@mrsmilagros
|
Şarkı -> Sign Of The Times - Harry Styles Hey sen,
***
Chris'in son günlerde evine uğradığı söylenemezdi. O zaten şu anda gitmek üzere olduğu evde her gün kalan birisi değildi; en azından bir süredir. Şehirden biraz daha uzakta ancak yine de çocuklara yakın, sadece kendisinin kaldığı bir ev daha vardı ve genelde Natalie'yle kalıyor olsa da yalnız olmak istediği vakitlerde bu eve geçerdi. Ancak doğum günü gecesinden beri Natalie ile kaldığı öteki eve uğramıyordu. Zaten bu zamana dek hep bir dürtü sebebiyle onunla aynı evi paylaşmak zorunda hissetmişti. Kardeşiyle vakit geçirebilmek ve içinde sürekli varlığını sürdüren kontrol duygusundan dolayı... Ancak öğrendiği son gerçeklerden sonra bu duygu da onun için önemini yitirmişti. İşte bu yüzden oradaki eşyalarını tamamen toplamak ve Natalie ile uzun süredir yapamadığı duygusuz konuşmayı yapmak için gidiyordu bu eve. Ne yazık ki Natalie böyleydi; Chris duygularını biraz olsun açığa çıkarmaya kalksın, bundan sonuna kadar yararlanmaktan çekinmiyordu. Kapıyı çaldığında Natalie sanki birkaç gecedir orada sabahlıyormuş gibi saniyesinde karşıladı Chris'i. Chris geleceğini haber verdiğinden beri sahiden de dört gözle beklemişti onu; kendini temize çıkarmak için bir hikâye uydurabileceği tek fırsattı bu. Ancak Chris'in gelme nedenini sorgulamayı akıl edemediği için pek de önde sayılmazdı bu sefer. Chris onun coşkulu karşılaması üzerine soğuk kanlılıkla içeri girdi ve merdivenlere yönelerek kendi odasına çıktı hemen. Natalie ise bir çocuk gibi onu takip etmişti sadece. Chris'in bir bavul çıkararak odadaki bir avuç eşyasını buraya doldurmaya başladığını fark ettiğinde ise şaşkınlıktan deliye dönecekti neredeyse. "Chris, ne yapıyorsun?" dedi gözlerini kocaman açarak. "Burayı terk mi ediyorsun?" "Evet," diye cevap verdi Chris düz bir sesle. "Benim bir evim var zaten, Natalie." "Ne? Hayır, Chris... Bunu yapamazsın. Tek başıma ne yapacağım ben? Tüm sorumluluğu üstüme alamam, bunu anlamıyor musun? Faturalar, mutfak, bahçe... Bunlarla nasıl ilgileneyim ben, Chris?" "Sana bu konuda güvenim tam, Nat," dedi Chris rahatsız edici bir gülümsemeyle. "Çok daha karmaşık işleri idare edebileceğinden emin oldum ne de olsa." Natalie sinirle saçlarını karıştırdı ve pişkin pişkin kaşlarını çattı. "Sana inanamıyorum... Sırf bana kızdığın için aramızdaki kardeşlik bağını koparıyor musun? Benim bir anda tonlarca yükün altında mı bırakıyorsun?" "Sadece bir şeyi netleştiriyorum: kardeşim olman sana bakıcılık yapacağım anlamına gelmez. Hatalarının ardını toplamak ya da dikkatsizliklerin yüzünden utanıp sıkılmak zorunda değilim. Ve üstüne bıraktığım hiçbir şey yük değil; tüm bunlar senin hayatının bir parçası ve onlara sahip çıkacak kişi sensin, ben değil." "Ne? Tanrım... sen gerçekten," Tüm bunlara inanamıyormuş gibi yüzünü buruşturdu. "Tüm açıklaman bu mu yani? Lanet olası saçma bir hayat dersi mi vermekti buraya gelmenin amacı? Chris ben sana ne yaptım? Seni hep sevdim ve-" "Bana ne mi yaptın?" diyerek bir anda ona döndü Chris. "Gerçekten bunu açık açık gündeme getirmemi mi istiyorsun?" Natalie önce afalladı; Chris onun konuşmasına izin vermeden devam etti. "Sen benim en yakın arkadaşıma ihanet ettin! Tanrı bilir, bunun ayrıntılarını aklıma getirmek bile istemiyorum. Sen iğrenç bir şey yaptın, Natalie! Bununla da sınırlı kalmadın. Pişkin pişkin Leo'nun peşinde dolanmaya devam ettin; hayatında bir şeyleri yerle bir ettiğini bilmene rağmen. O ise bunu sakladı! Senin kusurlarını senden başka herkes kapatmaya çalışıyor Natalie! Senin yaptığın ise daha da dikkatsiz, daha da düşüncesiz davranmak! Sen, insanların duygularını önemsemeyen, onların iyi niyetlerini kendi kusurlarını örtmek için kullanan akılsızın tekisin! Ne var biliyor musun? Kardeşler böyle yapmaz! Sen beni bir kardeş olarak görmedin, hem de hiç! Senin gibi bende aynı kötü dönemlerden geçtim ancak senin düşündüğün tek şey kendi duygularındı! Yüzleşmek istemediğin tüm iğrenç şeyleri benim üstüme ittin! Sen iyileşirken, ben her geçen gün hastalandım ama senin umurunda bile değildi! Bir türlü olgunlaşamadın ve her geçen gün biraz daha bencilleştin, bana biraz daha zorluk çıkarmaktan başka hiçbir şey yapmadın! Önceden senin sadece dikkatsiz küçük bir kız olduğunu düşünürdüm ancak ailemizi kaybettikten sonra senin gerçekten de kötü olduğunu fark ettim, Natalie." Uzun süren bir sessizlik oldu; Chris uzun süredir içinde olan yoğun bir şeyden kurtulmuş gibi derin nefesler alıyor, Natalie ise beklemediği anda bir duvara toslamış gibi elektrik çarpmışçasına bakıyordu. Chris ona doğru bir adım atarak işaret parmağını kızın üstüne doğrulttu. "Ve gidiyorsun." "Ne?" dedi Natalie yüzünü buruşturarak. "Bu zamana kadar seni gözümün önünde tutmaya çalıştım ancak gördüğüm kadarıyla bu hiçbir işe yaramadı. Gidiyorsun, Natalie. Sırtını yaslayabileceğin herkesten uzağa gitmeli ve kurduğun bu çocuksu düzenden kurtulmalısın. Hatalarının bedelini ödemeli ve sonuçlarının ne kadar rahatsız edici olduğunu fark etmelisin. Bunu senin yerine başkası yapmak zorunda olmadığında biraz azaltmayı denersin belki." "Bu çok saçma Chris. Bak, her şeyi burada düzeltmeyi deneyebiliriz. Söz veriyorum, çabalayacağım." "Sakın bana söz vereyim deme," dedi Chris tekrar sinirlenerek. "Aynı şeylere kaç kere duydum biliyor musun Natalie? Sana inanmayacak kadar çok duydum. Birkaç üniversitenin saçma olmadığından emin olduğun bölümlerine başvuruyorsun ve "Bowling Endüstri Yönetimi ve Teknolojisi" tarzı şeyler istemiyorum. Oradan mezun olman bile başlı başına bir saçmalıktı. Bu senin hayatın ve bir oyundan ibaret olmadığını anlaman gerekiyor artık." "Hayır! Hiçbir yere-" Natalie Chris'e karşı çıkmak üzereyken sesinin başka bir ses böldü. "Bunu yapamazsın, Christopher." Gelen Bayan McMillan'dı ve onu gördüğünde birkaç saniye ne diyeceğine karar veremedi Chris. Ancak annesinin ve Natalie'nin bu suskunluğundan faydalanmasını istemediği için düşüncelerini toparladı hemen. "Onun yaptıklarından haberin yok Anne-" Bayan Mcmillan tekrar sinir bozucu bir sakinlikle söz kesti. "Buna karar verecek kişi sen değilsin, Chris." Bu söylediği Chris'in sabrını taşıran son damlaydı belki de. Annesine tüm o deliliklerine rağmen hiçbir zaman saygısızlık yapmamıştı, annesi saygı duyulmayı hiç hak etmemesine rağmen. Ancak şimdi o resmen iyileşmişti ve birazcık mantıklı düşünebilen biri bile bunu söylemesinin saçmalıktan ibaret olduğunu bilirdi. İnanamıyormuş gibi alayla güldü Chris. "O kişi sen misin, Bayan Mcmillan? Onun ne halde olduğundan haberin var mı senin? Kendini kontrol etmekten bile aciz bir insana dönüştüğünden?" Bayan Mcmillan otoriter duruşunu bozmadan düz bir ifadeyle cevap verdi. Chris'in söyledikleri bir duvara çarpıp geri dönüyordu sanki. "Kardeşinin tenis kariyeri-" "Hangi kariyerden bahsediyorsun anne?" diyerek bağırdı Chris. "En son kaç yaşında tenis oynadığını hatırlıyor musun? Bir daha oynaması çok tehlikeli ve böyle bir şeyin olacağı da yok zaten! Bir köşede yeniden tenis oynamayı beklemesi mi iyi olan?" "Onun şevkini-" "Onun şevkini kırmıyorum! Onu gerçeklerle yüzleştiriyorum. Sakın beni bunu yapmakla suçlama çünkü sen lanet hastanenin bir köşesinde delirmekle meşgulken, Natalie her tenis antrenmanı sonunda ağladığında yanında olan bendim! Sen değildin, anlıyor musun? Nasıl oldu da iyileştin anne? Yıllardır seni birazcık bile ileri taşımayan tedavi son birkaç ayda nasıl oldu da hastaneden çıkmanı sağladı?" "Ne demek istiyorsun?" Bayan Mcmillan'ın gözleri meydan okurcasına açıldığında, bunun Chris'i korkutup sindirmesini bekliyordu ancak yıllardır düzgün sohbet etmediği oğlunun değiştiğini hesaba katmamıştı elbette. "Söylüyorum işte," dedi Chris onun gibi meydan okuyarak. "İyileştin mi, yoksa iyileşmek mi istedin?" Kadının gözleri duydukları karşısında şok oluyormuş gibi açıldı. Ancak bu tepkide doğal olmayan bir şeyler vardı; öyle ki dikkatle inceleyen herkes bunun sadece gerekli olduğu için verilen bir tepki olduğunu anlayabilirdi. Bayan Mcmillan'ın gözleri her saniye daha da büyüdü ve hakikaten Chris onu yok yere suçlamış gibi sinirlenerek boynundaki damarların ortaya çıkmasına ne oldu. "Sen kaçtın," diye devam etti Chris gözlerini kısarak. "Deli olduğun masalına- " Cümlesini tamamlayamadan Bayan Mcmillan'ın havaya kaldırdığı eli, sert bir tokat halinde yanağında son buldu ve kelimeler öylece asıldı sessizlikte. Natalie elini ağzına götürerek şok içinde annesine ve Chris'e bakıyordu sadece. Bayan Mcmillan'ın yıkılmaz ifadesi ise biraz olsun düşmüş, yerini durgun bir ifadeye bırakmıştı. Chris'in kısa süreliğine yavaşlayan solukları, birkaç saniyenin sonunda yeniden hız kazanmış ve öfkeli birinin soluklarına dönüşmüştü adım adım. Boynundaki damarların ve çenesinin belirgin görüntüsü, Bayan Mcmillan'ı endişelendirse de sessizliğinden taviz vermedi. Sonunda Chris tekrar ona dönerek tiksiniyormuş gibi konuştu. "Deli fikirlerini kendine sakla," dedi nefretle. "Natalie ve benim üzerimde hiçbir söz hakkın yok senin; sakın cüret edeyim deme." Ardından Natalie 'ye ne yapması gerektiğini söyler gibi kararlılıkla baktı ve Bayan Mcmillan'ı görmezden gelerek çıktı odadan.
***
|
0% |