@mranayavuz
|
11. BÖLÜM: Terk Edilen Ruhların Evi Olamaz. *Her şeyin altından kalkabilirdim ama özlemiyle ruhumda emareler bırakan çocukluğumun katili olduğum gerçeğini kaldıramazdım.* Rüzgar şaşkın ve korku karışımı ruh halime bakıp tatlıca gülümsedi. “Sürpriz.” İnanmayarak baktım ona. “Kalbimi durduruyor olman sürpriz mi lan!?” Üzerindeki ayı kıyafetini çıkarırken etrafa ayıdan pamuklar saçılıyordu. “Bu kadar korkacağını düşünmemiştim.” Ağzımı açmıştım ki işaret parmağını yüzüme doğru tuttu. “Bir dakika.” Kapının arkasında görmediğim, tahminimce dizime kadar gelen ve içi ayının pamuklarıyla dolu olan poşeti önümdeki ayıcığa getirdi. Karşımda bir kaç dakika da ayıcığın içine pamukları geri doldurdu. Arkadaki fermuarını çekmeden önce durup göz ucuyla bana baktı. “Sinirli misin hala?” Kaşlarımı çatarak başımı iki yana salladım. “Pek değil. Beklerken geçti.” “Şaşkın mısın hala?” Başımı iki yana salladığımda Rüzgar gülümsedi. “Bu taktiğin işe yaradığını söyleyen Poyraz’a teşekkür etmem gerek.” Fermuarı sonuna kadar çekip ayağa kalktı ve ayıcığı az önceki yerine koydu. Tavandaki kelebeklere baktım. “Çok güzeller.” Aklıma gelen şey ile kaşlarım çatıldı. Rüzgar’a Beyaz Kelebeğin hikayesini hiç anlatmamıştım. Nerden biliyordu? “Beyaz kelebek hikayesini nerden biliyorsun?” Elini ensesine götürdü. “Anneannenden öğrenmiş olabilirim. Sabah daha sen uyanmadan Nuriye sultanı aradım. Bir de benim gözümden anlattım olanları. O da bana beyaz kelebeğin hikayesini anlattı.” Gülümsedi. “Sevdiğini söyledi.” Başımla onu onayladım. “Evet, seviyorum.” Gözlerimi kıstım. “O yüzden gezmeyi teklif etti bana! Resmen bana kumpas kurmuşsunuz.” Göğsünü gerdi. “Biraz öyle oldu.” Rüzgar derin bir nefes alıp konuşmaya başladı. Az önceki eğlenceli tavırlarını bir kenara bırakmıştı. “Bu yaptıklarım hatamı telafi ettirmez ama belki beni dinlersin diye düşünmüştüm. Sen gördüğüm en güçlü kızlardan birisin Aden Demir. Öyle konuşarak eşeklik ettim, özür dilerim.” Gülümsedim. “Biraz daha yalvar.” Saçlarımı karıştırdı. “Çok kötüsün.” Saçlarımı ellerinden kurtardım. “Tamam hadi affettim.” İşaret parmağımı ona doğru salladım. “Bir daha olursa ölürsün.” Başını hızlıca iki yana salladı. “Asla.” Ellerini birbirine vurdu. “Şimdi.” Elimden tutup beni odanın ortasına çekti. “Her gün bu kelebeklerden bir tane açmanı istiyorum. içlerinde notlar yazıyor.” Odanın en köşesinde, ilk geldiğimde farketmediğim siyah kelebeği gösterdi. “En son da onu açmanı istiyorum. Anlaştık mı?” Dudak büzdüm. “Ama çok merak ettim hepsini.” Rüzgar ‘Beni ilgilendirmez’ dercesine ellerini havaya kaldırdı. “Sabredeceksin Küçük kelebek.” Küçük kelebek. “Teşekkür ederim.” Açıklama yapmamı beklemedi, sadece gülümsedi. “Gerek yok.” Elimle kapımı işaret ettim. “Bir şeyler içelim mi? Çay? Kahve? Limonata? Kola?” “Valla ne yalan söyliyim bir kola iyi gider.” Rüzgar ile beraber alt kata indiğimizde Anneannemin Müge Anlı izlediğini gördüm. Şaşırmıştım çünkü Anneannem genelde televizyon izlemezdi. Daha doğrusu vakti olamazdı. Bizim geldiğimizi görünce Rüzgar’a dönüp göz kırptı. “Almışsın kızımın gönlünü oğlum.” Hainler. Rüzgar da aynı samimiyetle cevap verdi. “Sayende Nuriye sultan.” İkisine de şaşkınlıkla bakıp çemkirdim. “E yeter ama! Arkamdan iş çeviriyorsunuz resmen hainler.” Anneannem bana bilmiş bilmiş baktı. “Ne yapsaydı kızım? Keçi inadından dinliyor musun acaba çocuğu?” Rüzgar başıyla Nuriye sultanın dediklerini onaylıyordu. Ona kötü bakışlar attığımda ise “Haklı.” Diyerek kendini savunmuştu. Sanırım biraz haklılardı. Konuyu değiştirmek adına konuştum. ”Kola bu dolapta mı? Diğerinde mi Anneanne?” “Diğerinde kızım.” Televizyon ekranında beliren “SON DAKİKA!” Haberleri ile Anneannem ekrana kilitlenirken Rüzgar ile diğer mutfağa geçmiştik. Dolaptan aldığım kolayı iki bardağa döküp masaya götürürken Rüzgar da şişenin kapağının kapatıp buzdolabına koymuştu. Beraber masaya geçip otururken gülümseyerek bakıyordu bana. “Yardımına ihtiyacım olabilir.” Merakla baktım ona. “Hangi konuda?” “Biz taşınıyoruz.” Gözlerim şaşkınlıkla büyüdü. “Nereye?” “Sizin yanınızdaki eve.” “Ne!?” Heyecanla gerçek olup olmadığını ölçerken gözleri hiç şaka yapıyor gibi değildi. “Baya yan eve yani?” Elimle alnıma vurdum. “O eşya getirtmeye başlayan sizdiniz demek.” Rüzgar keyifle beni izlerken başıyla beni onayladı. “Nuriye sultana aitmiş fikir. Abim kabul etmese de eve bir grup hizmetli göndermiş. Bir kaç güne hazır olur.” Bugün demek bundan bahsediyorlardı. “Ve hangi odaya geçsem bilmiyorum.” Bana bakarak göz kırptı. “Senin odanın penceresine en yakın oda hangisiyse onu alayım.” İnanmayarak ona baktığımda güldü. “Cam komşusu oluruz, olmaz mı?” “Olur. Yardıma da gelebilirim.” Aklıma gelen fikirle Rüzgar’a döndüm. “Ozan’ın cezası daha iptal edilmedi. Morali bozuk biraz evdeyken. Paintball sözünü yarın tutalım mı? Ozan ve Bade de gelse hem, olur mu?” Rüzgar’ın bunu söylememi beklemediği yüzünden aşikardı. “Olur, yarın müsaitim.” Telefondan saate bakıp bana döndü. “Poyraz da gelse olur mu? Yakın arkadaşım, eğlenceli biri. Seversiniz.” Başımla onu onayladım. “Gelsin tabikide.” Rüzgar ayağa kalktı. “Oraya sık gittiğim için tanıdık sayılıyoruz artık. Bizi yarına aldırabilirim. Yarına enerji topla Küçük Kelebek. Savaş kapıda.” Gülerek bende ayağa kalkıp kapıya kadar geçirdim onu. “Unutma Rüzgar. Bu sadece bir oyun.” “Yarın görüşeceğiz.” Güldüm. “Görüşelim.” O evden uzaklaştığında kapıyı kapatıp derin bir nefes aldım. Kimle uğraşacağıma karar vererek Nuriye sultanın oturduğu koltuğa oturdum. “Özledin mi kız beni?” İnanmayarak baktı bana. “Sanki bir saat önce beraberdik ama?” Başımı omzuna koyup iyice şımardım. “Öyle deme Nuriye sultanım.” Elimi acıklı bir ses tonu ekleyerek göğsüme koydum. “Bana bir asır gibi geldi.” Anneannem gülümseyerek televizyona dönerken telefonumun ekranını açarak Ozan ve Bade ile olan ‘Üç Silahşörler.’ Grubuna girip mesaj attım. *Aden: Yarın varsa yoksa bütün planlar iptal gençler. Sizi Paintball oynamaya götürüyoruz. Biraz eğlenelim be! Cevap Ozandan gecikmemişti. *ÇakmaBadboy: GötürüyorUZ derken? Sen ve Zümrüt gözlüm herhalde. *AteşKafalı: Valla ben değilim bilmiyorum. *Aden: Yarın sürpriz. Görürsünüz. *ÇakmaBadboy: Umarım düşündüğüm kişi değildir Aden Demir. *ÇakmaBadboy: Yoksa kafanı ısırırım. *AteşKafalı: :]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]] *AteşKafalı: Umarım düşündüğün kişidir. *Aden: Ha birde bir kişi daha gelecek ama o da sürpriz. *ÇakmaBadboy: Sabır Allahım bana bolca sabır! Telefonumu kapatıp bulaşmak için Nuriye sultana döndüm. Onunla uğraşmak gerçekten eğlenceliydi. Nuriye sultan hala Müge Anlı izlerken başımı ona çevirdim. “Madem bana pusu kurdun Nuriye hanım karşılığında beraber korku filmi izleyeceğiz.” Nuriye sultan başını iki yan salladı. “Tövbe tövbe. Ne gerek var yavrum durduk yere kendimizi korkutmaya? Narsist misin sen?” Omuz silktim. “Beni ilgilendirmiyor.” Cevap vermesine fırsat tanımadan koşar adımlarla odama çıktım. İlk önce üstümdeki kıyafetlerden kurtulup kirli sepetine attım. Havalar bazen sıcak, bazen soğuktu. Kış yaklaşıyordu fakat evimiz sıcacıktı. Bu yüzden yazlık koyu mor şortumu giyip üstüme de siyah bol bir tişört geçirdim. Bilgisayarı kaptığım gibi alt kata indiğimde bu cezanın Anneanneme mi bana mı olduğundan emin değildim. Korku filmlerinden nefret edip neden korku filmi diye tutturmuştum ki? Çünkü Nuriye sultan da sevmiyor Aden. Ve film esnasında çok komik tepkiler veriyor. Bunu izlemeye değer. Ben film aramaya başladığımda Anneannem bir şeyler hazırlamak için diğer mutfağa geçmişti. IMDB puanı yüksek filmlerin arasından özellikle cinli olmayan filmler seçmeye çalışıyordum ki gece lavaboya gidebileyim. Filmi seçtiğim sırada Anneannem bir tepsinin üzerinde dolu bir kase mısır, kola ve çikolatalar ile gelmişti. Keşke rahatça yiyebilseydim hepsinden. Derin, sessiz bir iç çekerken filmi başlattım. Filmin her dakikasında tetikte duruyor, genellikle ekrana bakmamaya çalışıyordum. Filmde aniden gerilim müziği artıyorsa tek baktığım nokta Nuriye sultan oluyordu. Aniden korkunç bir şey çıktığında Anneannem baş parmağını üst dişine koyup biraz kaldırıyordu. “Tövbe bismillah. Allahım eğer kalpten gidersem tüm suçlusu aha şu torunumun.” Ben gülerek ona bakarken Anneannem korkudan sinirlenmiş olacakki filmi değiştirmeye çalışıyordu fakat büyüttüğüm film ekranından bile çıkmayı becerememişti. “Tamam tamam. Dur ben halledeyim.” Filmden çıkıp onun yerine romantik komedi filmi açtım. Bu türde olan her filmi severdi. Klasik komedi filmlerinden birini izlerken telefonumdan gelen bildirimle gözlerimi bilgisayardan ayırdım. *0538*******: Bir günlük ömürleri olan kelebekleri odana tıkman fazla zalimce. *Aden Demir: Ne? *0538*******: Aynı seni de bu hayata mahkum etmeleri gibi. *0538*******: Sayılı nefeslerin varken fakat istemediğin bu hayata tıkılman gibi. *Aden Demir: Herkesin sayılı nefesleri vardır. *Aden Demir: Kimse kimseninkini bilemez. *0538*******: Yanlış. *0538*******: Ben seninkini biliyorum. *Aden Demir: Bence sen acayip saçmalıyorsun. Aklıma gelen şey ile duraksadım. *Aden Demir: Sen odamdaki kelebekleri nereden biliyorsun? *Aden Demir: Rüzgar sensen hiç komik değil. *0538*******: Tek bildiğim keşke sadece bu olsa.:) *Aden Demir: Kim olduğunu söyleyecek misin yoksa profilim aniden yok olsun mu? *0538*******: Merak etme Aden Demir. Yakında öğreneceksin ve keşke öğrenmeseydim diyeceksin. Göz devirdim. Beni korkutmasına izin vermeyecektim. *Aden Demir: Boş yapıyorsun. *Aden Demir: Yapma. *Bu kişiyi engellediniz.* Başımı öfkeyle telefondan kaldırdığımda Anneannemi ağlarken görmeyi elbette beklemiyordum. Gözlerini takip edip filme baktığında oradakilerin de ağladığını gördüm. Anladığım kadarıyla filmdeki baş kız Lösemi hastasıydı ve vefat etmişti. Şimdi ise küçük oğulları ve eşi arkalarından ağlıyorlardı. Ah, bu filmi hiç açmamalıydım. “Anneannecim, buradaki kadın gerçekten ölmedi. Yaşıyor. Bu sadece film.” Filme adapte olsaydım hıçkıra hıçkıra ağlayacağımı biliyordum. Bu bilinmeyen numara ilk defa işe yaramıştı. Bana bu filmin romantik komedi olduğunu iddia eden internet sayfasına birazdan küfürler edecektim. Üşüdüğümü hissederken bunun bedenimle bir ilgisinin olmadığının bilincindeydim. Ellerimle ısınmak için kollarımı sıvazladım. Kendi ruhumu ısıtamazdım çünkü herkesten çok o kırgındı bana. Herkesten çok ben eleştirmiştim onu. İnsanlar beni beğenirken ben haykırmıştım çirkin olduğumu. İçimdeki çocuğu insanlar değil, ben öldürmüştüm. Ellerimde çocukluğumun kanları varken yine evrene, insanlara suç atmıştım. Çünkü biliyordum. Eğer gerçekten kabullenirsem altından kalkamazdım. Her şeyin altından kalkabilirdim ama özlemiyle ruhumda emareler bırakan çocukluğumun katili olduğum gerçeğini kaldıramazdım. Ben, o kadar da güçlü değildim. Ekrana bakarken yutkundum. Annemin arkasından da ağlamışlar mıydı bu kadar çok? Benden her şey gizlenmişti. Annemin cenazesine bile gidememiştim. Canımdan çok sevdiğim, her anımda yanımda olan Anneannemin canı yanmış mıydı bu kadar? Tüm sevgileri bastırabilecek tek sevgi annenin çocuğuna olan sevgisidir bana göre. Ben annemi, babam hayat arkadaşını kaybetmişti peki ya Anneannem? O doğurduğu, gecelerce uykusuz kaldığı, canı yanacak diye ödünün koptuğu kızını kaybetmişti. Babam da ben de zamanında isyan etmiştik ama Anneannem hep bizi bir arada tutmaya çalışmıştı. Dışarıdan mutlu gözüküyordu lakin en çokta onun canı yanıyordu. Uzanıp sıkıca sarıldım Anneanneme. Sarıldığım an da hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı ve bu içimi parçalıyordu. O içini dökerken omuzumda, her akıttığı göz yaşında benim canım acıyordu. Olsun. O yeterki biraz olsun iyi hissetsin, ben kötü hissetmeye razıyım. “İyiki varsın Anneannem.” Diyebildim sadece. Annem yoktu. Babam beni görmüyordu bile. Tek o vardı. Anneannemden başka kimsem yoktu. Dakikalar boyunca ağladı omuzumda. Filmde değil, kendi kızına ağlıyordu. İçine atmak zorunda olduğu acıya ağlıyordu. Kızına doyamadan kaybetmesine ağlıyordu. Ama en çokta kendisine ağlıyordu. Anneannemin ağlamaları dindiği zaman ayağa kalktım. “Hadi bakalım Nuriye sultan. Bu kadar salya sümük yeter. Uyuma vakti.” Dağıttığımız masaya baktım. “Buraları ben toparlarım.” Yiyecek ve içecekleri tepsiye koyup arka taraftaki mutfağa geçerken Anneannemin iyi geceler dediğini işittim. Tepsideki her şeyi yerlerine yerleştirip bulaşıkları makinaya dizdikten sonra ellerimi yıkadım. Anneannem oturma odasının ışığını kapatmıştı. Ağlamaktan uykusu gelmiş olmalıydı. Merdivenlerden çıkıp odama geldiğimde ilk fark ettiğim şey odamın ne kadar soğuk olduğu olmuştu. Camı açık unutmuş olmalıydım. Tüm kelebekler hafif bir esinti ile sallanırken rüzgarla danslarını izlemek çok zevkliydi. Bedenimi ürperti ele geçirirken hızlıca camı kapattım. Dolabımdan kalın bir hırkamı alıp üzerime geçirdim. Havalar gittikçe dengesizleşiyordu. Kelebeklere tekrar göz ucuyla bakıp bir tanesini seçtim. Yavaşça uzanıp kopardım ve dikkatlice kelebeği açtım. “Yaşadıklarının ruhunu karaladığını düşünsen de benim için hep Beyaz kelebek olarak kalacaksın.” Gülümseyerek kağıda baktım bir süre. Rüzgar gözlerime bakarken bir çift hareden daha fazlasını görüyordu. Bundan artık emindim. Kağıdın arkasına bugünün tarihini atıp dolabımdaki orta boylu hatıra kutumun içine koydum. Yatağıma girdiğimde Rüzgar’ın saati ve konumu saatler önce atmış olduğunu gördüm. Ozan ve Bade’nin olduğu gruba mesajı iletip yorganıma sıkıca sarıldım. Gözlerim uyku mahmurluğu ile kapanırken dış kapının açılıp kapandığını duydum. Kulaklarım alt kata dikkat kesilirken merdiven adımlarından bile babamın geldiğini anlamıştım. Şaşırtıcı bir şekilde aniden odamın kapısı aralandığında gözlerimi sakince yumdum. Uyumuyor olduğumu anlamazdı çünkü beni uyurken neredeyse hiç görmemişti. Çünkü babam, gündüz bile bana zor katlanırken geceleyin yüzümü görmek istemezdi. Bunu hiç dile getirmemişti fakat hissediyordum. Bugün ise bir tuhaflık vardı. Yavaşça yaklaştı bana ve başımda derin, yorgun bir nefes aldı. Saçlarımın üzerinde ilk başta bir el hissettim. Ardından dudaklarını saçlarıma bastırdığında gözlerimin dolduğunu hissediyordum fakat tepkisiz görünebilmek için direndim. Babam sessizce odamdan ayrıldığında neler olduğunu anlayamıyordum. Beni özel günler dışında öptüğünü hatırlamıyordum. Gözümden akan bir damla yaşı silerken dudaklarımdaki buruk tebessüm ile sıkıca sarıldım yorganıma. Sanırım bu gece gerçekten iyi bir uyku geçirebilecektim. Ağzıma bir kaç lokma atarken bir yandan da Bade’ye laf yetiştirmeye çalışıyordum. “Ya yetişeceğim diyorum.” Ağzımdaki lokmayı yutup sıcak çayımdan hiç düşünmeden büyük bir yudum aldım. Dudaklarımla birlikte sıcak çaydan boğazlarımda nasibini alınca birkaç saniye acıyla inledim. “Umarım giyinmişsindir Aden. Bir saattir hazırlanmış seni bekliyorum!” Canımın acımasının etkisiyle sesimi yükselttim. “Lan tamam. Geliyorum işte!” Telefonu kapatıp sertçe masaya koydum. Anneannem sessizce ben, izlerken göz göze geldiğimizde kaşlarını çattı. “Nereye böyle yavrum?” “Savaşa Anneanne.” Sandalyeden kalkıp ellerimi belime koydum. “Nasıl olmuşum?” Altımda koyu yeşil bir pantolon, üzerimde ise asker yeşili desenlerin bulunduğu,belden sıkmalı bir gömlek vardı. At kuyruğu yaptığım saçlarımı savurdum. “Allah korusun kız.“ Baştan aşağıya süzdü beni “Güzel olmuşsun. Nereye gidiyorsun bakiyim?” “Paintball oynamaya.” ”Kimler geliyor?” ”Ozan, Bade, Rüzgar filan.” Gülümseyerek baktım ona. “Sen de gelmek ister misin? Hem farklılık olur sana da.” “Yok kızım rahatınızı bozmayayım.” Klasik Anneanne triplerine girdiğinde gözlerimi devirdim. “Bozulmaz bozulmaz. Hadi gel sen de.” Anneannem saatine bakıp bana döndü. “İki saat sonra ufak bir imza atmaya gitmem gerek ama. Yetişir mi ki?” Başımı olumlu anlam da salladım. “Yetişir yetişir.” Anneannemle kahvaltı sofrasını dahi toplamadan evden çıktığımız da yolda Ozan ve Bade’yi de almıştık. Rüzgar’ın attığı konuma giderken korktuğumuz olmuş, Ozan telefonunu arabaya bağlayıp DJ'lik yapmaya başlamıştı. Gümüşhane kızlari şarkısı arabada bangır bangır çalarken ay da yılda bir gelen karadeniz damarı tutmuştu. Bade’nin serçe parmağından tutmuş arabada oturarak halay çekmeye çalışırken Bade de tatlı bir tebessüm ile ona ayak uydurmaya çalışıyordu. Anneannem arabayı gülerek sürerken ben de anı kalması için onları videoya alıyordum. Anneannem ikisini de çok severdi. Hatta hala Ömer’i bile çok severdi. Gerçi o yaşanılan bazı şeylerden haberdar değil. Olsaydı Yağmur’u sağ bırakacağını sanmıyorum. “Senun gibi güzeli da hiç adam unutur mi?” Kısmını Bade’nin gözlerinin içine bakarak söylerken Ozan’ın mutluluğuna diyecek yoktu. Yarım saat sonra mesire alanına varmıştık. Başımız da komutan tipli bir adam vardı. Anneannem hariç hepimizi hazır ol da tutuyordu. Rüzgar’ın yanında getirdiği arkadaşı ise okulun arka bahçesinde onu çağırmaya gelen çocuktu. Komutan kendini fazla kaptırmış olmalı ki bizi gaza getirmeye çalışıyordu. “Savaşta kayıplar verilir. Gözyaşları dökülür! Savaşta her şey olur, ama pes etmek olmaz! Son an’a kadar savaşacaksınız! Anlaşıldı mı askerler!?” Elimizi alnımızın hizasına getirip bağırdık. “Anlaşıldı komutanım!” Rüzgar’ın neden buraya gelirken “Savaşa gidiyoruz.” Dediğini artık çok iyi anlıyordum. ”İki takıma ayrılacaksını-” Bade elini kaldırıp söz hakkı beklemeden konuştu. “Takım arkadaşlarımızı kendimiz seçebilir miyiz?” Korkuyla adama bakan Bade’ye gülmemek için kendimi tutmak zorunda kalmıştım çünkü en son ikinci sınıfta tahtaya kalktığında bu kadar korktuğunu görmüştüm. Komutan sözünün bölünmesinin siniriyle hışımla arkasını döndüğünde konuşanın Bade ve onun korkak gözleri olduğunu görünce duraksadı. Boğazını temizleyip otoriter tavrından taviz vermeden konuştu komutan. “Hayır asker. Aden, Nuriye hanım ve Poyraz kırmızı takımsınız. Ozan, Bade ve Mert mavi takım.” Siyah saçları ve aynı renk gözleri olan çocuğa baktım. “Umarım güzel oynuyorsundur Poyraz.“ Poyraz ciddiyetimi fark edince yutkundu. “Umarım.” Rüzgar oflayarak saçlarını karıştırdığında Ozan gözlerini kısarak baktı ona. “Hayırdır Mert? Beğenmedin mi takımını?” Ozan’a inanmaz gözlerle baktı. “Aşık oldum Ozan. Hayalim seninle aynı takıma düşmekti. Bu şerefe nail olabildiğim için acayip mutluyum.” Ozan keyifle dirseğini Rüzgar’ın omzuna koydu. Benimle aynı takımda olamadığı için mutluydu. “İki takım da kendi renklerinin olduğu kısma geçecek ve savaş yankılanacak ses ile başlayacak. Anlaşıldı mı askerler?!” Ayağımızın tekini sertçe yere vurduk. “Anlaşıldı komutanım!” Nuriye sultan, Poyraz ve ben kırmızı takımın bölgesine geçip aynı yere gizlendik. Nuriye sultan için boyaların önüne atlayacaktım fakat Poyraz peşimizi bırakmıyordu. Bu yüzden beraber gezmek zorunda kalarak dezavantaj elde etmiş olmuştuk. Hoparlörden duyulan düdük sesi ile dikkatlice ilerlemeye başladık. Kısa bir süre kimseyi görmemiştik. Orta alana geldiğimiz de Poyraz bir ses duyduğunu iddia ederek bir adım bile gitmemize izin vermiyordu. En son da silahın arkasını kafasına geçirecektim, o olacaktı. “Ya duydum diyorum neden inanmıyorsun bana?” “Çünkü olsaydı ben de duyardım.” Gözlerini kıstı. “Sağır olman benim sorunum değil. Sizi korumaya çalışıyorum!” Poyraz’ın saçlarına yerleştirdiği dallara ve yüzünün tamamını kapladığı çamura baktım. “Cık.” “Ne cık?” “Seni böyle ciddiye alamıyorum. Cık. Olmuyor.” Anneannem yüzünü buruşturarak baktı Poyraz’a. “Çocuğum yüzüne bir şey olacak. Böcek möcek çıkacak sil şunu.” Poyraz silahına daha da sıkı sarıldı. “Bu sizi korumak için aldığım, benim için büyük, sizin için küçük bir adım teyze. Sen yaşamaya bak. Ben bu iki bayanı koruyacağım!” Kafasına yavaşça vurdum. “Bayan sensin hayvan.” Tamamen vücudunu bana çevirdi. Sabrının son demlerinde gibiydi. “Ya sizi o kadar koruyacağımı söylüyorum. Kendimi sizin için feda etmem de söylüyorum onu da işte. Ama senin tek takıldığın nokta burası mı?” Cevap vereceğim sırada çamurlu elini kaldırıp susmama neden oldu. “Şşt. Bu sefer duyduğuma eminim. Düşman saha da. Alnının çatından vurup döneceğim.“ Poyraz gizlendiğimiz yerden çıkıp temkinli adımlarla yürümeye başladı. Sol taraftaki ağacın arkasında kıpırdayan bir siluet gördüğümde bizim sol tarafımız tahta ile kapalı olduğu için bizi fark etmediğini anladım. Ağacın arkasındaki silahını Poyraz’a doğrulttuğunda başımı biraz kaldırıp ben de silahımla onu hedef aldım. Yüzünün tamamı maske ile kapalı olduğu için kim olduğunu anlayamıyordum. Nişan almaya çalışırken ağacın arkasındaki Poyraz’ı benden önce davranarak vurmuştu. Poyraz duraksayıp karnındaki mavi boyaya baktı. Yavaşça başını kaldırıp ona vurana baktı. Ağacın arkasındaki yavaşça ona doğru gelirken Poyraz elini boyalı yere koyarak kendini aniden yere attı. “Aah! Vuruldum! Ah! Ölüyorum! Hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor.” Yüzünü buruşturdu. “Ne saçma sapan bir hayatım varmış.” Onu vuran kişi yüzündeki maskeyi yere attığın da Poyraz’ı vuranın Ozan olduğunu gördük. O da yanaklarına iki şerit halinde çamur sürmüştü. Ozan gelip ayağını Poyraz’ın yerdeki karnına koyup ellerini beline koydu. “Kazanamayacağımızı söyleyen alçak yaverin Aden nerede ha? Bu anı görmesini isterdim. Gör Aden Demir gör!” Ayağıyla Poyraz’ı dürttü. “Nerdeler lan?” Ozan’ı ilk Poyraz’ı vurduğu yerden, ardından da bedeninin farklı yerlerinden birkaç defa daha vurdum. Gerek yoktu. Ama eğlenceliydi. Her vuruşumda gerçekten vurmuş gibi kendini geriye sendelenmesini akşama kadar izleyebilirdim. “Buradayız kaybeden ilk mavi takım oyuncusu.” Beni gördüğünde gözlerindeki hayal kırıklığı ile o da attı kendini yere. Ellerinden birinin tersi alnındayken hala söyleniyordu. “Allahım. Bu günleri göreceğime vurulsaydım daha iyi!” Ayağımla onu dürttüm. “Vuruldun zaten.” Yüzüme dahi bakmıyordu. “Ah ah… O hayırsızın sesi geliyor şimdi uzaklardan… Şimdi ölüyorum ama bir şekilde oldu da o hayırsız evlendi, onun düğününde hortlamayı nasip eyle Allahım!” Anneannem arkadan başını iki yana salladı. “Tövbe tövbe.” Ozan son nefesini veriyormuş gibi sesler çıkarıp Poyraz’ın yanında cansız gibi yatmaya başladı. Ona hafifçe tekme attım. “Oyun kurallarına göre burada yatmanız değil, toplanma alanına gitmeniz gerekiyor. İkileyin.” Poyraz tek gözünü açıp bana baktığında inanmaz gözlerle ona baktım. “İkiniz de.” Poyraz bunu bekler gibi yerden kalkıp silahının boya tüp haznesini açtı. İçindeki kırmızı boya toplarını avucuma bırakıp diğer elimi de üstüne kapattırdı. Eldivenlerin içindeki ellerimi sıkıca tutup büyük bir ciddiyetle baktı bana. “Bunlar sana emanetimdir asker. Şanslı Türkiye cumhuriyeti yolunda, şerefle harca.” “Amerikaya harcayacak halim yok ya Poyraz.” Başıyla beni onaylarken hala büyük bir ciddiyet içindeydi. “Doğru.” Gözlerini kıstı. “Ben yine de uyarayım. Senden çok hain olabilme potansiyeli seziyorum.” Ellerimi ellerinin arasından çektim. “Git ve huzursuzca geber Poyraz.” Beni duymazdan geldi. “Vatan sana emanet asker.” Nuriye sultan azarlayarak Ozan’ı yerden kaldırdı. “Bitleneceksin kuzum.” Ozan korkuyla baktı ona. “Bitlenir miyim gerçekten?” Anneannem onu başıyla onayladı. “O yüzüne sürdüğün yüzün de leke bile yapar.” Dalga geçiyordu fakat Ozan’ın bunu anladığını sanmıyordum. “Bitlenirsem Zümrüt gözlüme de bulaştırırım. O saçlarını çok sever. Olmaz.” Dehşet dolu bir ifadeyle yanaklarındaki çamuru elleriyle silmeye çalıştı. “Çirkin olursam Zümrüt gözlümün yanına yakışmam. Hayır hayır hayır.” Poyraz’ın kolundan sertçe çekiştirdi. “Çabuk toplanma alanına gidip temizlenmem lazım. Yürü düşman.” Poyraz üzgünce salladı başını iki yana. “Şanslı bir tören beklerdim. Ruhumu düşmanın yanında götürmek değil.” İkisi de Ozan’ın çekiştirmesi ile hızlıca yanımızdan uzaklaşırken Nuriye sultan ile birbirimize baktık. “Bu savaşta ikimiz kaldık asker sultan.” Anneannem ile beraber dikkatlice yürürken bizden gelmeyen tek bir çıtırtı arıyorduk. Çığlık sesi aramadığımız kesindi. Biraz uzaktan Bade’nin çığlığını duyduğumuz da korkup hızlı adımlarla sesin geldiği yöne doğru koştuk. Dakikalar sonra nefes nefese yanına vardığımız da üstüne başına telaşla bakıyor olduğunu gördük. Bizi görünce dolan gözleriyle yanımıza koştu. “İğrenç iğrenç iğrenç! Üstümde böcek var mı bakar mısın?! Saçlarım da ve sırtımda kıpırdanmalar hissediyorum!” Üzerine ben bakarken Nuriye sultan da saçlarını kontrol ediyordu. Bir şey olmadığına yemin edebilirdim. Üzerinde böcek olan bir ağaca bir kaç saniye elini koymuş olmalıydı. Bade derin, rahat bir nefes alırken Nuriye sultanın önünde reverans yaptım. “Bu şeref size ait Kraliçem.” Neyi ima ettiğimi anlayarak gülümsedi ve silahını Bade’ye doğrultup daha o fark etmeden onu büyük bir zevkle vurdu. Bu kadar mutlu olacağını tahmin etseydim öncesinde beni vurmasını isterdim. Bade kalçasında hissettiği ufak acıyla kalçasına baktı. “Aa ben vurulmuşum.” Gözlerini kısarak baktı bana. “Sen mi vurdun köpek? Düşmanını zor anında ortadan kaldırma adiliğini de bir senden beklerdim zaten.” Nuriye sultan boğazını temizledi. “Ben vurdum evladım.” Bade az önce söylediklerinin utancı ile yüzü saçlarının rengine dönerken bir kaç saniye dudakları aralı kaldı. “Şe-şey. Eline sağlık sultanım. Çok güzel vurmuşsun beni.” Çalıların arkasından koşarak çıktı Ozan. Yüzü tamamen temizlenmişti ve saçları ıslaktı. Sanırım Anneannemin dediklerini fazla ciddiye almıştı. “Sen de kalpten vurdun zalımın kızı.” Bade anlamayarak baktı Ozan’a. “Ben daha kimseyi vuramamıştım Ozan.” Gözlerimi kıstım. “Senin burada ne işin var?” Ozan bana yakalandığını fark ederek yutkundu. “Şey ya. Geziyorduk biraz. Sizle karşılaştık.” Berbat bir yalancıydı. Çalıların ardından bu sefer de Poyraz nefes nefese çıktı. Bıkkınlıkla gelip dirseğini Ozan’ın omzuna koydu. Nefes nefese bize döndüğünde yorulduğu her halinden belliydi. “Çığlığa bir koşuşu var var ya… Flash bile böyle koşmamıştır. Hayır o kadar tiz sesi nasıl ayırdı onu da bilmiyorum.” Ozan Poyraz daha fazla konuşmasın diye hızla ağzını kapatmaya çalışırken Poyraz ondan zar zor kurtuluyordu. “Arkadaşım sussana sen. Biz seninle geziyorduk ya!” Poyraz yüzünü buruşturdu. “Ne gezmesi be? Oyun sırasında alana girmek yasak komutan görünce topuklarımıza sıkacak. Başım yanacak senin yüzünden!” “Ben bir yakacağım senin o başını!” Anlamaz gözlerle baktı Poyraz’a. “Hem sen niye geldin ki? Sana gel diyen mi oldu?” Poyraz kaşlarını çatıp dirseğini Ozan’ın karnına geçirdi. Ozan iki büklüm olurken Poyraz’ın sesi yükselmişti. “Öyle bir koştun ki kaybolacaksın sandım köpek. Seni düşünende kabahat!” Ozan karnını tutarken Bade elini Ozan’ın omzuna koyup başını onun eğik duran başına yaklaştırdı. “İyi misin Ozan?” Ozan başını çevirip Bade ile dip dibe geldiğinde şaşkınlığının etkisiyle gözlerini kocaman açıp başını hızlıca kaldırdı. Şaşkınlıkla dolu gözleri beni bulduğun da yutkundu. “Çok iyiyim Zümrüt gözlüm.” Tek kaşımı kaldırıp ona alaylı bir bakış attığımda başını iki yana salladı. “Birden o yeşil gözlerini dibimde görünce şaşırdım.” Bade gülümseyerek konuşacağı sırada bir bağırma sesi orman da yankılandı. “Bozguna uğrayan askerler!” Koray ve Ozan hızla hazırola geçerken Komutan yanımıza gelip ikisinin de kulaklarından çekti. “Size gitmek yasak demedim mi ben?!” “Komutanım ben bu salağı kaybetmemek için gittim. Siz arkanızda hiç bir askerinizi bırakmayın dememiş miydiniz?” Diyerek kurtulmaya çalıştı Poyraz. “Başka bir askeri mi ispitliyorsun sen asker!?” Poyraz gözlerini kapatıp bağırdı. “Beni buraya getirenin Mert’in Allah belası-” “Komutanın varken nasıl sesini yükseltirsin sen!? Yürüyün gidiyoruz! Size ceza, yüz şınav!” Tam gideceği sırada gözleri Bade’ye kaydı. “Asker sen de vurulmuşsun!” Bağırması ile Bade resmen yerinden sıçramıştı. Ozan kualığı tutulurken bir yandan da öfkeyle komutana bakıyordu. “Komutanım acaba öyle bağırmasanız mı? Kızın serçe kadar canı var zaten öldüreceksiniz korkudan.” Komutan yutkunup durakladı. Tekrar gözlerini Bade’ye çevirdiğinde boğazını temizledi. Ozan’a hak vermiş olmalıydı çünkü komutan her Bade’ye bir şey dediğinde Bade yerinden sıçrıyordu. “Asker hanımefendi. Bize katılmak ister misiniz?” Bade gülümseyerek başıyla komutanı onayladı. Komutan son defa bize bakıp gülümsedi. “Size iyi savaşlar hanımlar.” Dördü de yanımızdan ayrıldığın da yine yalnız kalmıştık. Cebimde Poyraz’ın verdiği boya toplarını silaha doldururken Anneannem kolundan saatine baktı. “Kızım biraz daha kalırsam geç kalacağım. Daha arabadaki kıyafetlerimi giyeceğim, hazırlanacağım. Gitmem lazım.” Dudak büzdüm. “Biraz daha kalamaz mısın?” Anneannem başının iki yana salladı. “Hiçbir işim senden değerli değil. Fakat çok önemli bir şey olmasaydı gerçekten iptal ederdim kızım.” “Rüzgarı bulalım da vursun bari seni. Komutanın seni kolay kolay bırakacağını sanmıyorum.” Daha bir adım atmıştık ki silah çekilme sesi işittik. “Hanımlar? Sanırım beni arıyordunuz?” Arkamızdan gelen sese döndüğümüz de Rüzgar’ın bize silahını doğrultmuş olduğunu gördük. Anneannem Rüzgar’a doğru yaklaşıp silahının önünde durdu. Bu düşünce bile bedenimin kasılmasına neden olmuştu. “Mert evladım beni bir vuruver. Toplantıya yetişmem gerek.” Mert durup saçını kaşıdı. “E ayıp olmasın?” Anneannem hızla başını iki yana salladı. “Yok yok olmaz.“ Mert gülerken omuz silkti. “E iyi madem.” Rüzgar silahını Anneanneme doğrultup onu bacağından vurduğu an onu tam kalbinden vurdum. Rüzgar şaşkınlıkla bir göğsüne, bir de bana baktı. “Beni kalbimden vurdun.” Göz kırptım. “Kesin ölüm beybi.” Dudak büzdüm. “Acı çekme diye.” “Çok sağol ya!” Artık bayrak alma oyunlarına girmemize gerek kalmamıştı. Gerçi bayrak hiç birimizin umrunda olmamıştı. Hepimizin tek hedefi birbirimizi vurmak olmuştu ve bana kalırsa böylesi daha eğlenceliydi. Rüzgar, ben ve Anneannem ana merkeze döndüğümüzde bile Rüzgar hala onu vurduğum yeri tutuyordu. Biz gelince herkes heyecanla kalktı ayağa. “Kim kazandı?” Diye sordu Bade merakla. Rüzgar yutkunarak göğsünü gerdirdi. “Ben tabikide.” Ozan yumruk yaptığı elini indirdi. “İşte bu be!” “Bir tane de kafana vurayım mı seni gidi yalancı?” “Aşk olsun, ne yalanımı gördün?” Silahımı çevik bir hareketle çevirip Rüzgar’ın bu sefer de bacağına sıktım. Rüzgar beklemediği anda gelen bu ufak sızı ile bacağını tuttuğunda göğsündeki kırmızı boya ortaya çıkmıştı. Komutan gür sesi ile bağırdı. “Savaşı kazanan kırmızı takım!” Hatıra olması için başka asker kılığına girmiş bir görevli ufak bir kupa getirdi. Kupayı tutup havaya kaldırdığımda Rüzgar’ın “Bunu yapmazsam içimde kalır.” Dediğini işittim. Elindeki silahı kaldırıp benim elimdeki kupamı vurarak yere düşmesine neden oldu. Öfkeyle baktım ona. “Rüzgar! Çok hainsin!” Ben yerden kupamı alırken o tepkime gülüyordu. “Senin kadar olamam güzelim.” Mavi boyayı silmeye çalıştım fakat çıkmıyordu. Elini omzuma koydu. “Bak anı olarak kaldı böylece. Senin kupanda benim kalbimde.” Dediklerini duyduğum da sırıttım. “Ben yine daha kazançlıyım.” Orada bulunan giyinme kabinlerinde bize verdikleri kıyafetleri çıkarıp kendikilerimizi geri giymiştik. Anneannemin işi vardı ve gerçekten de geç kalmıştı. Evimiz ise biraz uzak kaldığından bizi yakındaki alışveriş merkezine bırakmasını rica etmiştim. “Görüşürüz birtanem. Dikkatli ol.” “Görüşürüz sultanım.” Yanaklarından öpüp indim arabadan. İlk önce tabikide karnımızı doyurmayı seçmiştik. Hepimiz farklı farklı şeyler almış, karışık masalardan birine oturmuştuk. Ben iskender almıştım. Ozan ve Poyraz hamburger alırken Bade soslu makarna yemeyi seçmişti. Rüzgar ie acılı kanatı seçmişti. “Allahtan komutan yüz şınav yerine yirmi şınav da bıraktı.” Diyerek Poyraz hala söyleniyordu. Göz ucu ile Ozan’a bakarken eliyle kafasını ittirdi. “Hele ki bu!” Sesini inceltip Ozan’ın taklidini yaptı. “Zümrüt gözlüm çığlık attı, kesin bir şey oldu. Saçına dal mı geldi? Tırnağı mı kırıldı? Yok o ben yokken çok korkar. Yok o silah tutmayı bile bilmez, ben ona yanımdan ayrılma demiştim. Ne Badeymiş be!” Ozan sertçe baktı Poyraz’a. “Kardeşim sen mi susarsın ben ağzını mı yırtayım?” Yemekten sonra beraber Bade’nin zorlaması ile üstünkörü bir kaç mağazaya bakmıştık. Uzaktan kitapçıyı gördüğümde heyecanla gülümsedim. Daha uzaktan bakmaya doyamamışken Ozan elleriyle gözlerimi kapattı. “Ya Ozan. Napıyorsun? Bırak beni!” Ozan hızla beni yürütmeye çalışıyordu. “Boşver kardeşim. Hayat gözler kapalı daha güzel. Bak ben görüyorum da ne oluyor?” “Ozan!” Dedim sertçe. “Kitapçıyı gördüm bırak beni.” “Aaa ne kitapçısı Adenciğim? Rüya falan görüyorsun herhalde.” Dirseğimi karnına geçirdiğimde kendini geri çekerek karnını tuttu. Bade hızla yanına giderken kızarak baktı bize. “Ne istiyorsunuz şu çocuğun karnından? Vurup vurup durmayın.” Ozan’a döndü. “İyi misin Ozan?” Ozan başını kaldırıp Bade ile göz göze geldiğinde yine aynı şaşkınlıkla baktı. Bade ona on yıl böyle baksa on yıl eli ayağına dolaşacak gibiydi. “Şimdi daha iyiyim.” Telefonumu saate bakmak için açtığım da instagramdan bir bildirim gelmiş olduğunu gördüm. Sonra bakacaktım. Saat oldukça geç olmuştu. “Saat geç olmuş. Artık eve gidelim yorgunuz zaten.” İzin verseler şuraya bayılabilirdim. Poyraz bizimle vedalaşıp motoru ile yanımızdan ayrılmıştı. Bade taksi merkezinden bize bir taksi çağırmış ve on beş dakika sonra gelmişti. Ozan her zamanki hainliğini kullanarak öne oturmuştu. Sağımda Rüzgar, solumda Bade varken şoföre gideceğimiz yerin adresini vermiştim. Ozan arkasını dönüp yaptığı şeyin aydınlanmasını daha yeni yaşıyordu. “Ya hayır! Mert sen öne gel kardeşim rahat et.” Şöföre döndü. “Abi dursana ya.” “Akan trafikteyiz oğlum duramam.” Ozan öne dönüp ellerini bağladı önünde. “Ben de yeni eve gideceğim. Annem birkaç eşyanın olup olmadığını sordu. Ona göre temizlik falan yapacaklarmış.” Ozan heyecanla bize döndü. “Yoksa İstanbulda bize en uzak olan semte mi taşınıyorsun?” Rüzgar gülerek başını iki yana salladığında onu yerine cevap verdim. “Hayır Ozancığım. Bizim evin yanındaki eve taşınıyorlar.” İkisi de aynı anda bağırdı. “Ne!?” Bade heyecanla, Ozan ise dehşete düşmüş bir şekilde bağırmıştı. “Yalan söylüyorsun hayır.” Rüzgar’a baktı. “Nereye geliyorsun lan? Şaka yapıyorum de bana.” Ellerini birbirine vurdu. “Oğlum ben uzak tutmaya çalışıyorum bu geliyor dibine.” Bade gözlerini kısarak baktı Ozan’a. “Karışma Ozan.” Mert’e baktı. “Hayırlı olsun.” Gözleri Ozan’ı buldu. “Sen onun kusuruna bakma. Kendisi mutluluktan ne diyeceğini bilemedi.” Ozan karşı çıkmak için ağzını açmıştı ki Bade tek kaşını kaldırdı. Ozan öfkeyle susup önüne döndüğünde aralarında ne geçtiğini anlamaya çalışıyordum. Taksi benim evimin önünde durduğunda Rüzgar ile beraber indik. Bade ve Ozan’ın evi biraz daha ilerideydi. Rüzgar indiği sırada yeni aklına gelmiş olacak ki “Bir dakika.” Diyerek taksiyi durdurup elini cebine attığında kolunu tuttum. “Bırak Ozan ödesin. Bu fazla mesai şerefsizlik yaptı. Hak etti.” Rüzgar dediğime katılarak elini indirdiğinde taksi yanımızdan uzaklaştı. “Yeni ev de korkarsan ara beni.” Güldü. “Çok korkuyorum Aden. Koru beni.” Başımı dikleştirdim. “Korkma gri gözlü prens. Prensesin burada, seni korumak için hazır ve nazır bekliyor.” Kapımın önüne geldiğimizde dönüp baktım ona. “O zaman… Sonra görüşürüz.” Rüzgar imalı bakışlar attı. “İçimden bir ses bundan sonra daha fazla görüşeceğimizi söylüyor Küçük kelebek. Yine de emin olacağım. Görüşür müyüz?” Başımla onayladım onu. “Görüşürüz.” Kapıyı anahtarla açıp içeri girdim. Etrafa kısa bir göz attığım da Anneannemin koltuğa uzanmış, televizyon izlediğini gördüm. Büyük sehpanın üstüne bıraktığı tabaklardan anlaşıldığı üzere yemeğini de yemişti. “Ben geldiiim!” Seslenene kadar geldiğimi fark etmemişti bile. Biraz halsiz duruyordu. Dudaklarında ufak bir gülümseme belirdi. “Hoş geldin birtanem.” “Hoş buldum Anneannem.” Yanağına bir öpücük kondurdum. “Nasılsın bakalım? Yorgun gözüküyorsun.” “İyiyim iyi. Yemek yedim ya ağırlık çöktü. Biraz uyusam geçer.” “Tamam sen uyu o zaman biraz. Sabahtan beri koşturuyorsun.” Diğer koltuğu kaldırıp içinden pike aldım. Genişçe açıp Nuriye sultanın üstünü örttüm. “Hiç beni arayıp sormadın. Öldüm mü kaldım mı hiç beni merak etmiyorsun.” “Öyle olur mu kızım. Merak ettim tabi de pek vaktim olmadı telefonu elime almaya.” “Tamam tamam.“ Diyerek kapattım konuyu. “Ben üstümü değiştirip geleyim.” Merdivenlerden çıkıp üst kattaki banyoya girdim. Ellerime suyu doldurup yüzüme vurdum. Aynadaki ışıldayan gözlerime baktım. Her şey gittikçe güzelleşiyordu sanki. Evreni sevebilirdim belki de. Odama girdiğimde üzerimdekileri çıkarıp kirli sepetine attım. Bordo rengi switimle siyah taytımı giydim. Bugün çok yorulmuştum. Aklım telefonuma gelen bildirime gitti. İnstagrama girdiğimde @mariposa_de.la_muerte_ hesabı beni yeni bir şeye etiketlemişti. Fotoğrafta siyaha dönüşen beyaz bir kelebek vardı ve kelebeğin kanadından kan damlıyordu. Açıklamasını okudum. *Beyaz Kelebeğin dileği gerçekleştirmeye gücü yetmediği için karanlığa başvurmuştu. Siyah Kelebek olmaya hazır mısın?* Sinirle hesabın profiline girip engelledim. Aptallıklara ayıracak vaktim yoktu. Biri benimle oynamaya, mutluluğumu bozmaya çalışıyordu fakat izin vermeyecektim. Aklımı dağıtmak için telefonumu biraz daha kurcaladım. Saçma sapan videolar da izlesem aklımdan yazdıkları çıkmıyordu. Nerden biliyordu? O hikayeyi nerden bilebilirdi? Böyle olmayacaktı. Yataktan kalkıp alt kata indim. Anneannemin üstü açılmıştı. Onu kolunu dürttüm. “Anneannecim hadi kalk, yatağına yat.” Koltukta yattığı zaman sırtı çok ağrıyordu. Soğumaya başlamış olan tenine dokundum. “Kız iyice de üşümüşsün. Hadi kalk.” Üstünü açıp kolunu dürterken kolu yanıma düştü. Duraksadım. Fazla derin uyumuştu. Kollarından tutup sarsmaya başladım. “Nuriye sultanım. Kalk hadi, geç yatağına.” Kıpırdamıyordu. Durdum. Bir kaç saniye durup ona bakarken etraf normalden de sessizdi. Göğüs kafesinin inip kalkmadığını fark ettiğimde yutkundum. El ve ayaklarımın boşaldığını hissediyordum. Gözlerim yanarken başını iki yana salladım. “Hayır.” Başımı hızlıca göğüs hizasına getirdim. Hayır. O beni bırakmazdı. Yapayalnız kalmamdan her zaman korkmuştu. Beni bu evren de yapayalnız bırakmazdı. Ona sarılıp başımı göğsüne koyduğumda yorgun kalbinin sesi gelirdi kulaklarıma. Bekledim. Ufacık bir sesti isteğim. Fazla bir şey değildi ki. O ses gelmemişti. |
0% |