Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Sağırlaşılmış Haykırışlar.

@mranayavuz

12. Bölüm: Sağırlaşılmış Haykırışlar.

*Ölümün acısı katlanılmazdı lakin yaşamak kadar uzun vadeli değildi.*

*Uzun yıllar önce.

Ozan saymaya başladığında herkes saklanmak için bir yerlere koşuyordu. Sayarken karıştırırdı bazen fakat bunu kimseye belli etmezdi. Beşe kadar eksiksiz sayardı fakat beşten sonra karıştırmaya başlardı. O da bu yüzden beşe kadar sesli sayar, kalanına içinden devam ederdi. “Önüm, arkam, sağım, solum, sobe! Saklanmayan ebe!” Ozan heyecanla etrafına göz gezdirirken ustalıkla ilerliyordu. Kırmızı, park edilmiş bir arabanın önüne geldiğinde etrafını dolanmak yerine eğilip arabanın altına baktı. Spidermanlı ayakkabılarından tanımıştı. Ozan yumduğu yere küçük ayakları ile koşarken heyecanla bağırıyordu. “Ömer sobe! Ömer sobe! Arabanın arkasındasın Ömer gördüm!” Ömer çattığı kaşları ile arabanın arkasından çıkarken ellerini önünde birleştirmişti.

“Ya banane haksızlık! Sen hep beni buluyorsun önce.” Ömer ne kadar söyleyemese de diğer arkadaşları gibi ufak tefek karanlık yerlere saklanamıyordu.

“Çünkü kötü yerlere saklanıyorsun akıllım.” Haylazca gülümsedi Ozan ve fısıldadı. “Merak etme, senden önce İlknur’u sobeledim. O ebe olacak.” Ozan diğerlerini aramaya koyulduğunda Bade’nin ağacın arkasından pembe eteğini ve güzel saçlarını gördü fakat görmemiş gibi yaparak devam etti. Ozan, Bade’den biraz uzaklaştığında Bade koşarak Ozan’ın göz yumduğu yere gidip bağırdı. “Sobe! Sobe! Yine beni bulamadın Ozan!”

Ozan Bade’nin mutluluğunu izlerken diğer arkadaşlarını aramaya devam etti. Saklambaç oyununu o kadar seviyordu ki sınıfta gıcık olduğu İlknur’u bile oyuna katıyordu.

Oyunun sonunda Ozan herkesi bulmuştu. Bir kişi hariç. Artık Ozan da yeni tura geçmek istediği için bağırdı. “Aden! Elma dersem çık! Armut dersem çıkma!” Kısa bir duraklamadan sonra devam etti. “Armut!”

Aden saklandığı bodrumdan koşar adımlarla çıktığında Ozan koşarak onu sobeledi. “Haksızlık yapma Ozan. Çık dedin!”

Ozan önünde yeni çıkan dişi eksik, kalan tüm dişleri, ile gülümsedi. “Ben sana elma demedim ki kızım. Armut dedim. Çıkmasaydın. Mızıkçılık yapma.”*

Günümüz.

Sağır olmuş olmalıydım. Nuriye sultanımın kalbi atıyor olmalıydı. Başımı göğsünden kaldırıp titreyen parmaklarımı şah damarına koydum. “Hayır, hayır, hayır.”

Parmaklarımın altında hissedeceğim ufak bir baskı bekliyordum. Fakat yoktu. Gelmiyordu. Ben de mi bir sorun vardı?

Bağırarak sarsmaya başladım. Derin bir uykudaydı evet ama ölüm değildi ki. Olamazdı. Nuriye sultan beni bu acımasız dünyada bırakmazdı.

“Anneannem. Kalk hadi. Yatağına yat nolur.” Bedeni daha da ağırlaşmış gibiydi, döndüremiyordum bile. Bir adım geri gidip ona baktım. Hayır. “Anneannem. Bırakma beni yalvarırım. Aç gözlerini. Ölmedin ki sen. Beni bırakıp gitmezsin ki. Yalvarırım uyan, nolur.” Sarsmaya devam ederken bağırmaktan boğazımın acıdığını hissediyordum. “İstediğin her şeyi yaparım söz veriyorum. istediğin okula giderim. İstediğin kadar yemek yer ve kusmam söz veriyorum. Yeter ki aç gözlerini.” Bağırıyordum fakat sesimi bile duymuyor gibiydim. Hissettiğim tek şey kalbimin acısı, gördüğüm tek şey Nuriye sultanın huzursuzca yatan bedeniydi. Demiştim ona yatağına yatmasını… Demiştim… Gözlerim Nuriye sultanın uyuyan bedenini bulanık görürken ondan uzaklaştığımı fark ettim. Biri beni belimden tutup geriye çekiyordu. “Bırak!” Diye bağırdım kim olduğunu görmeden. “Ayıramazsınız bizi bırak!”

“Aden. Sakin ol!” Bırakması için bacaklarımı boşlukta sallarken içeriye bir kaç kişinin de girdiğini gördüm. Anneannemin başına geldiklerinde beni tutanların sayısı ikiye çıkmıştı. “Uzak durun ondan! Ne yapıyorsunuz? Canını yakacaksınız. Gidin!” Başımı çevirip beni tutanlara baktım. Biri sağlık görevlisi iken diğeri Rüzgardı. Kaşlarım çatıldı hayal kırıklığı ile. “Ne yapıyorsun Rüzgar? Beni değil onları tutman gerek.” Debelenmeye devam ederken bağırdım. “Bırak beni!” Anneannemle ilgilenen kişilere bakıp bağırdım. “Canı acır onun. Çekin ellerinizi üstünden!” Adamlar durup birbirlerine baktılar. Anlamışlardı işte. Canını yakmışlardı. Onları doğduklarına pişman edecektim. Rahat bir nefes alırken nefesimi bile resmen boğazıma tıkamışlardı. Anneannemin üzerine beyaz bir örtü örterken dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. “Ne yapıyorsunuz? Nefes alamaz öyle. Bırakın! Anneannemi bırakın dedim size! Öyle nefes alamaz, öldüreceksiniz!”

Rüzgar’a baktım. “Ne duruyorsun? Yardım etsene bana? Rüzgar bir şey söyle!” Kolumda hissettiğim sızı yorgunluğumu arttırdı. Başımı geriye yaslayarak omuzuna denk getirdim. “Yalvarırım bir şey söyle. Dursunlar. Anneannemin yüzünü açsınlar bari. Öldürecekler.”

Başını acıyla iki yana sallarken ağladığını yeni fark ediyordum. Haykırışlarıma herkes mi sağır olmuştu? Göz yaşlarıma mı körleşmişlerdi? Neden bırakmıyorlardı beni? Gözlerim yavaşça kapanırken bacaklarım gücünü tamamen yitirmişti. Rüzgar beni daha sıkı tutarken hayal kırıklığı ile ona bakan gözlerim tamamen kapanmıştı.

Saatler sonra.

Gözlerim yavaşça aralanırken daha neler olduğunu anlamadan ilk hissettiğim şey beynime giren keskin ağrı olmuştu. Elimi inleyerek başıma götürürken kolumun iç kısmında hissettiğim başka bir acı duraklamama neden oldu. Gözlerimi aralayıp koluma baktığımda serumun takılı olduğunu gördüm. Neden hastanedeydim? Yine açlıktan mı bayılmıştım? Beynimin içi boş bir mağara gibiydi. Soru işaretlerim sadece yankı yaparak bana geri dönüyordu. Rüzgar dağılmış halde odaya girdiğinde şaşkınlıkla baktım ona. Nesi vardı? Gözleri beni bulunca kaşları şaşkınlıkla havalandı. Gözlerine korku iliştiğinde nedenini anlamaya çalışıyordum. Gülümseyip fısıldadım. “Neden Bana böyle bakıyorsun?” Boğazımın acısı ile kaşlarım çatılırken bunu fark eden Rüzgar komidinin üzerindeki sürahiden bana bir bardak su doldurup uzattı. Yavaşça suyu içtiğim de boğazımın yandığını hissediyordum.

“Benden nefret etmezsin değil mi?” Dedi acıyla.

Su bardağını ona uzatıp başımı yana yatırdım. “Senden neden nefret edeyim?”

“Senin iyiliğin için, istemediğin bir şeyi yapsam? Benden nefret eder misin?”

Dudak büktüm. “Etmem ama kızarım. İstemiyorsam yapma.” Onu baştan aşağıya süzdüm. “Neyin var senin? Bayılmamdan dolayı böyle olduysan endişelenmene gerek yok. Ben de oluyor arada sırada. Yemek yemeyi unuttuğumda.” Hiçbir seferinde unutmuyordum. Rüzgar cevap vermeyince konuşmaya devam ettim. “Anneannem nerde? Merak etmiştir beni.”

Serum demirini yanıma alıp ayağa kalktığımda Rüzgar telaşla seslendi. “Aden, dur. Gitme.”

“Bekle, geleceğim hemen.” Kapı klubuna uzandığımda beni kolumdan tutup acıtmadan çekti.

Beynimde beliren görüntü baş ağrımı arttırmaya yetmişti. Rüzgar, beni yine çekiyordu. Bu sefer belimden. Bu sefer kapıdan değil, Anneannemden. Her şey beynime hücum ederken kanımın çekildiğini hissettim. Rüyamı falan hatırlamış olmalıydım. Bu gerçek olamazdı. Hayır.

Kolumdaki serumu sertçe çekip çıkardım. “Ne yapıyorsun Aden? Ona ihtiyacın var.”

Sertçe döndüm ona. “Neden? Öyle daha kolay mı veriyorsunuz sakinleştiricileri?”

“Aden.” Diyerek tekrar koluma uzandığında işaret parmağımı ona salladım. “Bana sakın dokunma.” Yutkundum. “Bayıldığımda bir kabus gördüm. Gidip Nuriye sultanı bulmalıyım.”

“Ama-”

“O yaşıyor Rüzgar!”

Rüzgar beni tutamadan hızlıca odadan çıktığımda kolumdan elime, oradan da yere kanım damlıyordu. Kapıda oturan Bade ve Ozan’ı gördüğümde derin bir nefes verdim. Beni gördükleri an ayağa fırlamışlardı. Bade’nin omuzlarından tutup sarstım. “Sen bana hiç yalan söylemedin Bade. Yalvarırım söyle, nerde Anneannem?”

Ozan elini omzuma koymak için uzandığında geriye kaçtım. “Dokunmayın bana!”

Bade’yi sertçe tuttum kolundan. “Bana yalan söylediklerini söyle Bade. Yalvarırım, nerde benin Nuriye sultanım?”

Bade acıyla buruşturdu yüzünü. “Aden. Canımı yakıyorsun.” Gözlerim koluna kaydığında tırnaklarımı koluna geçirmiş olduğumu gördüğümde yaşadıklarımın gerçekliğine inanamıyordum. Ben Bade’ye asla zarar vermezdim. Geriye doğru dehşetle bir kaç adım attığımda Rüzgar beni tutmak için hamle de bulunsa da arkamdaki tekerlekli masaya çarpıp devrilmesine neden oldum. Korkuyla yerimden sıçrarken bana doğru gelmeye çalışanları yeni fark ediyordum. Ozan, Rüzgar, ve bir kaç tane daha hastane çalışanı yavaşça bana gelmeye çalışıyordu. Arkam da devirdiğim masadan elime gelen ilk büyük iğneyi bana gelmeye çalışanlara doğru savurdum. “Yaklaşmayın!” Fakat durmuyorlardı. Bu sefer de iğneyi boğazıma, doğru tuttum. “Bir adım dahi atmayın!” Hastane çalışanlara dönüp bağırdım. “Nerde benim Anneannem?” Hepsi şaşkınlıkla birbirlerine bakarken bu numaralara kanmak gibi bir niyetim yoktu. “Nereye götürdünüz onu? Amacınız ne? Anneannemi çabuk geri getirin, mahvederim hepinizi!”

Aralarında hiç yüzünü görmediğim, kırmızı kazaklı bir kadın öne çıktı. Orta yaşlardaydı ve saçlarında yaşanmışlık izlerinden bir kaç beyaz tel vardı. Gözlüklerinin ardından bana baktı. Elleri ceplerinde, diğerlerine göre oldukça rahattı. “Bunun ne kadar zor olduğunun farkındayız Aden Demir. Fakat bu hiç kimsenin suçu değil, kader. Anneannen-” Durakladı ve emin olmak istercesine baktı gözlerime. “Emin olman için açıklıyorum; Yani Nuriye hanım. Dün gece aramızdan ayrıldı. Bu durum yüzünden senin adına çok üzülüyoruz ama bu sana kimseye zarar verebilme yetkisi vermez. Sakinleşmeni tavsiye ederim, yoksa zor kullanmak zorunda kalacaklar.”

Başımı iki yana salladım. “Vakit kazanmaya çalışıyorsunuz. Beni oyalıyorsunuz!“ İğneyi boynuma daha da yaklaştırdım. İlk yapışım olmazdı. Ölümün acısı katlanılmazdı lakin yaşamak kadar uzun vadeli değildi. “Onu öldürürseniz yanına bir mezar daha hazırlasanız iyi edersiniz!”

Bade ufak bir çığlık attığında dönüp ona bakmadım bile. “Aden. Dur yalvarırım. Ozan bir şey yap!”

Ozan bana doğru bir hamlede bulunduğunda boşta kalan elimi ona doğru uzattım. “Sakın Ozan.” İğne artık boynuma değiyordu.

Derin bir nefes alıp tüm gücümle haykırdım. “Anneanne! Ben burdayım! Sana gelmeme engel oluyorlar ama korkma! Elbet geleceğim yanına! Dayan!” Benim haykırmam ve ölüm sessizliğinin içine merdivenlerden koşarak çıkan sert ayak sesleri de eklendi. Gözlerim onun gözleri ile buluştu. Kahverengi gözleri korku içindeydi. Yanaklarımdan yaşlar ardı ardına süzülmeye devam ederken bir tek onun bana yardım edeceğini biliyordum. Diğerleri iyiliğim içinse susardı. Ama o canımın acıyacağını bile bile haykırır, beraber sarardı yarayı. Zamanında abimdi, sırdaşım, her şeyimdi. Bana yalan söylemeyeceğini bildiğim, bana her daim yardım edecek tek kişiydi. “Ömer.” Dedim yardım için yalvaran sesimle. Ömer Kartar. Şu anın düşmanı, geçmişimin en yakınıydı. Başımı iki yana salladım. “Bana yalan söylüyorlar Ömer. Anneannemden uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Onlara eski Aden olmadığımı, inanmayacağımı söyle nolur.”

Bana doğru yavaşça yürümeye başladığında herkesin nefesini tuttuğunu fark etmiştim. Elimdeki iğneyi elimden kaydırarak yere düşmesini sağladım. Ömer bana sıkıca sarıldığında hıçkırıklara boğulmuştum. “Neden bu kadar kötü insanlar? Ben onlara hiç bir şey yapmamışken hem de? Neden tek mutluluk kaynağımı almaya çalışıyorlar elimden?”

Eli saçlarımı okşadı. “Şşt.” Kolumda soğuk, ince demirin sızısını hissederken Ömer bir elini bacaklarımın altından geçirip beni kucağına aldı. Başımı göğsüne yaslarken onu sıkı sıkıya tutuyordum. “Beni onun yanına mı götürüyorsun?”

Ömer derin bir nefes aldı. “Seni hiç yalnız bırakmamalıydım.” Onun kollarında, odama giderken gözlerim yavaşça kapandı ve ben buna da engel olamadım.

Saatler sonra.

Gözlerim açıktı. Konuşuyorlardı da benimle. Herkes nasıl olduğumu sorup duruyordu. Nasıl olmamı bekliyorlardı? İyiyim desem inanacaklar mıydı? Kulaklarımdan gitmityordu başımı göğsüne koyduğumda duyduğum sessizlik. Parmaklarımdan gitmiyordu boynundaki damardan hissedemediğim baskı. Herkes teker teker konuşmuştu. Belki de saatlerce. Bilmiyorum. Ben mi? Ben bakmıştım gözlerinin içine. Üzüntü iddiası içindeydi ya hani herkes. Sözlerine değil, gözlerindeydi arayışım. Sözlerindekiler kadar samimi miydi gözleri? İyi misin derdi dudakları fakat gözleri gerçekten merak ediyor muydu ne kadar iyi olduğumu?

İçimde volkan vardı adeta. Kendini yakan bir volkan. Dışarıdan sessizce duran, içeride yangınlara taş çıkartacak o volkan. Biliyordum. Uyandığımda uzunca sürem olmuştu bunu düşünmeye. Yoktu o. Bunu ne Ömer’in söylemesine gerek kalmıştı ne başka birinin. Ben en yakından şahit olmuştum her şeye. Tek yapabildiğim sakinleştirici serumun kanıma karışmasına izin verip sessizce gözyaşı dökmekdi.

Babam gelmişti. Demek ki gitmemişti daha. Oysa ben gitti sanmıştım. Başıma gelenleri duyunca fenalaşmış, bir odaya çekilmiş. Ama şu an iyi. Gelip benimle konuşanların içinde o da vardı. Hayret. Uzun zamandır gözlerimin içine bakarak bu kadar uzun süre konuşmamıştı. Babamın isteği üzerine bir süre uyutulduğumu da öğrendim. Zihnimin kaldıramayacağını biliyorlardı. Onlar da sanırım “Bari biri kaldırsın,” diyerek kısa bir süre uyutulmuştum. Kısa dediğim de, iki buçuk gündü. Babam yanımdan kalkıp giderken kimsenin odama girmemesi gerektiğini, biraz yalnız kalıp kendi sesimi duymamı, düşünmek için yalnız kalmam gerektiğini söylemişti fakat bilmediği şey ben artık tamamen yalnızdım. Onları dinlediğimi sanmıştı sanırım. Fakat ben saatlerdir kendi sesimi dinliyordum. İçim yanıyordu. Fakat neredeyse hissedemiyordum bile. Biliyordum sadece. Ne vermişlerdi bilmiyorum ama tamamen duygularımdan arınmış gibiydim. Keşke hep böyle kalabilseydim.

Ne kadar süre yalnız kalmıştım bilmiyorum. Beni gerçek dünyaya geri getiren şey kapımın çalınması olmuştu. Boğazımı temizledim. “Gel.” Ah, gerçekten acıtıyordu. Sanırım biraz fazla bağırmıştım. Rüzgar meraklı gözlerle önce yavaşça başını soktu içeri, ardından da bedenini. Benden bir tepki beklerken karşılıksız kalarak omuzlarını düşürdü. Yaklaşıp yanımdaki sandalyeye oturdu. Buna Rüzgar da dahil herkes gelip o sandalyede konuşmuştu. “Nasılsın küçük kelebek?”

“Gerçeği mi öğrenmek istersin? Yoksa klasikten mi devam edelim?”

“Gerçeği.” Dedi hiç düşünmeden.

“Bok gibiyim.” En iyi tabir şekli bu olabilirdi. Rüzgar yutkunarak oturduğu yer de hareketlendi. “Sen neden geldin?” Belli, bir karın ağrısı var.

“Şu an yersiz olacak belki ama bilmek istersin diye düşündüm. Otopsi sonuçları çıktı. Ama istersen sonra da bakabiliriz. Teyzene ulaşılamamış sanırım, bir tek sana söyleyebileceğini açıkladı doktor.” İsmini ağzına almamıştı.

Başımı iki yana salladım. “Şimdi öğrenmek istiyorum.” Rüzgar dudaklarını araladı fakat durup tekrar kapattı. Yattığım yerden doğrulup hastane terliklerini giydim. Odadan Rüzgar ile çıktığımda koridorda beni bekleyen Ozan, Bade ve Yusuf abi hızla yanımda yerlerini aldılar. Kimse konuşmadı. Sessizce doktorun odasına ilerlediğimde hepsinin ne kadar dağılmış olduğunu gördüm. Bade’nin saçları birbirine girmiş, Yusuf abi tamamen, Ozan’ın ise göz altları çökmüştü. Odayı tıklayıp kapısını açtılar.

Doktor yanımdakilere kısa bir bakış attı. “Aden Demir ile yalnız görüşecektim.”

Başımı iki yana salladım. “Hayır. Yanlarımda olmalarını istiyorum.”

Doktor yanımdakilere kısa bir bakış atıp eliyle oturmamızı işaret etti. Doktorun sağ tarafındaki sandalyeye ben, yanıma Yusuf abi oturdu. Karşımdaki iki sandalyeye de Ozan ve Bade otururken Rüzgar’ın eli güç vermek istercesine omzumdaydı. Doktor dosyasına son bir göz gezdirip bana döndü. “Merhaba Aden hanım. Adım Giray Sönmez. Anneannenizin özel doktoruyum. Nasılsınız?”

Gerçekten gerek var mıydı bunlara? “İyi.”

Ellerini masanın üzerinde birleştirdi. “Öncelikle şunu belirtmek isterim. Nuriye hanım hastanemize ulaştığında çoktan hayatını kaybetmişti.” Kalbime bir ok saplansa bu kadar acıtmazdı. Rüzgar omuzumu sıkarken derin bir nefes aldım. “Hastalığından kaynaklı olduğunu düşünüyordum fakat yanılmı-”

Lafını böldüm. “Bir dakika. Ne hastalığı?”

Doktorun kaşları çatıldı. “Bilmiyor muydunuz? Anneanneniz Nuriye hanım ikinci evre kan kanseriydi.”

“Ne?” Diyebildik hep bir ağızdan. Anneannem kan kanseri miydi?

Yusuf abi öfkeyle elini saçlarına geçirdiğinde sinirini alamamış olmalı ki masaya sertçe vurdu. “O Serdar’ın bir bokları çevirdiğini biliyordum!” Gözleri beni buldu. “Yardımcısı Serdar ile gizlemiş olmalılar. Nasıl fark edemedim?”

Anneannem kan kanseri miydi? Ve bunu benden saklamış mıydı? Kan kanseriydi ama yanımızda hep dinçti. Hep mutluydu. “Ama.” Dedi doktor. “Ölüm nedeni hastalığı değil.”

Kaşlarım daha da çatıldı. “Nedir?”

“Anneanneniz yediği yemekten zehirlenmiş. Fakat bu normal bir gıda zehirlenmesi değil. Yediği yemekler de araştırıldı. Tenceredeki yemek temiz. Fakat tabağında kalan ufak parçalar incelendiğinde tabağındaki yemeğin zehirli olduğu, yani zehrin sonradan katıldığı ortaya çıkıyor.” Gözleri bana bir şeyler söylemek ister gibiydi. Belki de ima. Bilmiyordum. “Üstelik o saatteki bütün kamera kayıtları polislerimiz tarafından kontrol edildiğinde tüm kayıtların silinmiş olduğu görülüyor. Dün sabah Anneanneniz ile arabaya binmişsiniz ve hepsi bu. Kayıtlar Mert beyin Anneannenizin ölüm saatinde kapınıza gelmesi ile devam ediyor.”

Daha Doktorun dediklerini algılayamadan kapı tıklandı ve cevap beklenmeden içeri bir kaç polis girdi. Doktor polislere bakarak devam etti. “Şu an ise hepinizin ifade vermesi gerekiyor çünkü Nuriye hanımın ölümünde şu an için baş şüpheliler sizlersiniz.”


Loading...
0%