Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Yıldızlar Ve Dilek Tutmaya Muhtaç Olanlar.

@mranayavuz

4. BÖLÜM: Yıldızlar Ve Dilek Tutmaya Muhtaç Olanlar.


Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken ne diyeceğimi bilemiyordum. Böyle şeylere tepki vermekte gerçekten çok kötüydüm. Ben de çapkınca sırıtarak dirseğimle koluna vurmayı seçtim. “Belki bir gün fırsatçı çocuk. Ama benden söylemesi. Kitap karakterlerine aşık bir kızla işin çok zor.“


Elleri cebindeyken tek kaşını kaldırdı. “Zoru severim.“


Gülerek önüme döndüğüm sıra da telefonum beni kurtararak çalmıştı. Bugün gerçekten tam vakitlerinde çalıyordu canım telefonum. Söz sana yeni bir kılıf alacağım.


“Efendim baba?“


“Kızım.“ Kısa bir sessizlik oldu. Benim tarafımdan gelen araba seslerini duyuyor olmalıydı. “Sen dışarı da mısın?“


“Yeni çıktım.“


“Güzel. Ben de toplantıdan çıktım. Seni alabilirim.“


Sırıttım. “Çok iyi olur. Konum atıyorum.“


“Tamam canım.“


Telefonu kapatıp topuklarımın üzerinde Rüzgar’a döndüm. “Babam geliyor.“


Rüzgar başıyla beni onayladı. “Baban seni aldıktan sonra giderim.“


Tek kaşımı kaldırdım. “Neden?“


Rüzgar gururla çenesini kaldırdı. “Seni kurtarmam gerekirse diye.“


“Bak sen.“ Güldüm. “Neyseki kendimi kurtarmak için bir erkeğe ihtiyacım yok.“ Yılan ısırmasında kurtarmış olabilirdi, korktuğumda yanımda olmuş olabilirdi fakat yardım almayı seven biri, özellikle de erkeklerden yardım bekleyen mahzun kız hiç olmamıştım.


Rüzgar sanırım biraz bozulmuştu fakat hiç bozuntuya vermeden gülerek saçlarını karıştırdı. Telefondan babama konum atınca yirmi dakikaya geleceğini öğrenmiştik. Bu yüzden red ettiğim teklifi ben yapmaya karar vermiştim. “Beraber kahvaltı yapalım mı? Biraz vaktimiz var.“


Rüzgar bilmiş bir edayla baktı bana. “Üzgünüm, evime ve kitaplarıma kavuşmak istiyorum.“ Diyerek sesini incelterek beni taklit etti. Verdiği abartılı tepkiye karşılık gözlerimi devirdim. “Ben öyle yapmıyorum bir kere.“


“Ben öyle yapmıyorum bir kere.“ Dediğimi abartılı şekilde tekrar ettiğinde sinirle koluna vurdum.


“Rüzgar! Çok gıcıksın!“


Rüzgar gülerek yanağımdan makas aldı. “İltifatın için teşekkür ederim tuhaf kız.“


Göz devirerek yolun karşısındaki börekçiye doğru yürümeye başladım. Rüzgar gülerek arkamdan gelirken börekçiye girdim. Kendime kürt böreği söylerken Rüzgar da kendine su böreği sipariş etti. Boş masalardan birine oturduğum da o da gelip karşıma oturdu. Masa da bana doğru eğilip fısıldadı. “Beni tanıdığını biraz belli edebilir misin?“


Kocaman sırıttım. “Neden?“


Rüzgar etrafa tedirgin bir bakış attı. “Sanırım seni takip eden bir sapık olduğum düşünülüyor. Kapıdaki amcalar dik dik bize bakıyor.“


Gülümsemem gitgide büyürken “gider misiniz beyefendi, beni rahatsız ediyorsunuz.“ Demek istesem de Rüzgar’ bu kötülüğü yapamazdım. Bu kadarı vicdansızlıktı. Ama onu korkutmaktan zarar gelmezdi.


Yalandan bir öksürük ile gülümsememi silip kaşlarımı çattım. Rüzgar ne yapacağımı anlamış gibi gri gözlerini kocaman açtı. Başını iki yana sallarken yutkundu. “Hayır.”


Dudaklarımı araladığımda gözlerinde büyüyen dehşeti görebiliyordum. “Kahramanına bunu yapmak istemezsin, değil mi?“


Yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirmeye çalışırken ufak bir kahakaha attım. “İstemem.“


Rüzgar rahat bir nefes verirken geriye doğru yaslandı. “Çok kötüsün.“


Bana yaptığının aynısını tekrarladım. “İltifatın için teşekkür ederim fırsatçı çocuk.“


Böreklerimiz geldiğin de ikimiz de meyve sularımız ile birlikte yemeye başladık. Meyve suyumdan bir yudum alıp konuşmaya başladım. “Şimdi seninle aynı yaşta mıyız?“


Rüzgar böreğini yutup bana döndü. “Sen kaçsın?“


“On sekiz.“


Rüzgar başını iki yana salladı. “Ben on dokuz.“


“Okula geç mi başladın?“


Kaşlarını hayır dercesine kaldırdı. “Bir yıl sınıfta kaldım.“


“Akılsız başın cezasını yine sen çektin yani.“


Güldü. “Yani.“


Son börek parçasını da ağzıma atmışken telefonum çaldı. “Ben geldim kızım. Sen nerdesin?“


Lokmamı hızlıca yuttum. “Börekçideydik baba. Çıkıyorum hemen.“


Rüzgarla hızlıca böreklerin parasını öderken o benimkini de ödemeye çalışmıştı fakat kabul etmemiştim. Onu davet eden bendim. Böreğimin parasını ödeyip mekandan çıkarken babamın siyah Range Rover arabasını sağ tarafta görünce Rüzgar ile ona doğru yürümeye başladık. Arabaya varmamıza bir kaç adım kala durup Rüzgar’a döndüm. Dudaklarımı araladığım sıra da o konuşmaya başladı. “Sonra görüşürüz.“


Gülümsedim. “Bir dakika bekle.“


Babamın arabasına varıp camını tıkladım. Babam anlam veremeyerek camı açtığın da tatlı bir gülümseme sunmaya çalıştım. “Babacım, bir arkadaşımı da evine bırakma şansımız var mı?“


Babam arkaya dönüp uzaktan Rüzgar’ı görünce kaşları çatıldı. “Bu kim?“


“Uzun hikaye araba da anlatırım. Benim yüzümden o da yaralandı bacağından.“


Babam huysuzca oturduğu yerde kıpırdandı. “Tamam, gelsin.“


Hızla Rüzgar’ın yanına ulaştım. “Hadi, bizimle geliyorsun. Yaralı kahramanımı burada bırakamam.“


Rüzgar başını iki yana salladı. “Teşekkürler ama gerek yok.“


“Hadi hadi nazlanma. Bak babam bekliyor.“


Rüzgar tekrar karşı çıkmak için bir şey söyleyecekken Babamın camı tekrar aralandı. Babam sert bir ses tonuyla bize seslendi. “Delikanlı, binin arabaya.“


Rüzgar yutkunarak karşı çıkmak yerine arabaya yanaşıp arka koltuğunun kapısını açtı. İçinden bana pek iyi şeyler söylemediğine emindim. Rüzgar arka koltuğa binince ben de yanına oturup kapıyı kapattım.


Babam arabayı çalıştırıp ilerlerken aynadan bir bana, bir de Rüzgar’a bakıyordu. “Nerde oturuyorsun sen delikanlı?“


Rüzgar ev adresini söyledikten sonra yine kısa bir sessizlik oluştu ve bu oldukça rahatsız ediciydi. Kısa bir süre sonra babamın gözleri tekrar bana döndü. “Nerden tanışıyoruz demiştin kızım?“


Rüzgar ile kısa bir bakışma yaşadık. “Kafesten kaçan yılan beni ısırdığında Rüzgar ile karşılaştık baba. Beni görevlilerin yanına götürürken o da ısırıldı. Zar zor gidebildik.“


Babamın yüzündeki sert ifadenin yavaşça silindiğini şahit oldum.


“Yaa.“ Dedi babam şaşkınlıkla. Gözleri aynadan Rüzgar ile kesişti. “Teşekkür ederim delikanlı. Bunu herkes yapamaz. Adın ne senin?“


Rüzgar rahatlamışa benziyordu. “Mert Rüzgar amca.“


Gülmemek için dudaklarımı bastırmam gerekmişti çünkü babam kendisine amca denmesinden nefret ederdi. Rüzgar gerçekten bunu tam vaktinde demişti.(!)


Babam yalandan güldü. “O kadar yaşlandık mı ya? Bana Ali abi diyebilirsin Mert.“ Babamın kaşları merakla havaya kalktı. “Soyadın ne?“


“Ay.“


“Sahi, senin babanı tanıyorum sanırım. Murat Ay senin baban mı? En son yanında oğluyla görmüştüm ama onun gözleri maviydi. Yusuf’tu adı.“


Rüzgar başıyla babamı onayladı. “Kendisi abim olur.“


“Nuriye annem daha iyi tanır onu. Baya seviyordu diye hatırlıyorum?“


Babam sorarcasına bana baktığında bilmediğimi göstermek için omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Ben bilmiyorum.“


Babam ve Rüzgar sohbet etmeye devam ederken ben başımı cama yasladım. Babam yanımda bir erkek görmeye tahammül edemezdi fakat Rüzgar’ın hayatımı kurtardığını öğrencine ısınmış olmalıydı. Hoş, beni neden kıskandığını da pek anlayamazdım. Aramız da mükemmel bir baba kız ilişkisi olduğunu düşünmüyordum. Olaylar bu şekilde ilerlemeseydi belki bir şansımız olabilirdi. Fakat evren beni hiçbir zaman sevmemişti. Evren ile çatışmamız uzun zaman önce başlamıştı. On bir yıl önce.


Annem öldüğünde, hayat daha da kötüleştiğinde… Acı içinde herkese nefret kusarken en azından beni bırakmayan dostlarım yanımdaydı.. Ozan ve Bade. Çocukluk arkadaşlarım… Annem hastalıkla mücadele ettiğinde bilmiyordum. Kan kanserinden öldüğünü de bilmiyordum. Cenazesin de yoktum. Eve gelen üzgün kadınları anlayamıyordum. Anneannemin neden gizlice ağladığını, babamın kendisini odaya kapatıp beni görmeye neden tahammül edemediğini. Hiç birini anlamıyordum. Ve kimse, dokuz yaşındaki bir kıza açıklama yapma gereği duymamıştı.


Yalan söylemişlerdi. Herkes. Defalarca.


İnanmıştım. Her defasında. Ne kadar da aptaldım.


Bakıcım her sabah annemin erkenden işe gittiğini söylerdi. Ondan bu istenmişti. İnanmıştım. Ama bilmiyordum ki benim annem çalışmazdı… Akşam geç saatlere kadar beklerdim. Gelmesini, saçlarımı okşamasını, bana okulda neler yaptığımı sormasını. Hiç gelmedi. Ben ise beklemekten vazgeçmedim. Her gece koltuk başında uyuya kalır, Anneannem odama götürürdü. Sabah yanımda ufak bir kağıt bulurdum. Rujlu bir öpücük olan kağıt. Annemin ağzından yazılan o kısa kağıtları hala saklıyordum. Bir yıl boyunca böyle kandırılmışım. On yaşım da Anneannem ve babamla akşam yemeğine oturmuştuk. Babam bizimle bir yılın ardından ilk defa aynı masada oturduğu için ne çok mutlu olmuştum. O sormamıştı ama ben o gün yaptıklarımı ona anlatmaya başlamıştım. Aynı annemle yaptığımız gibi. Yemek yiyip bir yandan konuşurken babam sertçe çatalını masaya koydu. Sesime tahammül edemediğini nerden bilebilirdim ki?


Gözlerimin içine bakmış ve tek nefeste gerçeği söylemişti. “Artık bir çocuk değilsin. Annen artık yok Aden. Öldü.“


Gözlerim dolarken inanmak istememiş, bağırmıştım. Yalan söylediğini söylemiştim. O ise sandalyesini sertçe iterek düşürmüş, ayağa kalkmıştı. “Ağlamayı bırak artık. Çocuk değilsin. Bir yıldır çoktan alışmış olman lazım. Numara yaparak dikkat çekmeye çalışma.“ Ve gitmişti. Yine yaptığı gibi gitmiş, arkasında küçücük parçalara bölünen küçük bir kalp bıraktığını bilerek gitmişti. Ardından her şey daha da kötüleşmişti. Evrenden nefret etmem bazılarına tuhaf gelebilirdi ama evren hiçbir zaman bana nazik davranmamıştı. En ağır yükleri, en sert şekilde bırakmıştı omuzlarıma. Bu yüzdendi yorgunluğum, evden çıkmak istememem. Ev bile bu kadar acıtırken dışarısını düşünemezdim.


Ardından bir kapı bulmuştum. Beni evimden bile kurtaran kapı bir sayfaydı. Bir sayfayı çevir ve değişsin dünyan. Bir sayfayı çevir ve öksüz bir kızdan gezegenleri kurtaran kraliçeye dönüş. Yaşadıklarımı taşıyabilmemin tek yolu kaçmaktı ve ben de öyle yapmıştım. Beni istese de yakalayamazdı yaşadıklarımın ağırlığı çünkü ben bir evren de değil, binlerce evreni ziyaret ediyordum.


Araba durduğunda düşüncelerimin arasından hızlıca sıyrıldım. Rüzgar’ın evine gelmiş olmalıydık. Etrafa baktığım da aslında evlerimizin çokta uzak olmadığını fark ettim. Tahmini beş sokak olmalıydı. Rüzgar babama teşekkür edip bana döndü. “Görüşürüz tuhaf kız.“ Diyerek göz kırptığında gülümsemekle yetindim fakat ikimiz de neyi düşündüğümü biliyor gibiydik. “Görüşür müyüz?“


İçimden geçirdiğim cümleye ithafen araladım dudaklarımı. “Görüşürüz.“


Rüzgar arabanın kapısını kapatıp oturduğu apartmana doğru yürürken babam arabayı çalıştırıp hızla uzaklaştı.


Eve doğru giderken babamın kurduğu cümle ile dudaklarım da ufak bir gülümseme belirdi. “İyi çocukmuş, sevdim.“


“Evet.“ Babam ile erkek konularını konuşmayı sevmezdim.


Yolda dinlemek için telefonumdan şarkı ararken vardığımızı fark edememiştim bile. “Geldik.“ Babamın cümlesi ile başımı kaldırıp etrafa baktım. Gerçekten gelmiştik. “Teşekkürler baba.“ Babamın gelmeyeceğini bildiğimden arabadan inip hızlı adımlarla eve vardım. Kapı ziline bastığım an da açılmıştı kapı. Sırıtarak Nuriye sultana baktığım da Anneannem rahat bir nefes verdi. “Şükürler olsun iyisin.“ Koluma vurdu. “Ödümü kopardın eşek sıpası!“


“Ben de seni çok özledim canımın içi.“ Diyerek yanağına bir öpücük kondurdum.


“Neler oldu hemen her şeyi baştan anlat.“


“Bir otursaydım bari. Sen hastalara böyle mi davranıyorsun?“ Ayıplarcasına baktım ona. “Çok ayıp.“


Beraber koltuğa geçerken Anneannem hala endişeli gözüküyordu. “Nereni ısırdı o alçak yılan. Sürüm sürüm sürünür inşallah.“


Güldüm. “Sürünüyor zaten ama yine de sen bilirsin.“


“Tavuklar yiyesice.“


Ufak bir kahkaha attım. “Senin gibi bir holding sahibine yakışıyor mu bu sözler? Bari az kaliteli beddua etseydin. Ne bileyim, gökdelen dolusu insan üstüne topuklularla basasıca falan.“


Anneannem “Göster kız yaranı.“ Diye cırlayınca yılanın ısırdığı bacağımı kaldırıp kucağına bıraktım. Bileğim sargı bezi ile sarılmıştı. Nuriye sultan hüzünlenerek yavaşça sargı bezini açmaya başladı. SArgı bezini tamamen çıkarttığın da yılanın ısırık izi karşımızdaydı. Morarmış ve şişmişti. “Ah be güzel kızım, bunun izi kalır.“


“Lütfen.“ Dedim yapmacık bir gülümseme ile. “Çok havalı duruyor.“


Gülerek bacağıma doktorun biz uyurken aileme alınmasını söylediği kremi sürmeye başladı. Bacağım sızlarken bir kaç dakika dişimi sıkmam gerekmişti. Anneannem krem sürüp yeni bir bandaj ile bacağımı tekrar kapattığında yanağından öpüp merdivenlerden yukarı çıkarak salonun sonundaki odama ulaştım. Çalışma masamın üzerindeki test kitaplarına bakıp iç çektim. Üzgünüm, sizinle şu an ilgilenemeyecğim. Telefonumu yatağın üstüne atıp dolabıma yöneldim. Üzerimdeki elbiseyi çıkarıp pembe ve siyah renklerine sahip pijamamı giyip yatağıma uzandım. İşte hayat buydu. Rahatlığın verdiği keyifle telefonumu alarak Bade’nin bahsettiği o mesajlara bakmaya başladım.


*Çakma Badboy: Tuvaletin deliğine düşme ihtimalin yüzde kaç?(12.22)*


*Çakma Badboy: Aloo???(12.24)*


*Çakma Badboy: Of umarım kaçırılmamışsındır sonra adamı bul, hastanelik et, hapse gir çok uzun iş uğraştırma beni.(12.31)*


*Çakma Badboy: ALLAH SENİ KAHRETMESİN!(12.49)*


*Çakma Badboy: Allah aşkına sadece tek başına tuvalete gittin. Yılan tarafından ısırılmayı nasıl becerdin?!(12.49)*


*Çakma Badboy: Bir de benim saf olduğumu iddia ederdiniz (Kötü mana da-_-)(12.55)*


*Çakma Badboy: Artık bu rütbe sana ait güle güle kullan gülmediğin günler işe yaramıyor.(12.55)*


*Çakma Badboy: Şu an sen bir erkeğin yanında yatıyorsun. (14.22)*


*Çakma Badboy: Umarım bir alakanız yoktur çünkü mağaramdan çıkıp icabına bakmam gerekecek. Doktorlar boşuna iyileştirmiş olacak.;))(14.32)*


*Çakma Badboy: Zümrüt gözülümü de çok korkuttun köpek! (14.32)*


*Çakma Badboy: Anca uyu dağ ayısı.(14.35)*


*Çakma Badboy: Of beni ailem eve çağırıyor.(14.56)*


*Çakma Badboy: Normalde kalmak için huzursuzluk çıkaracaktım da Ali amcacığım kendisinin orada olduğunu söyleyip zorla göndertti.(14.56)*


*Çakma Badboy: Bence Ali AMCA beni sevmiyo. -_- (14.57)*


*Çakma Badboy: Ha bu arada.(14.57)*


*Çakma Badboy: Uyandığın da böyle bir salaklığa kendini düşürdüğün için kafanı ısırıcam.(15.58)*


Gülerek cevap yazmaya koyuldum.


*Bacım Water: Allah aşkına ben orda ölümle mücadele ediyorum yazdıklarına bak.(15.32)*


İşsiz Ozan mesajımı anın da gördü.


*Çakma Badboy: Sus.(15.32)*


*Çakma Badboy: Hak etmeseydin yazmazdık aslaaan.(15.32)


*Çakma Badboy: Nasıl becerdin anlat hemen.(15.33)


*Bacım Water: Yeni geldim hastenden az bayılmam lazım sonra anlatırım. (15.33)


*Çakma Badboy: Tamam hadi yine benim insafıma kaldın baak. (15.34)


*Çakma Badboy: Güzel uyu dinlen başınının etini yerken güç lazım olacak sana.(15.34)


*Bacım Water: Görüşürüz canim.(15.34)


*Çakma Badboy: Görüşürüz abisinin gülü.


Uygulamadan çıkarken telefonumun üstüne bir bildirim düştü. İnstagramdan biri bana takip isteği göndermişti.


@Mr.Ay1905


Kimdi bu? Hesabı incelemek için üzerine tıkladığımda ortak arkadaşımızın on beşten fazla olduğunu gördüm. Hesap gizliydi fakat profil fotoğrafından kim olduğunu anlamıştım. Kısa süre de en çok baktığım gri gözler olmuştu. Rüzgar’ın takip isteğini kabul edip istek attım. Daha bir dakika geçmeden isteğimi kabul etmiş ve ınstagram'daki on fotoğrafı beğenmişti. Gülerek göz devirdim ve mesaj sayfasına girdim.


@A.Demir34


Yavaş ol lan.


@Mr.Ay1905


Ben bişi yapmadım.


Mesajının sonuna attığı masum melek emojisi gülümsememe neden oldu.


Tabi üst üste fotoğraflarımı kuzenin beğeniyor değil mi?


Üstten gelen yeni beğeni bildirimini görünce kıkırdadım.


Yo.


Ben beğeniyorum.


Çünkü güzeller.


Bu uygulama bunun için değil mi?


Kesinlikle benimle dalga geçiyordu.


Sapık gibi en eski fotoğraflarımı beğenmen için değil.


Sapık-_-


Al işte bir sapık olmadığımız kalmıştı.


Hesabımı nerden buldun?


Arkadaşın Bade sağ olsun.


Tüm okulu takip ettiği için ondan bulmam zor olmadı:)


Profilindeki tam adı görünce alt dudağımı büzdüm. Soyadını daha farklı hayal etmiştim. Bilmem ne oğulları gibi şeyler.


Soyadın “Ay“ demek ha?


Bunu baban da söylemişti ama:)


Ah, bu tamamen aklımdan çıkmıştı.


Susar mısın çaktırma.


Yine de güzelmiş.


Eh.


Seninki de idare eder.


Ali abiciğime çok yakışıyor ama sende güzel durmuyor.


Kıskanıyorsun bence.


Çokk


Gülerek gözlerimi devirdim ve son yazdığını beğenip mesaj sayfasından çıktım. Telefonumdan saate baktığımda saati 21.00 olduğunu gördüm. Oflayarak erken bastıran uykumu yok saymaya çalıştım fakat başaramadım. Baş ağrımın yanı sıra bileğimde hissetmeye başladığım sızı ile artık yatmam gerektiğini anladım. Oflayarak telefonumu şarja takıp yorganımı göğsüme kadar çektim. Nerede olursam olayım, nasıl bir şeyin içinde olursam olayım beni tek rahatlatabilen şey uykuydu. Gözlerimi kapattığımda kim bilir, belki de bilinmez bir dünyanın kapısını aralaycaktım. Yaşadığı dünya da tutunamayanlar iyi bilirdi kendine yeni bir dünya kurmayı.


•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•


Günlerim hızlıca geçmişti. Cuma günü okula gitmemiş ve sonraki günlerde de evde prensesler gibi bakılmıştım. Anneannem biraz abartıp kimseyi yanıma sokmamıştı. Ona göre Ozan Barkan kuduruğun tekiydi ve yanıma gelirse beni dışarı çıkartmak isterdi. Eh, kurunun yanında yaşta yanarak Bade de yanıma gelememişti. Gözlerimi sabah alarmımla birlikte açtım. Dört gündür evden çıkmadığım gibi banyo da yapmamıştım. Bir nedeni yoktu, tamamen benim pisliğimdendi. Yataktan hızlı bir duş almak için kalktım. Üzerimdeki kıyafetleri çıkartıp aceleyle ayağa kalktığım için başım dönerken banyoya girdim. Sıcak suyu açıp altına girdiğimde bedenimin ürpermesini görmezden geldim. Bileğimdeki bandajı yavaşça çıkardım. Morluğun lekesi geçmiş, kabarıklığı inmişti. Bacağımdaki tek pürüz, o yılanın ısırarak bize bir hatıra bırakan iziydi. Saçlarımı kuruttuktan sonra hızla havluma sarınıp çıktım banyodan. Banyo da arkamdan gelen buhar ile iyice havaya girmiştim. Havalı adımlarla dolabımın önüne geçtim. Önüme gelen ilk iç çamaşır takımını giyip üzerine lila rengi badi ile siyah pantolonumu geçirdim.


Hızla saçlarımı kurutmaya geçtim. Sabahın köründe kurutma makinesini çalıştırarak vefasız evlat ödülüne hak kazanmıştım. Babam çoktan işe gitmiş olmalıydı. Anneannemin ise uyuduğunu umuyordum. Telefonumu alıp saate baktığım da beş dakikam kaldığını gördüm. Çantamı geçe hafta fırlattığım köşeden alıp koşar adımlarla alt kata indim. Servisin korna sesini duyana kadar ağzıma ne atarsam kardı.


Ekmekten bir parça alıp çikolataya bandırdım ve ağzıma attım. Buzdolabından çikolatalı sütümü alıp içmeye başladım. Bir parça daha yedikten sonra elim tekrar ekmeğe gidince duraksadım. Fazla yiyordum. Yutkunup önüme döndüm ve aldıklarımı yerlerine koydum. Bitirdiğim çikolatalı süt kutusunu çöpe atarken Anneannem aşağıya indi.


“Günaydın güzel kızım.“


Gülümseyerek döndüm Anneanneme. “Günaydın Nuriye sultanım.“


Anneannem beni baştan aşağıya süzüp homurdandı. “Seni özel okula yazdırayım diyorum dinlemiyorsun. Ayrılamıyorsan şu devlet okullarından.“


Gözlerimi devirek yüz defa tekrar ettiğimiz konuşmayı bu kadar erken saatte yaptığımız için içimden ofladım. “Anneannecim. Biliyorum beni düşünüyorsun ama ben parayla değil de kendi başarımla bir okula girmek istiyorum. Ayrıca artık son senem. Dört yıldır sıkılmadın mı bunu konuşmaktan?“


Anneannem cevap vereceği sırada dışarıdan kornanın sesi duyulmasıyla gülümseyerek amerikan tezgahtan uzaklaştım. Anneannemin benimle aynı renge sahip gözlerine bakıp gülümsedim ve yanağından öptüm. “Merak etme ben orada çok mutluyum.“


Anneannemin yanından uzaklaşıp hızılca dış kapıyı açıp ayakkabılarımı giydim. Kapıyı kapatmadan önce Anneannemin “Hayırlı dersler!“ Diye bağırmasıyla servise koşar adımlarla yürürken bende ona bağırdım. “Teşekkürler!“


Servise bindiğimde gözlerim direk Bade’yi aramıştı. Cam kenarında oturan kızıl saçları görünce yanına doğru ilerledim. “Hain. Yerimi kapmışsın!“


Bade bilmiş bir ifade ile bana bakarken yanına oturdum. “Geç kalmasaydın otururdun. Ozanla her gün servisi kaçırma diye şöför abiye binbir şaklabanlık yapmaktan yorulduk fakat sen geç kalmaktan yorulmadın.“


Düzenli duran saçlarını karıştırmak için elimi daldırdım. “Huyum kurusun ne yapalım. Beni de böyle sevin.“ Bade dağıtmak için saçlarına daldırdığım elimi amacına ulaşamadan durdururken arka koltuktan Ozan ayağa kalkıp saçlarımı karıştırdı.


“İlerideki kocana acıyorum. Umarım düğününüze de iki saat geç kalırsın.“


Oflayarak saçlarımın arasında eli olan Ozandan kurtuldum. Bade gülümseyerek gözlerini kıstı. “Amin Ozancım, amin.“


Ozan’ın dudakları şaşkınlıkla aralandı. Bade’ye baka kalmıştı. Bunu fark eden Bade omzunun üstünden dönüp ne olduğunu anlamak için Ozan’a baktı. “Bundan sonra kimse bana Ozan demesin. Adım artık ‘Ozancım Barkan’ Ozan diye birini artık tanımıyorum.“


Bade gülümsemesini bastırarak önüne dönerken ben sinsi bir sırıtışla Ozan’a bakıyordum. Ozan kahverengi gözlerini Bade’den çekip bana döndürdü. “Ne bakıyon be?“


“Abartmakta Ozan gibi olun.“


“Sensin lan Ozan.“ Diyerek azar işitip bu dediklerimle Ozanın tekrar elini saçlarımı daldırıp iyice beter hale getirmesine neden oldurttum.


Tepkisizliğimi fark eden Ozan başını iyice öne uzatıp bana baktı. Ozanla göz teması kurduğumda dişlerini göstererek gülümsedi.


“Ozan.“


“Ağzına takılmış Ozan da Ozan. Ne ne?“


"Hatırlatta. Şu servisten çıkınca seni öldürmeyi unutmayayim."


Uzanıp alnımı sertçe öptü. “Tabi kesinlikle hatırlatırım, bana güven.“


Ozan şirin şirin gülümseyerek yerine geçerken saçlarımı ellerimle düzelttim. Kulaklığımı takıp modumu tam anlamıyla yerine getirebilecek favori şarkımı açtım.


"Tut elimi, bur'dan gidelim


"Olmaz" demeden, dinle beni bi'


Rüzgârım söndü, dindi ateşim


Ah bebeğim, ben hâlâ deliyim"


"Sen yokken ne gece ne de gündüz


Ne ay var ne tek bi' yıldız


Her yer karanlık ve ıssız, göremiyorum.."


Servis durduğunda yavaş adımlarla indik servisten. On beş dakika sonra sıralarımıza oturmuştuk. Ozan her zamanki gibi arka sıramızdaydı. Bunun nedeni ikimizden biri ile oturursa diğerimizin yanına bir erkek oturma ihtimaliydi. Ozan gerçekten çok kıskançtı.


"Hangi derse gireceğiz?" Ozan'a sorduğum soruyla çantasını kurcalamayı bırakıp bana döndü.


"Tarih, sanırım."


Ofladım. “Sabah sabah kim çekecek şimdi bu gıcık kadını?"


"Gazamız mübarek olsun karşim." Diyerek omzumu sıvazladı Ozan.


Birkaç dakika sonra tarih hocasıyla üst üste iki derse girmiştik. Bu da yetmezmiş gibi üçüncü dersimiz de matematikti. Beynimi artık hissedemiyordum. Beynimdem özür dileme maksadı ile teneffüslerde kitap okumuştum.


Girdiğimiz diğer derslerden sonra, öğle arası teneffüsüne kavuşmuştuk. Fakat şimdi, üst üste girdiğim zor derslerden de daha kötüsü olmuştu. Oyunun her levelini atlayıp bossa gelen bir gamer gibiydim ve sağlam silahım kalmamıştı. Çünkü yanıma aldığım yarısı kalan kitap düşündüğümden daha hızlı bir şekilde bitmişti. Kayıp Elementler 1 kitabının kapağını yavaşça kapatıp kapaktaki güçlü kıza baktım. Kitabın sonunda olan olaylar sayfaları hızlı hızlı çevirmemi sağlarken öğrendiğim gerçekler ise cabasıydı.


Çantamı bir umutla kurcalamaya başladım. Belki yanıma başka bir kitap almışımdır? Çantamın en diplerinde göz bebeğimi buldum. Küçük prens. Defalarca ve defalarca okuduğum tek kitap. Yanımda taşımaya kıyamadığım fakat yanımda olmayınca da kendimi eksik hissettiğim en değerli kitabım. Benim için her duyguyu taşıyordu. Öfke, kin, sevgi, özlem. Bir yetişkine çocuk kitapları da iyi gelebilirdi. Küçük prensin gülü onun her şeyiydi. Dünyayı değil, gezegenleri gezdi fakat gözlerini hep gökyüzüne, nadidane gülünün olduğu yıldızlara kaldırdı. Bu yüzdendi geceleri benim de cama çıkmam, bu yüzdendi başımı gökyüzüne kaldırıp yıldızları izlemem. Sevdiğini kaybeden insanların içindeki yangını yıldız parçacıkları dindirebilirdi. Uzaktaydı, bilirdi, görürdü. Uzaktaydı ama yine de oradaydı. Vardı. Yanında olduğunu hissedersiniz. Ve bir gün onlardan kurtulmak istemek gibi bir hataya düşerseniz bunu beceremezdiniz. Çünkü yıldızlar her yerdeydi. Gökyüzünde, dilekleriniz de, umutlarınız da, kalbiniz de. Kalbe giren şeyler kolay çıkmazdı ve benim için bunun en büyük kanıtı yıldızlardı. Onlardan kaçamazdınızda. Sizden kaçmazlardı da. Sizi bırakmazlardı da. Önlerine ulutlar gelirdi bazenleri. Göremezdiniz fakat orada olduğunu bilirdiniz. Hep olurlardı.


Gülümseyerek oturduğum yerden kalkıp kitabımla birlikte dışarı çıktı. Bugün bir farklılık yapmak istemiştim. Yanıma yeterli miktar para alıp kantine doğru ilerledim. Soğuk limonata ve kitap çok iyi gidebilirdi. Kantin sırası bana geldiğinde son an da bir şeyin farkına vardım. Boşu boşuna fazla kalori aldıracaktı limonata. Kantinci abiden sadece su alıp çıktım sıradan. Derin bir nefes alıp gülümsedim. Soğuk su ve kitapta güzel olabilirdi.


Kendime boş bir bank bulup oturdum. Suyumdan bir kaç yudum alıp kitabımı okumaya başladım. Bu kitabın tek kötü yanı kesinlikle ince olmasıydı. Aksini iddia eden… Etmesin.


Ölene kadar sorumlusun, gönül bağı kurduğun her şeyden.


Söz derin, içli bir nefes almama neden olurken elimde nazikçe tuttuğum kitabım biri tarafından çekildi. Korkuyla gözlerim kocaman açıldı. Ben bile kitabımı bu kadar sert tutmuyorken onu benden alabileceğini düşünen gafil kimdi? Hızla ayağa kalktığım da Ömerle göz göze geldim. Gözlerimi kısarak baktım ona. Yaptıklarından sonra bile karşımda böyle durmaya nasıl cesaret ederdi? Bu çocuk gerçekten benimle uğraşmayı seviyor olmalıydı. Eskiden de kardeşi ile uğraşmayı severdi Aden. Aklımdan geçirdiğim cümleyi başımı iki yana sallayarak uzaklaştırdım. Ömer’e sadece öfke vardı.


Başının üzerin de tuttuğu kitabımı almak için hamle yaptığım da elini daha da havaya kaldırdı. Uzun boy avantajını kullanıyordu. “Ömer defol git ver kitabımı!“


“NE okuyorsun bakalım Adenciğim?“ Kitabı daha da havaya kaldırıp adına baktı. “Yine mi bu kitap? Daha ne kadar bunu okumayı düşünüyorsun?“


"Seni ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokma. Ve ver kitabımı. Sayfası dahi kırışırsa seni yaşadığına pişman ederim!“ Gözlerim sinirle dolarken sırf bu yüzden bile daha çok sinirleniyordum. O kitabın anlamını biliyordu. Elbette biliyordu ve şimdi bana karşı kullanıyordu. Ondan gerçekten nefret ediyordum.


"Ömer. Sana. Vermeni. Söyledim!" Öyle bağırmıştım ki birçok insan bize bakmıştı.


“Tamam, çocuk kitabı okuduğuna göre seninle bir oyun oynayalım.“ Ondan ne kadar nefret etsem de beni kışkırtmaya çalıştığının farkındaydım. Ömer hiç bir kitabı küçümsemezdi. En azından eskiden. Sinsice gülümserken kahverengi gözleri parladı. “Yakalarsan alırsın.“ Ömer koşmaya başlayınca bende arkasından koşmaya başladım. Koşarken tüm gücünü kullanmadığı belliydi çünkü bazen ona yaklaşıyor, siyah tişörtünü tutacak gibi oluyordum fakat o kahkaha atarak hızını arttırıyordu. Ömer daha da hızlanıp aramızdaki mesafeyi açıp Atatürk heykelinin yakınların da durup kitabımı baş ve işaret parmakları arasında tutmaya başladı. Gözlerim kocaman açılırken olduğum yerde durdum. Gece yağan yağmur yüzünden tam önünde bir su birikintisi vardı. Kitabımı ise tam önünde tutuyordu. Sanırım ölmek istiyordu.


Kitabımı tutan parmaklarını kıracağım Ömer Kartar.


Ona doğru bir adım attığım da kitabımı düşürür gibi yaptı. Sanırım kalbim durmuştu. “Yaklaşmamanı öneririm.“


“Kitabımı geri ver dedim. Ona zarar gelirse seni öldürürüm!“


Ömer parmak uçlarındaki kitabı sallamaya başladı. “Öldürürsün demek?“


Gözlerim daha da dolarken yutkunmakta zorlanıyordum. “Yapma.“


Ömer gözlerini kısıp dolan gözlerimi fark ettiğinde şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. Dudakları aralanırken yeni uyanmış gibi kendine geldi fakat şaşkınlığı ile iki parmağı arasındaki kitabı su birikintisinin içine düşürdü. Gözlerim yavaş çekim de olanlara şahitlik ederken gözümden bir damla yaş aktı.


Koşarak kitabımı su birikintisinden hiç düşünmeden aldığım da Ömer bir kaç adım geri gitti. Beyaz kapağı sararmıştı, kuru tek bir yeri kalmamıştı. Kitabı göğsüme bastırıp başımı eğdim. Sakin olmalıydım. Dişlerim birbirine bastırmaktan acırken Ömer’in yangınıma körük olan sözlerini işittim. Önce boğazını temizleyip kendini toparladı. Ardından konuşmaya başladı. “Abartma Aden. Alt tarafı bir çocuk kitabı.“


Ayağa kalkıp kızaran gözlerimle ona baktım. Ne kadar dayanmaya çalışsam da olmamıştı, birkaç damlayı kaçırmıştım. Haykırarak ağlamam gerekirken beni izliyorlar diye sadece bir iki damla akıtmıştım. Ömer pişmanlıkla gözlerime bakarken bacak arasına sert bir tekme attım. Ömer acıyla iki büklüm olurken acımasızca gülümsedim. “Abartma Ömer. Alt tarafı bir tekme.“


Ömer acıdan beni duymuyor bile olabilirdi çünkü hayatımda atabildiğim en sert tekmeyi ona armağan etmiştim.


Kitabımla birlikte yanından uzaklaşırken bizi izleyen insanları fark ettim. Onlardan nefret ediyordum. Kimse izlemek dışında bir şey yapmamıştı. Okulun arkasına gitmeliydim. Kimse olmazdı. Bir kaç adımın ardından Ömer’e baktım fakat artık yer de değildi. Kızaran yüzü ile hızlı adımlarla üzerime doğru geliyordu. Ömer hiçbir zaman bana el kaldırmamıştı. Kaldıramazdı da fakat attığım tekmenin acısını elimdeki kitaptan çıkartmak isterse diye korkmuştum. Kitabıma daha da sarındığımı fark edince daha da hızlandı.


Her şey saniyeler içinde gerçekleşiyordu ve ben ne yapacağıma karar veremiyordum. Ömer tam yanıma geleceği sıra da biri önüme geçip Ömer’i itti. ömer sertçe yere düşerken önümdekinin kim olduğunu anlayamıyordum. Ozan değildi. Kahverengi saçlı biriydi fakat önümdeki sırt Ozan’a ait değildi. Ömer öfkeyle ayağa kalktığında önümdeki kişi Ömer’i yakasından tutup yakınımızdaki okul duvarına yapıştırdı. O sırada Ömer'den başka öfkeli olan önümdeki çocuğun kim olduğunu gördüm. Gri gözleri öfkeyle parlıyordu.


Rüzgar.


“Utanmıyor musun lan kızla uğraşmaya!?“


“Sanane lan!“ Diye bağırdı Ömer tutulan yakalarından kurtulmaya çalışırken fakat çabası boşunaydı.


“Ben gelmedem ne yapacaktın?!“ Rüzgar yakalarından çekip tekrar duvara vurduğun da kabul ediyorum ki içim biraz cız etmişti. Birazcık. “Vuracak mıydın ona?!“ Rüzgar tüm gücüyle Ömer’in suratına sert bir yumruk indirdi.


Ömer yere düşerken dudağından akan kanı eliyle sildi. “Seni ne alakadar eder be! Sen kimsin?!“


“Ben-“ Rüzgar’ın lafı okuldan telaşla çıkıp bağıran bir çocuk yüzünden yarım kalmıştı.


“Müdür geliyor!“


Herkes müdürün gazabına mahsur kalmamak için dağılırken Ömer ve Rüzgar hala dik dik birbirlerine bakıyorlardı. Rüzgar’ın kolundan tutup çekmeye çalıştım. “Rüzgar hadi.“ Fakat beni duymuyor gibiydi. Daha da sert çektim. “Benim yüzümden ceza yeme lütfen. Hadi gidelim.“ Rüzgar dönüp bana baktığında öfkeli ifadesi kayboldu ve benimle birlikte okulun arka bahçesine doğru yürümeye başladı.


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


Loading...
0%