Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm

@mrs_marsmellov

2. Bölüm: Kırmızıyı severim bilirsin

 

En çok da yeşili...

 

*****

 

"Neredesin! Allah kahretsin neredesin!" Bir yandan gözlerimden süzülen yaşları silmeye çalışırken bir yandan da kocaman odanın her köşesinde onu arıyordum. Odama girdiğim an beni karşılayan yokluğu gösterip de vermemek gibiydi. Hani çocuksunuzdur, sizi kandırmak için şeker gösterirler. Siz o şekere kanarsınız ama asla şekeri size vermezler. Şuan durumum tam olarak böyleydi. Doğum günümü mutlu geçirmem için aşağıda bana kendini göstermiş, odamda bekleyeceğini söyleyip beni kandırmış ve sonra da yok olmuştu.

 

"Neredesin!" dedim makyaj masamın üzerindeki takı kutularından birini açarken. Gördüğüm yokluk sinirimi yatıştırılmayacak seviyeye getirdiğinde elimdeki kutu odamdaki boy aynasının camını paramparça edecek şekilde fırlayıp gitti ellerimin arasından. İçindeki küpeler yere bir bir dağılırken tatmin olmamışçasına etrafıma bakındım.

 

"Neredesin! Söz verdin! Allah kahretsin neredesin!" Elime geçmiş parfüm şişesi tam pencerenin önünü bulacaktı ki kapının aniden açılmasıyla yerimde sıçrayarak iki adım geri gittim. Bacaklarım bile rotasını şaşırmış şekilde sendelerken kalbimin nasıl karşımda duran ayna gibi paramparça olduğu, beynimin nasıl ayrı yerlere fırlamış küpeler gibi dağıldığı apaçık ortadaydı. Aynada kalan küçük cam parçasında gördüğüm yansımam kumral saçlarımdaki renkli tel tokaların saçlarımdan nasıl ayrılıp yere düştüğünü, kalanların nasıl benim hayata tutunmaya çalışmam gibi saçlarıma tutunmaya çalıştığını gösteriyordu. Mavi gözlerime tutunan yaşlar ise benim nefessiz kaldığım noktaydı. Bir insan denizin içinde nefes alabilir miydi? Ben de tam şuan boğuluyordum gözlerimin içinde. Bir askısı omzumdan düşen siyah elbiseme takıldı daha sonra gözlerim, ardından da kırmızının en güzel tonunu barındıran çıplak ayaklarıma kaydı bakışlarım. Kapı açıldıktan sadece beş saniye sonra ablamın endişeli sesi doldurdu kulaklarımı.

 

"Eylül!" duyduğum ses ile beni kapının ardında izleyen ablamı buldu bakışlarım. Ardından annemi, en son babamı... "Abla" dedim gözlerimdeki yaşlara inat gülümseyerek. "Bey iyiyim." Ablam yüzündeki korku ve üzüntü dolu bakışlarıyla beni baştan aşağı süzerken ayaklarımda takılı kaldı bakışları.

 

"Eylül ayakların kanıyor" dedi oldukça ince çıkan sesiyle. Gülüşüm genişlerken gözlerimi ablamın gözlerinden ayırmıyordum. Ne oluyordu bilmiyordum, ne olacaktı bilmiyordum, ne olmalıydı hiçbir fikrim yoktu. Yaşadığım duygu karmaşası beni gülümsemeye iterken gözlerimde biriken yaşlar da eş zamanlı olarak yanaklarıma doğru süzülüyordu. Ablamın gözleri ayaklarımdan ayrılıp tekrar gözlerimle buluşurken terleyen ellerimi elbisemin ince kumaşına sertçe bastırdım.

 

"Kırmızıyı severim bilirsin."

 

"En çok da yeşili" dedi ablam yüzünde anlık bir gülümseme oluşurken. Beynim beni uyumaya iterken bedenim beynimin isteğini anında yerine getirip dizlerimin üstüne düşmeme sebep oldu. Yüzümdeki gülümseme solarken ablamın korku dolu bakışları tekrar yüzünde yerini aldı ve hızla önüme çöktü.

 

"Ayla bir şeyler yap kızım!" Annemin korku dolu çığlığı kulaklarımda yankılanırken gözlerim boşluğa bakıyor, kapanmak için saniye sayıyordu.

 

"Eylül korkma iyi olacaksın" dedi ablam buz gibi ellerini yanaklarıma yerleştirirken. Gözlerim hala boşluğa bakarken ayık kalma süremin daha da azaldığını hissediyordum.

 

"Ambulans çağırın, hastaneye gidiyoruz" gözlerim kapanmaya yüz tutarken ablamın söyledikleri de ulaştı beynimdeki ses merkezine.

 

"Ne hastanesi! Boşuna mı okuyup doktor oldun sen!" Babamın sesini bu diyalogta ilk kez duyarken gözlerim de kapandı. Ablam sinirle ellerini yanaklarımdan ayırırken yanımdan kalktığını hissettim. Tam o anda savunmasız kalan başım odamın sert zeminini bulurken tek dileğim bilincimin beni bırakıp gitmesiydi. Beklediğim gibi olmadı, bilincim bile bana ders vermeye kalkıyordu sanki. Bilincim bile 'Rüzgar gibi terk etmem seni' diyordu. Dudağım acıyla yana doğru kıvrıldı.

 

"Hastaneye gitmemiz lazım baba, görmüyor musun kızın halini" bakışlarını üzerimde hissettiğimde dahi açılmadı gözlerim inatla. Kendimi o kadar yorgun ve tükenmiş hissediyordum ki, onu bir daha göremeyeceğimden o kadar korkuyordum ki, beynim bu ihtimallerle o kadar doluydu ki... Bedenim yerden yavaşça havalanırken bir elin elbisemin koluma kayan askısını omzuma çıkardığını hissettim. Bu annem olmalıydı. Başım beni kolları arasında tutan adamın göğsüne kaydığında kokusundan anladığım kadarıyla bu babamdı. Üstüme örtülen ince örtünün verdiği sıcaklığı hissedene kadar bedenimin titrediğini bile fark etmemiştim. Emindim ki beni ısıtan bu kolların sahibi ablamdı. Bilincim beni yavaş yavaş terk ederken son hissettiğim şey esen sert rüzgarın bedenimi ürpertmesiydi.

 

*****

 

"Bedeninde tıbbi bir hasar yok. Bunu Ayla Hanım da bizzat benimle birlikte gördü. Ama anlattıklarınıza bakılırsa psikolojik sorunları olması çok yüksek bir ihtimal. Bugün hastanemizde misafir edeceğiz. Yarına ise hastanemizin en iyi psikiyatristlerinden birine randevu ayarladık."Duyduğum sesler beynime bilincimin açıldığı sinyallerini verirken kendimi ilk defa bu kadar bitkin hissediyordum. Gözlerimi açmak ve açmamak arasında gidip gelirken babamın sesiyle düşüncelerimi bir kenara atıp söyleyeceklerine odaklandım.

 

"Kızım bana sormadan psikiyatriste randevu mu aldın!" diyordu yüksek çıkmamasına gayret ettiği ama bir o kadar da sinirli sesi ile. Buydu işte... Sözde beni, bizi, ailesini çok seven. Bizim için milyonlarını harcamaktan çekinmeyen babam sevgiyi maddi harcamalara dayandırıyordu. Bugün, şuan, şunları söylerken içinden 'acaba şu duyar mı? Acaba bu öğrenir mi?' dediğini o kadar iyi biliyordum ki.

 

"İzin almadım çünkü kardeşim o psikiyatriste gidecek" dedi ablam ise üstüne basa basa. Ablam da buydu. Gerçek sandıklarını, ya da benim gerçek sandıklarımı yüzüme her ne kadar vursa da beni en çok düşünen oydu belki de, hatta annemden bile çok.

 

"Hastanedeyiz, lütfen sesinizi alçaltın" dedi annem ise. Her zaman ablam ve babam arasında kalan, babamın parasını, ablamın hırçınlığından daha çok önemseyen ama kızlarından manevi desteklerini de hiçbir zaman esirgemeyen bir kadındı. Tamam belki de bazen...

 

"Abla" gözlerim aralanmadan öce dudaklarım aralanırken bütün bakışların bana döndüğünü biliyordum. Sağ gözümün bir el tarafından açılması ile ablamın kahve gözleri görüş açıma girerken bir an filmlerde adı geçen o beyaz ışığı gördüğümü sandım ve gözümü sıkıca kapattım.

 

"Eylül rahat dur, gözlerini kontrol etmeye çalışıyorum" dedi ablam doktor edasına bürünüp. Ablamın soğuk ellerini hissettiğimde başımı sağa doğru çevirirken huzursuzca kaşlarımı çattım.

 

"Sen benim gözlerimi kontrol edeceğine önce kanını kontrol et, buz gibisin"

 

"Ha ha ha çok komik. Ayıldın sen belli. Aç gözlerini" dedi ablam elini yanağımdan çekip geri çekilirken. Gözlerimi yavaşça açtığımda görüş açıma giren pencereyle havanın hala karanlık olduğunu gördüm. Daha sonra ise bana merakla bakan aileme döndü bakışlarım. Vereceğim tepkiyi, söyleyeceğim şeyleri merak ediyorlardı. Belki de iyi olup olmadığımı...

 

"İyiyim" dedim. Zihnim hafızamı yoklarken neden burada olduğumu da sorgulamıyor değildim. Sahi neler olmuştu? Neydi bu kadar halsizleşmeme sebep olan şey?

 

"Abla" dedim. Ablam bana bakarken devam ettim konuşmama. "Biz neden buradayız?" dedim merakla. Ablamın kaşları anında çatılırken yüzüme doğru eğilip gözlerimi kontrol etti.

 

"Eylül, hatırlamıyor musun?" dedi geri çekilerek. Zihnimi bir kez daha rahatsız edip hafızamın kapılarını açtım. Hafızamın içinde koşar adımlarla bir oraya, bir buraya giderken hatırladığım son şeyin bir çocuğun kolumdaki saati hediye ettiği an olduğunu fark ettim. Öyle olması normal değil miydi zaten? Sonra ne olmuştu ki?

 

"Sen koluma bu saati takıyordun" dedim. Annemin telaşlı bakışlarıyla karşılaştığımda ablamın da ona döndüğünü fark ettim. Onu sakinleştirir gibi elini tutuyordu.

 

"Sonra hizmetlilerin biri elindeki tepsiyi yere düşürdü, sen de o sırada oradan geçiyordun, camlara bastın ve yere düştün." Diye devam etti ablam. "Hatırlamaman normal, başını çarptın düşerken" diye ekledi. Annem olumlu anlamda başını sallarken kaşlarımı çattım. O zaman psikiyatrist neyin nesiydi? Ya da doktorun söyledikleri.

 

"Peki ya psikiyatrist neyin nesi?" dediğim sırada bakışları annemden ayrılıp beni buldu. Bana durumu zorlaştırıyormuşum gibi bir bakış attıktan sonra derin bir nefes aldı.

 

"Rüzgar konusu" dedi. O an aklıma gelen Rüzgar ile onu ne kadar çok özlediğimi fark ettim. "Belki tanımadığın birine anlatsan iyi hissedersin" diye devam etti. Ardından konuyu geçiştirmek istercesine annemle babama döndü.

 

"Siz eve gidin, ben Eylül'ün yanında kalacağım."

 

"Ama kızım"

 

"Anne"dedi ablam annemin kolunu tutarak. "Benim kalmam daha iyi olur."

 

"Tamam kızım ama bize de haber ver" dedi babam ve annemin kolunu tutarak hastane odasından çıkardı. Kapı kapandıktan sonra ablam rahat bir nefes verip yatağımın yanındaki koltuğa oturdu.

 

"Bir an hiç gitmeyecekler sandım" diye mırıldandı kendi kendine. Gözlerim odanın saatine takıldığında saatin sabahın beşine geldiğini gördüm. Bu da benim yaklaşık 6 saat uyuyor olduğumun göstergesiydi. Buna rağmen gözlerim bir kapanıyor, bir açılıyordu. Ortamda oluşa kısa süreli sessizliği ablamın ince sesi bozarken bakışlarım ablamın kahve gözlerini buldu.

 

"Acıktın mı? Canın bir şey istiyor mu?" Midemin guruldamasına rağmen bir şeyler yiyecek durumda olmadığımı fark ettiğimde başımı olumsuz anlamda sağa sola salladım.

 

"Midenin sesini duyuyorum küçük tavşan. Bekle beni sana havuç almaya gidiyorum" dedi ablam ve gülerek kalktı koltuktan. Benim de dudaklarım sağa doğru kıvrılırken ablam odadan çıkmadan önce bana keskin bir bakış atıp gülümsedi ve odadan çıkıp kapıyı arkasından kapattı. Kendimle baş başa kalmıştım nihayet. En sevdiğim anlardı kendimle baş başa kaldığım anlar. Çünkü Rüzgar genelde tek başıma olduğum anlarda gelirdi yanıma, ve emidim hastaneye beni görmeye gelecekti. Bekledim... bekledim... bekledim...

 

Gözlerimi yavaşça araladığımda beklerken uyuyakaldığımı fark etmem uzun sürmemişti. Ablam yanımdaki koltukta uyuklarken gözlerim duvardaki saate kaydı. Saat sekizi bile geçmişti. Üç saatten fazla uyumuştum ve o gelmemişti. Gelseydi hissederdim değil mi? Gözlerimi hayal kırıklığıyla yemek masasının üstünde duran tepsiye dikerken kapının arkasından gelen ses ile irkilip bakışlarımı kapıya çevirdim.

 

"Girebilir miyim?" tanımadığım kadın sesi kapının arkasından seslenirken aynı zamanda kapıya vurmasıyla ablamın sıçrayarak uyandığını gördüm. Gözleri duvardaki saate kaydığında telaşla ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdü ve kapıyı açtı. Üzerinde beyaz doktor önlüğü bulunan, bu hastanede daha önce hiç görmediğim kadın gülümseyerek içeri girerken kaşlarımı çattığımı dahi fark etmemiştim.

 

"Mesaim başlamadan uğrayayım dedim tatlım, geçmiş olsun sorun ne?"

 

"Ufak bir kaza" dedi ablam kapıyı kapatıp yanıma gelirken. Sonra devam etti konuşmasına. "Tanıştırayım, kız kardeşim Eylül ve Uzman Psikiyatrist Seda Balkan" adının Seda olduğunu öğrendiğim, en fazla otuzlu yaşlarda olan doktor bana tatlıca gülümserken yanıma kadar gelip elini uzattı.

 

"Memnun oldum tatlım" uzattığı elini sıktığımda çatılan kaşlarım yerini küçük bir tebessüme bıraktı. Neden olduğunu anlamadığım bir şekilde bu kadına karşı iyi şeyler hissetmeye başlamıştım. Kimseye kolay kolay güvenmeyen, kimseyi kolay kolay sevmeyen ben bu kadına fazlaca ısınmıştım. Kadın benim psikolojimle oynamıştı.

 

"Aslına bakarsan biz de bugün sana gelecektik. Randevu almıştık" dedi ablam. O an ablam ile babamın gece ben uyanmadan önce konuştukları geldi aklıma.

 

"Aaa neden?" dedi Seda Hanım şaşkınca yüzüme bakarak.

 

"Eylül'ün tanımadığı biriyle dertleşmesi gereken konular var" dedi ablam. Sanki dün 18 yaşıma girmemiş gibi davranmasına sinir olurken net bir şekilde 'psikolojisi bozuk' dememesi beni hala kırılgan gördüğünün göstergesiydi. Konuşmaya atlayamayacak kadar yorgun olduğumu fark ettiğimde sessiz kalmayı tercih edip ablam ile Seda Hanım'ı dinlemeye devam ettim.

 

"Peki, siz hiç yorulmayın ben gelmişken seansımızı burada yapalım" dedi Seda Hanım. Ablam hiç şaşırmamıştı, hatta bu teklifi bekliyor gibiydi. Bir ara bana bakıp gülümsedi ve sonradan doktoru kolundan tutup kapıya doğru sürüklemeye başladı. Odadan çıkıp kapıyı kapatırlarken sıkıntılı bir iç çekip tavana diktim bakışlarımı. Saniyeler saniyeleri, dakikalar dakikaları kovalarken Rüzgar'ın hala gelmemiş olması içime doğan sıkıntının da büyümesine sebep oluyordu.

 

Kapının açılmasıyla bakışlarım kapıyı bulurken Seda Hanım odaya girip kapıyı kapattı. Ablam yoktu, büyük ihtimalle seans başlamıştı. Derin bir nefes aldım ve karşılaşacağım şeyleri merakla ve isteksizce beklemeye başladım. Kadın yatağın yanındaki koltuğa otururken çantasını çıkarıp içinden büyük bir not deferi ve tükenmez bir kalem çıkarıp defterin boş bir sayfasını açtı. Bakışları beni bulurken anında gülümsedi ama ben o kadar gergindim ki gülümsemeyi unutmuş, ellerimi üstümdeki çarşafa bastırmıştım.

 

"Eylül Yılmaz" dedi kadın defterine bir şeyler karalamaya başlarken. "Ablan bana biraz durumundan bahsetti" dedi ve kalemin kapağını kapatıp bana döndü. "Bana karşı rahat olmanı istiyorum tatlım. Beni bir doktor gibi değil, sıradan tanımadığın bir insan gibi gör. Ya da rahat edeceksen ablan olarak. Söz veriyorum burada konuştuklarımız aramızda kalacak." Rüzgar yanımda olsaydı ya şimdi, tutsaydım elini, güç alsaydım ondan...

 

"Bana Rüzgar'ı anlatır mısın tatlım?" dedi merakla. Onun ismini başka birinin sesinden duymak tüylerimi ürpertirken derin bir nefes aldım. Yıllar önce anneme, ablama ve babama anlattığım Rüzgar'ı zevkle bir başkasına daha anlatabilirdim. Onu milyon kez daha anlatabilirdim. Onu anlatmak çok hoşuma gidiyordu.

 

"Rüzgar" dedim. İsmi dudaklarımdan dökülürken dudaklarımda oluşan tebessümle devam ettim anlatmaya. "Rüzgar'ın gözleri çok güzel... O hayatımda gördüğüm en güzel gözlere sahip insan. İçinde her tonu barındıran ela gözlere sahip. Ben onun gözlerini çok özledim, ben onu çok özledim" dedim ve yüzümdeki tebessümün donduğunu hissettim.

 

"Onu en son ne zaman gördün?" dedi kadın defterine notlar alırken.

 

"Onu en son dün doğum günümde gördüm. 3 hafta önce de tek başıma sallandığım parkta"

 

"Peki doğum gününde ne yaptı? Nasıl gördün onu?" aklım doğum günüme giderken tekrar tebessüm ettim. Bakışlarım pencerenin ardındaki aydınlığı bulurken huzurla devam ettim anlatmaya.

 

"Ben tam gelmeyeceğini düşündüğüm sırada yanımda bitiverdi. Kulağıma beni odamda bekleyeceğini fısıldadı. Sonra da gitti. Ben odama çıkamadan ayağımı yaralayıp düşmüşüm, sonra da buraya getirilmişim. Kim bilir ne kadar beklemiştir." Onu görmek için elimde olan şansı kullanamadığım için hayal kırıklığına uğrarken bakışlarım pencereden ayrılıp doktoru buldu.

 

"Peki onunla ilk tanıştığınız anı anlatır mısın?" dedi. Bu soru hoşuma gitmişti işte. En çok bu anıyı anlatmaktan zevk alırdım.

 

"Onunla 8 yıl önce tanıştık. 10 yaşındaydım. Babam bana o zamanlar yaş günü hediyesi olarak en çok istediğim iki oyuncak bebeği almıştı. Ben onlara asla oyuncak gözüyle bakmadım. Biri mavi gözlü, kumral saçlı bir kız iken diğeri içinde her tonu bulunduran gözleri ile siyah saçlı bir erkekti. Birinin ismini Eylül koydum diğerinin Rüzgar." Seda Hanım defterine notlar alırken duraksamamla bana baktı. Devam ettim anlatmaya.

 

"Sonra bir masalın içinde buldum kendimi. Eylül Rüzgar'a aşıktı, Rüzgar Eylül'e. Çocuk aklımla oynuyordum işte. Sonra bu hikayeyi önce anneme anlattım, sonra ablama, en son babama. O kadar heyecanla anlattım ki, o kadar mutluydum ki annem ve babamın verdiği cevap beni içime kapanmaya itti." Gözlerimin bir anda yandığını hissederken doktor kaşlarını çatmış devam etmemi bekliyordu.

 

"Ne dediler?"

 

"Bu anlattıklarım saçma hayallerden ibaretmiş, böyle yaparak çocukluğumu mahvediyor, gençliğimin mahvolmasına da zemin hazırlıyormuşum. Yaşıtlarım gibi bale ve piyano kurslarına gitmek yerine saçma sapan masallar kuruyormuşum. O gün babam Eylül ve Rüzgar'ı zorla çekip aldı ellerimden. Camdan dışarı fırlattı. O zamanlar 10 katlı yüksek bir binanın 10. Katında oturuyorduk." Sol gözümden yanağıma doğru süzülen yaşı silerek devam ettim anlatmaya.

 

"O gün 6 saat boyunca aradım onları sokaklarda. Ama bulamadım. O sokaktan her geçtiğimde yollara bakarak yürürdüm. Hala da oralara yolum düştüğünde etrafıma bakınarak yürüyorum, olur da bulurum diye."

 

"Peki Rüzgar nasıl girdi hayatına?" gözlerimden süzülen diğer yaşları da elimin tersiyle silerken yüzüme geniş bir tebessüm yerleşti.

 

"O gün aramaktan bitap düşmüş bir halde evimizin önündeki site parkının boş salıncağına bıraktım kendimi. O kadar yorgun düşmüşüm ki gözlerim kapanmış, uyumuşum. Beni onun sesi uyandırdı. Çok iyi hatırlıyorum 'Yanına oturabilir miyim?' demişti. Gözlerimi açtığımda gördüğüm gözler o kadar tanıdıktı ki başımı sallamaktan başka çarem yoktu. Sonra isminin Rüzgar olduğunu öğrendim ve ikinci büyük şokumu yaşadım. Onu bana Allah göndermişti sanki. Sonra her gün aynı saatte o parkta buluşup oynamaya başladık. O günden bu güne hiç ayrılmadık, hiç bırakmadı beni"

 

"Peki hiç dokundun mu ona? Ya da sarıldın mı?" hafızam beni o güne götürürken başımı olumlu anlamda salladım.

 

"Sadece o gün dokundum, daha doğrusu dokundu. Gözlerimdeki yaşları silmek için. Sonraki günlerde ne zaman dokunmaya kalksam kaçtı benden, hala kaçıyor anlam veremiyorum"

 

"Peki tatlım, bugünkü seansımızın sonuna geldik. Haftaya tekrar konuşalım, umarım rahatlayabilmişsindir." Dedi ve ayağa kalktı kadın.

 

"Teşekkür ederim" dedim. Bana son kez gülümsedikten sonra çıktı odadan ve hemen ardından ablam girdi odaya.

 

"Nasıl geçti?" dedi gülümseyerek yanıma gelirken.

 

"Güzeldi" dedim ben de. Ablamın oturmasına fırsat vermeyen kapı açılırken kaşlarım çatıldı. Doktor önlüğüyle kapının arkasında duran adam endişeyle nefes nefese girmişti içeriye.

 

"Ayla Mehmet Bey'in durumu kötüleşti. Ameliyata aldılar, acele etsen iyi edersin" dedi ve geldiği gibi ışık hızıyla çıktı odadan. Ablam endişeyle kalkarken bana döndü.

 

"Acilen ameliyata girmem lazım kuzum, sen yat dinlen tamam mı? En geç 3 saate buradayım" dedi ve çıktı odadan. Odanın bir anda sessizleşmesiyle neye uğradığımı şaşırırken bakışlarım pencerenin ardındaki ağaca konan güvercine takıldı. Kolumdaki serumun bitmesinden ve iğnenin daha önceden çıkarılmış olmasından faydalanarak üzerimdeki örtüyü itip çıplak ayaklarımı hastanenin soğuk fayansıyla buluşturdum. Ayaklarıma sarılan sargı bezleri de dikkatimden kaçmamıştı. Ayaklarımın üzerinde doğrulurken hafifçe sızlamasına rağmen büyük bir acı hissetmiyordum. Yürüyebilecek durumda olduğumu anladığımda yavaş yavaş pencereye doğru ilerledim. Beni yatağa o kadar sıkı bağlamışlardı ki kalkmayacağımı düşünerek terlik bile bırakmamışlardı. Üzerimde hala dün akşam giydiğim siyah elbisem vardı. Pencerenin önünde durduğumda hava almamın iyi geleceğini düşünerek pencereyi açtım ve dün akşam hissettiğim sert rüzgarın içimi ürpertmesine izin verdim.

 

"Üşüyeceksin" duyduğum tanıdık ses nefes almak için açtığım pencerenin önünde nefesimi keserken savsak adımlarla arkama döndüm ve onun güzel gözleriyle karşılaştım. Dudaklarım benden bağımsız yana kıvrılırken gözlerimin yıldız gibi parladığına yemin edebilirdim.

 

"Rüzgar " dedim fısıltı gibi çıkan sesimle.

 

"Benimle gelir misin?" dedi her zamanki tok sesiyle.

 

"Ne?"

 

"Seni hastaneden kaçıracağım, benimle gelir misin?"

 

*****

 

Teşekkürler

 

Berf

 

 

Loading...
0%