@mrsmilagros
|
Şarkı -> Walk On The Water Hey sen,
***
Uçağa bindikten bir gün sonra uzun süredir görmedikleri evlerine gelmişti kızlar. Anneleri onlar için toplanıp birbirinden lezzetli yemekler yapmış ve coşkuyla karşılamışlardı kızları. Kızlar bu karşılama töreni sayesinde içlerini kemiren o sancıyı kısa süreliğine de olsa başlarından savabilmişlerdi. Ancak hep orada, akıllarının bir köşesinde rahatsız edici yaşanmışlıklar vardı; mutlu olmaya çalıştıklarında bile yaptıkları, o gizli ayrıntıyı unutmaya çalışmaktı aslında. Çünkü böyle olması gerekiyordu; bir senenin ardından aileleri ile bir araya gelmişlerdi. Sadece sevinçli olmaları gerekmez miydi? Neredeyse tüm günü son derece ustaca, tüm berbat ayrıntıları atlayarak bir sene içerisinde yaşadıkları harika deneyimleri anlatarak geçirdi kızlar. Sanki her şey mükemmelmiş gibi, birbirleriyle hiç çelişmeden tüm hikâyeyi anlattılar başarılı bir şekilde. Öyle iyi rol yapıyorlardı ki, mutlulukları ailelerinin gözlerine yansımıştı sanki. Birbirlerine ara sıra gönderdikleri kaçamak bakışlar eşliğinde gün sona erdi ve herkes evlerine çekildi usulca. Sadece bir sene önce evim dedikleri o binalar, ev gibi gelmiyordu artık. Bu kelime onlara Miami'deki bahçeli, şirin mi şirin evlerini hatırlatıyordu sadece. Günce odasını özlemişti; kitaplığını, duvar ile dolabın arasına sıkıştırdığı yatağının onun için oluşturduğu gizli köşeyi, camdan bakınca gördüğü yeşilliği... İçine sımsıcak bir duygu yerleştiğini hissetti. Tüm yaşananlardan sonra, belki de oraya hiç gitmemeliydik diye düşündü. Hissettiği bu acı... O hiç olmayabilirdi. Çok daha belasız, iyi bir sene geçirebilirlerdi. Ancak öte yandan... Lucas'ın kendisi için hiç var olmadığı bir dünya düşüncesi karnını ağrıtıyordu. Yaşanan tüm o kötü şeylerle beraber, hatırlanmaya değecek birçok güzel şey de yaşamışlardı. Four Seasons'ta hissettikleri o heyecan, Amerika'ya gelmeleri, Leo'nun konserinde geçirdikleri dakikalar, The Mystery Of Sound, katıldıkları harika partiler, ilk buluşmaları ve ilk öpüşmeleri... Günce bunları hatırlayınca sadece mutlu olmuyor, hepsini kaybettiği için ağlamak istiyordu. Hemen kızlara mesaj atma ihtiyacı hissetti. Gönderen: Günce Ne yapıyorsunuz? Gönderen: Esin Valizleri boşaltıyoruz. Gönderen: Derin Ben de... Gönderen: Günce Alıştığın bir yerden ayrılmak ne kadar zormuş. Yıllarımı geçirdiğim ev yabancı geliyor resmen. Gönderen: Derin Ben bir şeyler eksik gibi hissediyorum. Sanki ben, ben değilmişim gibi. Nasıl desem... bilmiyorum. Gönderen: Aylin Sanki bir şeyler yanlış gibi değil mi? Gönderen: Esin Ben uçağa bindiğimiz andan beri her şey yanılsamaymış gibi hissediyorum. Bir şeyler yaşıyoruz ama hepsi buğulu gibi, net değil. Ve kabul etmesi o kadar güç ki... Günce telefonu bir köşeye koydu ve göz yaşlarının yanağına akmasına izin verdi. Esin haklıydı, kabul edilemiyordu bir türlü. Yaşanan tüm güzelliklere inanmaları bile çok uzun sürmüşken, onların öylece kaybolup gittiğine nasıl inanacaklardı ki? Belki harika duygular hissetmişler, harika anılar paylaşmışlardı ancak Günce öylesine acı çekiyordu ki, hiçbirinin yaşanmamış olmasını diliyordu elinde olmadan. Diğer kızlar da tıpkı onun gibi hissetmelerine rağmen ısrarla kendilerini güzel anıların, kötü anıları saklamaya değer olabileceğine inandırmaya çalışıyorlardı. Gerçekten de bir yere kadar bu doğruydu; ancak o son gece yaşananlar... Onlar için ipleri koparan nokta tam olarak orasıydı. Öncesinde yaşananlar umurlarında bile değildi, mutlulukları bunlara katlanabilecekleri kadar görkemliydi ne de olsa... Şimdiyse sadece Miami'ye gitmemiş olmayı diliyorlardı. Bu belki de saygısızca ve çok acımasızcaydı ancak kimse acı çekmekten hoşlanmazdı, kızlar da öyle.
***
|
0% |