Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm

@mrs_marsmellov

1.Bölüm: Bir varmış, bir yokmuş

 

Önce bir varmış derler, birileri var olur; sonra bir yokmuş derler, o birileri yok olur...

 

*****

 

Bir varmış, bir yokmuş...

 

Bütün destansı masallar böyle başlar değil mi? Önce bir varmış derler, birileri var olur, o birilerinin masalları var olur. O masallar yaşamlarını sürdürdükçe büyür, büyür ve o birileri fark etmeden kendilerini birbirlerinin masallarının içinde bulurlar. Masallar değildir artık onun adı, masaldır. O birilerinin tek bir masalı vardır artık. Ne yaparlarsa yapsınlar o masalın içinden çıkamazlar. Sonu olmayan bir labirentte hararetle çıkışı ararken kah yakınlaşır, kah uzaklaşırlar ama asla o masalın içinden çıkamazlar.

 

Sonra bir yokmuş derler ve açılır labirentin kapıları. O destansı masal, o zorlu masal bir saniyede yok oluverir. Ne o birileri kalmıştır geriye, ne de o birilerinin masalları. O an anlarlar, o labirentte çıkışı bulmak için geçirdikleri zaman, labirentin çıkışında hissettikleri yokluktan daha değerli olmuştur. Ve o an anlarlar bu yok oluşun artık geri dönüşü yoktur. Destansı masal masallığını yitirip destan olarak kalmıştır ve hep öyle kalacaktır...

 

Benim masalım da böyle başladı. Bir varmış, bir yokmuş dedim kendi kendime. Sonra anneme, sonra ablama, en son babama. Bir varmış, bir yokmuş. En uzak ama en renkli gezegenlerin birinde o yaşarmış. Siyaha kaçan kahve, önlere doğru uzun saçları ; buğday ama beyaza kaçan bebeksi teni ; içinde hem derin masmavi denizleri, hem dipsiz bucaksız yemyeşil ormanları, hem de en soğuk kayaları ve en sıcak ateşleri barındıran elaya kaçan gözleri ile dünyanın en yumuşak ve en sıcak kalbini taşıyan o yaşarmış. Ama bir fark varmış, o sadece benim hayallerimde yaşarmış...

 

Ben Eylül Yılmaz. Ablasının küçük tavşanı, annesinin pırasa saçlısı, babasının ise hayalperest kızı Eylül Yılmaz. 18 yaşına girmesine dakikalar kalan genç bir kız, içine olmayan dünyaları sığdırmaya çalışan küçük bir çocuk ve o dünyanın yükünün farkında olmayan bir şizofren adayı...

 

Odamdaki boy aynasının karşısında yüzümde geniş bir tebessüm ile kendimi süzerken aynı zamanda dalgalı, uzun kumral saçlarımın öndeki iki tutamını renkli tel tokalar ile başımın arkasında birleştirip sıkıca tutturuyorum. Üzerimdeki siyah diz üstü elbisem tokalarıma inat sade ve karanlık bir havayla bedenime ev sahipliği yapıyordu. Böyle hazırlanmıştım çünkü o beni böyle görmeyi seviyordu. Bir yanımı renkli, bir yanımı karanlık. Harelerinin içindeki çeşitli renklere karşılık o da çoğunlukla siyah giyinirdi benim gibi. Sonra içinde onun gözlerindeki derin denizleri barındıran mavi gözlerimin yansımasına diktim gözlerimi. Uzun uzun izledim, çünkü o gözlerimi izlemeyi her şeyden çok severdi. Onun sevdiği şeyleri ben daha çok severdim. O bana kendimi sevmeyi öğretmişti.

 

"Eylül hadi ama, arkadaşların bekliyor" kapının arkasından gelen ses ile aynanın önünden ayrıldım ve ağır adımlarla kapıya doğru yürümeye başladım. Ayağımdaki kırmızı topuklularım odamdaki gri, mermer desenli parkeleri döverken sonunda kapıya ulaştığımda anahtarı çevirip kapıyı açtım. Ablam benim gözlerimin aksine koyu kahve gözleri, benim saçlarımın aksine koyu kahve düz saçları, hafif makyajı ve boyumun aksine uzun boyuyla karşımda duruyordu. Üstündeki kırmızı diz altı elbisesi bedenini sararken o ince bedeni de gözler önüne serilmişti. Sözün kısası güzelliğini annemden almış, bana annemden alabileceğim bir parça dahi bırakmamıştı. Gözlerim, saçlarım ve diğer tüm özelliklerimle babamın kopyası olduğumu söylenirdi hep.

 

"Kız ne güzel olmuşsun ya" dedi beni baştan aşağı süzerken.

 

"Sen de" dedim ve içten bir gülümseme sundum ona. Aşağıdan gelen gürültülü müzik sesiyle bakışlarım odamın tam karşısında aşağıya inen merdivenleri bulurken ablamın elimi tutup çekiştirmesiyle 17'den çıkıp 18'e doğru adımlarımı atmaya başladım. Ablam bu hissi tam 9 yıl önce tatmış olmasına rağmen benden daha heyecanlı ve daha mutlu görünüyordu. Bu duruma asla anlam veremiyordum. Aileme göre birazdan artık yetişkin bir birey olacaktım oysaki bu benim için her yıl olduğu gibi sıradan bir yaş günüydü. Ne zaman indiğimizi anlamadığım merdivenlerden evimizin büyük salonuna doğru ilerlerken ablamın sesiyle kurtuldum düşüncelerimden.

 

"Süslemeler nasıl olmuş? Bizzat ben kontrol ettim. Bugün senin için özel bir gün." Evet bugün benim için özel bir gündü. Onlara göre özel olan yaş günümken bana göre özel olan günlerdir görmediğim o ela gözlerin sahibini bugün görecek olmamdı.

 

"Hıhı evet" dedim salona daldığımızda gözlerim etrafı aramaya başlarken. Ne zaman arkadaş olduğumu bilmediğim, sırf aynı okulda olduğum için davet edilen insanların yabancı yüzlerinde ve renkli kıyafetlerinde dolanırken gözlerim, hala siyah kıyafetleriyle gelecek olan tanıdık yüzü görememiştim. Burada olsaydı hissederdim, burada yoktu, henüz gelmemişti ama gelecekti.

 

"Abla" dedim bir köşede durduğumuzda. Ablamın gözleri etrafın kargaşasından ayrılıp beni bulurken yüzüme 'Efendim?' der gibi bakıyordu.

 

"Rüzgar geldi mi?" ablamın yüzü anında şekil değiştirirken derin bir iç çekti.

 

"Hayır gelmedi" dedi ve ellerimi ellerinin arasına alarak devam etti. "Gelmeyecek." Hayır gelecekti, bana söz vermişti. Eylül'ün Rüzgar'ı verdiği sözleri tutardı. Bana verdiğim sözleri tutmamı bizzat kendisi öğretmişti. Onun geleceğine ablamın, ailemin bana inanmadığı kadar inanıyordum. Ablam yere düşen bakışlarımı fark etmiş olacak ki bir elimi bırakıp elini çenemin altına yerleştirdi ve başımı kaldırıp gözlerini gözlerime sabitledi.

 

"Birkaç gün ondan hiç bahsetmeyince unuttun sandım" dedi ablam ve dudaklarımı aralayacağım sırada devam etti konuşmasına.

 

"Eylül, var olmayan biri buraya gelemez. Hiçbir yere gelemez. Biraz da gerçek arkadaşlarınla vakit geçirmeyi denesen?" dedi salonun ortasında deli gibi dans eden insanları işaret ederken. Onlar benim arkadaşlarım değillerdi ki. Onları tanımıyordum bile, tanımak da istemiyordum zaten. Ben sadece Rüzgar ile mutluydum, fazlasına gerek yoktu.

 

"Abla onlar benim arkadaşlarım değil" dedim. Belki yüzlerce, belki binlerce kez söylemiştim bunu. Ama sonuç hiç değişmemişti.

 

"Kendine yazık ediyorsun. Hayalinde bir karakter oluşturuyorsun ve ona aşık oluyorsun. Üstelik onun varlığını o kadar kabulleniyorsun ki halüsinasyonlar görmeye başlıyorsun. Küçüklüğünden beri bu böyle devam ediyor. Küçükken oyun oynuyor dedik, bırakın oynasın dedik. Hayal gücünü ayakta alkışladık ama artık o on yaşındaki Eylül değilsin. Artık hayatında bir şeylerden vazgeçmeyi öğrenmelisin. Olmayan birini bekleyerek geçiremezsin hayatını. Dön bak etrafına, hayatında olabilmek için buraya gelen onlarca erkek var. Hayalindeki gibi birini bulabiliriz, bu çok kolay olur inan bana" hayır o bir hayalden ibaret değildi. O benim sahip olduğum en güzel şeydi. Şimdi ablam karşımda ondan vazgeçmem için bana yalvarırken gözlerimin dolduğunu hissettim bir an. Ondan vazgeçmek nasıl mümkün olabilirdi, nasıl yapabilirdim böyle bir şeyi? Hayır bu çok saçmaydı, bu hayatımda duyduğum en saçma şeydi.

 

"Eylül!" duyduğum ses beni düşüncelerimden sıyırıken dolu gözlerim ablamın gözleriyle buluştu.

 

"Hı?"

 

"Dakikalardır sesleniyorum duymuyor musun?" dedi sinirle.

 

"Dalmışım" dudaklarımın arasından çıkan tek kelime buydu. Dakikalar önce ela gözleri göreceğim için ağzım kulaklarımda gezerken şimdi bir ölüden farklı değildim. Söz vermişti, sözünü tutmamıştı... Belki de ablam haklıydı, belki de gerçekten onu düşünmekten vazgeçmeliydim. Ondan vazgeçemezdim ama belki daha az zihnime girmesini sağlayabilirdim.

 

"Pasta hazırmış, hadi gel" dedi ablam. Başımı olumlu anlamda sallayıp annem ve babamın salonun ortasına doğru sürükledikleri 3 katlı pastaya baktım. Ablam önümden geçip giderken onu takip ettim ve birkaç adımda salonun ortasına, pastanın yanına ulaştım. Ablamın arkadaşlarım olduğunu söylediği insanlar gözlerinin önünde yer aldığım andan itibaren beni deli gibi alkışlarken gözlerim onu arıyordu. Gözlerim hala onu arıyordu işte. Hala zihnimin en ücra köşelerinde dolanıyor, kendini belli ediyordu. Onu unutmama izin vermiyordu işte! Kendini unutturmuyordu.

 

"Kızım!" kulağımın dibiden gelen güçlü ses irkilmeme sebep olurken babamın mavi gözleri karşıladı gözlerimi.

 

"Herkes pastayı üflemeni bekliyor tatlım" dedi annem ise diğer kulağıma fısıltıyla. Bakışlarım doğum günü şarkısı mırıldanan sözde arkadaşlarıma kaydığında derin bir nefes aldım ve gözlerimi mumların ateşine indirdim. Kaç tane olduğunu sayamadığım mumlarla bir süre bakıştıktan sonra aldığım derin nefesi mumlara doğru üfledim ve tek seferde yarısını söndürebildim. Ablam kalan mumları söndürürken tekrar alkış sesleri yükseldi salondan.

 

"Onları öldürecek gibi bakıyorsun, gülümse" duyduğum tanıdık ses ile günler sonra ilk defa layığıla nefes aldığımı hissederken kalbim göğüs kafesimden çıkacakmışçasına atıyordu. Yanımdaydı işte, yanımdaydı. Sözünü tutmuştu, gelmişti. Dudaklarım benden bağımsız bir şekilde gülümserken bakışlarım dudakları kulağımın dibinde olan ela gözlere kaydı. Yavaş yavaş uzaklaştı yüzü ensemden. En güzel gülümsemesini sundu bana günler sonra.

 

"Geldin" dedim fısıltıyla.

 

"Odanda bekliyorum" diye fısıldadı ve ağır adımlarla uzaklaştı yanımdan. Ardından kayboldu görmeye doyamadığım görüntüsü.

 

"Eylül" bu kaçıncı adımı duyuşum bilmiyorum, hiçbirinde burada değildim ben. Hiçbirinde zihnim burada değildi. Bakışlarım karşımdaki sonu gelmeyen sırayı bulurken bir adım geri çıktım. İnsanlar pide sırasına girmiş gibi bana hediyelerini vermek için sıraya girmişlerdi önümde. Geçen sene yoğun ısrarım üzerine yaş günümü aile arasında kutlarken bu sene annemin baskısı üzerine doluşmuştu eve bunca kalabalık. En nefret ettiğim şeydi kalabalık, ne gerek vardı böyle curcunaya.

 

"Arkadaşların sana hediyelerini vermek istiyorlar" dedi annem gülerek. Bu felaketten nasıl kurtulacaktım? Nasıl sonu gelecekti bu sıranın? Bunların cevapları bende yoktu, tek bildiğim şey bir an önce odama çıkmam gerektiğiydi.

 

"Anne hediyeleri siz alsanız, ben odama-" derken annemin sözümü kesmesiyle sustum.

 

"Kızım saçmalama, bu kadar insan senin için geldi" dedi annem kulağıma fısıltıyla. Bu sefer kararı netti. Bu kuyruk bitmeden asla odama çıkamayacaktım. Tek istediğim şey kalabalığın çabucak azalmasıydı. Sıranın en önünde duran esmer, uzun boylu, okulda daha önce hiç görmediğim ama muhtemelen onun tarafından defalarca görülmüş olduğum çocuk iki adım atıp önümde durdu ve elindeki kırmızı küçük hediye paketini bana uzattı. Paketi alırken Rüzgar'ın tabiriyle çocuğa ölümcül bakışlar attığıma emindim. Paketi hızlıca açarken paketin yere düşmesine izin verdim ve içinden çıkan siyah kutunun kapağını kaldırarak içinde duran gümüş, zümrüt karışımı taşlarla süslenmiş ihtişamlı kolyeye hayretle baktım. Bir diğer sevmediğim şey ise abartılıktı. Her şey sade olmalıydı benim hayatımda. Her şey siyah kadar saf, ela kadar renkli olmalıydı sadece.

 

"Teşekkür ederim" dedim ve kutuyu yanımdaki ablamın eline bıraktım. Bir an eline mikrofon alıp 'Gelinin hiç tanımadığı arkadaşından zümrüt bir gerdanlık' dediğini hayal ettiğimde kendi halime kıkırdadım. Bu annemlerin hoşlarına gitmiş olacak ki bana gururla bakıyorlardı. İfademi ciddileştirip önümde duran başka bir çocuğa bakarken gözlerimi devirdim. Hiç mi kız arkadaşım yoktu benim?

 

Teker teker paketleri açarken aynı zamanda duvardaki saate kayıyordu gözlerim. Sıra sonunda dağılmışken kalan son paketi de açtım. İçinden çıkan gösterişli, siyah kol saatine bakarken saatin akşamın onuna geldiğini fark ettim. Ne zaman bitecekti bu parti? Rüzgar gittiğinden beri abartısız 2 saat boyunca hediyeleri açmakla uğraşmıştım. Elimdeki saati ablama uzatacakken duyduğum sesle kolum benden bağımsız aşağıya indi.

 

"Saati takmayacak mısın Eylül?" dedi adının Kerem olduğunu öğrendiğim çocuk. Takmak istemiyordum, bana alınan hiçbir şeyi kullanmak istemiyordum. Hepsi göz boyamak için alınan şeylerdi. Bir insan bir insana neden doğum günü hediyesi olarak telefon alırdı mesela? Ya da neden altın değerinde bir çantayı tanımadığı bir insana layık görürdü?

 

"Hadi ama Eylül, ünlü bir koleksiyon parçası o. Tam tamına üç bin lira" Ya da neden fiyatını söylerdi göğsünü kabarta kabarta?

 

"Emin ol kutusunda daha güvende olacaktır" dedim anlamasını ümit ederek.

 

"Bileğinde görseydim" dedi. Neden bileğimde görmek istiyordu ki? Sıradan bir bilekti benimkisi de. Ben mi anormaldim insanlar mı çok garipti? Ablama saati ve sol bileğimi uzatırken imalı bakışları yetmişti zaten gözlerimi kısmama. Sonra Eylül neden ölümcül bakışlar atıyor!?

 

"Teşekkür ederim" dedim Kerem'e dönerek. Gülümseyerek yanımdan ayrılırken ablamın saati takma işlemini bitirmesiyle rahat bir nefes verdim.

 

"Gidebilir miyim artık?"

 

"İyi git, bekletme hayalet aşkını"

 

"Abla!"

 

"Ne var yalan mı?" dedi ablam ve gözlerini devirerek yanımdan ayrılıp annemlerin yanına gitti. Yanlış hatırlamıyorsam ben doğumgünü kızıydım değil mi? Hani doğumgünü çocuklarını mutlu ederlerdi ya normal insanlar. Benim ailem neden her doğum günümde yeminli gibi beni sinir ederlerdi? Bir gün bulacaktım bunun cevabını, ama şuan daha önemli bir işim vardı. Hızlı adımlarla merdivenlere doğru yürürken sonunda partinin kalabalığından kurtulduğum için şükrediyordum içten içe. Basamakları teker teker koşar adımlarla çıkarken her basamakta kalbim daha da hızlanıyor gibi hissediyordum.

 

"Eylül!" yeter artık bırakın peşimi lütfen ya! Adımlarım dururken nefes nefese kaldığımı henüz fark etmiştim. Ellerim trabzanlara tutunurken arkama dönüp merdivenin başındaki babamla yüz yüze geldim.

 

"Efendim baba?"

 

"Nereye kızım böyle hararetle?"

 

"Odama baba"

 

"Arkadaşların da, biz de bir şarkı söylemeden bırakmayız" dedi babam ellerini arkasında bağlamış gülümserken. Gerçekten bugün beni sinir etmek için anlaşmışlardı belliydi. Beynimdeki tilkiler bir bahane üretmek için dönüp dururken onlara zaman kazandırmak adına cevap verdim babama.

 

"İşim var benim" dedim ve ablamla göz göze geldim. Ablamın gözleri benimle alay ederken ben yardıma muhtaç bir kedi yavrusu gibi baktığıma emindim.

 

"Ne işi kızım, sonra halledersin gel." Dudaklarım tam yeni bir bahane üretmek için aralanacakken ablamın sesiyle sustum.

 

"Kızsal durumlar baba. İzin ver gitsin." Babam olumlu anlamda başını sallarken ablamın gözlerine minnetle baktım ve dönüp kalan iki basamağı da çıktıktan sonra odamın kapısının önünde buldum kendimi. Kıyafetimi ve saçlarımı düzelttikten sonra derin bir nefes alarak açtım kapıyı. Gördüğüm manzarayla gülen yüzüm solarken gözlerimin yandığını hissettim o an.

 

*****

 

Teşekkürler

 

-Berf

 

 

Loading...
0%