Yeni Üyelik
2.
Bölüm

U.Y.B : 1.ATEŞ

@mrs_soulles

Yeni Bölüme hoş geldiniz Okurkuşlar!

Hikayeye başlama tarihinizi yorum kısmına belirtmeyi unutmayın. Bölümü okuduktan sonra rica etsem düşüncelerinizi yorum kısmına yazıp, bölümü oylamayı unutmayın. Sizin düşünceleriniz hikaye için bir motive kaynağı değerinde. Hepinize şimdiden keyifli okumalar dilerim.♥

♤1.ATEŞ♤

Adım, Aslı.

Anlamı dip ve gerçek. Aslında bu iki sözcüğü kendi hayatımla yan yana koymak kulağa hiç de mantıksız gelmiyordu. En azından ben hariç. Mantıksız gelmemenin sebebi, kimse kalın bir ilmeği boynuna geçirip, intihar etmeyi düşünen birinin aslında hayatının kocaman acı bir gerçekten ibaret olduğunu ve dibe çökmüşlüğün psikolojik olarak yıpranmasının ne demek olduğu konusunda en ufak fikir sahibi olmayışını doğal olarak karşılıyordum. Evet, intihar etmeyi düşünmüştüm ve bunu denemiştim. Ama sonucunda becerememiştim. En azından bana hayat veren varlığa bunu yapamamıştım.

Bu hayatta herkesin hak edipte, benim hakketmediğim ne vardı? Şefkat, sevgi veya merhamet? Size hayat veren varlık size bunu aşılayıp da, nefes aldıran varlığın yokluğu karşısında bu üç sözcük benim için bir anlam ifade etmiyordu ya da bu üç sihirli sözcüğü yanıma yakıştırmak içimden gelmiyordu. Hem karamsar hem de hayattan bezmiş bir gençtim. Genç mi dedim ben? Pardon lafımı düzeltmem gerekirse bedenen on sekiz ruhen doksan yaşındaki bir yaşlıdan farkım yoktu. Hayatın en acı tecrübesini doğar doğmaz tatmıştım.

Benim hikayem özel bir hastanenin doğumhanesinde başladı. Babamın anlattığına göre bir ay eksik doğmuş olup, akciğerlerim gelişmediği için belli bir süre küvezde kalmışım. Doğar doğmaz mosmor olan küçük bedenimi doktorların ellerine verdikleri zaman annem ise zorlu bir doğum olduğu için o hasta odasına alınırken ben annemin kokusunu ve tenini bile hissedemeden küveze koymuşlar. Tabi ilk başta annem ve babam bu doğum için başta kaygılı bir şekilde kabullenmiş. Bunun nedeni eğer yaşasaydı benden iki yaş büyük olacak abimi kaybedişini atlatamadıkları için doğum süreci boyunca panik ve korku içinde beklemişler. Asıl hikayem benim hastaneden taburcu olacağım gün yaşanmış. Annemin tuhaf bir şekilde kayboluşu ve bir daha haber alınamamasıydı. Tam yirmi yıl geçti ortada ne annem vardı ne de cansız bedeni. Çocukken kafamda kurduğum tek cümle acaba bizi terk mi etmişti?

Bu kafamda kurduğum bir saçmalıktan ibaretti. Babam her zaman annemin bir çocuğunun olmasını istediğini anlatmıştı. Fakat doktorlar anneme bir çocuk dünyaya getiremeyeceğini ve çocuk doğsa bile yaşayamayacağını söylemiş olsalar bile annemin bu çocuğu aldırmadığını anlattı. Abim yedi aylıkken anne karnında gelişimi yavaşladığı için doğar doğmaz benim gibi küveze koymuşlar. Fakat doğduktan birkaç sonra ölmüş.

Doktorların dediğine göre annemde Endometriozis adında gebeliği zorlaştıran bir hastalığı olduğunu söylemişler. Bu hastalığın bir tedavisi olmadığı için abimin doğumundan sonra hastane de yatırılmış. Ta ki bu hastalık üzerine annemin bana hamile olduğunu öğreninceye kadar Babam başta aldırma isteğini anneme iletmiş fakat annem aldırmayıp bu riski göze almış. Gebelik dönemi boyunca serum ve ağrı kesicilerle ayakta durmaya çalışan annem, benden hiçbir zaman vazgeçmemiş.

Bu iki zorlu doğumun ardından anneme doktorların söylediği ilk kelime şu olmuş.

Mucize.

Bu zorlu hastalık sonucunda benim doğmam anneme ve doktorlara bir mucizeydi. Bana ise bir kabusun başlangıcıydı.

Gözlerimi açar açmaz bakışlarımı komodinin üzerinde duran saate çevirdim. Saat sabahın yedisiydi ve kış olduğu için her yer kapkaranlıktı. Üzerimdeki yorganı yatağın diğer tarafına atıp, yatakta oturur pozisyona geçtim. Pencereden içeriye yansıyan sokak lambasının loş ışığı çalışma masamın üzerinde duran annemin fotoğrafının olduğu çerçeveye yansıyordu. Buruk bir şekilde gülümsedim.

Ayaklarımı yerle temas ettirdiğimde komodinin üzerinde her zaman bulundurduğum su şişemin boş olduğunu fark ettim. Şişeyi alıp yalın ayaklarımla merdivenlerden parmak uçlarımla inerken oturma odasından loş bir ışık mutfak kapısına yansıdığını gördüğümde kafamı hafifçe uzatarak oturma odasında düşünceli bir şekilde oturan babama baktım.

 

Eve geldiğimizden bu zamana kadar hiç uyumamış olmalıydı. Halalarım ve babam tarafından yine sağlam bir konuşma seansından geçmiştim. Bu elimde olan bir şey değildi. Bazen nefes almak bile ciğerlerimi acıtıyordu. Annemi tanımıyordum ve ben bu yükün ağırlığını küçüklüğümden beri taşıyordum. Nasıl olur da hemen unutabilirim? İnsanların ne kadar acımasız olduklarını çocukken bana karşı söylenenlerle anlayabiliyordum.

Bu da annesi de annesi.

Ölmüşse ne yapalım?

Bunun gibi acımasız ve daha bir çok yürek parçalayıcı atıflar. İnsanlardan midem bulanıyordu. Ne kadar acımasız olduklarını ve alaycı bakışlarını hiçbir zaman unutamıyordum. Parmak uçlarıma basarak mutfağa girdim. Babam ile yüz yüze gelmek istemiyordu. Yeterince zaten onu yormuş ve üzmüştüm, daha fazla onu uğraştırmamak için su şişemi doldurup tekrar yatağa girmek istiyordum. Musluğu yavaşça açıp şişemin doluşunu izlediğim sırada;

Bir bardakta bana doldurur musun?" Demesiyle arkamı dönüp babama baktım. Yanıma yaklaştı ve elimi alnıma götürdü.

"Ateşin düşmüş." Diyerek mavi gözleriyle elindeki bardağa bakarak, "Uyku tutmadı seni sanırım." bakışlarımı ondan kaçırdım. Elindeki bardağı bana uzatarak, "Beni de uyku tutmadı ama seninle konuşmak istiyorum." Dedi. Elindeki bardağı alıp, su doldurdum. Kendi şişemin kapağını kapatıp tezgahın üzerine koydum. Su dolu bardağı babama uzatıp, tezgahtaki şişemi alıp, babama dönerek, "şuan konuşmak istemiyorum ve anlatacağım hiçbir şey yok." Yanından ayrılırken kırgın bir ses tonuyla;

 

"Ben kızımı böyle görmek istemiyorum. Ben o küçücükken gülerek eve neşe getiren o kızımı istiyorum." Dediğinde nefesimi sıkıntılı bir şekilde verdim. Hızlı adımlarla odama çıkıp kapıyı kapattım ve yere çöktüm ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Bir elimle ağzımı kapatarak sesimi bastırmaya çalıştım. Kurumuş boğazım düğümlenmiş , öksürsem ciğerlerim yerimden çıkacak gibiydi. Gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim.

 

O küçük kız çocuğu öldü. Ruhunu ve bedenini öldürdüler baba.

 

Bu fani dünyada kimi insanlar için mutluluk yoktur, Çünkü onlar için sadece güçlü olmak bir zorunluluktu, Ben güçlü biri değildim. Ürkek bir ceylandan farkım yoktu. Eğer güçlü biri olsaydım intihar etmezdim. Çocukken bir şey bilmeden, sorgulamadan hayatın asıl acımasızlığını öğrenmemek elbet bir nevi mutlu ediyordu. Derin bir nefes aldım, ciğerlerimdeki nefes bile canımı acıtıyordu. Kafamı kapıya yasladım.

 

Odamın içini dolduran loş ışığa baktım. Gözümde bir damla uyku yoktu.

 

Uyursam geçebilirdi belki bu olumsuzluklar. Uyku da acılardan kaçış yöntemi değil miydi? Derin bir şekilde yutkunurken boğazım acıyordu. Sanırım yağmurlu gece ve soğuk rüzgar acısını benden hastalıkla çıkaracak gibiydi.

 

Ayağa kalktım ve yanağımdan aşağı akan gözyaşlarımı silip yatağımın üzerine oturdum. Çalışma masamın üzerinde duran annemin fotoğrafına baktım. Onu bulmak istiyordum, canlı veya cansız. Bu belirsizlik benim içimi öldürmeye yetiyordu. Başımı yastığıma koyup, üzerime yorganı çektim. Tam o sırada odamın kapısı açıldı, hemen ani bir refleksle gözlerimi kapattım.

 

Odama giren babam olduğunu bildiğimden uyur gibi yapmaya karar verdim. Ona dargın veya küs değildim, zaten ona böyle davranmaya hakkım yoktu. Sadece konuşacak halim yoktu. Konuşsam ne anlatacaktım ki? Yine her sene olduğu gibi doğum günümü kutlamayı sevmiyordum.

 

Bu gerçeği öğrendiğimde sekiz yaşında bir çocuktum ve bunu idrak edemiyordum. Babam yanımdaki boşluğa oturduğunu hissettiğimde ne yapacağını merak ediyordum. Eliyle saçımı okşamaya başladığında ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Sessiz bir şekilde mırıldanarak;

 

"Annemi kaybettiğimde on beş yaşında bir çocuktum. Bize anneliği ve babalığı, babam yaptı. Annem kadar güzel yemek pişiremezdi ama yine de yapardı. Halaların ise Derya on iki, Hale ise sekiz yaşındaydı. Biliyorum sen hiç göremedin ama ben sevdiğim kadının yaşadığını biliyor ve bu inançla kendimi teselli ediyorum. O kolay kolay kendinden, benden ve senden vazgeçecek biri değil." Saçımı okşamaya devam ediyordu. O her saçımı okşadığında uykum geliyor ve sanki o acının yükü üzerimden kalkıyordu.

 

"O her daim kendini ayakta tutabilecek bir kadın. Büyükannen ve büyükbaban içinde zor. Senin annen, onların ise tek evladı. Sana söz, anneni bulacağım. Ama lütfen kendine bu acıyı çektirmeyi bırak. Seni ağlarken değil, gülerken görmek istiyorum." Bu konuşması üzerine hafif bir ses tonuyla, "Seni seviyorum baba." Dedim. Bu söylediklerim üzerine yanağıma bir öpücük kondurdu.

 

"Anlaşmamıza sevindim. İyi Uykular sana." Diyerek odamdan ayrıldı.

 

Hissetmemem gerekenlerin üzeri buz ile örtülmesi gerekirken, hissetmek istemediklerimin üzeri alev alevdi. Sabah boğazımda büyük bir yumru, başımda ise zapt edilmeyecek bir ağrı ile uyandım. Evet, yediğim soğuk havanın ceremesini acı çekerek uyandım. Birkaç saat önce soğuk beynime süzülürken şuan da ise patlamaya hazır bir yanardağ gibi kavurucu bir sıcaklığa sahipti. Biz insanoğlu gerçekten dengesiz varlıklarız. En azından ben öyleyim.

 

Soğuğu sevmeyen ben, şuan sıcaktan ve hastalığın vermiş olduğu ateşten şikayetçiydim. Kafamı yastıktan kaldıramaz bir vaziyette boş bakışlarımı tavana diktim. Bundan iki saat önceki halimden daha yorgun ve halsiz hissediyordum. Ellerimi saç diplerime götürdüğümde terliydi ve berbat haldeydim. Komodinin kenarında tutunup başımı yatak başlığına yasladım.

Her Sömestr tatilinde mutlaka hasta olur, iki veya üç gün yatağımdan çıkamazdım. Çocukluğumdan bu yana hep böyleydi. Zayıf, düşük bağışıklık sistemine sahip bir çocuktum ve dün on sekizime girmeme rağmen değişen hiçbir şey yoktu. Komodinin üzerindeki telefonumu elime alıp, ekranını açtığımda küçük halamın attığı mesajlara baktım.

Gönderen: Hale Halam

Abim hasta olduğunu söyledi.

Eğer bir şeye ihtiyacın olursa Halacığının hızır gibi yetişeceğini biliyorsun.

Mesajı okuyup telefonu komodinin üzerine bıraktım. Zar zor kendimi ayağa kaldırdığımda karşımdaki boy aynasından kendime baktım. Yüzüm bembeyazdı, çökmüş bir vaziyetteydim. Banyoya gidip, yüzümü soğuk suyla yıkadım. Bu bir nevi uyku sersemliğimi almıştı. Tekrar odama dönüp üzerime kırmızı ince bir hırka ve ayaklarıma beyaz peluş terliklerimi giyindikten sonra aşağıya indim.

"Günaydın" dedim boğuk bir ses tonuyla. Mutfaktağa girdiğimde beni karşılayan Meryem Abla'yı görmemle sallanarak yanına yaklaştım.

"Günaydın, Aslı kızım." Bana kızım diye hitap ederdi ve ben bundan hep hoşlanıyordum. En azından bana bir anne gibi hissettiriyordu. O bu evin hizmetçisinden daha çok bana küçükken bakıcılık yapmış biriydi.

"Yine enfes gözüküyor, Fakat benim bugün hiç iştahım yok. Yazık olacak." Dediğimde krep tavasının altını kapatıp, elini alnıma götürdü.

"Vural Bey ateşin olduğunu söylemişti. Ama şuan ateşin yok. Sen masaya geç, otur. Ben de sana bitki çayı yapayım." Dediğini yapıp sandalyeye oturdum ve onu izleme başladım.

 

"Miden bulanıyor mu?" diye soru sorduğunda bir elimi çenemin altına koyarak, "Biraz." diye yanıtladım, porselen fincana hazırlamış olduğu çayın içine bir şeyler kattı ve daha sonra bana baktı ve gülerek, "Bunu içtiğinde hiçbir şeyin kalmayacak." Elindeki fincanı önüme koyduğunda öne eğilerek kokladım.

 

"Bunun içinde ne var, Meryem Abla?" Diye sorduğumda gülerek, "Zencefil, ıhlamur, bal ve zerdeçal var. Çocukken hasta olduğunda bunu sana içiremezdim. Ama şimdi içebilirsin. Sonuçta kocaman kız oldun." dediğinde yüzümü ekşiterek, "Çok güzel görünüyor, keşke zerdeçal ve zencefil koymasaydın." Yanıma yaklaştı ve eliyle saçımı okşamaya başladı.

"Zencefil ve zerdeçal olmazsa bu çayın bir anlamı olmaz. İtiraz istemiyorum hepsi bitecek." Dediğinde fincanı elime alıp, çaydan bir yudum aldım. Sıcak sıvı boğazımdan aşağı akarken, yumrunun verdiği acıyı bir nebze de olsa yumuşatmıştı.

"Günaydın, Meryem Abla." Mutfak kapısından içeriye giren büyük halam, Derya'dı. Evet ben iki halaya sahip biriydim. Halam yanıma yaklaşıp, elindeki hediye kutusunu önüme koyduğunda gülümseyerek, "Doğum günü hediyen. Madem doğum gününü kutlamamıza izin vermiyorsun, en azından hediyeyi kabul etmeni isterim." Dediğinde başımı olumlu bir şekilde sallayıp, önüme koyduğu hediye kutusunu açtım. Kutuda bordo renkli, askılı bir elbise vardı.

"Teşekkür ederim hala." Dediğimde yanağımı sıkıp, "Güzel günlerde giyin, tatlım." dedi ve yanımdaki sandalyeye oturarak, kahvaltı tabağını doldurmaya başladı. Kahvaltı tabağımda duran bir dilim peyniri ağzıma atıp, yutkunacağım sırada zencefil ve zerdeçalın acı etkisi öksürmeme neden oldu.

"İyi misin? Al şu suyu iç." Halam elindeki bir bardak suyu uzattığında hemen alıp, bir yudum aldım. Bir elimle boğazımı tutarak, "Zerdeçal ve zencefil yüzünden." Dedim. Halam dudaklarını birbirine bastırıp, kafasını salladığında, "Doğum gününü kutlamak istemediğini biliyorum ama niye gidersin soğuk havada gezersin ki yine her sene olduğu gibi yine hastasın. Kahvaltını yap, doktora gidiyoruz." Dediğin kafamı olumsuz bir şekilde salladım.

"Doktorluk bir durumum yok hala."

"Ne demek yok, bembeyaz olmuşsun. Boğazındaki kocaman yumru nefes almanı bile engelliyordur. İnatçı keçi şu inadından vazgeç, doktora gidiyoruz." Israrlı konuşması üzerine nefesimi sıkıntı bir şekilde verdim. Halamla kimse baş edemezdi. Çünkü gerçekten dediğini yaptıracak otoriter bir kadındı. Babam en büyükleri olmasına rağmen o bu kadar ısrarcı değildi, en azından bazı konular hariç.

"Bu arada abim, seni yeni bir okula yazdıracağını biliyor muydun? Dediğinde kaşlarımı hafifçe çatıp, "Hayır, bilmiyorum." dedim. Babam sürekli olarak arkadaş edinmediğimden şikayetçiydi. O okuldaki moron sürüsünden bağımsız yaşamak en mantıklısıydı. Hiçbirini sevmiyordum ve ben sürekli olarak kütüphane de onlardan izole bir şekilde yaşamaktaydım.

"Yeni okul, arkadaşlar veya bir erkek arkadaş?" Evet bu konunun nereye gideceğini tahmin edebiliyordum ve halam konuşmadan önce hızla harekete geçtim. "Bir erkek arkadaş istemiyorum." Evet, bunu kesinlikle istemiyordum.

 

"Büyük konuşma, senin yaşındayken bir erkek arkadaşım vardı." Dediğinde gülerek, "Aynen üniversitenin ikinci yılında evlendin ve hayatının aşkını bulduğunu umdun. Şuan boşanma sürecinden geçiyorsun." Dediğimde ağzını fermuar yapıp, tabağına döndü.

 

"Evet, bazen hayatımızın aşkını bulduğumuz, hayatımızın hatası olabiliyor." Bu konuşması üzerine başımı iki yana salladım. Halam on dokuz yaşında evlenmiş, babam ise bir abi olarak halama ilk söylediği şey "Bu çocuğu gözüm hiç tutmadı." Olmuş. Üstelik şuanda benden küçük bir de kuzenim var.

"Beren dün akşam gitti değil mi?"

"Evet, Erdinç ile gitti." Erdinç halamın eşiydi. O da halam gibiotoriter biriydi. İki otoriterin evlenmesi sonucunda onlara karşı savaş açmış bir de küçük bir kız çocukları vardı. Uzun lafın kısası evlilik denilen müesses sadece aşk ile ayakta durulabilecek bir şey olmadığını az çok halalarım tarafından şahit olmuştum.

Küçük halam ise evlenip altı ay sonra boşanmış birisiydi.

"Uzun lafın kısası diyeceğim şu ki ne kadar büyük konuşursan o şey daima seni bulur." Dediğinde hafif bir şekilde sırıtıp, masadan kalktım. "Hediye için teşekkür ederim." Diyerek odama çıktım. Kapıyı kapatıp, üzerimdeki hırkayı yatağımın üzerine bırakıp, açık olan pencerenin önüne gittim. Hayatım ve hayatımdaki insanlar tuhaftı ama güzeldi. Aralarında tek net olmayan varlık ben olabilirdim.

Şimdi ise yeni bir okul. Babamın sürekli okulumun değiştirmesine anlam veremiyordum. Madem arkadaşım olmuyor bırak öyle kalsın. Bu dünyaya bir aile tarafından geliyorsun ama bu senin yalnız başına olmadığın anlamına gelmiyordu. Okul değiştirsem de tıpkı yaşımın büyüdüğü gibi bir değişiklik olmadığını artık kabullenmiştim. Belki bir nebze de olsa hayatımdaki bazı şeylerin on sekiz yaşıma girmemle değişebilirdi.

Ama bir erkek arkadaş edinmek konusunda ne desem boştu. Kim benim gibi biriyle olmak ister ki ben bu yaşıma kadar izole bir hayat yaşamıştım. Şimdi ise birini, birilerini hayatıma almak konusunda bir belirsizlik sendromu yaşıyordum.

Kim bilir belki de bir şeyler değişip, eskileri yakabilirdi.

BÖLÜM SONU

Bana bu bağlantılar aracılığıyla ulaşabilirsiniz.

İnstagram: aysegul_yilmazst34

Gmail: ayseguly34yilmazsgmail.com

Umarım bölümü beğenmişsinizdir.

Yorumlara düşüncelerinizi paylaşmayı unutmayınız ve Bölüme oy vermeyi unutmayınız.

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere. Sevgiyle ve sağlıcakla kalınız.♥

 

 

Loading...
0%