7. Bölüm

Bölüm 7 : Bir Kaç Toplantı

Lloyd Frentero
mrpandav

Marco, Naypa'yı bırakıp yıkılan şehir için lordlardan yardım istedi. Sadece lordlarda bulunan bir mücevher sayesinde Lordlarla iletişim kurulabiliyordu. Bu mücevher, teknoloji her ne kadar gelişse de lordlar tarafından uzun zamandır kullanılıyordu. Hem görüntülü kullanılan bir cihazdı. Lord Marco, Sınır Şehri üç ülkenin de tam bitişiğinde olduğu için Lord Orn ve Lord Satan'dan yardım istemek için mücevheri kullandı:

· "Satan, Orn orada mısınız?"

· (Birkaç dakika sonra)

· "Oh Marco, neler oluyor? Üç bölgenin bitişiğinde deprem olmuş, siz de hissettiniz mi?"

· "Evet evet, hissettik çünkü burada oldu."

· "Ne, nasıl yani?"

· "Bir can... ee yani, ah. Bir patlama oldu. Sanırım Sınır Şehri neredeyse yok oldu diyebilirim. Kaç kişi öldü hala bilmiyorum ama sanırım şehir nüfusu yok oldu."

· "Ne, nasıl olabilir? Lord Marco'nun şehrinde böyle bir şey... Duyduklarına sen de inanıyor musun Marco?"

· (Marco kopan kolunu gösterir) "Sanırım göstermekten başka bir şey yapamayacağım. Anlatılacak bir şey değil dostum."

· "Anlamıyorum, nasıl olabilir böyle bir şey?"

· (Lord Orn, Marco elini gösterdiği an konuşmaya katılır) ...

· "Hey, Orn da gelmiş. Orn, bir şey demeyecek misin Lord Marco'ya?"

· "Bu nasıl olur Marco?"

· "Bilmiyorum Orn. Yüzleştiğim şey bambaşka bir şeydi. Uzun süren barışın ardından böylesine bir kıyamet gerçekten tüylerimi ürpertti."

· "Hahaha, senin tüylerin ürperdi heh Marco. Bunu duyacağım aklıma gelmezdi. Yüce Tanrı Lord Marco."

· "Satan, dalga geçmeyi bırak artık. Adamın elini görmüyor musun? Gerçekten neden elin yok, iyileştirsene. Senin şifa gücün Seva'nınkine denk değil mi?"

· "Gerçekten mi, o kadar salağa mı benziyorum? Olmuyor, elimin varlığı silinmiş. Onun varlığını hatırlıyorum, biliyorum ama vücudum ve manam asla öyle bir el var olmamış orada yokmuş gibi davranıyor."

· "Ne?"

· "Ne? Yani var ama yok."

· "Savaştığın şey de ne Marco, senin?"

· "Canavar desem değil, insan desem değildi. Ama o bir insan ve sadece bir çocuk."

· "Hahahhahah, bir çocuğa yenildin demek, hahahaha."

· "Satan, kes sesini artık."

· "Ah tamam be."

· "Marco, bir çocuk sana bunu yaptı, şu an nerede?"

· "Yatağımda yatıyor."

· "Onu öldürmedin mi?"

· (İç çeker) "Birkaç sebepten ötürü diyelim."

· "Merhametli Lordumuz çok yaşa, merhametli Lordumuz çok yaşa."

· "Satan, senin kapatma düğmen yok mu be adam."

· "Hahahaha, ama inanılmaz komik Orn. Bir çocuk olunca ve karşımdaki Tanrı denilen adam..."

· (Göz devirir) "Marco, sana tüm yardımı gönderiyoruz. Bir şeye ihtiyacın olursa çekinme."

· "Sağolun çocuklar."

· "Yüce Tanrı Lord Marco, yardımlarımız seninle."

· "Hey çocuklar, bir şey mi oldu?"

· "Ah hayır, aslında evet. Seva, bir ara yanıma uğrar mısın?"

· "Elbette Marco, şimdi geleyim istersen acilse."

· "Ah yok hayır, acele değil. Ne zaman müsait hissedersen o zaman gel."

· "Tamam Marco. Şaşırdım doğrusu, Marco benden yardım istedi."

· "Hahahhahahha, yüceler yücesi Mar..."

· "Ah yeter be Satan."

· "Hahahahahaha."

· "Sağolun dostlar, yardımlarınızı bekliyorum."

· "Rica ederim dostum, her zaman."

· "Anlamadım, ne yardımı?"

· "Yanıma uğradığında anlatırım Seva."

· "Umarım bir şey yoktur Marco."

· "Ben kaçayım Marco, bir güne yardımlarımız ulaşır."

· "Sağol Orn, tekrardan görüşürüz. Önemli değil Seva, müsait bir gün görüşürüz, uzun zaman olmuştu zaten."

· "Haha, tamam Marco, görüşelim."

· "Hadi ben de kaçtım yüce lordum, hahah. Yarına benim yardımlar da gelir, bay bay."

· "Hadi görüşürüz Seva, ben de gideyim."

· "Bay bay Marco."

Marco, mücevheri olduğu masadan kalktı. Mücevher, sadece lordlarda olan ve onlar ile görüntülü bir şekilde görüşmeyi sağlayan bir büyü. Teknoloji her ne kadar gelişmiş olsa da lordlar tarafından yıllardır kullanılan bu mücevher, S seviye zindanlarda bulunmuş yoğun mana içeren bir nesne. Nadir oldukları için birbirleri ile manasal bir temas yaşıyorlar. Bunu Profesör Heim bulmuştu. Mana taşları ile ilgilenen profesör uzun zamandır bunlar ile icatlar yapıyordu. Ve lordlara bu şekilde bir icat yaparak onlara bunu verdi ve bir ülkede sıkıntı çıktığı an lordlar hızlıca toplanabilecekti. Ve gerçekten işe yarıyordu. Bu mücevher içine mana aktarıldığında çalışıyordu. Herhangi bir lord bu mücevhere mana verdiği zaman, tüm lordlarda olan bu taş direkt mana veren lordun görüntüsünü diğer mücevherlere aktarıyor, bu sayede hem ses iletimi hem de görüntü iletimi gerçekleşiyordu. Profesörün bu icadı en iyi icatlarından biriydi. Bunun gibi birçok icadı var olmuştu.

Anha, yaralılarla ilgileniyor ve şehrin nüfus hesabını yapıyordu. Şehrin bir kısmı yok olmuş, şehirden eser dahi yokken diğer savaş yerinde ise en azından harabeler mevcuttu ve yok olan yere kıyasla diğer bölge daha küçüktü. Güneşin havayı aydınlatmasından itibaren çalışıyordu Anha ve sadece iki saatlik uyku ile duruyordu. O koca patlamanın getirdiği deprem ile uyanan Anha daha uyku uyumadı. Anha, 4 Elementler grubunun lideri ve Marco'dan sonra ülkedeki en güçlü kişiydi. Anha, yaralılarla ilgileniyor ve şehrin nüfus hesabını yapıyordu. Şehrin bir kısmı yok olmuş, şehirden eser dahi yokken diğer savaş yerinde ise en azından harabeler mevcuttu ve yok olan yere kıyasla diğer bölge daha küçüktü. Güneşin havayı aydınlatmasından itibaren çalışıyordu Anha ve sadece iki saatlik uyku ile duruyordu. O koca patlamanın getirdiği deprem ile uyanan Anha, daha uyku uyumadı. Anha, 4 Elementler grubunun lideri ve Marco'dan sonra ülkedeki en güçlü kişiydi. Anha'nın geçmişi biraz dramatik olmuştu. Çocukluğu güzel geçen Anha, zaman ilerledikçe aile içinde sorunlar çıkmaya başladı ve bu sorunlar ister istemez çocuklarına yansımaya başladı. Anha, çalışkan ve eğlenceli bir çocuktu. Ama ailesinden dolayı evde olmak istemezdi. Babası kumara başlamış, alkolik olmuştu. Ardından eşini de aldatınca annesinin canına tak etti ve annesi babasıyla boşandı. İlk zamanlarda güzel bir aile ortamı varken, ailesinin kötüleşmesi, aslında babasının kötü yollara düşmesi ile hem aile yapısı hem de kendi yapısı kötü etkilendi. Anha, ilk zamanlarda kendini sokağa vurmaya başladı, evdeki kavgalardan dolayı bıkıyordu ve sokak çocuğu oldu; tam bir serseriydi. Ve bir serseri güçlü olmak zorundaydı. Anha'nın manası çok güçlü değildi, sıradan bir avcıya eşti; en fazla C seviyeyi görebilecek güçteydi. Ama küçüklüğünden beri kendini sürekli geliştirdi. Hem sınırlarını aşmak için çabaladı. Lorda özeniyor ve onun gibi olmak istiyordu. Anha'nın bu çalışması gerçekten ona sonuç getirmişti. Annesi sıradan bir insandı, babası da sıradan biriydi ama Anha manalı biriydi. Gerçekten hayat ona bir yerden gülmüş, bir yerden de üzmüştü. Ama şu an kendisi Lord'un bir numaralı astı, 4 Elementler grubunun lideri ve Lord'dan sonra en güçlü kişi. Kızıl saçları, kırmızı gözü ve göz alıcı güzelliği vardı. Ateşi andıran bir görüntüsü vardı. Ki zaten kendisi namı diğer Alev Tanrıçası. Kimi ona Hades'in kızı derken kimi Alev Tanrıçası diyordu. Lakabı sürekli değişen Anha'nın gücü hiç değişmiyordu. Hala gücüne hayran kalan çok avcı vardı. Anha, büyü akademisinde bizzat Lord Marco tarafından keşfedildi. Ateş büyüsünü o kadar güzel kullanıyordu ki, ateşe olan hakimiyeti mükemmeldi. Anha, küçüklüğünden beri ateş büyüsü hoşuna gidiyordu. Çoğu alev büyülerini yapabiliyordu. Marco bunu fark eder etmez, Anha'yı Lord Satan'a gönderip orada eğitim almasını istedi. Anha, Lord Satan'ın astları ile dört yıl boyunca eğitim gördü. Alevin çeşitlerini öğrendi ve cehennem ateşine kadar olan tüm alevleri kullanabildi. Anha, yardımsever biriydi. Sokakta büyümüştü. Ailesi yüzünden eve çok nadir gelirdi. Bu sayede birçok kişiyi tanımış, hayata erken başlamıştı. Birçok zorluğun erkenden farkına varmıştı. Anha, birçok insanın acılarına tanık olmuştu, bu sayede her insana kibarlıkla yaklaşıyordu.

Anha, bu yıkıntılara "Küçük Bölge" ve "Büyük Bölge" adını verdi. Büyük Bölge'de her şey yok olmuştu, ne yaralı vardı ne ölü; her şey yok olmuştu. Asıl sıkıntı Küçük Bölge'deydi. Birçok acı çeken insan oradaydı. Anha, tüm yardım ekibini ve avcıları o bölgeye doğru yolladı. Sınır Şehri, en çok nüfusu olan ve önemli bölgelerden biriydi. Ülkede en çok nüfusa sahip üçüncü şehir olarak geçiyordu. Üçüncü şehrin bitişi ve Ticaret Şehri'nin hemen yanında olması da şehrin konumsal olarak potansiyelini yüksek kılıyordu. Şehrin nüfusu 350.000 kişiydi. Birçok ülkeden gelen ziyaretçilerle birlikte nüfusun 500.000 kişiye yakın olması tahmin ediliyordu. Sınır bölgesi olmasıyla tanınan bölge, şeytanlar tarafından çokça ziyaret edilen bir bölge ve Ticaret Şehri'nden sonra en çok ziyaretçi barındırıyordu. Ama en az suç işlenen ve kargaşa çıkan şehir olmasıyla da biliniyordu. Bu yüzden hem ziyaretçiler iyi karşılanıyor hem de insanlar hiçbir şekilde yadırgamıyordu. Ülke, ziyaret edecek kişilere katı kurallar uyguluyordu. Avcı olacak kişiler nefsi müdafaa olmadığı sürece hiçbir şekilde büyü kullanması yasaktı. Avcı olan kişilerin mana kullanmaması adına koluna bir bileklik takılıyordu. Bu bileklik, eğer belli bir miktarın üzerinde mana kullanımı tespit ederse bölgedeki tüm avcılar onun yerini rahatlıkla tespit edecek bir mana yayıyordu ve havaya bir işaret fişeği gibi bir fişek yolluyordu. Saniyeler içerisinde sürekli olarak etrafta nöbet gezen avcılar Sadece yeşil karta sahip olan kişiler sınır bölgesinden rahatlıkla geçebiliyor, hiçbir kontrol ve kurallar onlar için geçerli olmuyordu. Bu kişiler Lordların belirlediği kişilerdi. Zaten bu kişiler genelde Lordların astları oluyordu. Anha, bu şehirdeki kişilerin yarısından fazlasının öldüğünü düşünüyordu. Şehrin en merkezi yerleri yok olmuştu. Anha sadece ölüm sayısını düşününce daha da kötü oluyordu. Anha, elinden geldiğince işine odaklanması gerekiyordu ama Anha'nın çok sevdiği çocukluk dostu burada yaşıyordu. O yok olmuş yerde evi vardı ama Anha'nın içinde sebepsizce bir umut vardı. Bir çaresizlik umuduydu. Onun ölmesine inanmak istememesinden gelen bir umuttu. Anha, güneş batımına doğru kaba taslak bir hesapla nüfusun sadece dörtte birinden daha az kişinin hayatta kaldığını anladı. Anha titreyerek içinden o masum umuda tutunuyordu. Sanırım öyle bir inanmıştı ki onun yaşadığına, en sonunda içinden "evet evet, o yaşıyor, ölemez ki" diye diye kendini avuttu. Ama Anha ne kadar psikolojisi berbat duruma gelse de iş zamanındaki o soğukkanlılığı gerçekten profesyonelceydi. Anha, hayatta kalan kişileri başka yerlere yerleştirmeli, birçok yetim çocuğa yer bulmalıydı. Anha için her şey onun sorumluluğunda sanıyordu. Anha akşam vakitlerine doğru masanın başına geçti, iki elini başının arasına alarak ne yapacağını düşünüyordu.

· "Artık ne yapacağımı bilmiyorum, of!"

· (Serap arkadan Anha'nın yanına yaklaşarak omuzlarını eliyle tutar) "Anha, her şeyi çok yükleniyorsun."

· "Ama her şey benim sorumluluğumda."

· "Anha, biz bir grubuz, sen sadece bizi bir arada tutan yöneten kişisin. Her şeyi yaparken beraberiz artık."

· "Ama sanki tüm sorumluluk bende gibi hissediyorum, çok yoruldum Serap. Ben korkuyorum Serap."

· "Anha, biliyorum, o da burada yaşıyordu. Ben de bir umuda tutundum. Biliyorum, belirsizlik insanı daha çok yoruyor. Ne olduğunu bilmemek. İçindeki o umuda tutunmak seni daha çok yoruyor, farkındayım. Ne de olsa belirsizlik insanı en çok yoran şey değil midir?"

· "Serap..."

· "Anha... Lütfen dinlen."

· (Taro içeri girer) "Kızlar, geciktim. Bu akşam malikaneye gideceğiz. Lord bize bir şey açıklaması gerekiyormuş."

· "Ne açıklayacak?"

· "İnan bana da söylemedi ama anladığım kadarı ile bu yıkımla alakalı."

· "Ne, neden bahsediyorsun? Anha, çabuk gidiyoruz."

· "Taro, ne diyorsun, başka bir şey demedi mi?"

· "Şey, bunu yapan bir canavar değilmiş, bir insanmış."

Serap, hava büyüsünü kullanarak anında çadırdan çıktı ve malikaneye gitmeye başladı. Arkasından Anha ve Taro eşlik ederek gittiler.

Bölüm : 27.11.2024 18:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...