@mrsmilagros
|
Şarkı -> We Don't Talk Anymore - Charlie Puth Hey sen,
***
Çarpışan arabalar macerasından sonra hepsi birlikte lunaparkı keşfe çıktılar ve herkes birbirleriyle sohbet içindeyken boş boş dolandılar ortalıkta. Tam bu sırada gözüne boks makinası ilişen Buğra, Günce'yi elinden tuttuğu gibi boks makinasına doğru peşinden sürükledi. Bir anda ne olduğunu anlamayan Günce ise sorular sormaya başlasa da Buğra boks makinasının yanına geldiğinde yüzünde hoş birkaç anıyı hatırlamış gibi imalı bir gülümseme belirdi. "Yine yarış mı yapacağız yoksa?" Buğranın dudaklarındaki heyecanlı ve memnun gülümseme Günce'nin düşüncesini doğruluyordu. "Küçükken yaptığımız gibi." Buğra'nın cevabı Günce'nin boks makinesini gördüğü anda gözünün önünde beliren anılarını hatırladığını gösteriyordu. Buğradan daha kısa olmasına rağmen ondan daha güçlü olan Günce'yi, boks makinesinde yarış yaptıklarında her defasında yenilen Buğra'yı nasıl unutabilirdi ki. Günce'nin dudaklarındaki gülümseme büyüdü ve başını salladı. "Pekâlâ. Yani biz kez daha yenilmeyi göze alabileceksin öyle mi?" Buğra dudaklarında oyunbaz bir gülümsemeyle alt dudağını hafifçe dişlerinin arasına aldı ve başını salladı. "Kesinlikle göze alabiliyorum. Hem belki beni yenersen bana nasıl oynanacağını öğretmek istersin." Günce hafifçe güldü ve onun bu gülüşünü gördüğünde buğra devam etti. "Belki de sen yenilirsin ve ben sana öğretirim." Günce'nin bakışları boks makinesinden buğraya döndü ve buğranın kaşları meydan okurcasına hafifçe havaya kalktığında Günce başını salladı. "Pekâlâ, nasıl istersen." Bakışları bir kez daha boks makinesine çevrildi ve yanlarında duran ellerini hafifçe sallayarak esnetti ellerini önce. Ardından bu ellerini biri biraz ileri de diğeri daha geride olacak şekilde yumruk yaptı ve kendini makinenin önünde konumlandırdı. Onu izleyen buğra ise dudaklarında halinden memnun gülümsemesiyle makinenin kenarına yaslandı ve kollarını göğsünde bağladı. Günce derin bir nefes aldı ve içinden üçe kadar saydı. Ardından yumruğu boks minderiyle buluştu. Boks minderi arkasındaki duvara çarpıp rakamlar ekranda belirdiğinde her ikisinin de gözleri ekrana çevrildi. Ekrandaki rakamlar hiç de küçümsenecek gibi değildi. "3800." Buğra'nın Günce'yi taktir ettiğini belli eden yüz ifadesi Günce'nin keyifle sırıtmasına neden oldu. "Evet, sıra sende." Buğra başını salladı önce. Ardından keyifle yaslandığı duvardan uzaklaştı ve Günce'nin yanına gelerek kendini makinanın önünde konumlandırdı. "Üçe kadar sayabilir misin?" Günce başını salladı ve saymaya başladı. "1,2,3" Buğranın yumruğu boks minderine çarptığında ekranda beliren ve yanıp sönen rakamlar zaferin kimde olduğunu gösteriyordu. "7800" Bu kez taktir etme sırası Günce'deydi. "Önceden hep ben yenerdim seni." Buğranın keyifli gülümsemesi bir sırıtışa dönüştü. "Karşında o çelimsiz erkek çocuğu yok artık." Günce hafifçe güldü ve eliyle hafifçe buğraya vurdu. Buğranın böyle bir cevap vermesini beklemiyordu ancak buğra her zaman Günce'yi şaşırtmayı başarıyordu. Tam elini çekmeye hazırlanıyordu ki buğra onu bir kez daha şaşırtarak elini tuttu. "Hadi gel sana nasıl yapacağını öğretelim." Ardından Günce'nin tepki vermesine fırsat vermeden onu önüne çekti ve buğranın arkasında durduğunu hisseden Günce bir anda kendini buğranın sesini dinler, onun sözlerine kulak verirken buldu. "Öncelikle yumruklarını tutuş şeklin doğru. Bu bir gerçek. Fakat duruşun yanlış. Daha doğrusu yetersiz." Elini bıraktı ve bu kez ellerini yavaşça Günce'nin belinin iki yanına yerleştirdi. Onun bu ani dokunuşu karşısında Günce'nin gözleri kocaman açıldı ve bakışlarını boks makinesine sabitledi. Buğra yavaşça onu hafif yana çevirdi ve Günce'nin kulağının yanında konuşmaya başladı. "Bu şekilde durursan vuruşlarını daha etkili yapabilirsin" Nefesi Günce'nin kulağının yanındaki birkaç saç telini havalandırdı ve Günce'nin yüzünün sıcacık olmasına neden oldu. Evet belki buğranın aksine Günce onu arkadaşı olarak görüyordu ancak ilk kez bu kadar yakın oldukları şu anda bedeninin bu tepkileri vermesine engel olamıyordu. Bu hoşlanmak ya da hoşlanmamak ile ilgili değildi. Bu şu anda yaşadıkları şeyle ilgiliydi. "Bir de yumruklarının konumlanması var tabi. Evet dediğim gibi yumruklarını tutuş şeklin doğru ama konumlandırman yanlış. Her zaman mindere vuracağın elin geri de olmalı. Diğeri değil. Ellerini tekrar yumruk yapar mısın?" Günce başını salladı ve buğranın tenine çarpan nefesini görmezden gelmeye çalışarak ellerini yumruk yaptı. Buğraysa bir elini Günce'nin belinden çekti ve Günce'nin biraz ilerde olan sağ elini hafifçe geriye çekti. Diğer eliyle hala Günce'nin belindeydi ve Günce her ne kadar buğranın nefesini görmezden gelmeyi başardıysa da bu, belinde duran eli için geçerli değildi. "İşte böyle." Buğra diğer elini de Günce'nin belinden çekti ve bir adım geri atıp uzaklaştı ondan. Onun uzaklaşmasıyla Günce farkında olmadan tuttuğu nefesini dışarı verdi ve az önceki yakınlıktan dolayı kızaran yanakları yavaş yavaşta olsa eski haline dönmeye başladığında vücudundaki gerilimin azaldığını hissetti. "Bir kez daha denemeye ne dersin?" Günce başını salladı ve her ne kadar pek dikkat edememiş olsa da buğranın düzeltmelerini hatırlamaya çalışarak duruşunu bozmadan boks minderine vurdu. "4200" Günce'nin dudaklarında bir gülümseme belirdi. Gerçekten de işe yaramıştı. Her ne kadar az önce olanların etkisinde olsa da gülümsemeyi başardı ve karşılığında buğradan da samimi bir gülümseme aldı. *** Günce ve Buğra'nın çoktan ayrıldığını anlayan grup yürümeye devam ederken, Burak 'in gözüne Kabin azabı denilen oyun ilişti. Oyunun girişinde kısa bir tanıtım cümlesi yazıyordu. "İÇERİ BİRLİKTE GİRDİĞİN KİŞİYE GÖRE YA CENNET YA CEHENNEM." Yan yana dizilmiş üç kabini gözüne kestirdiği gibi aklına gelen ilk şeyi yaptı hemen. "Aylin," dedi Aylin'in yanına ufaktan yanaşarak. "Efendim," dedi Aylin meraklı bir gülümsemeyle. Burak onu oyun alanına doğru hafiften yaklaştırırken oyalamaya çalışıyordu. "Kabin azabı diye bir oyun varmış; kulağa güzel geliyor." "Hani nerede?" dedi Aylin. "Şurada" diyerek oyun alanına soktu Burak onu ve bu sırada diğerleri de merakla onları izliyordu. Aylin oyunun girişindeki tabelayı okudu ve nasıl bir oyun olduğunu tahmin etti az buçuk. Ardından Burak onu aceleyle kabine soktu. "Bir kişi daha gerekli," dedi görevli adam. Aylin beklentiyle Burak'a baktığında Burak grubun yanına gidip Kerem'i kolundan tuttuğu gibi çekiştirdi ve kabinin içine sokup kapıyı kapattı. Bir anda karanlık ve sessizliğin içinde baş başa kalan Kerem ve Aylin nefes almak konusunda bile şüpheye düşmüşlerdi. Karanlıktan birbirlerini görmedikleri için hissettikleri tek şey birbirlerinin soluklarından oluşan minik rüzgardı ve hayli garip, rahatsız edici bir durum sayılabilirdi. Neyse ki birkaç saniye sonra Kerem yerinde kıpırdanarak cebine uzandı ve telefonun ışığını ikisinin arasına alarak yüzlerine doğrultup içerinin biraz aydınlanmasını sağladı. "Şey... şimdi daha iyi oldu herhalde," dedi çekingen bir gülümsemeyle. Aylin de aynı gülümsemenin benzeriyle ona cevap verdi ve hiçbir şey görünmemesine rağmen etrafta gezdirdi bakışlarını. "İlginç bir oyun," dedi ardından. "Amerika'da çok popüler," dedi Kerem. "Birkaç kez oynamıştım." Ardından kısa bir sessizlik oluştu ve sıkıntılı bir nefes verdi dışarıya Kerem. "İstersen çıkabilirim, sorun değil gerçekten," dedi sakince. Aylin kaşlarını çatarak hayır anlamında başını salladı ve hafifçe dokundu Kerem'e. "Neden bahsediyorsun Kerem," dedi gözlerini kısarak. Kerem aklındaki düşüncelerden rahatsız olduğunu belli eder şekilde kendiyle alay ediyormuş gibi güldü. "Şu an burada seninle bulunmamın belirli bir amaca yönelik olduğunu ikimizde biliyoruz. Aylin düşündü birkaç saniye, yutkundu ardından. Ne diyeceğini bilmiyordu çünkü içten içe Kerem'in haklı olduğunu biliyordu. Aralarında saf bir arkadaşlık çekimi yoktu; fazlası vardı. "Kendini baskı altında hissetmek zorunda değilsin," dedi Aylin düz bir sesle. Kerem'in dudakları şaşkınlıkla aralandı, kaşları hafifçe birbirine yaklaştı ve ne söyleyeceğinden emin değilmiş gibi başarısız bir girişimle yuttu kelimelerini. Ardından alayla gülerek başını salladı onaylamıyormuş gibi. "Hayır, bak, bence yanlış anladın." Ellerini saçlarının arasına sokarak sıkıntıyla iç geçirdi ve devam etti. "Ben, senin kendini baskı altında hissetmeni istemiyorum. Çünkü diğerleri bir beklenti içinde olsun ya da olmasın, benim hislerim zaten belli." Aylin gözünü kaçırarak bakışlarını telefonun ekranına indirdi ve oyalandı biraz. "Bana öyle hissettirmiyorsun," dedi Aylin sakince. "Kerem sen harika birisin ve ben kendimi ne baskı altında ne de rahatsız hissediyorum." Tekrar güldü Kerem ve bu sefer o bakışlarını telefon ekranına indirdi. "Evet, arkadaşlık konusunda iyi sayılırım." Aylin cevap vermeyince cesaretini toplayarak ona baktı Burak ve devam etti. "Şunu bilmeni istiyorum: eğer beni fark etmek istersen, senin için görünür olurum." Aylin gözlerini sıkıntıyla kapatıp açtı ve başını sağa sola salladı. "Benim için görünmez değilsin Kerem." "Neyden bahsettiğimi biliyorsun," diye cevap verdi Kerem basit bir şekilde. "Sana ne kadar değer verdiğimi biliyorsun," dedi Aylin çaresizce. "Bende bundan söz ediyorum," dedi Kerem ve gözlerini Aylin'inkilere sabitledi. "Sana ne kadar değer verdiğimi ve daha fazlasını da verebileceğimi biliyorsun." Aylin onun bakışlarının altında ezildikçe ezildi, bunca zaman körmüş gibi görmeye başladı sanki. Ancak bu öylesine berbat hissettiriyordu ki... Tıpkı Buğra ile konuştuğu zaman olduğu gibi. Rahatsız edici bir farkındalığı vardı. Belki Kerem haklıydı, belki de yanılıyordu. Ancak Aylin bu doğruymuş gibi hissetmiyordu. O hissin nasıl olduğunu bilirdi ve şu an hissettiği her neyse, o olmadığına emindi ve suçluluk duyuyordu bunun için. "Elbette biliyorum," diyebildi sadece. "Sadece aklında bulunsun," dedi Kerem omuz silkerek. Birkaç saniye sonra ise süreleri doldu ve kabinden çıktılar. *** "Bizi oraya sokamayacağınızı biliyorsunuz," dedi Derin kendilerine bakan Burak ve Emir'e karşılık. Esin'de buna karşılık kollarını göğsünde birleştirerek başını salladı. Emir ise kaşlarını kaldırarak gizli bir gülümsemeyle döndü Derin'e. "Senin için cehennem gibi mi olurdu yoksa?" Derin çenesini hafifçe kaldırarak kendinden emin bir gülümsemeyle cevap verdi. "Öyle bir şey demedim ama eğer soruyorsan, evet." Bunun üzerine Emir gülerek bakışlarını etrafta gezdirip tekrar Derin'e döndü ve bir adım yaklaştı ona. "Ateşime dayanamayacağını söylüyorsun yani?" Derin Emir'in flörtsel yaklaşımını bir kez daha görmezden gelerek şakayla karışık güldü. "Şu saçlara bir baksana. İnkâr etmeyeceğim, çok ateşlisin," dedi ve ekledi. "Bir civciv kadar." Bunun üzerine hepsi güldü ve Derin durumu kurtardığı için bir kez daha şükretti. "O halde," dedi Burak uzatarak. "Biz dondurma yemeye gidiyoruz." Ardından Esin'in elini tuttu ve lunaparktan çıkmak üzere peşinden sürükledi onu. Esin yanına yetişince ise hemen bıraktı elini, onu korkutmak, uzaklaştırmak istemiyordu. "Lunaparkta çok güzel bir dondurmacı vardı," dedi Esin parmağıyla geriyi işaret ederek. "Sadece seninle biraz yalnız kalmak istedim," diye itiraf etti Burak. Esin birkaç saniye karmaşık bir yüz ifadesiyle Burak'a baktıktan sonra toparladı hemen. "Tatil daha bitmedi," dedi gülümseyerek. Burak da aynı şekilde gülümseyerek karşılık verdi ona. "Ah, evet. Daha çok vakit geçireceğimize seviniyorum." "Biz hep birlikte takılırız," dedi Esin onun omzuna şakayla karışık vurarak. "Son birkaç aydır değil," diye cevap verdi Burak kırık bir gülümsemeyle. Esin tekrar duraksadı ve toparlamaya çalışmadı bu sefer. Onun biraz önüne geçerek yüzüne baktı. "Bir sorun mu var Burak?" dedi merakla. Burak hemen gözlerini kaçırdı ve sıkıntılı ifadesini sildi bir anda. Ardından eski keyifli ifadesini yüzüne yerleştirmeye çalışarak geçirdi konuyu. "Şurası güzel bir yer gibi görünüyor," dedi ve Esin'i belinden tutarak dondurmacıya yönlendirdi hemen. Esin içinde garip bir hüzün hissetse de üstelemedi ve ayak uydurdu Burak'a. Dondurmacı çok hoştu. Küçük bir dükkandı ve önünde yuvarlak, küçük masalar vardı. Burak ile birer tane dondurma aldıktan sonra o masalardan birine geçtiler hemen. "İyi misin?" dedi Burak dondurmasını yerken. Öylesine bir soru değildi bu, soruluşunda bir anlam, bir ima vardı. Esin gülümsemeye çalıştı. "Elbette iyiyim. Burası harika, siz buradasınız..." "Ne demek istediğimi biliyorsun Esin," dedi Burak gözlerini kısarak. Kısa bir sessizlik geçti aralarında. Esin'in gülümsemesi soldu ve bakışlarını kaçırdı. "Bunun için çabalıyorum Burak." "Sadece üzülmeni hiç istemiyorum," dedi Burak onun bileğini nazikçe okşayarak. "Kendine hak ettiğin kadar iyi davranmanı istiyorum." Esin böyle bir şey yapmadığını söylemek için dudaklarını araladı ancak nedense bu pekte anlamlı bir cümleymiş gibi gelmedi, vazgeçti. Sadece yarım bir gülümseme yerleştirdi yüzüne ve Burak'ın bileğindeki parmaklarına bastırdı elini arkadaşça "Teşekkür ederim Burak," dedi samimi bir şekilde. Burak onun eline baktı kısa bir süre ve Esin geri çekildi hemen. "Sadece onunla hiç tanışmamanı isterdim," dedi Burak. "Neden?" diye sordu Esin gözlerini kısarak. Sözleri canını yakmıştı. Kırılmış olsa bile Chris'le tanışmadıkları bir dünyayı hayal etmek bile daha acı vericiydi. Burak omuz silkti yarım bir gülümsemeyle. "Her şey daha farklı olabilirdi, bilmiyorum." "Her şey en az şu anki kadar güzel olurdu," diye cevap verdi Esin. Burak'ı ısrarla reddeden benliğinin zayıfladığını hissetmek onu rahatsız ediyordu. Burak'ın söylediklerinin altında yatan gerçekliğin doğru olup olamayacağını sorgulamak bile istemiyordu. Aklının kurcalanması iyi hissettirmiyordu. "Hep daha güzel seçenekler vardır." Burak'ın söylediğiyle sessizlik sardı aralarını. Esin hafifçe kaşlarını çattı ve söyleyebilecek bir şeyler aradı ancak olmadı. Bunun üzerine devam etti Burak. "Ne demek istediğimi anladığını düşünüyorum," dedi ciddiyetle. Esin buna karşılık hiçbir şey söylemedi ve sessizlik tekrar geri geldi. Neyse ki saniyeler geçtikçe daha az rahatsız edici oldu bu sessizlik. İkisinin duygularında biraz daha dinginleşti. "Seni rahatsız ettiysem özür-" Esin Burak'ın konuşmasına izin vermeden dondurmasını sağa ve sola iki basit hareketle onun burnunu sürünce susmak zorunda kaldı Burak. "Bu ne içindi?" dedi şaşkınlıkla. Esin güldü ve peçete uzattı ona. "Saçmalamayı kesmen içindi. Özür filan dilemene gerek yok." Burak onun uzattığı peçeteyi alırken güldü. "Sadece kapa çeneni desen yeterdi." Esin yapmacık bir şekilde onu onayladı. "Evet, öyle-" Esin cümlesini tamamlamadan Burak kendi dondurmasını onun yüzüne sürdü bu sefer. Esin burnunda hissettiği soğuklukla geri çekildi hemen ve dudakları aralandı gülümsemeyle karışık bir şaşkınlıkla. "Çok kötüsün ve bu dondurmada çok soğukmuş," dedi. Burak güldü ve sandalyesinde hafifçe ayağa kalkarak Esin'e doğru eğilmeye yeltendi. "Oradan yemeye devam etmeliyim belki de" dedi gülerek. Esin gülerek ayağa kalktı. "Gitsek iyi olacak." *** Kalan günler ise yazın kavurucu sıcağında fazlasıyla eğlenceli geçti. Beraber denize girdiler, yemek yaptılar, film izlediler ve hatta Günce Burak'a balkonu bile yıkattı. Yani her şey çok güzel ve bazen inişli çıkışlı, karmaşık olsa da kızlar hedefledikleri sakinliğe ulaşmış sayılırlardı. Tatilin sonunda da Muğla'ya hüzünle veda ettiler ve hep beraber uçağa bindiler. Türkiye'ye gelirken dört kişiydiler. Ancak şimdi çocuklar da eşlik ediyordu onlara çünkü kızların yanında olmaları gerektiğini hissetmişlerdi. Uzun bir geçmişleri olduğu için bunu hak görüyorlardı kendilerinde. Sonuçta en yakın arkadaşlarıydılar ve şimdi yanlarında olmayacaklardı da ne zaman olacaklardı? Ancak kendilerince haklı bir gerekçeye sahip olsalar da akılları endişelerle doluydu. Kızlar Miami'de karşılaşacakları şeyler yüzünden endişelenirken; çocuklarsa oraya döndüklerinde hiçbir şeyin Muğla'da olduğu kadar mükemmel olmayacağı gerçeğiyle mücadele etmeye çalışıyorlardı.
***
|
0% |