@mrsodana
|
14 YIL ÖNCE Küçük kardeşimi heyecanla kolundan tutmuş bahçeye doğru koşuyorduk. Büyükannemizi bize salıncak yapması için güç bela ikna etmiştik. Annem çalıştığı için, yaşlanmış olsa da o zamanlar hâlâ çevik olduğuna inandığımız büyükannemiz ısrarlarımıza dayanamamış ve yaklaşık bir saat salıncak için uğraşmıştı. Kardeşimle salıncağa vardığımızda büyükannem belini tutmuş sızlanıyordu. Normal hayatta her ne kadar biraz aksi olsa da yüzlerimizdeki gülümsemeyi gördükçe onun da ince dudakları kıvrıldı ve aynı anda kardeşimle ona kocaman sarıldık "Teşekkür ederiz büyükanne!" "Evet," diyerek onayladı küçük kardeşim "sen Dünyadaki en iyi büyükannesin!" Büyükannem küçük bir kahkaha attı. Belli etmeyi sevmese de o da bizi çok sevdiğini gizleyemiyordu bazen. Kollarını indirdi ve bizi hafifçe tahta salıncağa doğru itekledi. "Hadi, hadi işlerim var benim. Dikkatlice sallanın" dedi ve eve doğru ağır adımlarla ilerledi. O ilerlerken kardeşimle göz göze geldik. Önce onun binmesini söyledim. Çünkü ben bir ablaydım ve onu sallayacaktım. Zaten o beni sallayamazdı ki. Gülerek tahta salıncağa oturdu. Arkasına geçtim ve sırtından hafifçe iterek salıncağı sallamaya başladım. Her itişimde salıncak daha da yükseliyor kardeşim daha fazla gülüp, sevinçten bağırıyordu. Bir süre sonra kendi isteğiyle salıncaktan indi ve sıra bana geldi. Ben salıncağa oturdum kardeşim Dalya ise çimenlere oturup beni izlemeye başladı. Ayaklarımı yere koydum ve kendimi hafifçe ittirdim. Her defasında bacaklarımı ileri geri yaptım ve hızlandım. Salıncak yeteri kadar hızlanmıştı. Kardeşim artık sıkılmıştı. Bağdaş kurmuş, dirseğini bacağına yaslamış minicik elleriyle sıkıntıdan çimenleri kopartıyordu. Zaten sıra artık ona gelmişti. "Hey" diye seslendim. "Bak şimdi salıncaktan atlayacağım." Sırıttım. Tam atlayacakken Dalya, "Tehlikeli olmaz mı? Düşebilirsin abla" diyerek beni durdurdu. Omuz silktim ve gülümsedim "Bir şey olmaz parktaki çocuklar her zaman atlıyor" Dalya ağzını açtı ama sonra başını salladı. Salıncak son kez ileri gidecekken bacaklarımı öne doğru gerdim, ipleri bıraktım ve bağırarak hızla sıçradım. Ayaklarımın üzerine düştüm fakat dengede kalamadım. Düşmemek için kollarımı rastgele sallarken dizlerimin üzerine düştüm. Kendimi korumak için ellerimi yere bastırdığımda avcumda bir batma hissettim. "Abla!" Dalya koşarak yanıma geldi "Sana yapma dedim." Gülümsedim ve batmayan elimi omzuna koydum. "Merak etme ben iyiyim, hadi eve git ben geliyorum." İstemsizce ayağa kalktı ve sürekli arkasına bakarak eve ilerledi. Son kez ona gülümsedim, eve girdi. Titrek bir nefes aldım ve başımı avcuma doğru eğdim. Elimi yavaşça kaldırdığımda gördüğüm şeyle donakaldım. Elime batan bir küpeydi. Hem de çok güzel bir küpe. Küpeyi iki parmağımın arasına aldım ve incelemeye başladım. Simsiyah çiçek şeklinde bir küpeydi bu. Ama ne çiçeğiydi bilmiyordum çünkü çiçekler pek ilgimi çekmiyordu. Kıvrılarak uzanan beş yaprağı olan bu çiçeğin ortasında ise küçük polenleri vardı. O kadar güzel işlenmişti ki küpenin her detayı fark ediliyordu. Küpe imkansız denecek kadar karanlıktı. Ona bakınca etrafınızdaki tüm ışıkları sömürüyordu sanki. Fakat bu küpe her şeye rağmen resmen parlıyordu. Göreni kendisine hayran bırakıyordu. Büyülenmiştim. Küpe çok değerli görünüyordu. Maddi açıdan değil manevi açıdan yüreğimde bir bağ vardı sanki bu küpeyle ilgili. Kimindi bilmiyordum, evde kimsenin böyle bir küpesi yoktu. Benim olabilirdi o zaman bu güzel küpe. Kulaklarım delikti fakat bu küpe tek bir taneydi. Sorun olmazdı çünkü küpeyi gören zaten diğer kulağıma bakmazdı Fakat bir sorun vardı. Ben küpe takmayı bilmiyordum ki. Artık tek çare annemden rica etmem gerekecekti. Çünkü emindim o da bu küpeyi çok beğenecekti. Ama yine de küpeyi kulağıma yaklaştırdım. Küpenin ince kancasıyla deliği yokladım. En sonunda deliği buldum ve takmaya çalıştım. Kanca kulak deliğime girmek, artık benim küpem olmak üzereyken bahçenin demir kapısının gıcırtısını duydum. Başımı kaldırdığımda gördüğüm kişi elinde çantasıyla bahçeye adımını atan annemdi. Saat kaçtı bilmiyordum ama bugün erken döndüğünü kafamda kestirebiliyordum. Pazar günleri hariç her sabah kahvaltı yapar saat on gibi işe giderdi. Normalde beşte evde olurdu fakat havaya bakılırsa güneş hâlâ tam olarak tepedeydi. Beni fark ettiğinde yerde çimlerin üzerindeydim. Kocaman gülümsedi, yere çömelip kollarını bana açtı. Küpeyi elime alıp yanına gittim ve kendimi sıcacık kollarına bıraktım. Annemi sımsıkı sardım ve başımı omzuna koydum. Annem saçlarıma bir öpücük kondurdu. "Ne yapıyorsun burada tek başına?" Sorusunu duymazdan geldim ve ondan ayrıldım. Yüzümde kocaman bir gülümseme vardı. Annem heyecanımı fark etmiş olacak ki tek kaşını havaya kaldırdı. "Ne oldu?" "Baaaak!" dedim uzatarak. Avcumu açtım ve tüm ihtişamı ile küpeyi gösterdim. "Bu küpeyi bahçede buldum. Çok güzel değil mi? Anne ne olur benim olsun, hiç çıkartmam. Diğer eşi yok ama sorun değil, genç kızlar hep tekli takıyorlar hem-" demiştim ki annemin yüzündeki tebessümün yok olduğunu, kaşlarının hafifçe çatıldığını gördüm. Endişeli bakıyordu. "Yoksa bu küpe senin mi? Neden öyle bakıyorsun ki?" Annemin yutkunduğunu gördüm. Kaşları daha çok çatıldı, anlı daha çok kırıştı. Bana mı kızmıştı? Küpe onun muydu? Yoksa çaldığımı mı düşünüyordu? Hayır ben asla böyle bir şey yapmazdım. Aniden ayağa kalktı ve küpeyi sertçe elimden çekip altı ve avcum boş kaldı. O kadar ani hareket etmişti ki küpe eline batmış, canı yanmış olabilirdi. Ben de kaşlarımı çattım. "Neler oluyor?" dememle birlikte annem kolumu tuttu ve beni eve sürüklemeye başladı. Canımı acıtıyordu. Neden böyle yapıyordu? Eve yürüyebilirdim ki neden beni zorluyordu? Eve kadar beni kolumdan çekiştirdi. Kapı birden sertçe açıldı. "Rüya, sen ne yapıyorsun?!"diyerek anneme kızdı büyükannem. Annem hiç bir şey söylemeden içeri girdi, kolumu bıraktı ve salonu gösterdi. "Hemen salona geç!" diye bağırdığında irkildim. Neden bağırmıştı ki şimdi? Onu sinirlendirmiş miydim? Küpe yüzünden miydi yoksa annem yaptığım bir yanlışı mı öğrenmişti? Ama ben hiçbir şey yapmamıştım ki yanlış. Sözünü dinlemiştim hep. iş yerinde birisi ile mi kavga etmişti? Neler oluyordu? Hızlı adımlarla salona geçtim. Annem ve büyükannem de beklemeden peşimden geldiler. Büyükannem kanepeye, yanıma otururken annem yere, önüme çömeldi. Tam ağzını açmıştı ki büyükannem, "Sakin ol, Rüya. O daha çocuk" diyerek annemi susturdu. Annemin bana olan bu tutumundan rahatsız olmuştu. Annem derin bir iç çekti. "Nereden buldun bu küpeyi?" Omuz silktim ve ortamı yumuşatmak adına tatlı tatlı gülümsedim. "Bahçeden. Yoksa senin mi? Bu yüzden mi kızdın?" Her ne olduysa büyükannemin de yüzü düştü. Bir anlık annemle göz göze geldiler. Büyükannem başını hafifçe iki yana salladı. Annem boğazını temizledi ve konuştu. "Küpeyi taktın mı kızım?" Sesi kısık çıkıyordu sanki. Neden bana böyle bir soru soruyordu? Kaşlarımı çattım. Ne vardı bu küpede? Neden bu kadar endişelenmişlerdi? "Sidelya, cevap ver kızım." diye fısıldadı büyükannem. Dudaklarımı hafifçe büktüm. "Takmaya çalıştım ama takamadım zaten annem gelmişti." "Takmaya mı çalıştın?" diye hayretle sordu annem. Hafifçe başımı sallayarak onay verdim. Annemin gözleri dolmaya başladı. Neden ağlıyordu? Ben mi üzmüştüm onu? Kendimi suçlu hissettim o küçük hâlimle. "Anne, özür dilerim ağlamasana" dedim ince sesimle. Annem cevap vermedi. Niçin özür diliyordum bilmiyordum ama annemin üzülmesini istemiyordum. O üzülünce içimde camlar patlıyor canımı yakıyordu. "Allah kahretsin!" dedi annem ve küpeyle beraber birden dışarı çıktı. Evden çıkmasıyla hızla ben de kalktım ve pencereye yürüdüm. Parmak uçlarımla yukarı uzadım ve anneme baktım. Annem evimizin yakınındaki ormana gidiyordu! "Büyükanne! Annem ormana gidiyor!" Büyükannem güldü. "Orman senin gibi küçüklere ve savunmasızlara merhamet etmez, kızım. Ama merak etme annene bir şey olmaz." Kardeşimle benim ormana gitmemiz kesinlikle yasaktı. Büyükannem ayağa kalktı ve bana elini uzattı. "Haydi gel sana süt vereyim" dedi ama annemin neden bana öyle yaptığı hâlâ aklımdaydı. Çocuk aklımla annemin beni sevmediğini düşündüm. Gözlerim doldu. Annem beni sevmese beni kim sevecekti. Çok seviyordum ben annemi neden bana bağırıyordu. Küpeyi isteyerek bulmamıştım ki elime batmıştı. Bile isteye bir şey yapmamıştım. Şimdi ormana nereye gidiyordu acaba? Umarım orman ona merhamet ederdi. Büyükannemin elini tuttum ve mutfağa girdik. Dolaptan çıkardığı süte ılık su ekledi. Bana verecekti ki kakaolu istediğimi söyledim. Kakao ekleyip sütümü karıştırdı ve masaya koydu. Büyükannem de karşıma oturdu. "Kötü bir şey mi yaptım büyükanne?" Büyükannem şefkatle gülümsedi. Yavaşça masada öne doğru eğilirken sütümden bir yudum aldım. "Hayır, kızım sen bir şey yapmadın. Bu senin kaderin." Kader mi? Kader ne demekti? Kaşlarımı çattım. Büyükannem anlamadığımı biliyordu. Gülümsemesi yavaşça silindi ve ciddileşti. "Beni iyi dinle Sidelya, kızım." Başımı salladım. "Dinliyorum, büyükanne." "Her insan kalbinde siyah bir nokta ile doğar. Her kötülük yaptığımızda o siyah nokta büyür ve en sonunda kalbimizi ele geçirir. Böylece kötülüğü seçmiş oluruz." Kaşlarımı çattım. Ne yani yoksa benim kalbim siyah mı olmuştu? "Biz iyiliği seçtiğimizde ise kalbimiz parlamaya başlar ancak o siyah nokta olduğu yerde kalmaya devam eder. Bu bazı anlarda susturamadığımız nefsimizdir." Büyükannem ne demek istiyordu? Nefis ne demekti? Kafam iyice karışmışken büyükannem devam etti, "Bu sıradan bir insanın iyilik ve kötülük durumudur. Ancak sen farklısın kızım... Sen sıradan değilsin. Senin kalbinin yarısı kara yarısı ise bembeyaz. Bu senin kaderin ve hiç değişmeyecek. Tanrı seni saf iyiliğin temsili kalbini tertemiz yarattı Sidelya. Ancak iblis Tanrıya meydan okudu ve seni kötülükle lanetledi kızım. Yüreğindeki saf iyilik, kötülüğe ancak bu kadar engel olabildi ve lanet kalbinin yarısını siyaha boyadı" Ne yani benim kalbim siyah-beyaz mıydı? İyimi ama ben kırmızı zannediyordum. Resim öğretmenimiz bize kırmızı kalpler çizdiriyordu okulda. "İyiliğin kötülüğünü küçük bir noktaya çevirmek için savaşacak, kötülüğün ise kalbini ele geçirmek için. Ancak görünen o ki kötülük büyümeni beklemiyor" Büyükanneme anlamaz gözlerle bakıyordum. Bana bir masal mı anlatıyordu. Masallar mutluluk saçmaz mıydı? Büyükannem is endişeliydi. Korkuyordu sanki. "Ne yani benim kalbim Beşiktaş mı büyükanne? İyi ama ben Fenerbahçeliyim!" Masumluğum büyükannemi güldürdü. Uzanıp elimi tuttu. Ben de sütümden bir yudum daha aldım. "Anlayacaksın kızım. Sözlerimi asla unutma ve kimseye bahsetme." "Kimseye mi?" "Kimseye." Ağır ağır başımı salladım. Ben sütümü içmeye devam ederken büyükannem masadan kalktı ve odasına doğru gitti. Peşinden gidemezdim çünkü onun odasına girmemiz yasaktı. Ben de boş bardağımı tezgaha bıraktım ve odamıza çıktım. Odada Dalyayı uyurken buldum ve odadan sessizce ayrıldım. Salona gittim ve annemi beklemeye başladım. ... Annemin gelmesi neredeyse bir saat sürmüştü. Kapı sesi geldiğinde hızla ayağa kalktım ve annemin yanına koştum. Fakat gördüğüm şeyle duraksadım. Annemin beni gördüğünde bile yüzü ifadesizdi. Sanki annem gitmiş yerine kimseyle konuşmayan buz gibi bir kadın gelmişti. Sanki onda kalan tek sıcaklık gözlerinden akan yaşlardı. Ben mi yapmıştım bunu? Ya da ben ne yapmıştım? Neden ağlıyordu? Neden bana bakarken gözleri duygudan yoksundu? Hıçkırarak, "Anneciğim" diyerek beline kollarımı doladım, ona sarıldım. Hafifçe saçlarımı okşadı fakat sonra benden ayrıldı. Elimi tuttuğunda küpenin onda olmadığını fark ettim. Küpeyi ne yapmış olabilirdi ki? Benimle beraber yukarı çıkmaya başladı. Daha doğrusu beni yine çekiştiriyordu. İtiraz etmeden merdivenleri çıktım. Yukarı kata geldiğimizde annem sağdaki odaya yöneldi. İyi ama orası büyükannemin odasıydı. Durdum. "Büyükannemin odasına giremeyiz." dedim ama dinlemedi. Kapı koluna uzandı ve kapıyı araladı. Beni de peşinden sürükleyen annem odaya girince elimi bıraktı ve kapıyı kapattı. Büyükannem kanepede oturuyordu. Büyükannemin odası, evdeki odaların hepsinden daha büyüktü. Duvarlar beyazdı ve tam karşımdaki duvarda büyük bir cam, camın pervazında çiçekler vardı. Sağ tarafta yatak, yatağın ucunda çiçekler vardı. Camın sol tarafında küçük bir dolap, dolabın yanında kitaplık ve odanın tam ortasında ise krem rengi bir kanepe vardı. Kanepenin karşısında, duvarda bir televizyon ve konsol , konsolun solunda ise küçük bir masa kalıyordu. Soldaki duvarda bir boy aynası ve kapı vardı orası banyo olmalıydı. Oda çok büyük olmasına rağmen hiç boş durmuyordu çünkü her tarafta çiçekler vardı. Masanın üstünde, dolabın yanında, konsolun üzerinde, kitaplıkta minik kaktüs çiçekleri, kapıların kenarında renk renk çiçekler ve kanepenin sağında, solunda, arkasında... Kanepenin arkasında en az boyum kadar olan kocaman simsiyah bir çiçek vardı. Simsiyah ama bir o kadar da parlak. Aynen küpe gibi! Daha çok incelemek için kanepenin arkasına ilerleyecektim ki annem kolumdan tuttu. "Bırak, Rüya." dedi büyükannem. Annem kolumu bırakınca kanepenin arkasına geçtim ve çiçeği incelemeye başladım. Simsiyah çiçek ihtişamla parıldıyordu. Göreni kendisine hayran bıkacak bu çiçeğin ne çiçeği olduğunu bilmiyordum ama daha dikkatli bakınca bunun küpedeki çiçek olduğunu fark ettim. Her bir yaprağı daha da güzelleştiriyordu sanki çiçeği. Aynı küpede olduğu gibi çiçeğin ortasında polenleri vardı. Hiçbir bitki, hiçbir çiçek bu kadar etkilememişti beni. Dokunmak istiyordum yapraklarına ama önce büyükanneme sormam gerekiyordu. Gülümseyerek başımı kaldırdım. Büyükannem yanıma çöktü. Ondan izin alacaktım fakat işaret parmağını dudağına götürdü ve susmamı işaret etti. Onu dinledim. Annem de büyükannemin yanına geldi ama o ayakta kaldı. O sırada büyükannem hiç ilgilenmemiş olduğum bitkinin toprağına uzandı ve en az çiçek ve küpe kadar siyah bir ayna çıkardı. Bu kapaklı ayna ile ne yapacağını merak ettim. Büyükannem çenemden tuttu ve başımı sol tarafa çevirdi. Büyükannem aynanın kapağını açtığında çok şaşırdığım bir şey oldu. Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Aynanın kapağı siyahtı ama aynanın kendisi de siyahtı. Bu nasıl olabilirdi? Kendine bakmak isteyen birisi hiç bir şey göremezdi. Peki büyükannemde neden böyle bir ayna vardı ki? Büyükannem bu ayna ile ne yapacaktı gerçekten? Aynayı başımı sol tarafa çevirdiği için rahatlıklar sol kulağımın arkasına tuttu. "Büyükanne ne oluyor?" "Şşş" dedi büyükannem ama ben susmadım. "Kulağımın arkasında bir şey mi var?" "Sus, Sidelya." Annemin söyledikleri ile sustum. Kısa bir süre sonra annem bir iç çekti. Büyükannem ise rahatlamış gibi bir "oh" sesi çıkardı. "Bu bize biraz daha zaman kazandırır." dedi büyükannem. Ne zamanından bahsediyordu? "Aman Allah'ım o daha çok küçük" Annem neyden bahsediyordu? Ben küçüksen ne olacaktı? "Neler oluyor anne? Büyükanne," kulağımın arkasını yokladım ama hiç bir şey yoktu. "kulağımın arkasında ne var?" Büyükannem çömeldiği yerden kalktı annemle kanepeye oturdular ve büyükannem ortalarındaki boşluğa hafifçe vurdu. Onların arasına oturdum. "Sakin ol, konuşalım" dedi büyükannem "Evet" diye onayladı annem, "Sidelya yarın gidiyorsun, haberin olsun" Ne? Annem ne diyordu öyle? Ne demek istiyordu? Ne gitmesinden bahsediyordu? "Anne, ne diyorsun sen?" Annem ağlamaya başladı ama ona rağmen buz gibi bir sesle, "Yarın Amerika'ya gidiyorsun. Oradaki Sema Ablan bakacak sana evde eğitim alacaksın, orada bir evde yaşayacaksın." Gözlerim doldu, vücudum titremeye başladı. Hayır, gitmeyecektim. Bırakmazdı annem beni. Yalan söylüyordu. Beni deniyordu. Hıçkırmaya başladım, "An-anne ne diyorsun sen? Bı-bırakacak mısın b-beni?" "Sussana, Rüya!" dedi büyükannem, bana sarıldı, "Sidelya, benim en güzel çiçeğim," diye başladı söze. Daha çok ağladım gözyaşlımın aktığı kanepe ıslandı ve koyulaştı. "Tehlikedesin, kızım. Anlattıklarımı hatırla. Kötü şeyler yaklaşıyor buradan gitmen gerek-" "Hayır!" dedim lafını bölerek, "Gidemem, siz de gelin!" "Gelemeyiz kızım, bu imkansız. Hem orası çok güzel. Sema ablan sana göz kulak olacak, yeni arkadaşlar edineceksin. Her gün arayacağım seri söz." "Ha-hayır, siz bana şaka yapıyorsunuz. Annem beni bı-bırakmaz." Büyükannemi bıraktım ve anneme döndüm. "Anne özür di-dilerim bir daha yapmayacağım sö-söz!" Neye söz veriyordum bilmiyordum bile. İnkâr ediyordum, kabullenemiyordum. Ne yapmıştım? Neden gidiyordum ?Neden annem cevap vermiyordu? "Anne bir şey söyle!" diye bağırdım. "Bırakmazsın değil mi beni? Beni göndermezsin sen." Anneme sarıldım. Durmadan akan yaşları saçlarımı ıslattı. Ona sarılıyordum ama benden ayrıldı. Ayağa kalktı ve uzaklaştı benden. Gideceğini fark ettim. "Anne dursana! Be-beni sevmiyor musun? Ne-neden beni bırakıyorsun? Lütfen, çok özür dilerim!" Resmen çığlık atıyordum ama annemin tek sesi hıçkırıkları ve ağlamasıydı. Son kez bana baktığında, bakışlarım yalvarıyordu fakat annem gözlerini bana yumdu ve odadan çıktı. En son lavaboya gittiğini fark ettim. Peşinden gitmedim. Yanaklarım sırılsıklam olmuştu. Yere çöktüm. Büyükannem yanıma geldi ve bana sıkıca sarıldı. Yüzümü onun omuzuna gömdüm ve yaşlarım penyesini ıslattı. Saçlarımı okşamaya başladığında "Şşit" diyerek beni sakinleştimeye çalıştı. "Annem beni sevmiyor mu?" diye sorduğumda sesim boğuk çıktı. "Tabii ki seviyor, ama buna mecbur. Bu senin kaderin." dediğinde bu kadar anlamsız konuşması sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Küpe... Küpe neredeydi? Küpeyi bulduktan sonra olmuştu her şey. Ne vardı o küpede? Neydi sırrı? Hayatımı alt üst eden şeyi bulmayı küçücük bir kızken aklıma koymuştum. Neler olduğunu ve büyükannemin ne anlatmak istediğini anlayacak ve her şeyi çözecektim. Bu artık benim vazgeçilmezimdi. Benim kaderimin değişmeyeceğini mi söylemişti büyükannem? Değişecekti, değiştirecektim. Olanları boş verip köşeye atamazdım. Bulacaktım, küpeyi de, sırrını da.
Büyükannem ben gitmeden avcuma bir çiçek bıraktı. Gördüğüm çiçeğin beyazını. Çiçeğe çok iyi bakmamı ver her gün sulamamı ve şunları söyledi, "Bir gün iyiliğinin kazanması için dua ederken kötülük seni ele geçirmeye çalışacak. Durduk yere kulağının arkası kaşınırsa bu çiçeğin yapraklarını okşa. Seni koruyacaktır."
|
0% |