@mrs_marsmellov
|
Bir varmış, bir yokmuş... Bütün destansı masallar böyle başlar değil mi? Önce bir varmış derler, birileri var olur, o birilerinin masalları var olur. O masallar yaşamlarını sürdürdükçe büyür, büyür ve o birileri fark etmeden kendilerini birbirlerinin masallarının içinde bulurlar. Masallar değildir artık onun adı, masaldır. O birilerinin tek bir masalı vardır artık. Ne yaparlarsa yapsınlar o masalın içinden çıkamazlar. Sonu olmayan bir labirentte hararetle çıkışı ararken kah yakınlaşır, kah uzaklaşırlar ama asla o masalın içinden çıkamazlar. Sonra bir yokmuş derler ve açılır labirentin kapıları. O destansı masal, o zorlu masal bir saniyede yok oluverir. Ne o birileri kalmıştır geriye, ne de o birilerinin masalları. O an anlarlar, o labirentte çıkışı bulmak için geçirdikleri zaman, labirentin çıkışında hissettikleri yokluktan daha değerli olmuştur. Ve o an anlarlar bu yok oluşun artık geri dönüşü yoktur. Destansı masal masallığını yitirip destan olarak kalmıştır ve hep öyle kalacaktır... Benim masalım da böyle başladı. Bir varmış, bir yokmuş dedim kendi kendime. Sonra anneme, sonra ablama, en son babama. Bir varmış, bir yokmuş... En uzak ama en renkli gezegenlerin birinde o yaşarmış. Siyaha kaçan kahve, önlere doğru uzun saçları ; buğday ama beyaza kaçan bebeksi teni ; içinde hem derin masmavi denizleri, hem dipsiz bucaksız yemyeşil ormanları, hem de en soğuk kayaları ve en sıcak ateşleri barındıran ela gözleri ile dünyanın en yumuşak ve en sıcak kalbini taşıyan o yaşarmış. Ama bir fark varmış, o sadece benim hayallerimde yaşarmış... ***** "Rüzgar" dedim. İsmi dudaklarımdan dökülürken dudaklarımda oluşan tebessümle devam ettim anlatmaya. "Rüzgar'ın gözleri çok güzel... O hayatımda gördüğüm en güzel gözlere sahip insan. İçinde her tonu barındıran ela gözlere sahip. Ben onun gözlerini çok özledim, ben onu çok özledim" dedim ve yüzümdeki tebessümün donduğunu hissettim. "Onu en son ne zaman gördün?" dedi kadın defterine notlar alırken. "Onu en son dün doğum günümde gördüm. 3 hafta önce de tek başıma sallandığım parkta" "Peki doğum gününde ne yaptı? Nasıl gördün onu?" aklım doğum günüme giderken tekrar tebessüm ettim. Bakışlarım pencerenin ardındaki aydınlığı bulurken huzurla devam ettim anlatmaya. "Ben tam gelmeyeceğini düşündüğüm sırada yanımda bitiverdi. Kulağıma beni odamda bekleyeceğini fısıldadı. Sonra da gitti. Ben odama çıkamadan ayağımı yaralayıp düşmüşüm, sonra da buraya getirilmişim. Kim bilir ne kadar beklemiştir." Onu görmek için elimde olan şansı kullanamadığım için hayal kırıklığına uğrarken bakışlarım pencereden ayrılıp doktoru buldu. "Peki onunla ilk tanıştığınız anı anlatır mısın?" dedi. Bu soru hoşuma gitmişti işte. En çok bu anıyı anlatmaktan zevk alırdım. "Onunla 8 yıl önce tanıştık. 10 yaşındaydım. Babam bana o zamanlar yaş günü hediyesi olarak en çok istediğim iki oyuncak bebeği almıştı. Ben onlara asla oyuncak gözüyle bakmadım. Biri mavi gözlü, kumral saçlı bir kız iken diğeri içinde her tonu bulunduran gözleri ile siyah saçlı bir erkekti. Birinin ismini Eylül koydum diğerinin Rüzgar." Seda Hanım defterine notlar alırken duraksamamla bana baktı. Devam ettim anlatmaya. "Sonra bir masalın içinde buldum kendimi. Eylül Rüzgar'a aşıktı, Rüzgar Eylül'e. Çocuk aklımla oynuyordum işte. Sonra bu hikayeyi önce anneme anlattım, sonra ablama, en son babama. O kadar heyecanla anlattım ki, o kadar mutluydum ki annem ve babamın verdiği cevap beni içime kapanmaya itti." Gözlerimin bir anda yandığını hissederken doktor kaşlarını çatmış devam etmemi bekliyordu. "Ne dediler?" "Bu anlattıklarım saçma hayallerden ibaretmiş, böyle yaparak çocukluğumu mahvediyor, gençliğimin mahvolmasına da zemin hazırlıyormuşum. Yaşıtlarım gibi bale ve piyano kurslarına gitmek yerine saçma sapan masallar kuruyormuşum. O gün babam Eylül ve Rüzgar'ı zorla çekip aldı ellerimden. Camdan dışarı fırlattı. O zamanlar 10 katlı yüksek bir binanın 10. Katında oturuyorduk." Sol gözümden yanağıma doğru süzülen yaşı silerek devam ettim anlatmaya. "O gün 6 saat boyunca aradım onları sokaklarda. Ama bulamadım. O sokaktan her geçtiğimde yollara bakarak yürürdüm. Hala da oralara yolum düştüğünde etrafıma bakınarak yürüyorum, olur da bulurum diye." "Peki Rüzgar nasıl girdi hayatına?" gözlerimden süzülen diğer yaşları da elimin tersiyle silerken yüzüme geniş bir tebessüm yerleşti. "O gün aramaktan bitap düşmüş bir halde evimizin önündeki site parkının boş salıncağına bıraktım kendimi. O kadar yorgun düşmüşüm ki gözlerim kapanmış, uyumuşum. Beni onun sesi uyandırdı. Çok iyi hatırlıyorum 'Yanına oturabilir miyim?' demişti. Gözlerimi açtığımda gördüğüm gözler o kadar tanıdıktı ki başımı sallamaktan başka çarem yoktu. Sonra isminin Rüzgar olduğunu öğrendim ve ikinci büyük şokumu yaşadım. Onu bana Allah göndermişti sanki. Sonra her gün aynı saatte o parkta buluşup oynamaya başladık. O günden bu güne hiç ayrılmadık, hiç bırakmadı beni" "Peki hiç dokundun mu ona? Ya da sarıldın mı?" hafızam beni o güne götürürken başımı olumlu anlamda salladım. "Sadece o gün dokundum, daha doğrusu dokundu. Gözlerimdeki yaşları silmek için. Sonraki günlerde ne zaman dokunmaya kalksam kaçtı benden, hala kaçıyor anlam veremiyorum" ***** Destekleriniz için teşekkürler -Berf
|
0% |