiremedim seni içimde.


Yaşadığım her şeyin tek sorumlusu belki de sensin de...”


Dudaklarım rahatlamanın etkisiyle gülümseme peyda olurken önümde duran boş yolu yürürken gözlerimi kapattım. Şarkım neredeyse bitecekken birine çarpmamla geriye doğru sendelendim. Kulaklıklarımı hızlıca çekip çıkarırken hangi aptalın önüne bakmadığını düşündüm. İç sesimin laf sokmasını duymazdan gelmek özgüvenim ve gururum için en iyisiydi. Gözlerim kahverengi gözlerin sahibi ile buluşunca şaşkınlıktan dudaklarım aralandı. Ömer’i karşımda görmeyi beklemiyordum. Yanından geçmek için hızlı bir adım attığımda kolumdan tutarak beni durdurdu. “Bence bir dayak daha isteme.”


Ömer alayla güldü. “Burada seni kurtaracak bir genç göremiyorum.”


Burnumdan gülmeye benzer bir ses çıktı. “Kurtulmak için bir erkeğe ihtiyacım yok.” Gözlerim kolumdaki eline kaydı.”Sen mi çekersin yoksa ben mi kırayım?”


Ömer güldü. “Kırsana hadi.”


Sinirle dişlerimi sıktım. Ömere ne kadar sinirlensemde yapabilecek dahi olsam kolunu kırmazdım. Yine de bu ona zarar vermeyeceğim anlamına gelmiyordu. Tekme atmak için hızla kaldırdığım bacağımı yakaladı. İki bacağının arasında dizinin hizasında duran bacağım Ömer’in elindeydi. “Bırak bacağımı!”


Sinirden beynim ağrımaya başlarken Ömer’in gülümsemesi büyüdü. “Bir daha o hataya düşmem küçük kız.”


Tek kaşımı kaldırdım. “Keşke düştüğün daha önemli hatalardan da bu kadar çabuk ders alsaydın.”


Ömer’in alayla gülen yüzü hızla solup kaşları çatılırken dengemi sağlamaya çalışıyordum. Zar zor ayakta dururken dengemi daha fazla koruyamadım. Düşeceğim sırada Ömer’in omuzuna tutundum. Ömer korkuyla hızlıca beni sırtımdan tuttu. Yutkundum. “Bırak beni.”


Alaylı maskesini geri takıp tek kaşını kaldırdı. “Benden yardım istiyor gibisin.”


Gözlerimi kıstım. “Bacağımı bırakırsan yardım istememe gerek kalmaz.”


Güldü. “Yani şu an yardım istiyorsun.”


“Asla.”


Her zaman merak edip yapmaya korktuğum o şeyi yaptım. Eskiden gittiğim kurslardan öğrendiğim kadarıyla Ömer’e kafa atmayı denedim. Ömer burnunu tutarak geriye sendelendiğinde yanından hızla uzaklaşmaya başladım. Ah, kafam gerçekten acımıştı. Bunu bir daha yapmayacaktım. Koşar adımlarla yakınımdaki evimin sokağına girdim. Durup nefes alışverişimi düzenlemeye çalıştım. Dönüp arkama baktığım da Ömer’in koşar adımlarla ve kanayan burnuyla peşimden geldiğini gördüm. Tekrar koşmaya başladığım sırada dönüp benim gibi koşan ve bana oldukça yaklaşan Ömer’e dönüp bakarken birine çarparak sertçe kalçamın üstüne düştüm. Acıyla kalçamı tutarken öfkeyle çarptığım kişiye baktım. Birilerine çarpmaktan bıkmıştım. Gözlerimin aynı rengine sahip adam karşımda heybetiyle duruyor ve ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Ben ona bakarken babam beni omuzlarımdan tutarak kaldırdı. Ömer yanımızda nefes nefese durmuştu. Şimdi babam seni çatır çutur yemez mi?


“Ömer?” Dedi babam ne olduğunu anlamaya çalışırcasına.


Ömer yutkundu. “Ali abi?”


“Ne oluyor böyle? Neden koşturuyorsunuz?” Ömer’i baştan aşağıya süzdü. “Bu halin ne? Kim dövdü oğlum seni?”


Keşke onu sormasaydın babacım.


Ömer ters ters baktı bana. “Kızınız sağolsun. Çok sağlam bir kafası var.”


Babam inanmaz gözlerle baktı bana. Onu bu hale düşürdüğüm için sinirli bile olabilirdi. “Aden. Ne diyor bu çocuk?”


Sinirle Ömer’e göz devirip babama baktım. “Kendisi kaşındı. Benimle uğraşıp kitabımı elimden alıp sonra onu su birikintisine atmasaydı bunlar başına gelmezdi.”


Ömer inanmayarak baktı bana. “Atmadım!”


“Düşürmen sonucu değiştirmiyor!”


Babam bir eliyle burun kemerini sıkarken diğer elini havaya kaldırıp bizi susturdu. “Babanı severdim Ömer. Başarılı bir doktor. Onun hatrına bunu görmezden geleceğim. Uzun zamandır zaten ortalıkta yoktun, bundan sonrada olma. Seni bir daha kızımın etrafında görürsem böyle sakin olmam haberin olsun.”


Ömer hızla yanımızdan uzaklaşırken babamla birlikte evimize doğru yürümeye başladık. Babama hayranlıkla bakakalmıştım. İçten içe bana kızmasını beklerken Ömer’e ağzının payını vermişti. İçimde hissettiğim duygusal kıpırtıları görmezden gelmeye çalışarak babamla uzaktan görünen evimize kadar sessizce yürüdük.


•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•


Ben. Kesinlikle. Şom. Ağızlı. Biriyim.


Eve girdiğim andan itibaren babamdan azar yiyordum.


“Sen benim kızımsın. Nerde nasıl davranman gerektiğini bilmen gerek!”


“Bana cevap ver yere bakıp durma!”


“Son senende ders çalışman gerekirken şu yaptıklarına bak. Hala çocukça hareket ediyorsun.”


“Erkeklerle de mi kavga etmeye başladın şimdi? Ne yapacağım ben seninle?”


“Bak birde hala cevap veriyor ya!”


“Sen hele o sınavlardan kötü not al, ben o zaman göreceğim seni Aden Demir.”


Üst katta uyuyan Anneannem bile babamın bağırma sesini duyup yanımıza gelmişti. “Ne oluyor burada?”


“Ne olacak? Senin bu canından çok sevdiğin torunun gitmiş elalemin erkekleri ile kavga etmiş!”


Daha fazla dayanamayıp bağırdım. “O da benim için ne kadar kıymetli olduğunu bildiği küçük prens kitabımı su birikintisine atmasaymış. Herkesin içinde beni rezil etti. Hem o kitabın benim için ne kadar önemli olduğunu sende biliyorsun baba!”


Anneannem beni dikkatlice dinlemişti. “Bir erkeği nasıl dövdün?”


Omuz silktim. “Tekme ile kafa attım.”


Anneannemin kaşları çatıldı. “Belli zaten. Anlın kızarmış. O sana vurmaya çalıştı mı? Canın acıdı mı?”


Babam inanmayarak baktı Anneanneme. “Anne şu an konu bu mu Allah aşkına?”


Anneannem öfkeyle döndü babama. “Kızını ilk o halde gördüğünde ona zarar gelip gelmediğini sordun mu? Senin için önemli olan tek şey çevre mi? Kızının küçükken yanında olamadın, bari şimdi babalığını yapmayı dene!”


Babam öfkeyle evden çıkıp kapıyı sertçe kapattı. Kapının çarpmasıyla gözlerim korkuyla kapandı. Yutkundum. Anneannem yanıma gelip oturdu ve saçlarımı okşadı. Diğer eli uzanıp yumruk yaptığımı fark etmediğim ellerimi açtı ve dudaklarına götürüp tırnak izlerimin çıktığı avuç içlerimi öptü. “Üzülme güzel kızım. O da bu hayatı ilk defa yaşıyor. İçindeki siniri kimden çıkartacağını bilmiyor.” Yalandan da olsa güldü. “Sanırım ona bizim öğretmemiz gerekecek.”


Burnumdan gülmeye benzer bir ses çıktı. “Biraz ders çalışsam iyi olacak Anneannem.” Yanağından öptüm.


Nuriye sultanımın yanından ayrılıp odama çıktım. Aklımı dağıtmanın en iyi yolu kitap okumaktı fakat çalışmam gerekiyordu. Babamdan bir daha laf yemek istemiyordum. O hayatını ilk defa yaşıyordu. Ben de ilk defa yaşıyordum. O içindeki öfkeyi nereden çıkaracağını bilmiyordu. Ben de bilmiyordum. Evren babamdan karısını aldıysa benden de Annemi almıştı. Ben içimdeki öfkeyi kimden çıkaracaktım? Ben kime bağıracaktım? Ayakta durmaya çalıştıkça sürekli darbeler yiyordum ve yıkılmak üzereydim. Ne kadar savaşırsam o kadar saldırıyordu evren. Ayakta durmaya çalıştıkça bana çelme takıyordu ve ben bir daha düşersem kalkamayacağımı hissediyordum.


İngilizce şarkı listemi açıp kulaklığımı taktım ve soru çözmeye başladım.


Akşama kadar ders çalışmıştım. Hem aklımı dağıtmış hem de oldukça verim almıştım. Test kitabımı ve notlar aldığım defterimi kapattım. Anneannem kapımı tıklatıp içeriye girdi. “Adenim. Kızım gel bir iki lokma bişey ye. Bak kahvaltı ile duruyorsun.”


İki dakika önce guruldadğımı varsayarsak gerçekten acıkmıştım fakat son zamanlarda fazla yiyormuş gibi hissediyordum. Suyumdan büyükçe bir yudum aldım. “Canım istemiyor Anneanne.”


“Lütfen. Hatrım için.”


Yutkundum. “Okulda öğlen yemeği yedim Ozan’ın zoruyla. Tokum yani.”


Anneannem inanmasa da başıyla onayladı beni. “Tamam güzel kızım. Çok zayıfladın biraz yemek ye. Kalkıp kahvaltı hazırlayacağım erken kalk.” Gerek yok demek için dudaklarımı araladığında elini kaldırarak beni durdurdu. “Hiç boşuna nefesini yorma. O kahvaltı yapılacak.” Gülümseyerek başımla onu onayladım. Masanın başından kalkıp yatağıma geçtim. Biraz telefon kurcalamak istiyordum fakat başım çok ağrıyordu. Bu yüzden direk yatmıştım.


•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•


3 gün sonra. Perşembe günü.


Uykumu açmaya çalışırken yalpalanarak hazırlanmaya çalışıyordum. Dün akşam o kitabı bitirmeye çalışmamalıydım. Gözümü dahi açamıyordum. Başım dönerken açabildiğim tek gözümle dolabımın önüne geçtim. Gözüm zar zor açık duruyordu. Yakında ayakta uyumayı da öğrenecektim. Ve yakında okula en geç kalan kişi ödülünü de alacaktım. Elime gelen iki kıyafeti alıp pijamalarımı çıkarttım.


“Aden! Hadi kahvaltıya.” Nuriye sultanın yerinde olsaydım bu saatte asla kalkmazdım. Benim yanımda kala kala o da delirmişti. Elimdeki kıyafetleri üzerime geçirip çantamı elime aldım. Şarjdaki telefonumu da çantama atıp hızla alt kata indim. En azından artık iki gözümü açabiliyordum. Amerikan mutfağın yanındaki sehpada hazır olan kahvaltıya baktım. Gülümseyerek önündeki koltuğa oturdum. Anneannem gelip yanağımdan öptü. “Güzel kızım benim. Güzelce kahvaltını et.” Güzel mi? Şu an da habeş maymunundan bir farkımın olmadığına emindim.


Saçlarımı hızlıca dağınık bir topuz yapıp kahvaltı etmeye başladım.


Ağzıma bir kaç parça yemek atmıştım ki dışarıdan gelen korna sesini duydum. Anneannem huysuzlanarak kıpırdandığında masadan kalkıp çantamı koluma taktım. “Görüşürüz Anneannem.”


“Görüşürüz Adenim.” Kaşlarını çattı. “Öğlen yemeği yemeyi unutma bacaklarını kırarım.”


Ayakkabılarımı giyerken güldüm. “Tamam tamam.”


Hızla evden çıkıp servise bindim. Eve dönüş yolunda servis kullanmayı genelde sevmezdim. Evim zaten çok yakındı bu yüzden dönüş yolunda yürüyüp temiz hava almayı tercih ediyordum. Hem spor da yapmış oluyordum.


Servise bindiğimde gözlerim Bade’yi aradı. Gözlerim yeşil gözleri ile buluştuğunda yanında oturan kişi kaşlarımı çatmama neden oldu. Ozan neden onun yanına oturmuştu ki?


Yanlarına yaklaşıp sessizce konuştum. “Ozancım? Yerimde ne işin var?”


Uyuklayan Ozanı omzundan dürttüğümde kaşlarını çatarak uykulu gözlerle bana baktı. “Ne olduva


Ellerimi belime koydum. “Asıl sana ne oldu? Niye benim yerimdesin?”


“Uykum var ve başımı bir omuza koymam lazım. En iyi seçenekte zümrüt gözlüm. Bu yüzden sen arkaya geçiver bir seferlik ben yer ayırttım.”


Oflayarak arkalarındaki koltuğa oturdum. Servis diğer öğrencileri alırken yanımdaki boş koltukla birlikte ofluyordum. Ozan ise gülerek Bade ile konuşuyordu. Arka da tek başına oturmak çok kötü hissettiriyordu. Ozan her seferinde böyle mi hissediyordu? Sanmıyordum çünkü Ozan bizimle konuşmadığı anlarda uyumayı tercih ederdi. Üzerimdeki kıyafetlere baktığımda aslında o kadar kötü şeyler seçmemiş olduğumu fark etmiştim. Kırmızı bol sweetim ile siyah pantolonum vardı. Daha kötüsü de olabilirdi. Önümdeki iki şahsiyet tekrar kahkaha attığında kendimi oldukça garip hissettim. Yalnız gibi. Kulaklığımı takıp başımı cama yasladım.


Ne kadar süre geçmişti bilmiyordum fakat birinin beni dürtüklemesi ile uyandım. Servisçi amca bıkkın gözlerle bana bakıyordu. “Kızım, herkes gitti. Sende kalk artık.” Ozan ve bade beni burada mı bırakmışlardı? Servisçi amcayı başımla onaylayıp servisten indim. Okul bahçesinde de tek tük insanlar kalmıştı. İnsanların yanından geçerken bir kaçı bana bakıp fısıldıyordu. Hala unutulmamıştı. Hala bana baktıklarında o günü hatırlıyor ve hatırlatıyorlardı. Başımı dikleştirdim ve yalnız başıma yürümeye devam ettim. Ozan ve Bade yanımdayken böyle bakamıyorlardı bile. O günden sonra Ozan ve Bade herkese gözdağı vermişlerdi. Öyle ki orada olmasam bile Bade’nin anlattıklarıyla Ozan’ın en sinirli hali olduğunu anlamıştım. Sınıfa girdiğimde Ozan arkamızdaki sıradan Bade ile sohbet etmeye devam ediyordu. Bade’nin yanına oturduğumda ikisi de duraksayıp bana döndü. Bade’nin dudaklarından şaşkınlık dolu bir inilti döküldü. “Ay Adenim. Ben seni uyandırmayı unuttum. Ozan ile sohbete dalmışız. Fark etmedim.”


Başımı sıranın üstüne koyduğum koluma yaslarken homurdanarak cevap verdim. “Servisçi amca fark etti ama.”


“Özür dilerim ya. Gerçekten unuttum.”


“Sorun değil.” Daha fazla uzatmak istememiştim. Bazılarına normal gelebilirdi fakat benim için değildi. Bu okul benim cehennemimdi. Burdan kurtulmayı bir zamanlar çok istesem de onlar için kalmıştım. Bunu onların yüzüne vuracak değildim elbette ama herkesin gözlerinde o aşağılamalı bakışları görmek canımı yakıyor, midemi bulandırıyordu.


İlk dersin ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu çünkü tüm dersi uyuyarak geçirmiştim. Teneffüste Ozan’ın beni dürtüklemesiyle gözlerimi araladım fakat başımı kaldırmadım.


“Pşt.” Ses vermemiştim. Tekrar dürtükledi. “Pşt.”


“Ne var Ozan?”


Ozan kafamı kaldırmaya çalışınca sol tarafa döndüm. Böylelikle kafam Bade’ye değil de yan sıraya bakıyor olmuştu. Ozan oturduğu yerden kalkıp göz hizama geldi.


“Küs müyüz?”


“Hayır.” Bade en azından özür dileyip açıklama yapmıştı. Ozan onu bile yapmamıştı.


“O zaman triplisin.”


“Hayır.”


Kafama hafifçe vurdu. “Nesin o zaman?”


İnsan.


Kendisine tripli olduğum için ultra mükemmellik abidesi esprimi maalesef duyamayacaktı.


“Sinirliyim.”


Ozan’ın yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi. Göz temasını kesmeden cebinden petito çıkarıp ikimizin arasında kaldırdı. “Peki hala sinirli misin?”


Zayıf yerimden vurmuştu köpek.


Yine de direnmeye devam edecektim. Tek kaşımı kaldırdım. “Sen bana rüşvet mi teklif ediyorsun?”


Ozan çikolataya bakıp saçlarını karıştırdı. “Hayır hayır. Bu... Ufak bir hediye.”Gülümsedi. “Evet! Ufak bir hediye.”


Başımı sıradan kaldırıp elindeki petitoyu aldım. Paketini açıp küçük çikolayı tekte ağzıma atarken çöpünü Ozan’ın avucuna bıraktım. Ozan bir elindeki çöpe, bir de heyecanla bana bakıyordu. “Barıştık mı?”


Omuz silktim. “Yo. Ben sadece hediyeni kabul ettim.” Ozan konuşacağı sırada matematik öğretmeni tam zamanında sınıfa girmişti. “Ozancığım geç bakalım yerine. Ders başlıyor.” Ozan oflayarak sırasına geçerken aldığım uykumla beraber derse odaklandım.


Yakında beynim kulağımdan akmasın diye kulaklarımı tutarak gezmem gerekecekti. Matematik bu kadar zor olmamalıydı. Ayrıca matematikte ne işi vardı harflerin? İleride istediğim mesleği tutturamayıp bim de kasiyer olduğumda nasıl kullanacaktım? Bade’nin beni dürtmesiyle başımı ona çevirdim.


“Ne oldu?”


Gülümsedi. “Maça gidecek miyiz?”


“Ne maçı?”


“Mert’in maçı varya bugün.”


Bade’ye bakıp göz devirdim. “Ozanla gitsene sen. Beni orada da unutursun.”


“Birincisi Ozan zaten maçta oynuyor. Bunu unuttuğunu duymasın, ömür boyu trip yersin.” Gülümsemesini büyüttü. “İkincisi,” Yüzüne sahte, üzgün bir ifade kondurdu. “Ya gerçekten bilerek olmadı. Sevdiğimi söylediğim bir film vardı, onu izlemiş. Onun hakkında konuşuyorduk. Daldım, yoksa seni asla unutmam biliyorsun.”


Gülümsedim. Abartmaya sanırım gerek yoktu. “Tamam sorun değil, ama yine de maça gitmek istemiyorum.”


Bade gözlerini kısarak baktı bana. “Neden?”


Üşeniyordum. Bundan daha iyi bir neden dahi olamazdı ama Bade’ye elle tutulur bir bahane vermem gerekiyordu. “Yarım kalan kitabımı bitireceğim.”


Bade tek kaşını kaldırarak bana baktı. “Beni ilgilendirmiyor. Sonra okursun.”


Arkama dönüp Ozan’ın boş sırasına baktım. “Ozan nereye gitti?”


“Sen hoca çıkarken ders notu alıyordun ya, o sıra gitti. Isınacaklarmış maç öncesi.” Bade sinsice gülümseyerek baktı bana. “Ömer de karşı takımda. Kaybedişini izleriz.”


İşte bunun için giderdim. Eğer kaybedersek ve Ömer gelip bunu yüzümüze vurursa kaleyi koruyamadığı için Ozan’ı döverdim. Gülümsedim. “Canım arkadaşım Ozan’ı izleyesim geldi birden.”


Bade inanmayarak baktı bana. “Ya tabi tabi.”


Sonraki ders en azından kolaydı. Din hocası birkaç dakika sonra sınıfa girdiğinde metametikten kurtulduğuma seviniyordum. Tekrar gireceğim zor bir ders beynimi tamamen kaybetmeme neden olabilirdi. Ciddiydim.


•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•


“Hadi Bade. Önden yer tutamayacağız.” Ayda yılda bir maç izliyordum ve onun da en arka sıralarda olmasını istemiyordum. Bade şekil vermeye çalıştığı saçlarımla ilgilenirken öfkeli yeşil gözlerini bana çevirdi.


“Adam akıllı saçlarını yapıp gelseydin şu an uğraşıyor olmazdık.” Küçük tarağıyla kafama vurunca homurdandım.


“Saçlarımı zorla düzeltmeye çalışan sensin. Ben halimden memnundum.” Bir kaç dakika sonra Bade geri çekilip kendi saçını düzeltip beni baştan aşağıya süzdü. “Aceleyle anca bu kadar oldu.” Elindeki ufak aynayı bana çevirdi. Saçlarımın önünden iki tutam balıksırtı modeli örmüş, ve uçlarını saçlarımın arasına gizlemişti. Başımın yanlarında kalan saçlarımı da örgü ile aynı yerde, başımın hemen arkasında birleştirmişti. Kalan saçlarım sırtıma doğru akıyordu. Tatlı görünüyordum. Dağınık topuz ve at kuyruğundan başka modelleri de üşenmeyip denemeliydim.


“Çok güzel olmuş. Teşekkürler.”


Bade gururla baktı bana. “Rica ederim hayatım.” Telefondan saatine baktı. “Makyaja vakit yok. Koş, başlayacak birazdan maç.”


İçimde çocuksu bir heyecan peyda olurken Bade ile koşuyorduk. Okuldan koşar adımlarla çıkıp beş dakikalık yürüme mesafesindeki sahaya doğru koşmaya başladık. Saçlarımın dağılmaması için ekstra çaba sarf ederken sahaya varmıştık. Hızla ufak tribünlere baktığımızda tıklım tıkm olduğunu gördük. Bade’nin koluna vurdum. “Al işte, geç kaldık.”


O ise kafama vurdu. “Bıraksaydım da çöpçü gibi mi gezseydin?”


Yanımıza koşarak gelen çocuk önümüzde nefesini düzene sokmaya çalışıyordu. Bu çocuğu tanıyordum. Rüzgar’ı okulun arkasında çağıran çocuktu. “Nerde kaldınız ya?” Derin nefesler aldı. “Size yer ayırtıldı. Beni takip edin.” Adını bilmediğin beyaz tenli, siyah saçlı çocuğu takip ederek ön sıralarda hırkalar ile dolu tutulan yere vardık. “Teşekkürler.” Diyerek mırıldanırken çocuk hızla yanımızdan ayrıldı. Hırkaları kucağımıza alıp oturduğumuz da Bade kulağıma yanaştı. “Bu çocuk niye bize yer tuttu?”


Dudak bükerek omuz silktim. “Bilmiyorum.”


Etrafıma baktığımda gerçekten çok kalabalık olduğunu gördüm. Ozan’ın anlattığı diğer maçları düşününce hiç birinin bu kadar tıklım tıklım olmadığını anımsamıştım. Rüzgar ve Ömer’in tartışması insanları meraklandırmış olmalıydı. Bade’nin kulağına yanaştım. “Umarım yine kavga olmaz.”


Bade de beni başıyla onayladı. “Umarım.”


Bir iki dakika sonra sırayla iki takımda sahaya girmeye başlamıştı. İlk giren takım sarı takımdı. Başkanları Ömer önde, diğer tanımadığım bir sürü çocuk arkasında sarı formalarla girdi içeri. Formalar özel yapımdı. Ardından kırmızı takım gelmeye başladı. Başkan olarak Rüzgar gelmeliydi fakat içeri ilk giren kaleci Ozan olmuştu. Ozan’ın gözleri ikimizi bulunca gülümseyerek göğsünü gerdi. Böylelikle bize yer ayıran kişinin Ozan olduğunu anlamıştık. Gözlerim Rüzgar’ı ararken en son az önceki kahverengi gözlü çocuk ile Rüzgar girdi içeri. Rüzgar’ı izlerken onun gözleri de beni bulmuştu. Rüzgar bana göz kırpıp önüne dönerken tek düşündüğüm şey bu kadar havalı yürürken kaybederlerse ona ne denli güleceğimdi.


İki takımda yerini alırken Rüzgar’ın yüzü oldukça ciddiydi. Ömer’e bakarken gerçekten öfkeli görünüyordu. Öyleki benden önce de bir husumeterinin olduğunu düşünmeye başlayacaktım. Gerçi olsaydı bundan kesinlikle haberim olurdu. Ömer’in ise Rüzgar’dan aşağı kalır bir yanı yoktu. Her zamanki sert maskesi yüzündeydi. Hakemlik görevi gören beden eğitimi öğretmeni düdüğü çaldığında maç başlamıştı.


Top başlarda orta saha da dönüp durmuştu. Top bir sarı takım da, bir de kırmızı takımda gidip geliyordu. İki takımın da bir kaç defa gol atma şansı olup diğer takım tarafından ya engellenmiş, ya da top dışarı çıkarak taç atışı yapılmıştı. Taç atışı yapan karşı takımdan tanımadığım bir çocuk topu alıp sarı takımın kalesine doğru ilerlerken Rüzgar’a pas vermişti. Rüzgar önündeki sarışın çocuğu ve Ömer’i geçip bize yer ayırtan siyah saçlı çocuğa pas verdiğinde o çocuk ayağına gelen topu hızla vurup kalenin sağ tarafından gol olmasını sağlamıştı. Bir sürü insanla beraber ayağa kalkıp “Goool!” Diye bağırdığımda maçların ne kadar heyecanlı olabileceğini fark etmiştim. Ömer öfkeyle yere tekme atarken keyifle ona baktım. Bu maç işini sevmeye başlamıştım.


•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•


Maçın bitmesine yirmi dakika kalmıştı. Skor ise 2-1’di. Bir gol daha atmış ve bir gol yemiştik. İkinci golde saçları üçe vurulmuş bir çocuk Rüzgar’a pas vermiş, ve Rüzgar da bu pası değerlendirerek gol atmıştı. Yediğimiz bir gol ise hırstan gözü dönmüş Ömer’e aitti. Ozan maç boyunca kaleyi mükemmel bir şekilde korumuştu. Arka koltukta oturan erkekler Ozan her topu yakaladığında “Son an da Muslera!” Diye bağırıyorlardı. Kendisi Galatasaray takımından bildiğim tek oyuncuydu. Ozan’ın kalesinin etrafında bir sürü sarı takım oyuncusu dolmuşken Ozan ona gelen topu kurtarmıştı fakat sahaya geri dönen top daha Ozan ayağa kalkmadan Ömer’in ayağına gelmiş ve gol yememizi sağlamıştı.


Şimdi ise sarışın bir çocuk Rüzgar’a pas vermişti. Rüzgar’ın ayağına top yeni ulaşmıştı ki hırstan gözü dönen Ömer Rüzgar’a yanaşıp sert bir çelme takmıştı. Rüzgar sertçe yere düşerken dudaklarımdan şaşkınlık dolu bir inilti çıkmıştı. Korkuyla ayağa kalkarken hakemin düdüğü çaldı. Maçtan her ne kadar anlamasam da bunun yasak olduğundan emindim. Bir kaç çocuk Rüzgar’ın başına toplanırken onu göremiyordum. İyi miydi? Kalabalık aniden dağıldığında ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Rüzgar kalabalıktan çıkıp yürümeye başlamıştı. Gözlerim vücudunda gezinirken dizinin kanıyor olduğunu görmüştüm. Fakat onun umrunda değildi. Hızlı adımlarla Ömer’e doğru yürürken hızlandığında bende dahil herkes ne olacağını anlamıştı. Hakem hızla sahaya girerken Rüzgar Ömer’in yanına çoktan ulaşmıştı. Ömer’in yüzündeki kibirli gülümsemesini Rüzgar’ın yumruğu silmişti. Ömer geriye doğru sendelenirken iki takım da Rüzgar’ı zar zor tutmaya çalışıyordu. “Erkek gibi çıkamıyor musun lan karşıma?! İlla çocukça oyunlar mı oynaman lazım köpek!” Ömer hızla dönüp tutulan Rüzgar’a bir yumruk indirdi. Uf. Benim bile canım acımıştı.


Devamında ise her şey daha kötü bir hal almıştı. Sarı takım ile kırmızı takım da birbirine girince Rüzgar Ömer’i dövmek için ona atılmıştı. İkisi de birbirlerine yumruk atarken saha dışında seyirci olan erkekler sahaya girip onları ayırmaya çalışırken karşımızda resmen bir kafes dövüşü vardı.


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


Loading...
0%