Yeni Üyelik
44.
Bölüm

15. Bölüm - Aşkta Cesur Olan Kazanır (Part I I)

@mrsmilagros


Şarkı -> Style - Taylor Swift

Hey sen,
Müziği başlatmayı sakın unutma ☝🏻

 

***

 

Esin'le Chris'in karşılaşmasıysa daha farklı gerçekleşmişti. Onlarınkine bir davetiye vesile olmuştu ve davetiye o kadar doğru bir zamanda Chris'in eline geçmişti ki Chris bundan daha iyisini düşünemezdi.

Günce'nin üniversite projesi kapsamında hangi galeride çalışacağı belliydi. O sanat tarihi okuyordu ve alanında geniş bir bilgi birikime sahip olmasının yanı sıra resim yeteneği de olduğundan namı yayılmış bir kuruluşa yönlendirilmesi yapılmıştı. White Walls'dı burası ve Bombay Darbar gibi yalnızca öz geçmişe bakmadığından Esin'i kabul etmişti. Bu gece de büyük bir sergiyle açılışını yapacaktı. Sergide pek tabi Esin de görevliydi ancak o geceden itibaren bir süre The Mystery Of Sound'da olmayacaklarını bilmesine rağmen Bernald Richowski sürpriz bir doğum günü partisi düzenlediğinden Esin hazırlıklara yardım etmek zorundaydı. Aksi halde işe geri döndüklerinde Bernald'ın bunun acısını ondan çıkartacağını biliyordu ve onun bitmek bilmeyen söylemlerine maruz kalmaktansa bu eziyete katlanmayı tercih ederdi.

Bu yüzden açılış saatine kadar The Mystery Of Sound'da kalmaya karar verdi ve kendini tempoya teslim etti. Ancak çok geçmemişti ki içeri girenlerden biri, birkaç gündür ortalıkta görünmeye başlayan yeni çocuk yanına gelip henüz toplayabildiği dikkatini dağıttı.

"Selam bebek."

Esin başını kaldırıp çocuğa baktığında, onun yıpranmış bir kot ceket ve bedeninin iki katı büyüklüğünde tişört giyen, sivilceli, jöle manyağı bir ergen olduğunu gördü. Elinde de bir içecek vardı ve onu yudumluyordu. Esin gözlerini devirerek tekrar işine döndü.

"Adım Jackson. Burada yeniyim," diye devam etti çocuk bardağındaki pipeti dişlerinin arasında ezerken.

Esin derin bir nefes aldı ve başını kaldırıp boş gözlerle Jackson'a baktı.

"Pekâlâ, çocuk. Ne istiyorsun?"

Jackson denen çocuk aptal bir gülümsemeyle göz kırptı ve fısıltıyla konuştu.

"Biraz takılmak?"

Esin çocuğun 1980'lerdeymiş gibi davranmasının üzerine güldü ve gözlerini kısa bir süreliğine etrafta gezdirdikten sonra tekrar çocuğa dönüp çenesiyle onu işaret etti.

"Orada dur bakalım, Jackson. Burada ne işin var? Reşit gibi görünüyorsun."

Jackson'ın yüzü bir anlığına düşse de aptal ifadesinden ödün vermeden aynı gülümsemeyle cevap verdi.

"Adım Jackson dedim. Tanıdık gelmiyor mu?"

Esin tekrar gözlerini devirdi ve bu aptal çocukla konuşmaması gerektiğini anladı. Onu tanımıyordu bile. Muhtemelen içeri sızmış ergenlerden biriydi. Güvenlik görevlilerini aramak için telefonu eline almıştı ki çocuk bileğine yapıştı.

"Hey, Hey! Ne yapıyorsun!"

"Görevlileri arıyorum,'" dedi Esin bıkkınlıkla.

"Bernald Richowski'nin çocuğuyum ben, Jackson Richowski. Tanrım!"

Jackson'ın söylediklerini önce algılayamayan Esin, bütün kavramları birleştirdiğinde kesinlikle kibar olmayan bir tepkiyle yüzünü buruşturdu.

"Ne?"

"Evet! Doğum günüm bugün. Her yerde sivilceli manyaklar var, görmüyor musun?"

Esin şaşkınlıkla açılmış dudaklarını birleştirdikten sonra etrafı dikkatlice inceledi ve Jackson'ın haklı olduğunu, bu geceki kalabalığın yaş ortalamasının çok daha düşük olduğunu fark etti.

"Bernald'ın çocuğu olduğunu bilmiyordum. Bekar gibi görünüyordu."

Çocuğun bedeni belirgin bir rahatlamayla eski haline döndü.

"Bekar denebilir. Annemle boşandılar."

Esin başını salladı ve Bernald hakkında öğrendiklerini kızlara anlatmak için beyninin bir köşesine yazdı.

"Pekâlâ Jackson, git ve arkadaşlarınla eğlen. İşimi yapmam gerekiyor, tamam mı?"

"Ne yani? Bir doğum günü hediyesi bile alamayacak mıyım, bebek?"

Esin gülmemek için kendini tuttu ve alnını ovalarken "Baksana Jackson," dedi gözlerini sır veriyormuş gibi kısarak. "Arkadaşlarını alıp alt kata gitmelisin bence. Orada daha çok eğlenebilirsiniz."

Esin alt katta Derin'in olduğunu biliyordu. O bir grup ergeni çok daha iyi idare edebilirdi. Ancak Jackson denen çocuğun hiç de gitmeye niyeti yok gibiydi. Bu yüzden aklına gelen ilk şeyi yaparak cebindeki davetiyeyi çıkartıp çocuğa uzattı.

"Al," dedi yapmacık bir gülümsemeyle. "Bir davetiye."

Davetiyeyi eline alan çocuk kâğıdı ilginç bir maddeymiş gibi incelerken gülümsemesini sabit tutmaya çalışsa da birazının kaybolduğunu görmek Esin'i güldürmüştü.

"Ne? Beğenmedin mi?" dedi dudaklarını birbirine bastırarak.

Çocuk başını salladı ve kâğıdı havaya kaldırdı.

"Şaka mı yapıyorsun? Sanatla ilgileniyor gibi mi görünüyorum?"

Esin omzunu bilmem manasında havaya kaldırdı.

"Orada çalışıyorum ve sana verebileceğim tek hediye bu, üzgünüm."

Çocuk aynı aptal sırıtışına geri dönerek parmaklarıyla jöleli saçlarını derisine yapıştırdı.

"O zaman geleceğim, bebek. Bekle beni."

Esin gülerek başını salladı ve Jackson yanından uzaklaşırken işine döndü.

***

Nihayet hazırlıklar bittiğinde vakit kaybetmeden soluğu White Walls'da aldı Esin. Vardığında sergi başlamamıştı henüz. Kızlar her dakika Esin'i arıyor ve biriyle tanışıp tanışmadığını, tanıştıysa ilk izlenimlerini ve duvarların beyaz olup olmadığını soruyorlardı. Sonunda Esin bu heyecanla yaşayamayacağını fark etti ve telefonu çantasına koyup sadece 20 dakikada bir eline almaya karar verdi.

İçeri ara sıra birileri geliyordu ancak kimse olmadığında, Esin'in yapmayı düşündüğü tek şey sergi salonuna girip tablolara bakmak oluyordu. Ancak bir köşede uslu uslu durmayı tercih etti ve başka tabloları incelemeye koyuldu.

Bir süre orada oyalandıktan sonra etraf iyice insan kaynamaya başladı ve bir anda telefonunun çalmasıyla Esin olduğu yerde zıpladı.

"Efendim?" dedi bıkkın bir ses tonuyla.

"Selam bebek. Ben Jackson," dedi telefondaki kalınlıkla incelik arasında yolunu kaybetmiş ergen erkek sesi.

"Telefonumu nereden buldun sen?" diye sordu Esin. Aklına gelen ilk şey buydu ve ne kadar anlamsız olduğunu fark etmesi uzun sürmemişti. Jackson cevap vermeye tenezzül bile etmedi.

"Aslında önemsemeyeceğini düşündüm ancak yine de belki cazibeme kapılmışsındır, kalbini filan kırarım diye arama ihtiyacı hissettim."

"Ne saçmalıyorsun?'" diye sordu Esin düz bir sesle.

"Şu galeriye gelmeyeceğim."

"Şaşırdığımı söyleyemeyeceğim doğrusu."

"Hayır! Gelmeyi düşünüyordum, cidden. Sadece bir şey oldu ve kendimi biraz suçlu hissediyorum."

"Ne oldu, Jackson?" diye sordu Esin isteksizce. "Çok vaktim yok."

"Davetiyeyi aldım ve alt kata indim, dediğin gibi. Daha sonra bir adam yanıma gelip onu kendisine vermem gerektiğini söyledi. Başta itiraz ettim, bilirsin. Doğum günü çocuğuydum ne de olsa. Daha sonra bunun mantıksız olduğunu fark ettim ve ona para karşılığında davetiyeyi satmayı önerdim. O da kabul etti."

Esin bir süre duraksadı ve kaşlarını çatarak öylece dikilmeye devam etti.

"Yani sattım," diye devam etti Jackson.

Esin hala duyduklarının manasını çözmeye çalışıyordu.

"İyi para saydı, ne yapabilirdim?"

Jackson Esin'in sessizliği karşısında ısrarla susmuyordu.

"Tanrım, kırıldın mı gerçekten?"

"Saçmalama Jackson!" dedi Esin düşüncelerini dağıtarak. Her an kendisini çağırabilirlerdi ve bu yüzden oldukça anlamsız, saçma bir konu üzerinde düşünemeyecek kadar heyecanlıydı.

O anda ismi o kadar tuhaf telaffuz edildi ki onu çağırdıkların zor anladı.

"Pekâlâ Jackson. Öncelikle o parayı sahibine iade ediyorsun çünkü sana ait olmayan bir şeyi satamazsın. Davetiyeler ödünç veriliyor. Buraya geldiğinde geri vermek zorundasın, anladın mı seni küçük dolandırıcı?"

Çocuk bir süre sessiz kaldı ve Esin onun gerçekten düşündüğünü sandı.

"Bence üzüldüğün için böyle davranıyorsun. Bak aramızda halledebiliriz."

Esin sözünü kesti.

"Elbette hayır!" Parmaklarını sinirle alnında gezdirdi ve devam etti. "Parayı iade et, Jackson."

Telefonu kapatıp çantasına koydu ve sergi kapısının önüne geçti. O anda Jackson'ın bahsettiği her şey aklından uçup gitmişti.

Tam belirtilen saatte kapıyı kendine doğru çekip içeri bir adım attı.

Beklediği onun yüreğini ağzına getirecek, korkutucu, kendisine beklentiyle bakan bir kalabalıktı ancak karşılaştığı şey pek de kalabalık sayılmayan, geniş bir salondu. Üstelik duvarları da beyaz değil, griydi. İnsanlar etrafa dağılmıştı ve her biri farklı tablolarla ilgileniyordu. Elbette, başka ne olacaktı ki? Esin de daha önce bu tür sanat galerilerine gitmişti ve hiçbirinde rehberi kapıya yığılmış bir halde hevesle beklediğini hatırlamıyordu. Aklını kaçırmak üzereydi.

Dakikalardır göğsüne sıkışıp kalmış olan nefesini üstünden büyük bir yük atıyormuş gibi dışarı bıraktı ve ilerledi. Yakasındaki kartı gören insanlar yavaşça etrafına toplanmaya başlamışlardı. Bazıları Esin ile sohbet ediyordu ve bu Esin'i rahatlatmaktan çok geriyordu.

Herkes tek tek Esin'in bulunduğu bölgeye toplanırken Chris'te oradaydı. Esin'in o çocuğa bir kâğıt uzattığını ve bu kâğıdın White Walls'a ait bir davetiye olduğunu öğrendiği ilk andan beri planladığı şey tam olarak buydu. Bir anda karşısına çıkıp onu şaşırtmak. Bunu neden yaptığı hakkında en ufak bir fikri yoktu ancak hoşuna gidiyordu işte.

Esin tam herkesi karşısına almış, güler yüzle başlamaya hazırken Chris'in aniden salonun ortasındaki duvarlardan birinin arkasından çıkmasıyla yüzü yaşanabilecek en hızlı ifade değişimini yaşadı. Dudakları aralandı, gözleri büyüdü ve kaşları havaya kalktı. O kendinden emin, kararlı ifadesinin böylesine savunmasız bir ifadeyle yer değiştirmesi Chris'in içinde hoşuna giden birtakım duygular uyandırmıştı. Esin'in gördüğü şey de Chris'in gördüğünden farksız değildi. O durgun, sakin ve temkinli yüz ifadesinin arkasında gizlenen bir sabırsızlık vardı.

Bir an önce baş başa kalmalarını istiyordu Chris ancak bunun için biraz daha zamanları vardı.

Esin'in ona baktığı birkaç saniye içerisinde biraz önce yaptığı telefon görüşmesi anlam kazanmaya başladı. Gözlerini kıstı ve beynindeki her şey birbiriyle uyum sağladığında yüzünde yarım bir gülümseme belirdi. Esin'in yumuşamış, hatta davetkar bir sevecenlikle aydınlandığını gören Chris keyifle insanların arkasına geçti ve ona göre fazla kısa kalan insan topluluğunun en sonundan sırıtarak Esin'e baktı.

Onu görmemesi imkânsız olan Esin hafifçe eğdiği başını sallayarak güldü ve ciddileşmek için zorladı kendini. İnsanlar garip bir şekilde ona bakıyordu. Tekrar başını kaldırdığında ise gülmüyordu ancak Chris'in hoşuna giden o gizli, gizemli ve heyecan verici gülümsemesi tam oradaydı. Onu çağırıyordu sanki. Gelmesini ve olacakları görmesini fısıldıyordu. Aksi taktirde hep bir şeyleri merak edecekmiş gibi... Ne olduğunu bile bilmiyordu oysa ki...

"Bu tabloda İlya Repin..." diye başladı Esin anlatmaya.

Anlattığı her tabloda salonun sonuna doğru bir adım daha ilerliyorlardı ve Esin ne kadar Chris'in binlerce anlam ile dolu gülümsemesiyle her karşılaşışında konuya olan hakimiyetini kaybedecek gibi olsa da gittikçe rahatladığını, karnında gerginlikten çok sadece iç gıdıklayıcı o ağrının kaldığını hissediyordu.

Chris sanat tarihi hakkında oldukça bilgili bir profesör edasıyla Esin'in söylediği bazı şeylere, ki bunlar genellikle konuyla ilgilenen herkesin bildiği şeyler oluyordu, kaşlarını kaldırarak yalancı bir şaşkınlıkla eşlik ediyor, elini çenesine koyarak neredeyse diğer insanlardan biri gibi görünmeyi başarıyordu. Başkalarının şaşırdığı yerlerde ise ifadesiz kalmayı sürdürüyor, bu da Esin'i daha da gülümsetiyordu.

Son tabloyu da anlattıktan sonra herkese kendisini dinledikleri için teşekkür etti ve döndüğünde Chris'in gitmemesini umarak çalışma programını konuşmak için salondan ayrıldı.

***

Bir süre sonra aceleyle salona geri döndüğünde bomboş bir alanla karşılaştı Esin. Fazla oyalanmış olmalıydı. Herkes gitmişti ve Chris'in de gitmiş olması yüksek bir ihtimaldi.

Tabanlarını yavaştan ağrıtmaya başlamış olan topuklularıyla duvarların arasında ilerledi ve az önce anlattığı tabloların yerini almış başka tabloları inceleyerek çıkışa doğru ilerlemeye başladı. Aralarından bir tanesi gözüne takılınca duraksadı ve tabloya dönerek garip, durgun ve rahatsız edici bir ruh haliyle incelemeye başladı onu.

O sırada tabloda bir hareketliliğin olduğunu fark etti. Bu hareket tam olarak tabloda sayılmazdı. Tablonun arkasına yerleştiği camdaydı hareket.

Chris'ti hareket eden.

Onun yüzünün bir anda cama yansımasıyla Esin arkasını döndü ve durgun ruh halinin tekrar canlandığını hissetti. Ona karşı bir şeyler hissettiğini bilmesine rağmen bu kadar ani ve yoğun bir ruh hali değişimini o bile kendinden beklemiyordu. Belki de Chris sandığından çok daha büyük bir anlam ifade etmeye başlamıştı onun için. Fark etmeden yaşantısının bir parçası olmuştu ve buraya gelmiş olması bu yüzden Esin'i bu kadar sevindirmişti.

"Birini mi arıyordun?" diye sordu Chris hala duvara yaslanırken.

Esin gözlerini kaçırdı ve içinde duygu fırtınası yaşanırken sesini sabit tutmaya çalıştı.

"Hayır. Tabloyu inceliyordum."

Cevabının üzerine Chris gülümsedi ve sırtını duvardan uzaklaştırıp kollarını göğsünde bağlayarak Esin'in yanına ilerledi.

"Ah, öyle mi? Bende."

Chris de tekrar tabloya döndü ve ikisi de tuhaf bir şekilde rahatsız etmeyen sessizliğin içinde tabloya bakarken gülümsemesini saklamaya çalıştı.

"Sanat Tarihiyle ilgilendiğini bilmiyordum."

"Aslında ben de bilmiyordum,'" diye cevap verdi Chris. Ardından Esin'e döndü ve devam etti. "Ama hoşuma gittiğini fark ettim."

Esin de tabloya bakmayı bırakıp Chris'e döndü ve yarım bir gülümseme yerleştirdi yüzüne.

"Hikayeler insanların hoşuna gider. Üstelik bu görsellerle..."

"Hoşuma giden tablolar değildi," diye sözünü kesti Chris. "Seni dinlemekti.

Kısa süreliğine olsa da rahatladığını hisseden Esin yine gerildiğini hissetti ve bakışlarını yere indirerek yüzündeki ifade cümbüşünü saklamaya çalıştı çünkü nasıl bir tepki vermesi gerektiğini kendisi de bilmiyordu. Kızarmaya başlaması da cabasıydı.

"Cidden mi?" diye sordu gözlerini kısıp hiç inanmadığını belli eden bir gülümsemeyle ona bakarak.

Bunun üzerine Chris de güldü ve başını salladı.

"Tanrım, itiraf etmemi istiyorsun, değil mi?"

"Evet, kesinlikle. Böylelikle bu başarısız flört denemesini beynimden kazımaya çalışacağım."

Esin'in söyledikleri üzerine Chris daha çok güldü ve Esin onun neredeyse kızardığına şahit bile oldu.

"Pekâlâ, ilgimi çekmedi, üzgünüm," diye itiraf etti. "Belki başka bir yerden başlamam gerekiyordu."

Esin anlayışla başını salladı ve Chris'in afallamayla karışık sempatik tavırlarını çok hoş buldu.

"Bu çok da garipsenecek bir şey değil," dedi omzunu silkerek. Ardından bilmiş bir ifadeyle çenesini biraz kaldırarak devam etti. "Hâkim olduğun alanlardan ilerlemelisin."

Onun kibirli görünüşünün bir eğlence, daha doğrusu bir espriyle alakalı olduğunu anlayan Chris gülmeden edemedi ve hala gülümsemesini bastırmakta olan Esin'e cevap verdi.

"Sana tekrar şarkı sözleri yazmamı mı istiyorsun yoksa?"

Bunu söyledikten sonra meydan okurcasına tek kaşını kaldırdı ve gülümsemesi tüm yüzüne yayıldı. Esin'se anında yapıştırdı cevabı.

"Sadece şarkı sözü yazarken açık olduğun ölçüde net olabilirsin demeye çalışıyorum. Bu konuda çok iyisin çünkü. İtirfaf et, buraya gelmek istediğin için geldin."

Kendinden emin bakışlarla Chris'in yüzüne odaklandığında Esin'in dudaklarında keyifli bir gülümseme vardı. Chris'se şaşkındı çünkü onun durumu bu kadar açık şekilde özetlemesini beklemiyordu. Fakat bundan rahatsızlık duymadığını fark ettiği için de rahatlamıştı açıkçası. Bu yüzden gülümsemesi tekrar belirdi ancak Esin ciddileşerek bir adım atıp Chris'e yaklaştığında yerini temkinli bir ifade aldı

"Geldiğin için teşekkür ederim. Peki davetiyeyi nasıl aldığından bahsetmek ister misin?"

Chris'in yumuşak yüz hatları biraz keskinleşti, çenesi kasıldı ve gözlerini çılgınlar gibi etrafta gezdirmeye başladı.

Suç kokusu... diye içinden geçirdi Esin bunun üzerine.

"O çocuk..." dedi Chris.

"Jackson," diyerek onayladı, Esin.

"Ondan zorla aldım. Bana vermek istemedi ve bende biraz hırpaladım."

Esin, Chris'in cevabı karşısında biraz şaşırdı ve aklı karıştı. Onun gülümsemesinin solduğunu gören Chris, bunun kendisine kızmasıyla alakalı olduğunu sandı ancak yanılıyordu. Bunun tek nedeni Esin'in onun neden böyle bir cevap verdiğini anlayamamış olmasıydı. Jackson'ın yalan söylemediğini biliyordu çünkü tanışalı o kadar az bir süre olmuştu ki ve Jackson öylesine sıradan bir ergendi ki, bunu yapması için hiçbir sebep yoktu.

Chris'in böyle bir yalan söylemesinin nedeni ise Esin'in o davetiye olayını önemsediğini sanmasıydı. O kâğıdı neden çocuğa verdiğini hiç anlamlandıramasa da çocuğun davetiyeyi satmaya dünden hevesli olduğunu söylerse onun utanacağını, zor durumda kalacağını düşünmüştü. Bunun yerine zor kullandığını söylemesi çok daha kolaydı.

Chris'in davranışını tamamen mantığa kavuşturan bu düşünceler kısa bir süre içerisinde Esin'in düşüncelerine de ulaştı. Chris'in yalan söyleyerek neyi amaçladığını doğru tahmin etmişti ve o zaman, sessizliği son buldu.

"Anladım,' dedi imalı bir gülümsemeyle Chris'in yanından uzaklaşırken. "Benim birkaç evrak daha imzalamam gerekiyor. Gitmeliyim. Paranı geri almayı da unutma. O davetiyeler geri alınmak üzere veriliyor."

Hala şaşkın ve kafası karışmış olan Chris başını salladı. Onun bu halleri karşısında keyiflenen Esin'se birkaç adım ilerledikten sonra arkasını döndü ve ekledi.

"Bu arada, başka sergilere de katılmayı düşünüyorsan davetiyeler girişte duruyor. Hani gelmek istersin falan diye söylüyorum."

Ardından dudaklarındaki gülümsemeyi gizlemeye çalışarak Chris'in yanından uzaklaştı ve ondan tam anlamıyla bir davet, bir karşılık aldığını fark eden Chris bunun keyfini çıkardı.

***
Birkaç gün sonrasında Chris, Esin'in beklediği gibi onun görevli olduğu sergilere katılmak yerine Esin'i bir sergiye davet etti. Bu çok özel bir sergiydi ve yalnızca ayrıcalıklı insanların katılmasına izin verilen etkinliklerdendi. Esin her zaman bu tarz bir sergide bulunmanın hayalini kurardı. Ancak böyle bir şeyin imkânsız olduğunu bildiğinden hevesinden vazgeçeli çok olmuştu. Chris'in kızların evine gönderdiği minik davetiyeyse bu tutkusunu yeniden alevlendirmişti ve üstelik artık imkânsız diye bir şey de yoktu.

Kızlar etrafını kuşatıp hep bir ağızdan heyecanla ona gidip gitmeyeceğini sorarken Esin'in cevabı çoktan hazırdı. Chris son birkaç gündür yaptıklarıyla onu tam anlamıyla kendine çekmişti. Önce kendi kız kardeşine karşı gelerek kızları zor bir durumun içinden kurtarmıştı. Sonrasında Jackson denen çocuğun davetiyeyi önemsiz bir şeymiş gibi öylece satabilmiş olmasının onu inciteceğini düşünerek bunu saklamaya çalışmıştı. Şimdiyse Esin'in en büyük hayallerinden birini gerçekleştirmek için uğraşıyordu. Üstelik böyle bir sergi için bazen statü ve isim bile yetersiz gelebiliyorken yapmaya çalışıyordu bunu. Ondan hoşlandığı apaçık ortadaydı ve Esin'in de duygularına ket vurmaya hiç mi hiç niyeti yoktu.

Kızlara gideceğini söylediğinde kızlar sevinçten havalara uçtular adeta. Ardından bir telaş onu odasına götürdüler hemen ve sonraki saatler sergide ne giyeceğini kararlaştırmakla geçti. Nihayet karar verildiğinde ve herkes odasına çekildiğinde Esin, Chris'le bir ilişkiye başladığının bilincinde güzel bir uykuya daldı.

 

 

 

 

***
Kaptın çocuğu tabi uyursun mışıl mışıl 😏

 

Loading...
0%