Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. BÖLÜM | Tendeki Arbede

@mrsviia

BİRİNCİ BÖLÜM

 

Başlama tarihinizi buraya bırakabilirsiniz.😭❤️‍🩹

 

Yazım hatalarım için şimdiden affedin, yorumlarınız ve oylarınızı bekliyorum bebeklerim.

 

"Ahu ve Efil aynı kişi sadece kişilik bölünmesi yaşıyor, ufak bir bilgilendirme olsun ♡

 

"Kendi içinde yer alan yaralar ya acıya ya nefrete bulanır. Nefret, ilerisi güçlü ve tehlike dolu zehirli bir kadeh, acı ise ucu bucağı olmayan sonsuz döngünün başlangıcıdır."

 

 

 

 

 

Ludovico Einaudi, Experience

 

 

 

 

 

 

 

15 Aralık 2016 Efil 21 yaşında Doğum gününe 2 hafta kala;

 

"Kahretsin!"

 

Dakikalardır elimden geldiğince tüm gücümü bacaklarıma toplayarak koşuyor, bir yandan da arkamdan birinin beni takip edip etmediğini anlamaya çalışıp arkama bakınıyordum.

 

Az da olsa uzaklaşmayı başarmıştım. Her yer ormanlık alandan ibaretti ve şehirden fazlasıyla uzaktık.

 

Evimizde büyük bir çatışma çıkmıştı ve babam kötü adamlara yakalanmamam için sadece kaçmam gerektiğini söylemişti. Başta çok fazla tereddüt etsemde dediğini yapmak zorunda kalmıştım.

 

İkizim vurulmuştu.

 

Kanlar, acılar ve feryatlar gözümün önünden gitmiyordu.

 

Simsiyah arabalar, bir sürü takım elbiseli kötü insanlar evimizi sarmıştı.

 

Abim ortalarda yoktu.

 

Beni her daim koruyan komşu çocuğu da yoktu.

 

Adı Barın'dı.

 

Barın Kızıltuğ.

 

O, uzun bir süredir yoktu.

 

Lolipop veren çocuk.

 

 

Tektim.

 

Birkaç el silah sesini işiten kan ağlayan kulaklarım dudaklarımın arasından tiz bir çığlığın dökülmesine engel olamazken, bacaklarım daha fazla ayakta duramadan toprak dolu yere bedenimi bırakmak zorunda kaldım.

 

Kalbim gümbür gümbür korkunun tohumlarını hissettirerek şiddetle atıyordu.

 

Baban ne diyordu Ahu hatırla.

 

"Korktuğun zaman derin bir nefes al ve içinden kuzuları say!"

 

Nabzım normal seyrinin daha üstünde olduğunun farkındaydım ancak şu an için kuzuları sayamazdım. Kaçmaya devam etmek zorundaydım, gerekirse daha fazla hızlanmak zorundaydım.

 

Yerden kalkmalıydım.

 

Takım elbiseli adamlar beni yakalarlarsa sonum gelebilirdi.

 

Kanlar içerisinde olan ellerim nefretle yerde dururken içimden yükselen nefret dolu çığlığı göğe doğru haykırarak yere vurmaya başladım.

 

Tüm acımla.

 

Ve tüm korkumla.

 

Anne neredesin?

 

Ben seni istiyorum.

 

Nefretim, acım ve bilinmezliğin getirdiği o korku, dışarıya böyle çıkmaya çalışıyordu. Toprak sesini delen araba sesi ve ani bir fren belki de umutsuz kaçışımın acı dolu mağlubiyetiydi.

 

Beni yakalayacaklar mıydı?

 

Belki.

 

Sona yaklaşıyor muyduk?

 

Evet. 

 

Gözümü aniden alıveren beyaz far ışığı kısa bir an görmeme engel oluverirken, kanlı ellerimi ışığa doğru siper ettim ve bedenimi geriye doğru çekerek geriye doğru kaçmaya yeltendim. Kurtulmayı başaran tek kişi ben olmak istemiyordum.

 

İkizim.

 

Babam...

 

Diğer herkes...

 

Onlar geride kalmıştı.

 

Araba kapısı açıldı ve büyük bir şiddetle geri kapandı.

 

Kötü adamlar beni almaya mı gelmişti yoksa?

 

Yerde duran her bir taşın etrafa saçıldığını sağa sola çarpılan sesten dolayı duyuyordum.

 

"Yerde bu şekilde oturarak ne yapıyorsun ufaklık?"

 

Gözlerime ilişen siyah rugan ayakkabılarla göz göze gelen gözlerim yavaş yavaş sesin geldiği yöne yani yukarıya doğru çıkması gerekirken çıkamadı ve o fazlasıyla sabırsız olduğunu sesinden belli eden bir tavırla, "Gözlerim aşağıda değil." dedi keskin bir sesle.

 

Bu yabancı kalın ses tonu, içimin ürpermesine sebep olarak titrememe sebep oldu.

 

Ben korkuyordum.

 

Ya beni öldürürse?

 

Ve hala daha yüzümü karşımda duran bedene doğru çeviremiyordum. Adımları üzerime doğru gittikçe yaklaştı, yaklaştı ve attığı her bir adım kalbime büyük bir sancıyla saplandı.

 

Uzun bir sessizlik oluştu ve bu sessizlikten nefret ettim.

 

Beyaz far yüzünden yüzüme diğer ettiğim kan dolu parmaklarımı bu sefer korkuyla kendi başıma doladım.

 

"Efil..."

 

Dudağından dökülen bu yabancı isim benim zihnimde acı bir elektroşoka sebep olurken bahsettiği kişinin kim olduğunu anlayamadım.

 

Efil kimdi?

 

Beni birisine mi benzetmişti?

 

Hissettiğim derin nefesler dışında etrafta şu an için herhangi bir ses yoktu.

 

Fırtına öncesi sessizlikti.

 

Bir el silah sesi daha duyuldu yakınlardan.

 

Ardından kulağımı tırmalayan tanıdık o ses.

 

"O piçin kızını bulmadan geri gelmiyorsunuz çok uzaklaşmış olamaz!"

 

"Piç" diye hitap ettiği kız bendim.

 

Gözüm bu yüzü bir yerden ısırıyordu ancak tam çıkaramıyordum.

 

"Tedavinin sonunda döndün ve bana haber vermedin mi?"

 

Hala daha anlamaz gözlerle onu izliyordum.

 

"Beyefendi kimi kastediyorsunuz bilmiyorum, ne hastanesi ne Efil'i? Gelecekler, derhal buradan gitmem gerek!"

 

Korkuyla yüzümü arkama doğru çevirerek kısa bir vaktimin kaldığını zihnime kazıyıp bir çıkış kapısı düşündüm. Hızlı olmak zorundaydım, şu an burada her şey sona erebilirdi.

 

Son dakikalarımı yaşayabilirdim.

 

Hastaneden yeni eve gelmiştim ve daha tam iyileşememişken üstüne tanımadığım bu adam tuzu biberi olmuştu.

 

Yüzümü önümde duran uzun boylu, yapılı ve kehribar gözlere sahip olan yabancıya doğru çevirerek, "Lütfen götürün beni buradan." dedim cılız bir ses tonuyla. "Ne isterseniz yaparım yeter ki bu lanet yerden derhal uzaklaşalım!"

 

Denize düşen yılana sarılırdı.

 

Gözleri şaşkınlıkla büyürken sessizce beni seyretmeye devam etti bir süre. Karşısında yabancıyla konuşmam onu şaşırtmış gibi bir ifadeye bürünmüştü ama zaten öyleydi. Karşımda duran bu adam benim için tamamıyla bir yabancıydı.

 

O kim bilmiyordum, ona güvenebilir miyim onu da bilmiyordum. Tek bir isteğim vardı o da onun beni sağlam bir şekilde buradan çıkaracak olmasıydı. Derin bir nefes çektim ciğerlerime ve toz ve kan içerisinde olan bedenimi yerden kaldırıverdim hızlıca. Onun için yolda gördüğü bir deliydim belki de bir kaçakçı.

 

Ya da her ne derseniz işte.

 

Bir süre sessizce gözlerimi seyretti. Başka hiçbir yere odaklanmadı, tam bu esnada da işittiğim sesler ve adım sesleri yaklaşmaya devam ediyordu. Yüzümü buruşturdum mahcupça. "Lütfen." sesim yalvarmaktan aciz bir halde dile dökülmüştü. Benim hayallerim vardı...

 

Başını hafifçe soluna doğru çevirdi.

 

"Hatırlamıyor." Bir şeyler mırıldandı ancak ne demeye çalıştığını hiçbir şekilde anlayamadım.

 

Yandan profili çok daha keskin bir adamdı.

 

Evet, kesinlikle bir yerden tanıyordum bu adamı.

 

Ben onun yanında kız çocuğuydum.

 

"Arabaya geç." dedi dudakları arasından keskin bir sesle. Buraya gelenleri gözleriyle öldürebilecek bir pozisyonda duruyordu. Onun söylediği bu cümleyi bir an anlayamazken adımlarını arabanın kapısına doğru ilerletti ve bana doğru dönmeden, "Vaktin daralıyor yaralı kuş." dedi berbat bir benzetme yaparak.

 

Kuş mu?

 

Bunu bana annem derdi.

 

"Aptal bir kuş gibisin, iğreniyorum senden!"

 

"Seni kafese kapatacağım ve bir daha asla çıkamayacaksın şeytan!"

 

Yine de annemi çok severdim.

 

O nedenini bilmediğim bir şekilde kız çocuklarından nefret eden bir kadınmış ve beni günlerce sütten kesmiş olsa bile, severdim...

 

Tüm gücüm ayaklarımda toplanırken gerginliğimin yüzüme vurmasına engel olamayarak hızlı adımlarla ön koltuğun kapısını açıp, içerisine yerleşiverdim. Stres ve korku, insanın başına gelen en hastalıklı iki duygu silsilesiydi.

 

Siyah Range Rover hareketlenmeye başlarken ne o ağzından bir kelime çıkardı ne de ben konuşmaya yeltenebildim. Dilim damağım açlık ve susuzluktan sebep kurumuş, midemde hissettiğim o boşluk bedenimin halsiz hissetmeye başlamasına sebep olmuştu.

 

Hava soğuktu ve ben pijamalarımla kaçmak zorunda kaldığım için soğuk havanın bedenimi ele geçirmesine engel olamıyordum. Bedenim kireç gibi bembeyaz kesilmiş ve tir tir titrediğim için üşüdüğümü istemeden de olsa belli etmek durumunda kalmıştım. Vicdanım suçlulukla sızlıyordu, duygularımın üzerinden tırla geçilmiş ve hislerim ellerimden alınmış gibiydi.

 

Şu an beni arabaya acıdığı için aldığını biliyor olmak, oturduğum yerde iyice küçülüp un ufak olma isteği yaratıyordu içimde.

 

Uzun parmakları birkaç ayarla içeriye sıcak hava üflemesini sağlarken, "Beni düşünmenize gerek yok." dedim ekstra bir zahmete girmemesi için. Kendimi fazlasıyla yük olarak görüyordum zaten. Birkaç dakika sessiz kalmayı tercih etti. Kendisinin üşüdüğünü düşünmüyordum çünkü üzerinde siyah takım ceket ve onun da üzerinde uzun siyah bir kaban vardı.

 

Nereye gittiğimizi bilmiyordum.

 

"Nereye götürüyorsunuz beni?"

 

Sesimde yatan endişeyi ben bile hissetmişken onun hissetmemesine imkan yoktu. Arabanın hızını biraz daha arttırarak, "Evimde ağırlayacağım seni bu gece. Orada güvende olacağından emin olabilirsin. En azından bu gece için. Yakınlarda bir dağ evim var orada olacağız, sabaha istediğin yer neresiyse oraya gidersin." diyerek konuşmayı keskin bir şekilde sonlandırdı. Bu cümleyi kurarken bile, "Son sözü söyledim üzerine bir şey söyleme cüretinde bulunamazsın!" der gibi çıkmıştı.

 

Oturduğum koltuğa iyice pısarak gözlerimi kapattım yavaşça. Şu an tanımadığım bir adamın arabasının içerisinde olmam elbette güvenli bir durum değildi ancak en azından hayattaydım değil mi?

 

Dayanın babacığım, ben iyi olacağım ve sizi kurtaracağım!

 

Araba saatlerce yol alırken ses olarak tek duyulan ikimizin nefes alışverişi olurken, çalan telefonla bakışlarımız aynı anda gelen aramaya doğru kaydı.

 

 

"Gizem"

 

Gözlerimi telefonda yazan isimden ona doğru çevirirken onun gözlerinin benim üzerimde olduğunu fark etmemle kısa bir an dumura uğradım. Çalan telefonu inatla açmıyor, arabayı tek eliyle kullanmaya devam ediyordu. Parmaklarımla yolu gösterdim kaza yapmamızdan endişe duyarak. "Bana değil, yola bakmanız gerekiyor yoksa kaza yapacağız."

 

Dudaklarının kıvrıldığını gördüm mü yoksa bu sadece hayalimden mi ibaretti orasını pek anlayamadım ancak araba onun evine ulaşana kadar dudakları arasından son bir cümle çıkardı. "Benimle beraber olduğun sürece kaza yapmayız ufaklık, kaldı ki yapacak olsaydık da buradan hasar alan tek varlık, içerisinde bulunduğumuz arabam olurdu."

 

 

Yaşadığım her bir zaman dilimi kavga, olay ve kaos örgüsüyle devam ediyor. Öylesine felaket bir enkazın altındayım ki bu sefer, duy sesimi tanrım. Çekip al beni bu acı dolu girdabın içerisinden. Bermuda üçgeni burası, üçe katlanarak çarpıyorum her bir köşeye. Hırpalanıyor bedenim, acı çekiyor gittikçe.

 

Gözyaşlarım bu gece akmak için en yanlış andayken, "Telefon." dedim mırıldanarak. "Bir telefona ihtiyacım var."

 

Babamla görüşmem gerekiyordu.

 

Ona ulaşmam, nasıl olduklarını öğrenmem gerekiyordu. Onlara iyi olduğumu bildirmeli, ne yapmam gerektiğini de aynı zamanda sormalıydım. Rugan ayakkabılarının sesi büyük evin içerisinde yankılanırken cebinden telefonunu çıkarıp önümde duran cam sehpanın üzerine bıraktı yavaşça.

 

Adımları karşısında duran ve her bir rafta içki şişesi bulunan alana doğru ilerlerken, "Şifresi 671215" dedi kısa keserek. Bu numara ambiyansı ya sıradan sallamasyondu ya da bir tarihti. Tek sayılara takıntım olduğu için istemsiz olarak sayılarla uzun bir süre bakıştım. Bu durum onun da dikkatini çekmiş olacak ki hafifçe boğazımı temizleyerek şifreyi tuşlayıp, ezbere bildiğim numarayı yazmaya başlayıverdim hızlıca. Elinde bir viski bardağıyla geri döndü ve tekli koltuklardan birine oturarak cam bardağa doldurmaya başladı.

 

Babam cevap vermiyordu.

 

"Babam gibi siz de sek içenlerdensiniz." diye mırıldanmadan edemedim. Babam da buz yerine sek içmeyi severdi ve ben her bir hareketi çok dikkatli izleyen bir kızdım. Bu durum ben 12 yaşımdan beri vardı ve bu kadar detaycı yaklaşmadan yapamıyordum.

 

Dudaklarım arasından dökülen bu mırıltı karşısında tek yaptığı şey hafif bir baş selamı vermekti. Fazla konuşmaya açık birisi değildi anlaşılan ve benim iyi olduklarını bir şekilde öğrenmem gerekiyordu. Tanımadığım bu adamla da çok fazla konuşmayacak olmam en iyisiydi. Babamı inatla birkaç kez daha aramayı denedim ancak hepsi olumsuz sonuçlanınca aklıma adamlarından birinin numarasını ne olur ne olmaz diye ezbere bildiğim geldi.

 

Belki Fehmuz abiye ulaşabilirdim.

 

Elindeki bardağı tekte dikmek yerine yavaş yavaş yudumlarla içmeyi tercih ediyor ancak bu süre zarfında bakışlarını benim üzerimden hiçbir şekilde ayırmıyordu. Ondan yayılan enerjinin nasıl olduğunu pek kestiremesem de pek fazla iyi olmadığını az çok hissedebiliyordum. "Tanrım saçmalığa bak, birinize ulaşmak zorundayım!" dudaklarım arasından dökülen fısıltıyı duyduğunu düşünmüyordum ki önemi de yoktu zaten.

 

Tek şansın Ahu.

 

Telefonu tuşlamaya koyuldum tekrar ve kulağıma doğru götürerek bir umut açılmasını bekledim. O telefon açılmak zorundaydı, erkek ikizim orada kanlar içerisindeyken bana son durumunun ne olduğunu dile getirmek zorundalardı.

 

Telefonun kapanacağını düşünerek kulağımdan çekeceğim sıra elimin yanlışlıkla hoparlör tuşuna gitmesiyle aramanın yanıtlanması aynı anda gerçekleşti ve telefona cevap veren Fehmuz abi, "Buyur patron?" diyerek aramayı yanıtlayıverdi mesafeli bir tonla.

 

İşittiğim bu cümleyle hem ben şaşkınlığa uğramış hem de karşımda duran bu yabancı adamın bakışlarının gittikçe kararmasına sebep olmuştum. Hızlı adımlarla yanıma yaklaştı. İpek kirpiklerim anlamsızca korku içerisinde hızlı hızlı kırpılırken telefonun diğer kısmından tekrar konuştu. "Patron?"

 

Telefonu bir hışım ellerim arasından aldı ve tuşladığım numarayı sert bakışlarıyla kontrol etti. Sonuç ise belliydi, cevap vermeden yüze kapanan telefondu.

 

Birkaç saniye ben anlam vermeye çalıştım o ise beyaz ekranda yer alan numarayı anlamaya çalıştı. Neden anlamaya çalıştı onu anlayamadım. "Ben-"

 

"Bu numarayı nereden biliyorsun sen?"

 

Ses edemedim.

 

"Sana bu numarayı nereden bildiğini sordum Efil!"

 

Kelimemi durduran bu cümle beni dumura uğratırken, gerginlikle bedenimin kenetlenmesine sebep olmadan edemedim. "Numarayı nereden mi biliyorum?" Bu ona karşılık soruya soruyla cevap vermemden ziyade, kendime sorduğum bir soruyken, elindeki telefonu cam sehpaya yavaşça bırakarak bakışlarını yavaşça bana doğru çıkardı. Fazlasıyla sakin görünüyordu. "Soruma soruyla cevap verme gafletinde bulunma, bu adamı nereden tanıyorsun?"

 

Az önce bana Efil mi demişti?

 

"Efil diye hitap ettiğiniz kişiyi tanımıyorum, beni biriyle karıştırmış olmalısınız." Derin bir sessizlik oluşurken rahatsız edici bir bakışla beni seyretti bir süre.

 

Canımdan olma korkusuyla sığındığım adamın kollarında da canımdan olabilme ihtimaliyle göz gözeydim tam şu an. Dudaklarım arasından iki kelime çıkıyor ve bozulmuş kaset misali tekrar ediyordu. "Ben bilmiyorum." Korkunun getirisi her zaman yalandı ve ben şu an nefret ettiğim yalana sığınıyordum. Sesimde yer alan bu suçluluk, lekelendiğimi hissettiriyordu.

 

Kahretsin!

 

Korkuyordum.

 

"Ben masumum, kimsenin bir şeyi değilim! Tek isteğim babama ulaşmak, seni tanımıyorum bile!" Şu an cümlelerimin saçmalığı o kadar berbattı ki. Beni burada öldürebilirdi. Hatta kuşlara yem bile olabilirdim!

 

Düşünebiliyor musunuz? Beni dilimleyebilir, bedenimi yakıp kül de edebilirdi.

 

Sonra babam o külleri bulur ve benim içi-

 

"Hayır seni yakmayı düşünmüyorum ve hayır, seni kuşlara yem etmeyeceğim." Bunu duymamla rahatlarcasına bir nefes vererek bakışlarımı ona doğru çıkarıverdim tekrardan.

 

"Beni tanımıyorsun." dedi anlam vermeye çalışırcasına. Başını ağır ağır sallarken yüzüne anlam veremediğim garip bir gülümseme peydah edindi. "Karşında duran adamı gerçekten de tanımıyorsun..."

 

Tanınan birisi miydi acaba?

 

Kehribar rengi gözbebeklerinin anlam veremediğim duygular silsilesiyle harmanlanarak daha da büyüdüğüne gözlerimle şahitlik ederken üzerime doğru eğildi ve "Konuyu saptırma, adamı nereden tanıyorsun?" diyerek sakin bir tonla mırıldandı. Başımı olumsuzca iki yana doğru sallarken kendimi nasıl ikna edebileceğimi düşündüm kısa bir süre.

 

Ona bir şekilde inandırmalıydım kendimi.

 

"Tanımıyorum!" Ses tonum onu bastırarak en az onun kadar gür çıkarken, "Sakın." diyerek rugan ayakkabılarıyla adımlarını üzerime doğru yaklaştırdı ve dudaklarıma doğru eğildi. "Sakın gözlerimin içine bakarak bana yalan söyleme. Nefretimi kazanırsan ecelin olurum senin. Ölmek için bana yalvarmak zorunda kalırsın."

 

Şu an doğruyu söylersem nedense beni öldürecekmiş gibi hissediyordum ve benim huyuma gitmesi gereken yerde tehditkar bakışlarla beni yerin dibine gömmeye devam ediyordu.

 

Sakinliğine tezat cümleleri o kadar tehditvariydi ki, pek çok duyguyu aynı an da yaşıyordum.

 

Yağmurdan kaçmaya çalışırken doluya tutulmak dediğimiz eylem buydu sanırsam. Çenemin üzerine parmaklarını koyarak başımı kaldırıverdi ve yeşil gözlerimin kehribarlarıyla çakışmasını sağladı. "O adamın bir kızı yok." dedi benden bir açıklama bekleyerek.

 

Demek Fehmuz abiyi gereğinden fazla tanıyordu.

 

Babama çalışan bu adam nasıl olurda tanımadığım bu adama, patron diyebilirdi?

 

Aynı kişilerden mi söz ediyorduk?

 

"O adamın kızı değilim ki zaten." dedim hafifçe yutkunarak. Masumane bir şekilde dile getirdiğim ve dile getireceğim cümleler gelecekte benim sonum olacaktı. Ölüme kucak açtığımı, 21 yaşındaki Ahu henüz bilmiyordu. Eli ne kadar gevşek bir halde çenemi tutuyor olsa da, gözlerinde yer alan şüphe kendisini fazlasıyla diri tutuyordu. "Sana patron diyen adamla tanıdığım adam aynı kişi mi bilmiyorum ama aradığım numaradaki kişi benim babama çalışıyor efendim. Yani o adam bizim çalışanımız."

 

Gözlerini kısarak yüzümü inceledi sessizce.

 

Söylediğim şey onu huzursuz etmiş gibiydi.

 

Fazlasıyla.

 

Sessizliği kendimi daha fazla suçlu hissetmeme sebep olurken, "Korhan Vural'ı tanıyor musunuz?" dedim ondan bekleyeceğim cevabın evet olduğunu az çok tahmin ederek. Babam ünlü bir iş adamıydı ve aynı zamanda ressamdı. Tanınmama ihtimali çok düşüktü.

 

Söylediğim isim onda bir enkaz görüntüsü bırakmış gibiyken kaşlarının çatılmasına engel olamadı.

 

Gözlerimin içine öyle bir ifadeyle bakıyordu ki sanki onun hayatını mahvetmişim ve geçmişi tam karşısında duruyormuş gibi.

 

 

Geçmişini elleri arasında tutuyormuş gibi.

 

Ben, yanlış bir şey mi dile getirmiştim yoksa?

 

"Hayır bahsettiğin adamı tanımıyorum." o kadar soğukkanlılıkla bunu dile getirmişti ki, ürpermeden edemedim. "Türkiye'ye çok fazla gelmiyorum."

 

Türkiye'ye yeni inmiş birine göre türkçesi çok akıcıydı. En azından lise öğrencisi bana göre bile akıcıydı.

 

Meraklı bakışlarımın üzerine ne soracağımı önden tahmin ederek, "Sık gidip geliyorum yurt dışına. O adamın telefondaki bu adamla ne alakası var, ben sana onu sormuyorum." dedi az önceye nazaran daha sert ve hoşnutsuz bir ses tonuyla.

 

Bu hayatta yaptığım en büyük yanlış neydi biliyor musunuz?

 

İnsanların her dediğine çabuk inanmak ve güvenmekti.

 

Ve şimdi dile getirmiş olacağım cümleydi.

 

"Sorunuzu yanıtladım işte, Fehmuz abi babamın adamı." dedim sonlara doğru sesimin kısılmasıyla beraber. "Fehmuz abi bahçıvanımızmış gibi davranan bir koruma. Beni kötü adamlardan koruyor." Beni neden kötü adamlardan koruduğunu bilmediği için anlam verememesi normaldi.

 

Elimle yaklaşması için hafifçe hareket yaparak, "Size sırrımı söylersem bana zarar vermeden burada, bu gece için kalmama izin verir misiniz?" dedim ürkekçe. Şu an bunu söyleme sebebim beni öldürecek gibi bakıyor olduğundandı.

 

Ya da hep sert biriydi ve bakışlarının normali buydu.

 

Sessiz kalarak başını ağır ağır sallayıp, sırrımı söylememe izin verdi.

 

"Lütfen aramızda kalsın bayım, siz tanımıyorsunuz ama ben Korhan Vural'ın kızıyım. Etrafımda kötü adamlar çok, beni öldürebilme ihtimalleri olduğu için bunu herkesten gizlemem gerektiğini söyledi babam."

 

İşte dudaklarım arasından dökülen cümle, gözlerinde şimşeklerin çakmasına ve bedeninin şok içerisinde kalarak çenemi tutan elimi aniden bırakmasını sağlayıp birkaç adımla geriye doğru yalpalanmasına sebep olmuştu.

 

Sanki benim bu konuşmamla kafasında bir şeyleri oturtuyor gibiydi.

 

"Bakışların bile değişmiş, anlamalıydım."

 

Ne?

 

Neyi kastetmişti o?

 

Boğazım düğümlenirken gözkapaklarındaki damarlar iyice belirginleşti ve yüzü sirke sattı. Bu harelerde gördüğüm şaşkınlık ve ardında gizlenen o derin öfke bu geceyi asla unutamayacağımın göstergesiydi.

 

Şaşkınlığın sebebini o kadar anlayamıyordum ki.

 

"Korhan Vural'ın kızısın?" Dudakları arasından dökülen mırıltı bunu duyduğuna o kadar memnun olmadığını gösteriyordu ki. Zoraki bir gülümsemeyle sağ elini uzattı bana, bu karşımda duran bu yabancı adamla ilk temasımızdı.

 

"Kızıltuğ ben."

 

"Adın mı-"

 

"Soyadım." dedi sertçe. "Adımın hitap edilmesinden hoşlanmam. Bunu bilmen kâfi."

 

Son olmayacaktı.

 

"Memnun oldum." diyerek elini ellerim arasına alıp, sıkıverdim hafifçe.

 

Yüzündeki gülümseme beni süzerken yavaşça sönüverdi. "Demek onun kızısın..."

 

Bunu duymuştum, duyduğumu da biliyordu.

 

"Odan hazır, bu gece için dinlenmene bak. Yarın dilediğini yapacağız." dedi gitmeme müsaade ederek.

 

Bana ismini bahşetmemişti ancak boynunda yer alan yin yang, onda unutmayacağım ilk şeydi.

 

Gözlerine son kez bakarak adımlarımı bana ilk bu yabancı eve girdiğimde gösterdiği odaya doğru ilerlettim.

 

Ancak son cümleyi işitmemiştim.

 

"Seninle daha çok karşılaşacağız Efil Vural, daha ben bizden memnun olmadım."

 

Efil Vural mı?

 

O da kim?

 

Kartlar dağıtılıyordu.

 

Kehribar gözlerinde yer alan o derin öfke ve şaşkınlık, işte onun sebebini 21 yaşında olan ben bilmiyordum ancak kader, ağlarımızı birbirimize bir kere örerse, vakti gelince tekrar ortak noktada birleşirdik. O bağı ne bir makas keserdi ne de bıçak zedelerdi. İki son bulurdu bizi, ya birlik ya da irtihal...

 

Birlik, beraber olma durumu iki insanın vardığı en güzel sonuç

 

İrtihal ise,

 

İki kişinin ya da ikisinden birinin ölümüydü.

 

Ve kader, o kadar da güzel sonlara götürmezdi.

 

1 Kasım 2021 Günümüz

 

 

"Ahu birkaç dakika bekleyemez misin? Açık arttırma başlayacak birazdan." Didem'in ısrarlarına daha fazla katlanamayarak elimle durmasını işaret ettim bıkkınca. Bu kadın eninde sonunda bana istediğini yaptırtmayı başarabiliyordu, buna gerçekten de hayret ediyordum. "Tamam." dedim bıkkınlığımın ses tonuma yansımasına izin vererek.

 

Ardından dudaklarımdan mırıltı dökülüverdi.

 

"Ama çabuk ol, beş dakikadan fazla beklemem basar giderim buradan ona göre."

 

Ellerini yanaklarıma yerleştirerek dudaklarını alnıma bastırdı hızlıca ve "İşte benim kızım!" diye gururla bağırarak uzun stilettosuyla koşar adımlarla çıkmayı başardı odadan.

 

Bugün ünlü iş adamı Karan Kızıltuğ'un açık arttırmasına davetli olarak gelmiş bulunmaktaydık ve birazdan başlayacaktı. Didem çok fazla gergindi, sevdiği adamla aylar sonra yüz yüze gelebilmek uğruna ilgisi olmadığı halde bu davetin peşinden koşmuştu ve tam olarak bu açık arttırma da olacaktı.

 

Sevdiği adam Karan'ın en yakın arkadaşıydı.

 

Karan'la yıllar öncesinden ufak bir tanışıklığımız vardı.

 

Ben katılmayı düşünmüyordum ancak bana özel gönderilmiş olan davetiye ve arkadaşımın yoğun ısrarla beraber baskısı sonucu, kendimi burada bulmak zorunda kalmıştım.

 

Adımlarımı dış kapıya yönlendirerek sessiz bir şekilde kapıyı aralamamla ne olduğunu anlayamadan odanın içerisine bir adamın aniden dalarak girmesi aynı anda gerçekleşmişti.

 

Kapıyı hızla kapatarak bakışlarını etrafta gezdirirken, "Ne yapıyorsunuz?" dedim şaşkınlık dolu bir ses tonuyla. Karşımda duran bu yabancının bir açıklama yapması gerekiyordu.

 

Sağ elini yumruk yapmış bir şekilde sıkıyordu ve sorumu duymazlıktan gelerek etrafta gezdirmeye devam etti bakışlarını.

 

Bana odaklanması için topuklularımla birkaç adım yana doğru kaydım. Bakışları arkamda duran büyük aynalı komodinden ayrılarak mini elbisemin açıkta bıraktığı boynuma doğru indi ve adımlarını ayak ucuma kadar getirdi.

 

Yüzlerimiz gereğinden fazla yakın bir mesafedeydi ve şu an ne yapmaya çalıştığına bir anlam veremiyordum. "Bakın ben-"

 

"Şşht." diyerek işaret parmağıyla susmam için kalın dudaklarıma yerleştirdi. "Sana zarar vermeye gelmedim, korkma prenses. Sadece emanetimin bir süre üzerinde durması gerekiyor."

 

Emanet mi?

 

Tek kaşımı anlamsızca kaldırırken sağ avucunun içerisinde duran kolyeyi açığa çıkararak, "Bunu bırakacak güvenli hiçbir yer bulamadım." dedi sesindeki gerginliği gizleyemeyerek. Güvenli hiçbir yer bırakamayıp elleri arasında sıkıştırmayı mı yeğlemişti sahiden?

 

"Ve tanımadığın bir kadının boynunda durması senin için güvenli bir nokta, öyle mi?"

 

Kurduğu cümlenin saçmalığının farkına vararak karışan kolyeyi düzeltti. Bu kolye, fazlasıyla pahalı duruyor gibiydi.

 

"Bu mekandan ben istemediğim sürece çıkamazsın daha doğrusu kimse çıkamaz, o yüzden bir problem görmedim." Kendinden emin tavrı aslında kendi kurduğu cümleyle çakışıyordu.

 

"O halde elinde tuttuğun bu pahalı kolyeyi bir kenara rahatlıkla bırakabilirsin, değil mi? Sonuçta 'sen istemediğin sürece' kimse bu mekandan çıkamaz?" Yaptığım kınamayı iliklerine kadar hissederken bu yaklaşımıma karşılık hafifçe gülümsedi.

 

"Lütfen." dedi minnetle. "Benim gibi adamlar elinde çok büyük güçler tutuyor olsa da böylesi basit bir şeyden dolayı korkabilirler. O yüzden takmama izin ver, en geç bir saate üzerinden alacağım zaten."

 

Bir saat sonra alamayacağını o da ben de bilmiyorduk...

 

Resmen ona acıyayım diye şirinlik yaparak konuşmaya çalışıyordu.

 

Yüzümde duran maskeyi çıkartarak bu saçmalığı onayladım. İşte bu yaptığım en saçma hatalardan birisi olacaktı. "Parti için buraya gelenlerdensin sanırım?" dedi anlam veremediğim bir sıcakkanlılıkla. Yüzümde yer alan maskeden dolayı üst katta yer alan partiye gelen, sıradan insanlardan biri olduğumu sanıyordu anlaşılan.

 

Özel davetlilerden birisi olduğumu bilmeden bana bu kolyeyi takıyordu.

 

Onu bozmadan başımı olumlu yönde yukarı aşağıya doğru sallayarak bedenimi geriye doğru çektim. Kolye adeta bedenimle bütünleşmişti ve sanki benim eksik bir parçammış gibiydi. "Seninle bütünleşti." dedi aklımdan geçen düşünceyi sesli bir şekilde hayranlık dolu bir ses tonuyla dile dökerken.

 

Adımlarımı kapıya doğru ilerleterek Didem'in gelmesini beklemeden yürümeye başladım. "Bir saat sonra beni bul ve bunu boynumdan al. Alamazsan bir daha asla senin olamaz."

 

Yüzünde yer alan gülümsemeyi daha fazla görmek istemediğimden kapıyı kapatarak açık arttırmanın yapılacağı alana, yani zemin kata doğru ilerlemeye başladım.

 

İçeride yaşanan saçmalığa bir anlam veremiyordum. Şu an boynunda neden tanımadığın bir adamın kolyesini taşıyorsun diye sorsanız, ona da verebilecek bir cevabım yoktu.

 

Merdivenleri yavaş yavaş inerken telefonumun çalmaya başlamasıyla elimde tuttuğum küçük pembe çantamın içerisinden hızla çıkardım ve aramayı yanıtladım.

 

Didem beni arıyordu.

 

"Efendim?"

 

Sesi fazlasıyla mutlu ve bir o kadar da gergindi. "Ahu çabuk zemin kata gel, ben oraya gelirsem eğer zaman kaybederim. Birazdan başlayacak açık arttırma!"

 

Ne kadar da vefakâr bir arkadaşa sahiptim ben böyle.

 

"Kapat, geliyorum Didem." Konuşmayı kısa keserek adımlarımı hızlandırdım ancak kendimi yoracak kadar hızlı değildim. Açık arttırmayı çok fazla merak ettiğim ve merak edeceğim söylenemezdi.

 

Göreceklerimi ve başıma gelecekleri bilmeden...

 

❄️

 

Giriş o kadar kalabalıktı ki giriş yapan herkes özel verilmiş olan davetiyelerini gösteriyorlardı ve isimler teker teker üşenmeden bakılarak alınıyordu. Açık arttırma başlayalı 20 dakikaya yakın bir süre olmuştu ve ben hala daha girememiştim.

 

Duyduğum tokmak sesleri, artan fiyatlar ve ses kalabalığı içerisinin biraz gergin geçiyor olduğunu gösteriyordu çünkü birçok iş adamı orada bir nevi kendisini gösteriyordu.

 

Herkes mafya lideri, zincirleme şirketlerin sahibi olan Karan Kızıltuğ için buradaydı.

 

İnanın açık arttırma içerisinde yer alan ego savaşını hiçbir zaman anlayamıyordum.

 

Hayatımda kaç defa açık arttırmaya katılmıştım ki zaten?

 

Yüzlerimizde yer alan maskeler her ne kadar yüzümüzü gizliyor olsa da ruhumuzu gizleyemiyordu. Kötülüğü gizliyordu ancak bu maskeler.

 

"Buyurun hanımefendi, giriş yapabilmeniz için davetiyenizi göreyim." Karşımda duran bodyguard elinde tuttuğu tableti kenarda tutarak uzattığım davetiyeye bakmaya başladı.

 

Gözleri kısa bir an benim üzerimde gezinirken, "Ahu Hanımı hızla diğer taraftan geçirip, ona ayrılan özel koltuğa doğru ilerletin. Kızıltuğ'un emri." diyerek sadece iş adamlarının girdiği alanı işaret etti anlam veremediğim bir şekilde.

 

Bu ne demekti böyle?

 

"Bir yanlışlık olmasın, ben de diğerleri gibi basit bir davetiyeye sahibim o kadar. Diğerlerin geçtiği yerden geçmem gerekmiyor mu?"

 

Yoksa Korhan Vural'ın kızı olduğumu mu biliyorlardı?

 

Buna imkan yoktu.

 

Karan bir şeyler söylemiş olsa ben şu an burada rahat bir şekilde bulunamazdım.

 

Biliyor olsalardı şu an benim alnımdan en az iki tane kurşun geçmiş olması gerekiyor, en basitinden şu an ben yaşamıyor olurdum.

 

Karan Vural'lardan intikam almak için can atıyordu. Beni düşmanın kızı olduğumu bilse anında öldürürdü zaten.

 

Davetiyenin üzerinde yer alan imzayı gösterdi bana ve sorumu cevapsız bırakarak giriş yapacak olan diğer kişilerle ilgilenmeye başladı.

 

Sorumu cevapsız bıraktı sanmıştım ancak o benim dilimde bir cevap vermemişti, o kadar.

 

Bana yol gösteren korumalardan birisi soğuk bir ses tonuyla bana yardımcı olarak, "Ahu Hanım, efendimiz sizi özellikle ağırlamamızı istediler. Bu sırada sizi beklettiğimiz için kusurumuza bakmayın." dedi ve saygıyla tam karşımda hafifçe eğildi.

 

Ben özel ilgilenebilecek bir kadın değildim.

 

Arkadan fısır fısır konuşmaya çalışan kişilere kısa bir bakış atıp sessizce ayak uydurdum gideceğim yere doğru.

 

Topuklu ayakkabılarım yankılanarak bana geri ulaşıyordu. Siyah görkemli kapının iki yanında duran korumalar kapıya bir kart okutarak geçmem için müsaade verdi.

 

Hafif bir baş selamıyla içeriye girdim. Tüm herkes tam karşımda cam fanusun içerisinde sunulan ürünü seyrediyordu. İkinci açık arttırmanın bitişine yetişmiştim. Sol çaprazda kapı tarafına bakan Didem'in beni aradığını fark etmemle ellerim arasına telefonu almam bir oldu.

 

Ona en azından haber vermeliydim.

 

"İçerideyim, karşına bak."

 

O kadar etrafı seyretmeye odaklanmıştı ki, yazdığım mesajı bile fark etmemişti.

 

Elimi sallayarak beni görmesi için işaret yapmayı denemiştim ancak onu da fark etmemişti.

 

"Bu kalabalıkta aradığı kişi sen olmadığın için seni fark etmez. Telefon da aklına gelmez."

 

İşittiğim ses doğru başımı yan çevirirken karşımda tüm asaletiyle duran bu tanıdık adam, gerginlikle yutkunmama sebep oldu.

 

Tanıdık olan bu ses ve sima...

 

İçimin kötü bir biçimde ürpermesine engel olamadan ellerim arasından sert bir şekilde alınan telefona engel olamadım. "Açık arttırma bitene kadar telefona bakmak yasak."

 

Sesinde yatan otorite ve emir yüzümün dikleşerek yanımda duran bu maskesiz adama karşı gözlerimi kıstım. Burada maske takmayan sadece, o vardı.

 

"Kuralları siz mi koyuyorsunuz? Herkesin elinde telefon var, ne yasağından bahsediyorsunuz?"

 

Yüzünde yer edinen hafif sırıtış pek fazla hoşuma gitmesede belli etmemeye çalışarak kollarımı birbirine kenetledim.

 

Dudaklarını sol kulağıma doğru eğerek, "Evet, kuralları ben koyuyorum." dedi dalga geçercesine.

 

"O halde kurallarını zevkle çiğniyorum. Bana ne yapabilirsin?" Tek kaşım gülümseyerek havalanırken kısa bir an bakışları dudaklarıma kaydı.

 

Karan Kızıltuğ, hep böyleydi.

 

Beni kurtardığı o gecenin ardından savcılık dosyasına adını yazdırmış ve peşini hiç bırakamadığım biri haline gelmişti kendisi yıllar boyunca.

 

Ona inanmadığım yüzümde duran maskeden bile belli olurken parmaklarıyla çaprazımızda duran bir korumanın yanımıza gelmesi için bir baş selamı verdi hafifçe.

 

"Tüm telefonlar kapatılsın Poyraz." Tek bir cümle çıktı dudaklarından. Birkaç dakika geçti ya da geçmedi tüm herkesin telefonunun ekranları aniden kapanıverdi.

 

Ardından ekledi. "Savcımın hariç, onun telefonunun açık kalmasını istiyorum."

 

Evet benimle gerçekten de eğleniyordu.

 

"Telefonlara eriştin..." sesimin fısıltıdan ibaret olsada şaşkınlık dolu çıkmasına engel olamadan kokteyllerini yudumlayan insanların cam fanusu seyredişini seyrediyorduk tam buradan. Gücü, beklediğimin de ötesindeydi.

 

Birkaç kişinin gözleri daha şimdiden bayık bir halde bakıyordu.

 

"Bir kokteyl bir insanı bu kadar kısa sürede ne kadar etkileyebilir ki..?"

 

İnsanların garipsemesini bekledim ancak herkes itaat eden birer kuklaymışçasına sessiz bir şekilde cam fanusu izlemeye başladılar. "Ne işin peşindesin yine Kızıltuğ?" dedim dudaklarımın arasından nefretle çıkan bu dört kelimeye engel olamadan.

 

"Hiç açık arttırmalara katılmadın sanırsam." dedi az önce yaptırdığı şeyin çok normal bir rutin olduğunu belli edercesine. Sessiz kaldım sorduğum soruya bir cevap vermesi için. Bu normal değildi.

 

Herkes bayık bakışlarla etrafı seyrediyordu.

 

Karan'ın bakışlarını boynumda hissediyordum. "Kolye yakışmış. Kimin hediyesi?"

 

Gözlerim kısıldı. "Bakıyorum da fazla dikkatlisiniz, vakti gelince sahibine vereceğim emanet benim için."

 

"Zaten sahibinin üzerinde duruyor, o ancak sana yakışabilirdi. Kolye senin Ef-Savcı." Diyerek kendisini düzeltti hızlıca.

 

Kolyenin bana emanet verildiğini bilmeden kendince saçmalıyordu işte.

 

Bakışlarım tekrar diğerlerine döndü.

 

Bir nevi sersemleşmeye başlamış gibilerdi.

 

Karan asla akıllanmayacaktı.

 

Tam bu esnada da cam fanusun içerisinde yer alan zümrüt yüzük satıldı ve herkes sanki bir komuta uyarcasına aynı tonda alkışlamaya başladı.

 

"Burada duranların tavırları normal değil bir garip. Fark etmiyor musun?"

 

Sorumu görmezden gelerek sahne başında yüzündeki maskeyi yavaşça çıkarmadan önce açlık arttırmayı sunan kadının, "Açık arttırmayı kuran Karan Kızıltuğ'u sahneye gelmesi için bir alkış alalım." cümlesiyle sahneye çıkmak için adımlarını yönlendirdi. Başımdan aşağıya kaynar suların dökülmeye başladığını hissettim.

 

Karan.

 

Karan Kızıltuğ.

 

Yeraltının kurucusu.

 

Bataklığın sahibi.

 

Buraya Karan'ı görmeye gelmemişlerdi.

 

Zaten Karan'ın açık arttırma düzenlemediydi burası.

 

Buraya bilerek getirilmiştim.

 

Bana kendince cevap veriyordu. Yıllardır onun işlerini sabote etmemin acısını çıkarıyordu sanırım kendince.

 

Yıllar sonra onunla tekrar karşı karşıyaydım.

 

Rugan ayakkabıları yavaş yavaş ilerlemeye başlarken yavaşça durdu ve bana doğru döndü yandan bir şekilde.

 

Kısa bir gülüş peydah edindi kusursuz yüzünde.

 

Bir gülücük sonunuz olabilir miydi?

 

Benim olacaktı.

 

Ardından ilerlemeye başladı hızla.

 

Tam bu esnada büyük bir ses tufanı yükselmeye başladı.

 

"İçi boş!"

 

"Efendim kolye yok!"

 

"Kameralar da çalışmıyor!"

 

"Kesin çalındı!"

 

"Neler oluyor?"

 

Aniden hareketlenen insanlarla ne olduğuna anlam veremeden, "Neyden bahsediyorlar?" diye bir soru yönelttim ancak yanımda dikilen koruma cevap vermek yerine dümdüz karşıya bakınmaya devam etti.

 

Sahnenin sağında duran bana doğru dönen bu karanlığın hükmüne sahip adama karşı bakışlarımı istemsizce çıkarmak zorunda kaldım.

 

Kehribar gözleri.

 

Boynumda duran kolyeye bakıyordu.

 

Uzun ince parmakları büyük bir yavaşlıkla gelmem için işaret yaparken, "Bana eşlik et Savcı." diye fısıldadı hafifçe. Gözlerini boynumda duran emanet kolyeden hiçbir şekilde çekmiyordu.

 

Gözlerinde yatan parıltıdan kesinlikle hoşlanmamıştım.

 

Neden sahneye gelmemi istiyordu?

 

Sessizlikle onun istediğini kabul ederek adımlarımı ilerletmeye başladım. Çıkmayacak olursam olacakları az çok tahmin edebiliyordum. Sahneye rahatlıkla çıkabilmem için bana yardımcı olup, ellerimi nazikçe kavrayıverdi.

 

Bu sıcak eller, ikimizin de elektrikle çarpılmışız gibi sarsılmamıza sebep olurken o kadar profesyonelce duygularını toparlıyordu ki, onun bu durumuna karşılık hayran kalmadan edemedim.

 

Şu an sahnedeydik ve tüm herkes bizi izliyordu. Ben her ne kadar kalabalığı sevsemde şu an gerginlikle bizi izleyen kişiler rahatsız hissetmeme sebep oluyordu.

 

Sahnenin diğer tarafında kalan sunucu bakışlarını yanımda duran adama çevirirken Karan'ın sessiz bir baş işaretiyle hızla sahneden iniverdi. Adımlarının gerginlikten savsakladığına gözlerimle şahit olurken hafifçe yutkunmadan edemedim.

 

Etrafımda yavaşça yürüyerek tam solumda duruverdi ve rugan ayakkabıları, topuklularımın önüyle çakıştı. "Kolye kayıp değil." dedi sert bir ses tonuyla. Herkes büyük bir sessizlikle bizi izliyor, birçok kişinin bakışlarıyla boynumda duran kolyede geziniyordu.

 

Gözlerim en ön sırada oturan, bana sinirle bakan adama doğru kayarken dudaklarımın şaşkınlıkla aralanmasına engel olamadım.

 

Beyaz flaşlar üzerimizde aniden patlamaya başlarken anın getirdiği anlamsızlıkla kendimi Karan'ın yanında, uzun kolunu belime sarılı bir şekilde beni sahiplenircesine tutarken buluverdim. İkimizin de gözleri birbiriyle çakışırken kaşlarımın sinirle çatılmasına engel olamadan, "O elini kırarım." dedim büyük bir soğukkanlılıkla.

 

Sessiz kalarak beni seyretmeye devam etti.

 

"Sen böyle yüzüme sessizliğini koruyarak baktığın sürece biz seninle iletişim kurmuş olmuyoruz haberin olsun. Aksine sen tam bir aptal gibi görünüyorsun."

 

"O halde doğru yansıtıyorum demektir." dedi elini belimden hızla çekerek. Beyaz ışıklar da üzerimizden çekilivermişti. "Anlamadım?"

 

"İnsanoğlu ne görürse onu yansıtır yüzüne Savcı."

 

Tırnaklarımı sinirden avuç içime batırırken derin bir nefes çektim içime. Sakin kalmak zorundasın Ahu, sakin ol.

 

Ayrıca.

 

Karşımızda oturan kişiler arasında yer alan bu adam, odaya dalarak bana kolyeyi emanet eden kişiydi.

 

Bu kolyeyi çalmış mıydı yani?

 

"Yanımda duran bu zarif kadının boynunda duran kolye, basit bir cam fanusun içerisinde sunulamazdı." Bakışları kısa bir an bana kaydı ve gülümseyerek devam etti. "Her ne kadar usulünce açık arttırmaya sunulsa bile günün sonunda benim olacak. Sadece benim." Ses tonunda yatan imadan gram hoşlanmadım.

 

Buradan gitmeliydik.

 

Didem'e kaş göz yapmaya çalışıyordum ancak o da herkes gibi bizi hayranlıkla izlemek dışında hiçbir şey yapmıyordu.

 

Bir dakika.

 

Bizi izlemiyordu.

 

Boş boş sadece buraya bakıyordu.

 

Diğer herkes gibi.

 

Sunucu kadına verilen kısa bir baş işaretiyle cümleyi devralmasına izin verildi.

 

Burada ters giden bir şeyler vardı.

 

Karşımda duran adamın keskin bakışları beni huzursuz etsede sessizce etrafı seyretmeye devam ediyordum. "Bu nadide kolyenin açılışı, 1 milyon dolar." Herkesin elleri havaya kalkmıştı ancak kimse dudakları arasından bir kelime çıkarmıyordu.

 

Karan sanki eserine bakıyormuşçasına karşısında duran insan topluluğunu küçümseyerek izlemeye devam etti.

 

3 milyon.

 

4 milyon.

 

5 milyon.

 

Dudaklarımın şaşkınlıkla aralanmasına engel olamadım. "10 milyon dolar." duyduğum bu kalın sesle bakışlarım tam karşımda duran adama doğru kaydı. Bunu almak için çıtayı aşmış ve tamı tamına 10 milyon teklif etmişti.

 

Yanımda duran adam hafifçe gülümsedi ve ardından, "Başka arttıran yok sanırsam?" dedi ima dolu bir ses tonuyla. Kimse konuşamıyordu ki? İnanın bu tehditvari sesle beraber kaldırmak isteseniz bile kaldıramayacağınızı anlamış olurdunuz.

 

Ne garip bir adamdı böyle.

 

"11 milyon dolar." Gülümsemesi eksik olmazken karşısındaki adamın yüzüne bakarak söylemişti bunu. Aralarında bir rekabet geçecekti.

 

"15 milyon."

 

"16 milyon." Bilerek üzerine bir koyarak devam ediyordu.

 

"20 milyon!"

 

Karan bana doğru döndü yavaşça. "Neden öyle bakıyorsun?" dedim tek kaşımı kaldırarak. Parmakları aşık duran boynumda gezinirken kolyeyi hafifçe okşayıp, "Bu nadide kolye ancak sana yakışırdı." diye fısıldadı. "50 milyon dolar." Birkaç kişinin şaşkınlıkla mırıldandığını duydum.

 

Ben de şaşırmıştım.

 

50 milyon dolara sahip miydi bu adam?

 

Elbette sahipti, kaç defa uyuşturucu sevkiyatlarının patlamasına sebep olmuştum. Kim bilir ne kadar kazanıyordu...

 

Sana ne Ahu, seni ne ilgilendiriyor adamın ne kazandığı?

 

"Sen artık fazla oluyorsun!" Ne olduğunu anlayamadan bana kolyeyi takmam için emanet veren adam, Karan'ın üzerine yürümeye çalıştı ancak birden fazla koruma önümüze doğru dizilerek buna engel oldu. "Ne bu güç gösterin, kolyeyi almak falan değil senin amacın! Yeter artık, benimle kendini yarıştırmayı bırak Kızıltuğ!"

 

Büyük bir kahkaha sesini işitti hepimizin kulakları. Korumaların geri çekilmesini sağlayarak, "Haklısın." dedi kinayeli bir şekilde. Ortamın havası o kadar basık bir hal almıştı ki. "Artık vazgeçmem gerek bence de, yoksa sen daha fazla kaybetmeyi hazmedemeden dayanamayıp intihar edeceksin. Yine iyisin Pamir, sana acıdım. Bir daha benim malıma benden izinsiz dokunmaya kalkarsan," Ayağıyla ayağını eziyordu acımadan. Kravatını uzun parmakları arasına dolayarak aniden çekti ve "Sana bu kadar rahat uyarıda bulunmam." dedi nefessiz kalmasını sağlayıp.

 

Yüzü bana doğru dönerken büyük bir soğukkanlılıkla yanımızda duran adamlara doğru yan bir bakış attı. "Çıkarın bu iti, açık arttırmaya da devam edin. Neler yapacağınızı biliyorsunuz." Derin bir nefes çektim içime.

 

"Poyraz, Savcı hanımı al ve süite gel." diyerek kendince emir verdi.

 

O savcı.

 

Kesinlikle ben değildim.

 

"Uzaklaş." dedim sert bir sesle. Saçımda duran tokamı her an karşımda beni götürmek için yaklaşan korumalara saplayabilirdim. Adamlardan birisi, "Efendim zorluk çıkarırsa-" demeye kalmadan sert sesi tüm koridorda yankılanıverdi. "Kadının tek bir saç teline zarar gelmeden benim odama, ait olduğu yere getirin."

 

Bir insan nasıl sesini yükseltmeden tehdit ettiğini hissettirebilirdi?

 

"Siz." dedim kaçmak için fırsat kollarken. "Ne yaptınız buradaki kişilere?" İnsanlara seslenmeye çalıştım ancak hiç kimse tepki vermiyor sadece önlerinde yer alan kokteyli içerek boş boş etrafa bakıyordu.

 

Bir şeyler dönüyordu.

 

Koridorda bir ses yankılanarak buraya doğru ulaştı.

 

"Buradaki gizemi bulmak sana düşüyor Savcı."

 

Dudaklarım hayretle aralanırken bana yaklaşan korumalara karşı nefretle tısladım. "Beni böyle yaka paça götüremezsiniz hiçbir yere anladınız mı!"

 

"Biz emir kuluyuz stilettolu yenge affedin."

 

İşte tam bu cümleden sonra büyük bir münakaşanın içerisine girdik ve ben 11 koruma arasında güç bela zaptedilmiştim. Mağlubiyet kesinlikle kaldırabileceğim bir durum değildi.

 

"Bırakın diyorum size, sorunlu musunuz!"

 

Hiçbiri benimle konuşmadan yaka paça bilmediğim bir yere doğru götürüyorlardı.

 

Gözlerimi nefretle kısarak çıktığımız onca katın ardından açılan görkemli siyah döşemeli kapıyla sadece bakıştım.

 

Girmeyecektim çünkü.

 

"Ne bakıyorsunuz bana dik dik, girmeyeceğim diyorum. Ben size bir şey yapmadım bile, siz kim olduğunuzu sanıyorsunuz?" Parmağımı tehdit edercesine sallıyordum ancak beni dinlediklerinden bile şüpheliydim.

 

Korumalar yavaşça bedenimi yere bıraktıklarında topuğu yana doğru kıvrılan topuklularımla beraber burkulurcasına yere doğru kapaklanıverdim acıyla.

 

Bu.

 

İsteyeceğim son şey bile değildi.

 

Ellerim büyük bir hızla ayaklarımı bulurken dudaklarımdan acı dolu bir tonlamanın firar etmemesi için de çabalıyordum. Çok ani gelişen bu durumla beraber gözlerime ilişen siyah rugan ayakkabılar bedenimin gerilmesine sebep oldu.

 

"Size bu kadının saçının teline zarar gelmeyecek şekilde bu odaya getireceksiniz demedim mi ben?"

 

Kimseden çıt çıkmıyorken dudaklarım arasından çıkan hıçkırığa engel olamadım.

 

Ya da olmadım.

 

Yanıma doğru büyük asaletiyle çömelirken, "Gel buraya." diyerek tanımadığı kadını, yani beni rahatlıkla kucağına doğru alıverdi. "Canım." dedim mırıltıyla. "Çok acıyor."

 

Yalan ve oyun bizim mesleğimizin bir parçasıydı.

 

Ve karşımda duran bu adam, beni çok iyi tanıyordu.

 

Kaldı ki beni yaka paça getiren bu adam bir cezayı hak ediyordu.

 

Gözlerimin içerisine öyle bir ifadeyle bakıyordu ki, herhangi bir anlam veremiyordum.

 

"Çıkın dışarı." dedi gür bir ses tonuyla. Korumalar bana nefretle bakıyorken beni yaka paça getiren ve adının Poyraz olduğunu bildiğim adam bana doğru fısıldayarak, "Affedin stilettolu yeng-"

 

Cümlesini tamamlayamadan Karan'ın keskin bakışlarıyla beraber odadan tüydü.

 

Bana diyeceği şeyi tamamlasaydı onu döverdim.

 

Karşımda duran adama karşı tepkisiz durmak için o kadar zor duruyordum ki.

 

"Ahu." dedi tek bir kelimeyle. "Cezasını en güzel şekilde vereceğimden emin olabilirsin." Parmaklarıyla ayağımı gösterdi. Bunun cezasını çekeceklerini dile getiriyordu yani. Kollarım onun omzuna sarılı bir şekilde kucağında duruyordum ve ayağım... sakin olun.

 

Ayağım kötü değildi.

 

Sadece karşımda duran bu adamın sınırlarını test etmiştim o kadar.

 

"Biliyor musun? babam bana her zaman, tanımadığın insanlara karşı güvenmemem ve inanmamam gerektiğini söylerdi. Bence çokta haklı!"

 

Daha ne olduğunu anlayamadan, topuz olan saçımın tokasını hızla ellerim arasına alarak boynuna doğru sapladım gözümü bile kırpmadan.

 

Gözleri boynuna saplanan küçük toka şeklinde şırıngayla dumura uğrarken, "Sen." diye nefretle mırıldandı. "Seni küçük şeytan..."

 

Gözlerimle eserime bakmak için onun kıvranışını seyretmeden gitmeyecektim bu odadan.

 

Sesi sonlara doğru kısılırken yere doğru kapaklandı. "Ben de sa..sana küçük bir sır vereyim." dedi terleyen yüzüne inat acımasızca gülümseyerek. "Karşındaki adamın kim olduğunu bilmeden bu kadar cesaretli olmamalısın. Sana yazık olacak, aptal cesaretine sahip insanlardan nefret ederim."

 

Aniden büyük bir rahatlıkla ayağa kalkarak ayağımı parmakları arasına alıp acımadan sıkmaya başladı ve çenemi parmakları arasına alarak iki büklüm olmamı sağladı. Başım yan bir şekilde deri koltuğa yaslarken ayağım da aynı zamanda ters yöndeydi.

 

Ayağım.

 

Ayağımı acımadan büküyordu.

 

Büküyor olduğu ayağımı göstererek, "Bu." dedi çok normal bir tonla. "Bana yalan söylemeye kalkıştığın için. Şimdi benim istediğim şekilde konuşmadan önce sana iki hak sunuyor olacağım. Ben merhametli bir adam değilimdir ama senin şu an ki acizliğin, olmayan vicdanımı sızlattı." Boşta olan eliyle hemen yanımızda duran cam sehpanın üzerinde duran kumandayı alıp, büyük televizyonu açtı. Açık arttırmada olan herkes savsak hareketlerle etrafta yürümeye çalışıyor, bir sağa bir sola doğru yalpalıyordu. "Onlara." diyerek fısıldadım. Yüzümü yan bir şekilde tutmaya devam ediyordu. "Onlara ne içirdiniz de herkes zombi gibi savsak bir haldeler?"

 

Bakışları kısa bir an sol üst köşede yer alan kameraya kaydı.

 

Sanki şu an yaptığı şeyden memnun değilmiş gibiydi.

 

Huzursuzluğunu hissediyordum.

 

"Özel spesiyalim." dedi ekranı yaklaştırarak. Nefesini kulağımda hissediyordum. "Sana da içirmemi ister misin? Vücudum da içebilmen için fazlasıyla uygun." Yüzüne geçirmemek için kendimi çok zor tutuyordum. "Korkma." dedi nefretle. "Bu dünyada tek kalsan yine de sana bakmam. Biz seninle ancak iki düşman oluruz." Kulağında kulaklık olduğunu söylediği şu cümleden anlamıştım. "Görkem nişan alın herkesi." İçeriye giren her bir koruma silahları tutarak bir sonraki emir için hazır olda bekliyorlardı.

 

Kulağımda bir cümle çınladı.

 

"Biz seninle ancak iki düşman oluruz duydun mu beni! Seni sevmiyorum, sevmeyeceğim!"

 

Benim sesimdi.

 

"Buradaki insanları kurtarabilirsin Savcı." dedi ayağıma daha sert baskı uygularken. "Ancak elbette şartlarım var." Gözlerimi hafifçe kısarak dudakları arasından ne gibi bir saçmalık çıkaracağını beklemeye başladım. "Kurtarırım dersen, aylarca herkesten gizli hastanede yaşaması için çabaladığın adamı öldürürüm ve sorularıma cevap vermek zorunda olursun. Kurtarmam, umurumda değiller dersen de, buradaki herkese kaza süsü vererek öldürür ve ölümlerine sebep olurum. Seçim senin."

 

Edim'i biliyordu.

 

Annemi bulmama yardımcı olacak olan adamdı Edim. Hastaydı ve tedavisine ben yardımcı oluyordum.

 

Demek ki beni sağlam araştırmıştı.

 

Beni tehdit ediyordu.

 

Ya Edim ya da buradaki onlarca insan.

 

Amacı neydi?

 

"Senin derdin ne? o kadar egolamanyak birisin ki! Bu açık arttırmayı bile sırf egondan yaptığına eminim!"

 

Kahkahasını tutamadı.

 

"Ego mu?"

 

"Evet ego! Fiyat açılışını sen yaptın, herkes alacağı fiyatı söyledi ve kapanışı yine sen yaptın. Sanki benim malımı ancak ben satın alabilirim der gibi! Değerleri sen biçemezsin!"

 

"Benim malım dediğin şeyi ben boynunda sundum ve hayır Ahu, değerleri ben biçerim."

 

"Yani?"

 

"O kolye senin boynuna değdi, kimsenin olamazdı. Ve en değerli olduğu yerdeydi, boynunda. Benim için en değerli yer, orası. Bilmem anlatabildim mi?"

 

"Sen delirmişsin?" Kurtulmak için çırpınmıyordum. Konuyu hızla değiştirmem gerekiyordu. "Karşında Cumhuriyet Savcısı var, sen ayrıca kimi tehdit ettiğini sanıyorsun Karan Kızıltuğ?"

 

Ayağımdaki baskıyı hafifletti ancak tamamıyla bırakmadı. "Tehdit mi?" dedi hayretle bu dediğime birer iftira gözüyle bakarak. Yüzümde yer alan elini çekerek bedenimi aniden kucağına çekti ve bedenini koltuğa oturarak beni de üzerinde tutmaya devam etti. "Sence seni tehdit ediyor olsaydım yaşar mıydın sanıyorsun? Kimi göze aldığını görmek istiyorum, sözümde de dururum. Vereceğin cevabı zevkle yerine getireceğimden emin olabilirsin."

 

Gözlerim, kehribar gözleriyle çakışırken yutkunmadan edemedim.

 

Bu sefer gerçekten de canım yanıyordu.

 

Edim'in ölmesine sebep olamazdım.

 

O yaşamak zorundaydı.

 

Bana lazımdı.

 

"Ne zor ama değil mi?" dedi ilgiyle beni izlerken. "Sen aylarca sırf bilgi alabilmek amacıyla adamın yaşaması için elinden geleni yap. Yıllardır her işini bozduğun mafya gelsin her şeye hükmederek hayatının içine sıçsın. Hayat işte, ipler kimin elindeyse o eğlenir sadece."

 

Senden nefret ediyorum!

 

"Şu an seni öldürmek için nelerimi vermezdim." dedim yüzümü ekşiterek. Edim'i neden yaşatmaya çalıştığımı bilmese bile tahmin etmesi güç değildi elbette. Kucağında zorla durduğum adamdan ölesiye nefret ediyordum.

 

Sakin kalmak zorundasın Ahu, bu adamın eceli olacaksın daha.

 

"Seni tutan şey ne?" dedi ilgiyle beni izlemeye devam ederken. Cevabını bildiği şeyleri soracak kadar ahmak birisiydi anlaşılan. "Ayağımı." dedim parmaklarımla işaret ederek. "Ayağımı bükmeye devam ederek beni kucağında tutuyorsun."

 

Dudakları dudaklarıma doğru yaklaşırken gözlerinde yer alan nefreti gizlemeden çenemi tutuverdi tekrardan. "Seni kucağıma aldığımdan beridir serbest bıraktım Savcı. Şu an kucağımda keyfi duruyorsun. İstersen öldürebilirsin ama dudaklarınla. Ayağın özgür." dedi imayla dalga geçerek. "Tabii şu an öyle istediğim için."

 

Özgürlüğün benim ellerimde diyordu.

 

Hızla bakışlarımı arkama doğru kaydırırken gerçekten de beni tutmadığını fark ettim.

 

Sessiz bir tonla küfrederek üzerinden kalkmaya yeltendim ancak ayağımı büktüğü için gerçekten de zedelenmişti. Bu hareketim başarısızlıkla sonuçlanarak onun beni tutmasıyla son bulmuştu.

 

"Cevabı ikimiz de biliyoruz. Adalet duygusunu iliklerine kadar yaşayan ve yaşatmaya çalışan Cumhuriyet Savcısı Ahu Vural, oradaki hiçbir insanın canına zarar gelmesini elbette göze alabilecek bir kadın değil. O yüzden onlarca kişi yerine Ediz Karahan'ın ölümüne göz yumacak ve yenilgiyle her bir sorunun cevabı için üç dakikası başlayacak. Süren başladı küçük şeytan." Son cümlesini fısıltıdan ibaret dile getirirken dudaklarını kulağımdan çekmeden önce ufak bir öpücük kondurdu.

 

Tam bu odada, kapana kısılmıştım.

 

Oyuna gelerek.

 

Bu adam beni tanımıyordu ama ben onu iliklerine kadar tanıyordum.

 

Ve karşısında duran bu savcı, onun ölüm meleğiydi.

 

3 dakikam başlamıştı.

 

"Aylardır peşimde çok sık bir halde olmamın bir sebebi olmalı değil mi?"

 

Karşımda büyük heybetli bedeniyle duruyor, gözleri beni öldürmek için an kolladığını belli edercesine beni izliyordu.

 

Onun peşimde olduğumun farkındaydı demek.

 

Ayağa kalkarak karşısına geçtim yavaşça. Benden uzundu ve keskin çenesi ve kumral saçları, adeta ben buradayım diye bağırıyordu.

 

"Aylardır peşinde olmak mı?"

 

Gülümsedi. "Sence ben aylardır mı peşindeyim? Nefesim ensende, yıllardır izini sürüyorum."

 

Gözleri hafifçe kısıldı. İşaret parmağını sol göğsüme doğru getirerek kalbimin olduğu tarafa dokundu yavaşça. "Yapma Savcı." dedi soğukkanlılıkla. "Yalan söyleme, sen benim gözümde yüksek bir konumdasın. Düşürme kendini aşağıya. Aylardır peşimde olduğunu, beni aradığını biliyorum. Bunu bildiğimi de sen biliyorsun, zeki bir kadınsın sonuçta."

 

Zeki biri olduğumu söylerken aksine beni küçümsercesine dile dökmüştü cümlesini. Parmakları aniden belimi sararken, boşta olan eliyle namlunun ucunu alnıma dayadı acımadan.

 

"Neden her yerde beni aratıyorsun Ahu, benim gibi bir adamda aradığın şey ne?"

 

Sende bir şey aramıyorum Karan Kızıltuğ.

 

Sende çok şey arıyorum.

 

Ama önceliğim yıllar önce kaçırarak esir tutmaya devam ettiğiniz annem.

 

Beni bir yerlerde sevdiğine inandığım ammem...

 

Öldürdüğünüz kardeşimin kanı.

 

Eceline merhaba de.

 

Düşmanın tam karşında seni oyuna getirmek üzere.

 

"Cevabım belli değil mi? Sen zeki bir adamsın." dedim bana yaptığı imanın aynısını ona yaparak. Gözleri nefretle kısılırken belimi tutan elleri yüzündeki ifadeye tezat bir şekilde o kadar naifti ki, sanki sevdiği kadının belini aşkla tutuyor gibiydi. "Beni neden arıyorsun bilmiyorum ama her ne için arıyorsan onun cevabının bende olmadığını söylemeliyim. Yeter bu kadar güç gösterisi yaptığın. Şimdi, sorularıma cevap verme vakti." Burnunu boynuma doğru eğerek kokumu içine çekti.

 

Beni kokladı.

 

Karan.

 

Benim.

 

Kokumu.

 

İçine.

 

Çekti.

 

"Tabii benim tarzımla."

 

 

.

 

.

 

.

 

Bu kurgu için o kadar heyecanlıyım ki! İyi ki varsınız her biriniz, bölümü oylamayı ve güzel yorumlarınızı eksik etmeyin öpüldünüz!

Loading...
0%