
Bölüm taslaklarını oluştururken heyecanlanmam normal mi? Diğer bölüm çok kaos dolu geçecek, şimdiden hazırlıklı olalım. Bölümleri kaç günde bir yayımlasam, 3 mü 5 mi? Buna siz karar verin.
Bölüme uğurlamadan önce güzel yorumlarınızı ve oylarınızı eksik etmeyin olur mu? Yazım hatalarım olursa şimdiden affedin, umarım kurguyu size sevdirebilirim.🥹🤧
instagram | pazinwattpad & wattyisigi
Keyifli okumalar dilerim!
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
"Kadın en zayıf silahını kullandı, öpüverdi adamı. Ancak bilmiyordu ki adamın en büyük zaafıydı kadının dudakları. O dudaklara her zaman yenilecekti adam, haberi yoktu."
❄️
Araba yarım saattir hareket halindeydi ve Kızıltuğ hızını arttırmaya devam ederek kural ihlalinden çekinmiyordu.
"Yavaşla." dedim hoşnutsuz bir ses tonuyla. Dakikalar sonunda dudaklarım arasından bir şey çıkarabilmeyi başarmıştım. Arabanın fazla hız yapıyor olmasından korkuyordum.
Geçmişimi gözlerimin önüne seriyordu acımadan.
Kızıltuğ'a bakışlarımı çevirirken yavaşlamak yerine inadına gazı arttırmaya devam etti. Yüzü, yan profilden daha da yakışıklıydı. "Bakışlarını çek yüzümden." dedi gerginlikle konuşarak. Onu izliyor olmam sanki rahatsız ediyordu.
Bipolar olduğunu düşünüyordum.
"Amcamı," diyerek söze başladım yüzümü düz yola çevirirken. "Tanımıyorsun. Onu avlamaya gidiyorsun ama avlanan sen olacaksın." Ses tonum fazlasıyla acımasız bir tonda çıkıyordu. "Dünya senin etrafında dönmüyor, bunun farkına ne kadar erken bir vakitte varırsan o kadar iyi."
Kısa bir an gözlerimin içine baktı ve gülümsedi.
"O kadar da iyi bir oyuncu değilsin ha Savcı?" Sağ eliyle parmaklarımı gösterirken, "Ellerin korkudan titriyor çünkü seni büyük bir tercihin içerisinde acıyla bıraktım ve sen, amcanı öldürecek olmanın vicdanıyla nasıl yaşayacağını düşünerek içten içe kendini mahvediyorsun." dedi ve yola odaklanıverdi tekrardan.
"Korkuyorsun ve acınasısın. Senin bu ezikliğine acıyorum, büyük ihtimalle bir hayvan olsaydın seni rugan ayakkabılarımla paramparça ederek ezmiştim."
Bunu bile dile getirirken neden yüzü ekşiyordu?
Sanki zoraki dile getiriyormuş gibi.
Sanki bunu söylemek zorunda olduğu için söylüyormuş gibi.
Yüzüme yerleştirdiğim yalan gülücük yavaşça solarken yüzüme düşen bir tutam saçı geriye doğru ittirdim sessizce. "Evet." dedim fısıldayarak. "Bunu yapacağından hiç şüphem yok. Ama biliyorsun ki bunu bana yine yapabilirsin, hayvan olmama gerek yok."
Arabanın hızı yavaşça düşerken elleriyle direksiyonu daha sert bir şekilde kavradı. Parmak boğumlarının bembeyaz olduğunu ben de arkamda duran Poyraz'da rahatlıkla görebiliyorduk.
"Şu çeneni kapatmayı ne dersin? Sesine daha fazla tahammül etmek istemiyorum." dedi yüzünü ekşitirken. "Ha yok ben kendi bildiğimi okuyacağım diyorsan ağzını çok daha güzel bir şeyle kapatabilirim. Zevkle açamazsın." Parmakları belinde duran silaha gitti.
Ağzıma silahını sokmaktan bahsediyordu.
Gözlerimi devirerek başımı cama doğru yaslayıverdim.
Omzuma bir el dokundu hafifçe. "Bayan yenge, abimi ciddiye alma. Onun heyheyleri yine tepesinde. Silahını gösterdiğine bakma ağzına bambaşka bir şey tıkamak isterdi o."
Söylediği cümlenin absürtlüğü karşısında dudaklarım düz bir çizgi halini alıverdi.
Bunlar gittikçe daha çok batırmayı nasıl başarıyordu?
"O ne demek Poyraz, Kızıltuğ benim ağzıma ne tıkayabilir ki? Saçma sapan bel altı konuşmalarınızı dinlemek-"
Dudaklarım arasına hızla yerleştirdiği şekerle cümlemi tamamlayamadım. "Çilekli şeker diyecektim ancak cümle seçimim biraz yanlış oldu, kusuruma bakma yenge." Utançla geriye çekildi sessizce.
Şeker vardı ağzımda.
Ben şekeri çok fazla sevmezdim.
Lolipopun sapından tutarak çıkarırken, gözlerimin dolmasına engel olamadım.
Çilekli şeker ve akide benim kırmızı çizgimdi.
Eski sevgilim, ayrılmış olduğum Barın küçükken sadece akide severdi ve bana da verirdi.
Yani o'ydu.
Onun dediğine göre.
"Sen." dedim dudaklarımı dişleyerek. "Çilekli lolipopu sevdiğimi nereden biliyorsun?" Dikiz aynasından göz göze gelirken hafifçe gülümsedi. "Doğru seçim mi yapmışım? Bu ve portakallı vardı ve bilirsin, genelde çilek daha çok tercih edilir. Bu yüzden onu aldım, sever misin çilekli lolipopu?"
Cümle kurmama izin vermeden cümlesine devam etti.
"Abim de çok sever. Eskiden yediği tek şeker çilekli lolipop ve akideydi."
Gözümden düşen inci tanesini izledi mavi gözleri. Yüzündeki gülüş yavaşça solmaya başlarken bunu verdiğine kısa bir an pişman olmuştu. Bunu yüzünün aldığı ifadeden rahatlıkla anlayabiliyordum. "Sana, bir anını mı hatırlattım yoksa?"
Gülümseyerek başımı salladım hafifçe.
Küçükken Barın bana hep lolipop verirdi, geçmişi aklıma getirmişti bu durum.
"Eskiden." Ses tonum duygu yüklüydü. "Ben çok küçükken, benden büyük bir çocuk ben her üzgün olduğumda bana çilekli lolipop alırdı. Aklıma geçmişimi getirdin, teşekkür ederim Poyraz. Buna gerçekten de ihtiyacım vardı."
O çocuk, benim için çok önemli biriydi.
Barın olduğunu onlara dile getirmeme gerek yoktu.
Ben her üzgün olduğumda bana çilekli lolipop alırdı.
Ayrıca Karan'ın akide şekerini seveceğini kesinlikle beklemezdim. Benim de en sevdiğim şekerdi o.
"İnsan geçmişini unutmamalı." dedi imayla tekrardan gülümseyerek. "Nereden geldiğimizi bilmezsek eğer, gelecek bizi alır içine ve kayboluruz. Afiyet olsun."
Kızıltuğ ise ikimizin arasına girmeyerek sessizce bizi dinlemişti. Ani bir manevrayla makas atarak ikimizin de sarsılmasına sebep olurken çatılan kaşlarından ve bembeyaz olan parmaklarından gittikçe sinirlendiğini anlıyordum. Daha fazla ağzımı açmadan sessizce lolipopu yiyerek yolun sonuna sonunda gelmesine izin verdim. Onu delirtmek için nelerimi vermezdim ancak şu an için sağlığım önemliydi.
Ben bir iyileşeyim, seni delirteceğim.
Manda ayısı!
Araba büyük bir patikaya girerken, üzerimde onun kabanı olduğunu fark ettim. Üzerime bunu giydiğimi unutmuştum ve o, çok güzel kokuyordu.
Ne kadar ondan nefret ediyor olsam da standartların çok üzerinde bir adam olduğunu hiçbir şekilde inkar edemezdim. Yüzünün bir kısmı karanlığa gömülüyken bile o kadar yakışıklıydı ki.
Çok garip bir aurası vardı.
Zıt kutuplardık biz.
"İn Savcı." dedi araba anahtarını parmakları arasına alarak. Arka kapıyı açarak Poyraz'ın da inmesine yardımcı oldu. "Aşkım, kapımı açacak kadar yufka yürekli mi oldun sen?" diyen Poyraz'ın kafasına acımadan geçirdi. "Senin aşkım diyen ağzını sikerim it! Adam akıllı yürü beni sinirlendirmeden!"
Poyraz kafasını ovarken, "Hamile olmana veriyorum bu sinirini hayatım!" dedi üzerine giderek. Kızıltuğ hızla koşarken, "Şimdi bitirdim lan seni!" diye haykırdı. Bu halleri istemsizce gülümsememe sebep oluyordu, çok komik bir ilişkileri vardı. Tabii Poyraz'ın açısından...
"Hala inmedin." diyerek bakışlarıyla beni öldürecek gibi döndü. Kurunun yanında yaşı da yakacaktı durduk yere. Hala daha yaralıydım bu yüzden onlara nazaran daha yavaş ilerliyordum. Yüzünü depoya çevirirken kapıyı açık bırakarak yanına adımladım yavaşça.
Kapıyı kapatacağımı düşünmemiştiniz elbette değil mi?
Beni yanında tuttuğu her gün için inim inim inleyecekti.
Yüzü bana dönerken eliyle araba anahtarına dokunacaktı ki aklına bir şey gelmişçesine geri döndürdü hızla. Ben yavaş adımlarla ilerlemeye devam ederken, "O delici bakışlarını üzerimden çek Kızıltuğ, ben senin istediğin gibi ne dersen onu yapıyorum işte." dedim gülümseyerek. İleride bizi izleyen Poyraz, kendisini daha fazla tutamadan kahkaha atmaya başladı. "Bayan yenge sen gerçekten de harikasın! Abi sana zahmet kapıyı kapatıver eline batmadı ya?"
Ancak bunu dememeliydi.
Kızıltuğ hızlı adımlarla beni geçerek Poyraz'ı kolundan tuttuğu gibi geri fırlattı. "Git kapat lan şu siktiğimin kapısını, bugün beni delirtmek için yemin etmişsiniz siz belli." Bakışları bana dönerken, "Sana gelince Savcı," diyerek söze başlamıştı ki hızla karnımı gösterdim. "Yaralıyım, sonra kızsan?" dedim hala daha onunla dalga geçmeye devam ederek. Cümlesine kısa bir an devam etmezken gözleri karnıma indi ve derin bir nefes verdi. Ne yani, onu etkilemeyi başarmış mıydım? "Kabana iyi sarıl, üşütme." Adımları tekrar önüne dönerek önden rahatlıkla ilerlemeye başladı.
Bipolar olduğu konusunda ciddi düşüncelerim vardı.
Deponun kapısını birkaç kez tıklayarak açılmasını bekledi.
Birkaç dakikanın ardından kapı açılırken Kızıltuğ, "Patronuna haber ver, yeğeni burada. Onunla konuşmak istiyor ve yaralı." dedi soğukkanlılıkla. Beni kullanacağını dile getirirken ciddiydi ve şu an da kullanıyordu da.
Korumanın bakışları bana dönerken hızla içeriye girdi ve bizi sessizlikle burada bıraktı. "Haklıymışsın." dedim aralık olan kapıdan içeri girerken. "Beni gerçekten de kullanacaksın, sonuna kadar."
Bu depo, üvey amcamlara aitti ancak içerisinde nasıl işler döndüğünü bilmiyordum. Büyük boş alana elindeki bastonla hızla yaklaşan amcamla göz göze gelirken adımları yavaşladı. Duraksamasının sebebinin Kızıltuğ'u görmüş olmasından sebep sanıyordum ancak başıma dayanan soğuk namlunun ucu, hafifçe yutkunmamı sağlarken amcam, "O silahı bırak, adam akıllı konuşalım Kızıltuğ." dedi endişe dolu bir ses tonuyla.
Bakışları amcamın arkasında kalan korumalarda gezinirken, "Herkes iki adım gerilesin." dedi soğukkanlılığını koruyarak. Korumalar hızla onun dediğini yaparken amcam gülümsedi hafifçe. Yüzündeki o endişeyi yine de gizleyemiyordu. "Benim mekanımdasın evlat, adamlarım hiçbirinizi sağ bırakmaz. O yüzden o silahı indir." dedi tekrar ederek. Kızıltuğ hafifçe gülümserken, "Emin misin ihtiyar?" diyerek çenesini omzuma yerleştirdi ve kokumu içine çekti derince.
Bu aralar benim kokumu gerçekten de fazlasıyla kokluyordu.
Pis falan da değildim halbuki.
"Nişan alın."
Tek bir cümle çıktı dudakları arasından.
Tüm adamlar, amcama silahlarını doğrulttular hızlıca. Amcam ona doğrultulan 9 silaha şaşkınlıkla bakakalırken, "Gerçekten de beni bu kadar basit birisi mi sandın? Söyle bakalım kim kimin pekmezini akıtır?" dedi gururla.
Buradaki tüm adamlar, onundu.
Kızıltuğ hepimizle oynuyordu.
Arkalarında duran bir adam öfkeyle bakışlarını bize çevirdi. "Yanlış yapıyorsun Kızıltuğ! Ahu'nun bu şekilde ağlamasına sebep oluyorsun ve maskeli katil bunu yanına bırakmaz!"
Karan'ın kahkahasını işitti kulaklarım. "O takıntılı piç bu kadının saçının tek bir teline bile dokunamayacak bu saatten sonra! Sağ kalırsan efendine ağlar, selamımı da yollarsın Kulaksız."
Kulaksız mı?
Adamın gerçekten de tek bir kulağı yoktu.
"Senin bu adamı öldürdüğün gibi biz de Altay'ı öldürelim mi Kızıltuğ?"
Bu soru bıçak kesiği gibi herkesin nefesinin kesilmesine sebep olurken kimse konuşmuyordu ve Karan donakalmış bir halde dudakları arasından zehir misali dökülen cümlelerin sahibine, Kulaksız'a bakıyordu.
"Ne dedin sen?"
Kimsenin ağzı açılamadı.
"Ne dedin dedim lan sana!"
"Altay'ı ne kadar ararsan ara bulamayacaksın. Sağa sola köpek gibi saldırmanın kimseye yararı yok!"
İkisi tartışırken bakışlarımı birazdan öldürmek zorunda kalacağım adama çevirdim.
"Amca, özür dilerim." Gözlerimden düşen inci tanesini anlamsızca karşılıyordu şu an amcam ancak az sonra olacaklar için pişman olacaktı. Beni kızı gibi görmek zorunda kaldığı için de pişman olacaktı.
"Altay'ı yanımda duran kadın bulacak. Bulamazsa paşa paşa önüme gelecek, onu bu kalın kafana sok! Kulağından girsin cümlelerim diyeceğim," bakışları kulağına kaydı. "Kulağın yok anasını satayım, neye ağzımı yoruyorsam. Altay benim ayağıma gelecek, bu bir gerçek."
Ellerim arasına konan silaha baktı sessizce.
Zeki bir adamdı o.
Anladı.
"O gün bugün demek." dedi gözlerini kısa bir an kapatarak. Anlamıştı onu öldürmek zorunda kalacağımı. Kızıltuğ kısa bir baş işareti yaparken adamları amcamın kolundan tutarak boş bir sandalyeye oturttular.
"Bu silahı Ahu için özel yaptırdım biliyor musun ihtiyar?" dedi söze başlayarak. Amcam ikimize anlamsızca baktı. "Yeğenimin adını mı kazıdın oraya?" Kızıltuğ başını iki yana doğru sallarken, "Kendi adımı da kazıdım." dedi gururla. "Adı tek başına yakışmazdı oraya."
"Ne çeşit bir manyaksın oğlum sen?" Amcam gözlerini kısarak onu inceliyordu. "Türümü daha ben de çözemedim inan. O mallara bedavadan konmaya çalışmak için biraz fazla yürekliydin sanki?"
Amcam sessiz kalarak bana odaklandı. "Ağlama." Gülümsüyordu. Onu öldürecek olmam onu sinirlendirmemişti bile. "Bir gün bunu yapacağını, ecelimin ellerin tarafından alınacağını biliyordum Ahu." Kaşlarım istemsizce çatılırken, "Yanıma yaklaş." diye fısıldadı yavaşça. Yanımda duran Kızıltuğ'a çeviriverdim bakışlarımı. "Adamların her yerde, bana bir şey yapamaz. İzin ver gideyim."
Bakışları üzerimde gezinirken olumsuzca iki yana salladı başını ancak onu dinlemeyip amcamın yanına adımlayıverdim.
"Baban biliyordu, bir gün beni öldüreceğini. Kızıltuğ'un seni kaçıracağını da bildiği gibi. Onun seni esir almasına izin verme Ahu, anneni bulmak zorundasın. Ve gözlerinde gördüğüm o duygunun seni esir almasına da asla izin verme. Düşmanına aşık olamazsın, nefretle başlayan her şey yine nefretle son bulur, son bulmak zorunda. Her şeyin sonu sen olacaksın Efil."
Efil.
"Efil mi?"
O kimdi ki?
Yine bu kadının adını duyuyordum.
Sorumu cevapsız bıraktı.
Amcam üzgün bir şekilde iç çekerek bakışlarını Karan'a çevirdi. "Siz ikiniz koskoca büyük bir yalanın içerisinde ölüp gideceksiniz. Senin için çok acı olmalı Kızıltuğ." dedi anlam veremediğim bir şekilde. "Tanıdığının tanımadığın birine dönüşmesi, bu hissi bir ben bilirim şimdi de sen."
Kızıltuğ hızla kolumdan çekerek beni göğsüne doğru yasladı. Gözlerimde ne görmüştü ki böyle söylüyordu? "Alnına sıkarken gözünü dahi kırpmayacaksın." dedi kollarını belime yerleştirirken. Ellerimi tutarak silahın kabzasını kavramamı sağladı. "Alnının tam ortasından vurmanı istiyorum, açıyı iyi yakala."
Sessizce ağlamaya başlarken titrememe engel olamadım. "Sil gözyaşlarını Savcı!" tüm sesi depoyu inletirken kolları arasında kendimi yok etmek istiyordum. Dudaklarım hafifçe oynarken sessizce özür diledim.
Amcam gülümsüyordu.
Ben üzülmeyeyim istiyordu.
Dudakları kulağıma yaklaşırken sıcak nefesini üflemekten çekinmedi. "Senin biricik amcan bana ikidir diklenmenin sonucunu ölümle yaşıyor. Tercihlerin sonucu vardır, onun ensesinde olduğumu zaten biliyordu. Ve ben de ona istediğini veriyorum. Sahi, sen bir insanın başına gelebilecek en kötü şeysin biliyorsun değil mi? Kime dokunsan elinde kalıyor. Şimdi, nişan alıyoruz ve sıkıyoruz!" Ellerim arasında iki mermi sesi yankılanırken başı yana doğru düşen adama baktım. Daha biz vuramadan vurulmuştu.
"Sahi, sen bir insanın başına gelebilecek en kötü şeysin biliyorsun değil mi?"
"Kime dokunsan elinde kalıyor."
Bu iki cümle kulağımda çınladı.
Bunu asla unutmayacaktım.
Kızıltuğ'un başı yavaşça yanında duran adama dönerken, Poyraz sert bir sesle cevap verdi. "Sen vurdun Ahu, senden sonraki atış benimdi. Ölümü kesin olsun diye ben de vurmak istedim." dedi soğukkanlılıkla Kızıltuğ'a dönerken. İkisi arasında garip bir bakışma geçerken dudakları arasından çıkan kelime, boğazıma oturdu. "Aramıza hoş geldin, artık senin de ellerin kanlı."
Halbuki bilmiyordu.
Benim ruhum kanlıydı, elim kanlı olsa ne olacaktı ki?
Kanlar içerisinde cansız bedene doğru koşarken ellerim arasından düşen silah umurumda olmadı. "Amca!" Sesim deponun içerisini inletiyordu. "Amca lütfen kalk! U..Uyan yalvarırım!"
İç sesim nefretle bağırıyordu. "Karan en iyisini yaptı, bırak gebersin!"
"Tanrım saçmalama!"
"Doğru olanı yaptı Ahu!"
Kendimle tartıştığıma inanamıyordum. Bu seste neyin nesiydi böyle? Nasıl iyi yaptığını dile getirebilirdim?
Kanlı bedeni sarsıyordum uyanması için ancak nafileydi.
"O öldü..." dudaklarım arasından derin bir hıçkırık koparken ellerini ellerim arasına aldım. "Benim yüzümden hiç kimse ölmesin!" Gözlerimi kapatırken bedenim yıllar öncesine gitti. Villada çıkan çatışmada, ikizim benim yüzümden yaralanmıştı.
Abim yoktu, ikizim yoktu ve en önemlisi ailem yoktu...
Babam aylardır onun iyi olduğunu söylesede öldüğünü biliyordum.
Bedenimi bile taşıyamıyordum.
"Ben birinin daha ölümüne sebep oldum..." Acıyla sayıklarken titrememe engel olamıyordum.
"Abi, kriz geçiyor!"
Kollarıma sarılan bir beden sıcak bir göğse gömülen yüzümle beraber gözlerim karanlığa kapanmadan önce dudaklarım arasından son bir cümle acıyla çıkıverdi. "Ben bir insanın başına gelebilecek en kötü şeyim, haklıydın..."
İlahi Bakış Açısı
"Doğan'ı vurduğumu Ahu'ya söylemeyecek misin?"
"Hayır, bırak kendisi amcasını öldürdü zannetsin. Senin yaptığın seninle birlikte mezara kadar gidecek."
"Abi, görmüyor musun zaten hiçbir şey hatırlamıyor kız."
"Hastaneye yıllar önce tedavi için gitti nasıl hafıza kaybı geçirerek geri geldi Poyraz? Ahu nasıl hiçbir şey hatırlamıyor olabilir? Nasıl lan nasıl, hala daha aklım almıyor..."
Poyraz sessiz bir şekilde bir süre düşündü. Her şey o kadar yarım kalmıştı ki. Her şey 30 Aralık 2016, Ahu'nun yani Efil'in doğum günü gecesi yaşanmıştı. Karan'ın amcası doğum gününden 9 ay önce Karan ve Ahu'yu kaçırarak buz dolu bir odanın içerisinde kendi isteğini yaptırabilmek için ölümlerine sebep olacakken Ahu, Karan'a ihanet etmek zorunda kalarak amcasının isteğini yerine getirmiş ve bu sayede Karan kurtulmuştu.
Tabii Karan meseleyi böyle bilmiyordu.
Herkes o gece amcanın Ahu'yu yani Efil'i buz dolu odanın içerisinden çıkararak kalbinde oluşan hasar için Amerika'ya, 9 aylık bir tedavi süreci geçireceği söylenmiş ve Karan'ın yurtdışına çıkmalarına engel olmayı başarmışlardı. Efil doğum gününe kadar iyileşmiş bir şekilde gelmiş olacaktı.
Bu dokuz ay boyunca ise, tam bir felaket ötesiydi...
2016, Günümüz'den 5 Yıl önce
"Şeref amca sen delirdin mi, sevgilimi buz dolu odanın içerisine kapatmakta ne demek! Nerede o, derhal göster bana yerini!" Karan endişe içerisinde sevdiği kadının yanına gitmek istiyordu. Dışarısı buz gibiydi ve Efil soğuktan nefret ederdi. İki düşman ailenin birbirini deli gibi seven deli oğlanı ve kızıydı o ikisi. Odanın soğukluğunu kapıya yaklaştığı andan itibaren hisseden adam gerginlikle amcasına döneceği esnada yüzüne yediği eterle birlikte içeriye atılması bir oldu.
Eter çok güçlüydü, Karan daha karşı koyamadan kendisini odanın içerisinde bulmuştu bile. Efil bayık gözlerle kendi dibinde sevdiği adamı görmesiyle kısa bir an hayal gördüğünü zannediyordu ancak hayır, değildi.
Karan buradaydı...
"E..Efil." Zar zor elleri buz gibi olan kadının ellerini sardı sıcak elleri. İçerisi o kadar soğuktu ki, konuşmak bile güç istiyordu. "Küçükken..." dedi kadın zar zor gülümseyerek. Hissediyordu, öleceklerdi. Kurtuluş yoktu, Karan'ın onun yüzünden burada olması onu kahrediyordu. "Kibritçi kızın hikayesini çok sev..sev.." devam edemedi ama Karan onu anladı.
Karan onu hep anlardı. "Evet meleğim." dedi gözleri dolu bir şekilde. "Severdi..in hikayeyi."
Efil'in gözleri kararıyordu. "Başıma g..geleceğini is..isteyecek kadar s..sevmemiştim Karan."
Hayır.
Ölüm yoktu.
"Amca!" Karan tüm gücüyle haykırmaya başladı. "Alma onu benden! Bizi çıkarmayacaksan bil ki, bu kadınla ölüm bile çok güzel. Üzüleceğim tek şey cennetle sevdiğim kadınla tekrar karşılaşamayacak olmak olur, duydun mu beni!"
Şeref Kızıltuğ beklediği aksiyonu onlardan alamıyordu. İkisi de sanki birbirlerinin kollarında ölümü kucaklamış gibiydiler. "Sarıl bana Karan." dedi kız titrerken. "Senin kokunla uykuya dalmak is..istiyorum."
"Uyumak yok, kollarım senindir ama uyumak yok akide. Gözlerini yumarsan ben sensiz yapamam. Nasıl yaparım ki..?"
"Bırak ö..öleyim, sen kurtulmak z..zorundasın."
Karan titreyen elleriyle yüzünü okşamaya kıyamadığı kızın yanağına dokunmak istedi ama yapamadı. Elleri çok soğuktu, yanağı üşürdü kızın. Efil onun yüzünden acı çekiyordu, yıllar sonra ağlamaya başladı genç adam.
Sevdiği kadın gözleri önünde ölüyordu.
Tam bu esnada kapı açılıverdi.
Şeref Kızıltuğ içeri girdi.
"Karan'ın kurtulmasını sağlayabilirim Efil." dedi direkt kızla bağlantı kurarak. Efil baygın gözlerle yaşlı adama bakarken ağzını bıçak açmıyordu. "Seni bu odaya sokarken senden istediğim şeyi yaparsan."
Efil o an çok zor bir sınavın eşiğinde hissetti kendini. Bir tarafta sevdiği adamı kurtarabilirdi ancak hayatları mahvolurdu. Diğer tarafta ise ikisi de ölürdü ve bu zindan dolu hayat biterdi. Karan'ın hayalleri, istekleri, koltuk sevdası... Hepsi kadının gözleri önünden geçti. "Kabul." dedi acıyla gözlerini yumarken. "Karan'ı çıkar b..buradan, istediğin şeyi y..yapacağım."
O istenilen şeyi Karan yurtdışında tedavi olmak zannetti aylarca. Sevdiği kadının tedavi olduğunu sanarken tam tamına 9 ay geçti. O geçen dokuz ayda Efil babasının deneği oldu, her gün şiddet gördü. Taciz ve tecavüze uğradı, aç ve susuz bırakıldı. ve 6. ayın sonunda deney uğruna bembeyaz fanus tarzı bir odanın içerisinde 3 ay boyunca sadece kuru ekmek ve su verdiler kadına.
Efil küçükken de annesinden yıllarca şiddet görüyordu zaten. Timur ve Efil, kiler dolabına kapatılıyor, günlerce aç bırakılıyor ve kuru bir ekmeğe tabii tutuyordu vicdansız anneleri.
3 ayın sonunda ise Efil delirdi, içtiği ilaçların etkisiyle gördüğü halüsinasyonlar onu mahvederek kendi benliğini unuttu ve saatlerce kriz geçirerek bayıldı. Deney sonuç vermişti ancak koskoca mutlu olmaya çalışan dalı kırık bir kadının hayatını mahvetmişti...
Efil odadan çıkarıldığı zaman hiçbir şey hatırlamıyor gibi hissediyordu. Adı neydi, annesi neredeydi? Kaç yaşındaydı?
Aslında büyük bir travmanın içerisine sıkışıp kalmıştı ve kendisini hatırlayacaktı. Hastalığı da tam olarak böyle başlamıştı...
Bulunduğu odanın içerisine üç kişi girdi.
Şeref Kızıltuğ, Korhan Vural ve Uygar Sayar. Hiçbirini tanımıyordu kadın. Uygar yanına yaklaşarak, "Merhaba kızım." dedi usulca. "Bizi hatırlıyor musun?" Yüzleri tanıdık gibiydi ancak bir o kadar da değildi. Anlam veremiyordu kızcağız. "Siz kimsiniz?" dedi güç bela. "Annem nerede?"
Uygar o an beklediği tepkiyi duymuş gibi bakışlarını kısa bir an Korhan'a çevirdi ve, "Annen şu an gelebilecek durumda değil ama baban burada." dedi gülümseyerek. Parmaklarıyla Korhan'ı gösterdi. "Korhan Vural, senin baban. Ona merhaba de Ahu. Ahu Vural'sın sen, babanın göz bebeği olan kızı."
İşte ilk yalan orada söylenmişti.
Efil kendisini Ahu sanarak yeni bir kişilik içerisindeydi artık.
O hastaydı.
Ve doğum gününe 2 hafta kalmıştı.
Doğum günü gecesi ülkeye döneceğini biliyordu herkes ancak villada çıkan çatışma yüzünden Ahu evden kaçmak zorunda kalmıştı.
Kaçtığı ilk anda da Karan'la yani sevgilisi olduğu adamla karşı karşıya gelmişti ancak artık onu tanımıyordu.
Hatırlamıyordu...
Herkes 9 aydır tedavi gören arkadaşı Efil'i beklerken o gece kötü bir kaza yaşanacak ve hiçbir şeyi bilmeyen Ahu Vural, tedavi sonucu hafızasını kaybetti sanarak her şeyin değişmesine sebep olacaktı.
Plan tıkır tıkır işliyordu.
"Sana her şeyi anlatmamıza izin ver." Dedi Şeref Kızıltuğ. "Düşmanlarımız her yerde seni istiyorlar. Kızıltuğ'lardan almamız gereken bir intikam, kan davası var Ahu. Ama önce her şeyi öğrenmen gerek."
Aşkı için ölen kadından aşkını öldüren kadına...
"Karan Kızıltuğ senin kız kardeşini öldürdü ve seni çok seven anneni esir aldı. Esir alma sebebi ise annenin babasıyla yatıyor olmasını kaldıramaması. Her gün işkence çektiriyor kadına, annen seni çok severdi Ahu. Seni gözbebeği gibi el üstünde tutardı. Ve daha sonra..."
Cümlelerin hepsi yalandı.
Ardından söylenecek olan diğer tüm cümleler de yalandan ibaretti.
Ahu artık Karan Kızıltuğ'dan nefret eden bir kadın haline gelmişti.
Yalanlar, her şeyin değişmesini sağlayacaktı.
Karan Kızıltuğ'u bitirmek isteyen çok kişi vardı ve artık hepsi bir araya gelmişti. Koltuğunu, yer altının başına geçmeyi isteyen büyük bir güç vardı karşılarında ve karşı konulamaz bir güç daha eklenecekti.
Karan'ın tek zaafı, en büyük silahı olarak onu bulacaktı. Ahu Vural, hazırlanan en güçlü silah olacaktı.
Sonuçta her şey daha yeni başlıyordu...
Günümüz
"Hadi diyelim bu bir hafıza kaybıydı, bu yıllarca süren bir şey mi oğlum? Zamanla hatırlaması gerektiği yerde Efil neden hiçbir şeyi hatırlamıyor? Daha da kötüsü sanki hiçbir şey hatırlanmasın diye kızın adını bile değiştirdiler, anlasana! Bu işte başka bir şey var ama oturmuyor. Parçaları birleştiremiyorum!"
Derin bir nefes verdi.
"Amerika'dan doğum günü gecesi döneceği söylendi, iki hafta öncesinde ben bu kadınla karşı karşıya geldim. Hem de nerede? Villasından kaçarken! Neden daha öncesinden döndüğü söylenmedi oğlum? Hafıza kaybı geçirdi diyelim, neden Barın'ı sevgilisi sandı? Neden onu tercih etti?"
"Abi." Poyraz anlıyordu. "Ona bakarsan Ahu'ya annesi hakkında da yalan söylediler. Kız annesi onu seviyor sanıyor ama kadının yapmadığı kalmadı. Hafıza kaybı tetiklenmesin diye yalan şeyler anlatmışlar. Toz pembe hayat yaşıyor kısaca."
"Bir şeyler oturmuyor. Benden nefret etmesi-" ikisinin de cümlesi o an yarıda kesildi.
"Amerika'da bir şey olmuş olabilir mi abi? Sonuçta kalp sağlığı için gitmişti-"
İkisinin de aklına aynı şey düştü.
"Ya hiç gitmediyse?"
"Ya hiç gitmediyse?"
Karan devam etti cümlesine. "Ve ya Ahu benden nefret etsin diye yalanlarla sevdiğim kadının aklıyla oynadılarsa?"
Birbirlerine endişeyle bakarken bu ihtimalin gerçek olmasından korktu iki adam. Böylesi büyük bir ihmarkarsızlığı yapmış olmalarına imkan yoktu çünkü. Başlarını iki yana sallayarak bunun ihtimalini bile attılar kafalarından.
Karan bunun üzerine gidecekti.
"Ayrıca bunu yapmak zorunda mıydın? Adamları peşimize takılacak, durduk yere başımızı şişirecekler abi." Poyraz endişeyle abisinin kollarında duran baygın kadını inceliyordu.
"Adamlarını halletmemizin bizim için çocuk oyuncağı olduğunu biliyorsun. Onun amcasını vurdurdum diye tüm bu sözün diyeceğim, amcasını bile vuran sendin amına koyayım!" Nefretle haykıran adamın arabasının kapısını açarak kadını arka koltuğa yatırmasına izin verdi. "Abi Ahu iyi değil, yıllardır onun nasıl olduğunu biliyorsun. Amcasını öldürseydi bu vicdan azabıyla yaşayamayacaktı. Bende bu yükü üstlendim, zihniyle oynadım. Bırak hala daha kendisi öldürdü sansın."
Kızıltuğ şaşkınlıkla karşısında duran adama baktı.
"Benim silahımı, benim kızıma karşı mı kullandın?"
Ölen bu adam kadın ticareti yapan pisliğin tekiydi. Bunun üzerinden kazandığı paraları da kumarhanelerde yiyor ancak medyaya çok düzgün bir iş adamı gibi gösteriyordu kendini.
Bu, Kızıltuğ'un ikinci en büyük silahıydı. İnsanların zihinleriyle oynamak en büyük cezaydı. Ahu'yu kandırarak onun zihniyle oynamışlardı içeride ve inandırmayı da başarmışlardı. Bir insanı delirtmenin en muhtemel yoluydu bu ve Karan bunu çok sık yapardı.
Karan Ahu'dan gerçekten birini vurmasını isteseydi Poyraz yine de buna izin vermez gereğini kendisi yapardı.
Poyraz ve Ahu arasındaki kan bağını, en iyi Karan biliyordu.
Poyraz'ın bakışları üzüntüyle baygın halde duran kadına kaydı ve iç çekti.
Poyraz karşılarında duran adamlara çaktırmamak için hafifçe yutkunurken aklına gelen ilk ve en etkili yalanı dudakları arasından döküverdi. "Kız kardeşim." dedi soğukkanlılıkla. "Ölen kız kardeşime çok benzetiyorum ve onu o gibi görüyorum. Biliyorum alakası yok ama Ahu bana kız kardeşimmiş gibi hissettiriyor. Sana engel olmayacağım, buna haddim olmadığını zaten biliyorsun. Sadece, Ahu'nun aklıyla oyna. Gerçekten kana bulamasın elini, olur mu?"
Bunun sözünü Karan'dan almalıydı.
Kızıltuğ gözlerini kısarken arabanın ön kapısını açtı ve kardeşi gibi gördüğü adamın binmesine müsaade etti.
Güven.
Çok tehlikeli bir duyguydu.
Poyraz'ın o evde yıllarını geçirmek zorunda kalması ve Karan'ın güvenini kazanmasının elbette bir sebebi vardı.
"İşime engel olma Poyraz." dedi araba kapısını kapatmadan hemen önce. "Eğer Ahu ile arama girersen, seni ortadan kaldırırım. Hem de bir daha gelemeyecek şekilde."
Diğer istediği şey içinse başını salladı. Sevdiği kadını zorla katil yapacak potansiyelde birisi değildi Karan.
Her şey daha yeni başlıyordu.
Kum saati akmaya başlamıştı.
Ahu Vural'dan
Gözlerime yansıyan ışıkla beraber aralamak zorunda kalırken, "Bayan yenge." diye bir ses işitti kulaklarım. Bu ışık, bildiğin hastane odalarında kontrol için göze tutulan beyaz ışıklardandı. "Stilettolu yenge ne zaman uyanacaksın?"
"Poyraz sen delirdin mi abi, kızın gözüne beyaz ışık tutmakta ne demek?"
"Lan az sus, kızı uyandıracaksın!"
"Ee abi senin de yapmaya çalıştığın şey bu değil mi neden kızıyorsun?"
Gözlerimi yavaşça aralarken bakışları bana dönen adam benimle göz göze gelen bu büyük dev, bağırmaya başladı.
Bu adamın çocuk olmadığına emin miydik?
"Ödümü kopardın! İnsan bir ses eder yüce İsa!"
Elini kalbine koyarak korkuyla geri çekiliverdi hızlıca. "Nasılsın?" Yavaşça yatağın kenarına oturarak beni izledi. Etrafı seyrederken yanıma yaklaşan Ateş'e karşı umursamazlığımı koruyarak, "Berbat." dedim kısıkça. "Buradan kurtulabilmek için elimden geleni yapmak için çabalayacağımı o manda ayısına ilet."
Dudaklarım arasından dökülen o benzetme, kesinlikle şu an söylememem gereken bir şeydi. İkisi birbirine bakarak birden kahkaha atmaya başladılar. "Sen, hayatımda gördüğüm en eğlenceli kadın olabilirsin bayan yenge." dedi Poyraz sakinleşmeye çalışırken.
Odanın kapısı çalıverdi yavaşça.
Poyraz'la düzgünce sohbet edemeden tadımızı kaçırmayı başaran kişi gelmişti.
İçeriye kızıl saçlarıyla beraber giren Gizem'le beraber Ateş hariç geride kalan ikimiz yüzümüzü ekşitmiştik hızla. Elleri arasında bir tepsi duruyordu. Bir kase çorba ve su vardı içerisinde. "Patronunun haberi var mı?" dedim yüz ifademi bozmayarak. Gözlerini devirerek elindeki tepsiyi kucağıma bıraktı.
Bıraktı ancak geri kalkamadı.
Yakasından tutmuştum çünkü.
"Sana adam akıllı soru sordum kızım, patronun bana yemek getirdiğini biliyor mu?" Karan onun izni dahilinde olmadan kimsenin yemek ve su vermeyeceğini dile getirirken bu kızın şu an getirmiş olmasından elbette şüphe ediyordum.
"O elini var ya," diye söze başlarken bitirmesine engel olan Poyraz, "Ne yaparsın elini?" diyerek tek kaşını kaldırdı. "Bu kızın neyini seviyorsun Poyraz, rehine sadece! Son günlerini iyi geçirsin diye ona iyi davranman kadar acınası bir durum yok!"
Elimdeki çorba kasesine sertçe vurarak yere düşmesini sağlarken yatakta ayağa kalkarak saçından tuttuğum Gizem'in yüzünü yere dökülen çorbaya tuttum nefretle. Poyraz Ateş'in yaklaştığını gördüğü gibi, "Tek bir adım daha atarsan senin beynini dağıtırım." dedi saf bir nefretle. Ardından gülümseyerek bana döndü. "İstediğini yapabilirsin bayan yenge."
Gülümseyerek yüzünü yerdeki çorbaya buladım acımadan. "Bir insan soru soruyorsa adam akıllı cevap verilir. Belli ki sen ailenden bu eğitimi görememişsin, öksüz kalan ben bile biliyorken üstelik." Son cümlem yalandan ibaretti.
Kızıltuğ haklıydı.
Biz hukukçular severdik yalanı.
Poyraz karşımızdaki deri koltuğa yavaşça otururken, "Şu an sana yeri yalatan kadının rehine olduğunu söylüyorsun ve bu rehine bile senden daha fazla söze sahip bu evde. Birde düşünsene ileride gerçekten de abimin kadını olduğunu? Senden geriye hiçbir şey kalır Gizem. Ve bana kalırsa bayan yengenin ölmesine daha çok var."
İkimizde gülümserken hızlı adım seslerini koridor içerisinde hissettik.
Poyraz göz kırparak hızla yere çömeldi. "Yahu sen delirdin mi, bırak kızı yoksa zoru kullanacağım!" Odanın kapısı aynı hızda açılırken Kızıltuğ'la direkt göz göze geldik. "Abi şükür ki geldin, Gizem'i al buradan. Gelmiş bayan yengeye saldırmaya kalkıyor üstüne kadın delirince de suçlu o oluyor. Bir gün kan çıkacak bu evden!"
Poyraz da iyi bir oyuncuydu.
Gizem nefretle ona bakarken, "Seni şerefsiz!" diye haykırdı nefretle. "Bu kadınla birlik olmayı düşünecek kadar kafayı yemişsin." Bakışları Kızıltuğ'a döndü ardından. "Bana senin yaptığını yapmaya çalıştı, yeri yalatmaya kalktı!"
Gözleri dolarken karnıma eliyle sertçe yumruk geçirerek ayağa kalktı. Bunu bilerek yapmıştı ve ben, nefesim kesilmiş bir halde yerde iki büklüm kalakalmıştım. Poyraz neden iki büklüm yere düştüğümü anlayamayarak beni seyrederken Kızıltuğ hızla yanıma adımlayarak kollarımdan tutuverdi bedenimi.
"Sen kendini ne sanıyorsun da-" cümlesini tamamlamasına engel olan şey beyaz gömleğimi kaplamaya başlayan yaraydı. O şu an yaraya bakıyordu ancak ben, onun gittikçe endişelenen yüzüne odaklanıyordum. "Acıma bana." Dudaklarım arasından acımasızca çıkan bu cümle, kaşlarının çatılmasına sebep oldu. "Şimdi sana bu kadın ayağa kalkarken bilerek bana vurdu desem inanmayacaksın. Muhtemelen şu cevap daha cazip gelecek." Gülümseyerek yüzünü incelemeye devam ettim. "Senden izinsiz, bu bedene kendim zarar verdim K..Kızıltuğ." Sonlara doğru sesim gittikçe kısılmıştı.
Yara, sanki nefesimi kesiyormuş gibi hissettiriyordu.
Bedenimi aniden kolları arasına alarak odanın kapısına doğru ilerlemeye başladı. "Ateş." Sert sesi koridorda yankılandı. "İlk yardım malzemelerini derhal odama getir." Beni kendi odasına mı götürüyordu yani?
Kokusu burnuma dolarken kısa bir an sanki beni aşkla kucağında taşıyormuş gibi hayal ettim. Neden böyle bir hayal kurduğumu ben de bilmiyordum. Yüzüm onun sıcak göğsüne yaslanırken kalp atışları, çok hızlıydı. Neydi bu, korku mu? Benim ölecek olmamdan neden bu kadar korkuyordu?
Zaten günün sonunda beni öldürmeyecek miydi?
Neden Karan'a karşı çekildiğimi hissediyordum?
Büyük bir odanın içerisine girerken siyahlara hakim oluşundan onun odası olduğunu hızla anladım. Demek bu odada uyuyordu. "İyi olacaksın." dedi ses tonundaki duyguya engel olamayarak. "Gizem meselesini ise halledeceğim, bir daha sana böyle musallat olamayacak."
"Ona çok yüz veriyorsun. Senden cesaret alıyor." Gözleri gözlerimle çakışırken kehribarlarının koyulaşmasını seyrettim sessizce. Herhangi bir şey söylemedi, ben de ağzımı daha fazla yormadım.
Odanın içerisine giren Ateş ilk yardım malzemelerini bırakırken hızla başını eğerek odadan çıkmaya yeltendi. "Bekle Ateş." Bakışları tekrardan bana döndü. "Gizem'in neden üzerindeydin peki?"
Ateş'in yüzüne bakmadım bile.
"Ona soru sordum, o da bana saldırdı. İkimiz de yere yuvarlandık, çorbada bu hengame arasında yeri boyladı. O sinirle üzerine çıktım ve sanki dışarıdan içirmeye çalışıyormuşum gibi gözüktü. Saçına çorba bile bulaşmadı bilerek yüzünü yere sürdü o kadar." Parmaklarım onun elini sararken, bilinçsizce elimi tuttu. "O, bana saldırmaya kalktı."
Dudakları bu duyduğu cümleyi tekrar etti.
"O, sana saldırmaya kalktı."
"O, savcıma saldırmaya kalktı." Bu cümlesi fısıltıdan ibaretti ancak işitmiştim. Kısa bir an silkelenerek elimi elleri arasından tiksintiyle çekti. "Bu duydukların," diyerek bakışlarını Ateş'e çevirdi. "Doğru mu Ateş, gerçekten de böyle mi oldu?"
Şimdi göz göze gelmiştik işte.
Sessizce kısa bir an beni izleyerek başını hoşnutsuzca yukarı aşağıya doğru salladı. Demek oyunuma ortak olmayı seçmişti. "Doğru abi." dedi mırıldanarak. "Savcı doğru söylüyor."
"Yalan deseydin de sonuç değişmeyecekti. Ben doğruyu başkalarında aramam." dedi ve hızla ayağa kalkarak adımlarını odanın dışına ilerletirken, "Hemşireyi odaya al, kızla güzelce ilgilensin." diyerek kapıyı çarparak.
Ateş hızla yüzündeki maskeyi düşürmüştü istemeden. "Çok yanlış sularda yüzüyorsun."
Odanın içerisinde beni yalnız bırakırken gülümseyiverdim hafifçe.
Beni yanlarında tuttukları için asıl onlar yanlış yapıyordu.
Odanın içerisinde duyulan titreşim sesiyle bakışlarım yanımda duran komodine kaydı. Ellerimle hızla komodinin ilk çekmecesini açarken bir telefon bulunmasıyla kaşlarımı çatmadan edemedim.
Kimin telefonuydu bu ve burada ne arıyordu?
Ne işler çeviriyorsun Karan?
Bu telefonun buraya bilerek koyulduğuna adım gibi emindim.
Kızıltuğ her ihtimali düşünen zeki bir adamdı çünkü.
Telefonu ellerim arasına alırken şifresinin olmadığını fark etmemle yutkunuverdim hafifçe. Hızla telefon çalmaya başladı.
Arayan, bilinmeyendi.
Tam da Karan gittikten sonra oluyordu bu, ne büyük tesadüftü böyle.
Parmaklarım açma tuşuna ilerlerken kimsenin gelecek olması umurumda dahi değildi.
"Alo."
"Hiç açmayacaksın sandım Savcı."
Kimdi bu?
Neydi bu metalik ses?
"Kimsin sen?"
Hattın diğer ucundan gülümsediğini hissederken, "İnsan gelecekteki kocasıyla böyle konuşur mu hiç?" dedi dalga geçerek.
"Karan sen misin? Benimle dalga geçmenin hiç sırası deği-"
"Ben evinde kaldığın mafya değilim savcı, sana o mesajı yollayan kişiyim."
"Maskeli katil?"
"Ta kendisi. Sana ulaşmak için günlerdir sürünüyordum, sonunda seni bu odaya getirmeyi başardılar."
"Nasıl girdin içeri, bu telefon nasıl burada duruyor? Anlamıyorum amacın ne senin? Ne yapmaya çalışıyorsun, ya Kızıltuğ biliyorsa?"
Tekrardan gülümsediğini hissettim hattın diğer ucundan.
"Çok soru soruyorsun Savcı. Sence bulsaydı şu an bu telefon burada duruyor mu olurdu?"
Aklıma düşen birkaç düşünceyle başımı ağır ağır sallamaya başladım. Canım hala daha yanıyordu ancak şu an merak duydum daha çok ağır basıyordu. "İçeride," dedim hafifçe yutkunurken. "Bir hain var değil mi?"
Hattın diğer ucundan yüksek bir kahkaha sesi duyulurken birkaç dakika kesilmedi. "Bir mi? Bir kişi olduğunu kim söyledi?"
Bu iş canımı sıkıyordu.
Ben eğlenmiyordum.
"Soruma cevap ver, amacın ne?"
"Biz seninle aynı yolda ilerliyoruz Roza. Sen anneni arıyorsun ve ben de yıllardır kayıp olan anneni bulmak için yardımcı olmak istiyorum. Annen benim de yakınım çünkü. Ben sana zarar vermem, benden sana ancak sevgi gelir. O adam sana zarar veriyor, hissediyorum. Canlarını alacağım."
Annemle nasıl bir bağı olabilirdi ki?
Beni sevdiğini söylemesi bile çok korkutucuydu.
Takıntılıydı o.
Güllere aşık olduğumu bilecek kadar yakınımdaydı bu katil.
Roza, güzelliğin güle benzetilmesiydi çünkü.
Elmas demekti.
"Ayrıca, amcanı öldürmek zorunda kaldığını biliyorum. Ağlamana sebep olduğu için önce en yakınından zarar görecek. Sen sadece bana güven."
"İnsanlar," diyerek hayıflandım. "Karşılıksız iyilik yapmazlar, hele ki senin gibi psikopat biriyse. Söylesene, annemi bulduğun zaman eline ne geçecek? Bunu karşılıksız yapmayacağına eminim, bana ulaşma istediğini söylemen bile bir oyun. İstesen bana anında ulaşabilirdin, sen benimle oynamak istedin. Oyun oynamaktan zevk alıyorsun değil mi?"
Karşı taraftan kısa bir an ses gelmedi.
Gelemedi.
Doğru bir yerden yakalamış olmam onu şaşırtmıştı. Maskeli katilimizi sonunda şaşırtmayı başarmıştım demek.
"Güzel. Sandığım kadar zeki bir kadınsın. Üç gün sonra düzenlenecek olan müzakereye ne yap et gelmeye bak. Bir daha benimle telefonda konuşma imkanına sahip olamayabilirsin. Sana doğru yolu göstereceğim ve sen kendi isteğinle bana geleceksin. Eğer yanlış yolda ilerlemek için ısrar edersen, gittiğin yollara diğerlerini gömdüğüm gibi seni de gömeceğim."
Neden bu kadar kafiyeli konuşuyordu?
Hafifçe yutkunurken, son bir ses işitti kulaklarım. "O villada ölmemeye çalış Savcı, asıl ben onlarla çok eğleneceğim ve sen benim kollarım arasında olacaksın."
Telefon yüzüme kapandı.
Neydi bu?
Oyun mu çeviriyorduk biz?
Benim onun yanında olacağımı söylüyordu.
Bu çok ürkütücüydü.
Şu lanet davayı hızla çözüme kavuşturmak istiyordum. Edim'le tehdit edildiğim için bir nevi buraya kör kütük bağlı gibiydim. Altay'ın bulunması ve katilin ortaya çıkması bittikten hemen sonra, babamın talimatıyla intikamımızı Kızıltuğ ailesinden tamamıyla almış olacaktık.
Kaşlarım çatılırken sakin kalmak için özen gösteriyordum. Hissettiğim adım sesleriyle hızla telefonu pantolonumun arka cebine yerleştirip, hemşirenin odanın içerisine girmesini bekledim. Kapıyı çalarak giren yabancı bu kadın, gülümseyerek beni karşıladı.
Yaram açıldığı için gerekli müdahaleleri yapacaktı ancak kendimi kötü hissediyordum. "Bugün kaçmak için ne güzel bir gün değil mi Ahu hanım?" Dudakları arasından çıkan bu saçma cümlenin ardından yaramı temizleyerek pansuman yapmaya başladı. Duydum ki, bu ormanlık alanın sonunda bir kulübe varmış. O kulübenin alt katı da şehrin diğer ucuna bağlanan büyük patikanın gizli alanıymış. Giren diğer taraftan çıkabiliyor yani, bilin istedim."
Saçmalığa bak, bana yardıma gelen hemşirenin de bunu söyleyesi tutuyordu aniden.
Kesinlikle Karan'ın adamıydı ve ne yapacağımı merak ettiği için bana bunu söyletiyordu.
Yaramla ilgilenmesinin bitmesinin ardından ellerim arasına eski bir kağıt bırakarak kapıya doğru ilerleyiverdi yavaşça. "Onu yok edin, Kızıltuğ yakalarsa mantıklı bir açıklama yapamazsınız."
Telefonu biliyordu demek.
"Mesleğinizi yapmanıza izin vermeyecek Ahu hanım. Mahkemeye sizin adınıza, sizin imzanızla dilekçeyi çoktan sunmuş. Yaralı olduğunuzu bildikleri için ve hakim ile Karan bey çok yakın oldukları için şu an sizi muaf tutuyorlar. Her an işinizden olabilirsiniz, gitmeniz gerek."
Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken, bir elimdeki kağıda bakıyordum bir de kapıdan çıkan kadına.
Maskeli katilin adamı değildi değil mi bu kadın?
Benim imzamı kullanarak nasıl savcılığa dilekçe yazabilirdi?
Kurnazlığın batsın!
Dudaklarımı sinirle kemirirken hiçbir şey yapamadığım için kendime kızıyordum. Benim elimden mesleğimi kısa süreliğine almış olması alabileceği anlamına gelmiyordu.
Alamazdı çünkü bana davalar için ihtiyacı vardı. Ben o buna karar versin diye savcı olmamıştım zaten.
İşimi yapmama asla engel olamayacaktı.
Elimdeki kağıdı hızla açarak, "Gerekli yardım için bilgilendirdim seni. Kaç ve gel doğru yere, seni götüreceğim bu yerden." Kaşlarım çatılırken bu mektubu anlamaya çalıştım bir süre. Zaten telefonda bana evde ölmemem için direktif vermemiş miydi?
Beni hafife alıyordu.
Üç gün sonra düzenlenecek olan müzakereye katılmam gerektiğini söylemişti Kızıltuğ ile beraber, üstüne birde mektupla hemen kaçmam gerektiğini mi söylüyordu yani?
Ne çabuk karar değiştiriyordu öyle.
Ayaklarımı yere sarkıtırken yavaşça ayağa kalktım.
Adımlarım yavaş ve sessiz bir şekilde odadan çıkarken etrafta kimsenin olmayışı dikkatimden kaçmıyordu. Alt katta sabit hat çalmaya başladı hızla. Adımlarımı biraz olsun hızlandırmaya çalışarak telefonu ellerim arasına alıverdim. "Alo?"
Karşı taraftan kısa bir an ses gelmedi.
"Gizem?"
Elimde duran telefon hızla yeri boylarken şok içerisinde karşımdaki aynayla bakışıyordum. Bu tanıdık sesi duymayalı yıllar olmuştu.
Annemdi.
Sesini sadece videolardan bildiğim annem.
Onunla ilgili küçüklüğüme dair hiçbir şey hatırlamıyordum. Sanki zihnim silmem gerektiğini söylüyormuş gibi durmadan resetliyordu.
"Kızıltuğ orada mı?"
Yüzüm yerdeki telefona doğru eğilirken girdiğim şoktan hızla çıkarak eğilmeye çalıştım ancak pek fazla başarılı olduğum söylenemezdi. "Anne?" ses tonum normalin de üzerinde çıkmıştı duyabilmesi için.
Telefon birkaç saniye daha açık kaldı. "Anneciğim benim Ahu, sesimi alıyor musun? Biricik kızın-" ve telefon aniden hat düşmesiyle yüzüme kapandı.
Ya da yüzüme kapattı...
Gözlerim hızla dolarken yıllardır hasret kaldığım bu sese anlam vermeye çalıştım. Annem olduğuna o kadar emindim ki.
Videoları vardı annemin, sesini elbette biliyordum. İkizim Giray'la videoları vardı mesela ama benimle hiç yoktu...
Abimle de yoktu.
Neden olmadığını babama sorduğumdaysa silindiğini söylemişti bana.
Ormanlığa bakan arka bahçede bile hiçbir koruma bulunmuyordu neredeyse.
Büyük cama ilerleyerek araladım hızla ve arkama bile bakmadan koşmaya başladım. Katile güveniyor muydum?
Hayır.
Ancak Kızıltuğ'un yanında olmaktansa kaçmayı yeğlerdim.
Son sürat koşuyordum ve yaralanacak olmam umurumda dahi değildi. Hava karanlıktı, herkes neredeydi bilmiyordum. Sadece koşuyordum ve yolun sonunda kurtulacağımı biliyordum o kadar.
Nefes nefese kalana kadar koştum. Her bir yanım terler içerisindeyken yaram da bir o kadar felaket bir şekilde ağrıyordu. Hemşirenin dediği gibi yaklaşık yirmi - yirmi beş dakika koşunun ardından söylediği kulübe çıkmıştı ortaya.
İçerisi zifiri karanlıktan ibaretti.
Etrafta tek tük kulübeler vardı ve içleri genel olarak yanıyordu. Acaba içeride kimler yaşıyordu?
Burada insanların yaşadığını görüyor olmak bile şaşırtıyordu beni. Kulübeye yaklaşarak kapının kulpunu parmaklarım arasına aldım. Normalde her evde olduğu gibi kilitli olmasını beklerdiniz değil mi?
Bu kapı kilitli değildi.
Ne yani, her şey bu kadar basit miydi?
Elbette basitti, kitaplarda hep böyle sahnelerde ana karaktere yakalanırdı saf kız.
Buradaki tek fark ben kumarı kaybedeceğimi bile bile oynamıştım.
En azından şansımı deniyordum.
Camlarına beyaz perde çekilerek dizayn edilmiş kapının önünden geçen siyah bir gölgeyle beraber dudaklarım arasından birer hıçkırığın çıkmasına engel olamadım. Evin içerisindeki perdeler bile uçuşuyordu ancak dışarıda rüzgar yoktu.
Cinli bir yer miydi yoksa burası?
Derin bir nefes alarak kapının kulpunu çeviriverdim hızlıca. Belimde Kıızltuğ'un verdiği özel yapım silah vardı. En son amcamın yanında yaşanan o trajedi anından sonra silah onda kaldı sanmıştım ancak o ait olduğu yere, yani belime tekrar yerleştirmişti.
Çok kolay bir şekilde istediğim oluyordu.
Sanki Kızıltuğ izin veriyormuş gibi.
Sanki değil.
Kızıltuğ izin veriyordu.
Yavaş adımlarla içeriye girerken tahta kulübenin dışarıdan ne kadar korkutucu gözüktüğünü de es geçmedim. "Kimse var mı?" dudaklarım arasından dökülen bu soruya karşılık hiçbir geri dönüt alamadım. Hava o kadar soğuktu ki tüm bedenimin üşümesine sebep oluyor, başımın zonklamasını sağlıyordu.
Arka odalardan birinden bir şeyin düşme sesi kulaklarım arasına dolarken ellerim refleksle belime doğru gitti. Silah, benim hayatımla bütünleşen bir durumdu. "Cevap ver, kim var orada!"
Rüzgar esiyordu.
Dışarıda rüzgar olmadığı halde.
Deliriyor muydum ben yoksa?
Tek tek odaları gezerek kontrol etmek zorundaydım. Hangi odada çıkış var bilmiyordum. Ellerim arasına aldığım silahla hızla gezinmeye başladım. Yanan sensörlü ışık bu kulübe için fazlasıyla kötüydü ve aydınlatan tek şeydi.
"Kızıltuğ sen misin?"
İçeride üç oda vardı ve odalar çok küçüktü. İlk odaya girerek etrafa bakındım ancak bir yatak dışında hiçbir şey bulunmuyordu. İkinci odaya doğru adımlarım ilerlerken mutfakta gördüğüm gölge, evin içerisinde tek olmadığımın sinyalini bana veriyordu.
Ve bu evin içerisinden sağ çıkan tek bir kişi olacaktı.
O da ben olacaktım.
"Eğer karşıma şu an çıkmazsan acımam seni vururum." İçerisi boş olan bir tehditi ortaya savururken amacım sadece biraz olsun onu korkutabilmeyi başarmaktı. Mutfağa doğru ilerleyen adımlarım ve stresten terleyen yüzüm içinden, "Girmemeliydin Ahu." diyordu. Ancak maalesef ki çok geçti, mektubu dinlemiştim.
Karnım sızlıyordu ve ben açtım.
Yemek yememiştim.
Her şeyin üst üste gelmiş olması benim için felaket ötesi bir durumdu. "Çık karşıma korkak!" İkinci yolu deniyordum, biraz olsun damarına basmak.
Halbuki asıl korkan bendim.
Bu evin içerisinde yalnız olmak beni korkutmuyordu.
Aksine yalnız olmamak beni korkutuyordu.
Derin bir nefes çektim içime. Mutfağa doğru silahımı doğrulturken kulağıma doğru esen ılık rüzgarı hissettim. Hissettiğim bu dalga rüzgar değil, sıcak bir nefesti.
Arkamda birisi vardı.
"Demek saklambaç oynuyoruz?"
Ellerim arasında olan silahı hızla arkama doğru çevireceğim sıra çevik hareketiyle silahı büyük eliyle kavradı ve geriye doğru büktü. Kendimce çırpınıyordum ve o, çok güçlüydü. Tek eliyle silahımı bükebilmesinden söz ediyorduk.
Karnına doğru hızla tekme savurarak dış kapıya doğru ilerlemeye çalıştım ancak o kaçmama izin vermeden saçımı parmakları arasına doladı ve çaprazımızda duran şömineli odaya doğru fırlattı. Dudaklarım arasından çıkan iniltiye engel olamadım.
Canım.
Canım yanıyordu.
Üzerime çullanarak yüzümü yer zeminine bastırmaya başladı acımadan. Onun kolları arasında o kadar acizdim ki. Uzun ve soğuk parmakları çenemi kavrarken bedenimi yerden tek eliyle kaldırmayı başarmış, kucağına çekmişti.
Onun kucağındaydım.
Sıcak yüzü, yüzümü okşarken dudaklarıma değen soğuk dudaklarla ne olduğunu anlayamayan bedenim, dudakların çekilmesiyle işitmiş olduğu o tanıdık cümle karşısında şoke girmiş oldu. "O halde sen, sobelenmiş mi oluyorsun Savcı?"
Ve evet, ben sobelenmiştim.
Aniden elektrikli şömine yanmaya başlarken yaralı yüzü aydınlanmaya başladı.
Kucağına durduğum adamın göğsünü parmaklarım sararken, bir çift kehribar renkli göz, dudaklarımı seyretmeye başlamıştı.
Beni öpmüştü!
İlahi Bakış Açısı
"Ahu'yla ne yapacağını söyleyecek misin?" Kadın karşısında etrafta dolaşan adama cevabını duymayı umduğu soruyu sordu. "Altay davasını bulmasını istiyorsun, yıllardır ortalarda yok Karan. Hala daha bulunabileceğinden umutlu musun?"
Kehribar gözlü adam kalçasını masasına yaslayarak, "Altay'ı kaçıran o babası olacak pislik." dedi nefretle mırıldanırken. "Ve babası hangi delikte saklanıyorsa önce onu bulacağım ve her bir uzvunu parçalara ayırarak akşam yemeği yapacağım. Ahu'ya ihtiyacım var, babasıyla hala daha iletişimde olduğunu biliyorum. Bırakta davayı tekrar incelesin, babasının ne türlü bir pislik olduğunu gözleriyle görürken onun yüz ifadesini zevkle izliyor olacağım."
Kadın hayretle karşısında duran adama bakakaldı.
"Onun kaçmasına izin mi vereceksin peki? Hala daha ona aşıkmışsın gibi hissediyorum." dedi kadın bu duruma da anlam vermek istercesine. Kehribar gözlü adam hızla başını sallarken, elleri arasında tuttuğu stres topunu sertçe sıkmaya başladı.
"Hemşireyi bilerek ayarladım, ne kadar zeki olduğunu şu basit olayla görmek istiyorum. Ayrıca Ahu'ya aşık olduğum falan yok, geçmişte kaldı bu defter."
Rahatsızca kıpırdandı.
Ona yaşattığı onca şeye rağmen hala daha deli gibi aşıktı aslında.
Kadının yapacak olduğu seçimi merak ediyordu. Kalmayı mı seçecekti yoksa gidecek olmayı mı?
Gitmemeliydi.
O kadar aptal olmamalıydı.
Eğer gitmeye kalkarsa adam yakardı ortalığı.
Bu civardaki tüm evler ona aitti ve neredeyse her yere o hükmediyordu. Kadının bunu bilerek davranması gerekiyordu. Dışarıda hiçbir korumasının olmayışından şüphe etmesi gerekiyordu.
Birkaç dakika geçti aradan.
"Efendim." diyerek odaya giren çalışanına doğru döndü adam. "Ev telefonu yerde ve Savcı hanım yok."
Adam sinirle küfür savurdu dudaklarının arasından. Bunu yapmaması gerekiyordu, nasıl olurda gitmeye cesaret ederdi?
O cesareti ona o vermişti.
Aynı odada ona söylediği gibi.
Savcı'yı da o cesaretlendirmişti. Bu yüzden kaçabilecek yüzü vardı. Eğer ki onu yeterince korkutabilmeyi başarmış olsaydı kız kaçmayacaktı.
Ancak kaçmıştı.
"Telefon derken?" Yavaşça ayağa kalktı. "Bilmiyorum, ev telefonu yerde duruyordu ve cam-"
"İlay." dedi sözünü keserek. Çenesini uzun parmakları arasına alırken acımadan sıkıyordu. "Senin işin ne olup bittiğini bilmek. O yüzden bir daha bana bu kelimeyi kullanırsan," gözleri dudaklarına doğru indi. "Senin o dilini kopartır sonra oturur sana yediririm. Anladın mı beni!"
Kadının yüzünü yana doğru fırlatırken bedenin de yere düşmesini sağladı. O gerçekten de çok güçlüydü. Hızlı adımlarla villanın içerisinden çıkarken kestirme yoldan ilerlemeye başlamıştı. Kadından önce varacaktı gideceği kulübeye.
O mesaja nasıl körü körüne inanabilmişti sahiden hayret ediyordu adam.
"Yanlış yaptın." dedi nefretle. "Beni seçmen gerekirdi Savcı, sen gitmeyi seçerek çok büyük yanlış yaptın. Seni daha iyi korkutmam gerekiyormuş. Geçmişte bana yaşattığın şeyi gelecekte yaşatmana izin vermeyeceğim."
Göz göze geldiği kulübenin arka girişinden içerisine girerken ön odaya doğru yaklaşıverdi hızlıca. Adım sesleri duyuyordu, geliyordu kadın.
"Gel bakalım." dedi şeytanice gülümseyerek. "Günün sonunda yine ait olduğun yerdesin, kollarım arasındasın." Hızla mutfağa doğru ilerlerken gölgesinin göründüğünden bihaberdi.
Efil ise elindeki silahla avını yakalamaya çalışıyordu. "Çık karşıma korkak!"
Ardından içinden nefretle haykırdı kadın. "Aptal, Kızıltuğ bilerek kaçmana izin verdi. Sazan gibi ortaya atlamana hayret ediyorum Ahu! Bu kafayla nasıl savcı kalabiliyorsun sen anasını satayım!"
Bu evde yalnız olmadığını ve Karan'a yakalanacağını biliyordu.
Ahu gerçekten salaktı ve Efil buna dayanamıyordu.
"Biliyorum Karan'ın tepkisini görmek istedim sadece!"
"Uydurma! Karan'ın ne tepki vereceğini biliyorsun zaten. Seni kaybetmiş olmayı görmek onda nasıl bir etki olacak bunu görmek istiyorsun sen. Karan'a karşı çekilme Ahu!"
Adam gülümsedi hafifçe. Bu kadındaki deli cesareti dudaklarının şaşkınlıkla aralanmasına sebep oluyordu ancak işin rengi değişecekti. Ondan kaçamayacağını kadın öğrenecekti.
"Demek saklambaç oynuyoruz?"
Arkasına geçerek nefesini kulağına doğru üfledi ürpermesi için. Ani bir manevrayla dönmeye çalışmasına izin vermeden silahı tek eliyle bükerek alıvermişti. Karşısına çıksın diye damarına basmaya çalışıyordu ancak bilmiyordu ki bu odadan zaten çıkamayacak olan tek kişi, Savcı'ydı.
Onu tutacağı sıra karnına yediği tekmeyle geriye savruluverdi hafifçe. Eli de ayağı da ağırdı kadınının. Gülümseyerek kapıya ulaşmaya çalışan bedeni rahatlıkla kucağına alarak ilerletmeye başladı. Bedeni hızla şöminenin yer aldığı odaya acımadan fırlatırken üzerine çullanmıştı kaçamaması için.
Kokusu.
Kadının kokusu onu etkiliyordu.
Kendisini geri çekmesi gerekiyordu.
Yerin soğukluğunu hissetti eli değerken.
Kadının bedenini kucağına çekerken neden böyle bir şey yaptığı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Üşümesin istemişti. Kucağına yerleşen kadın daha ne olduğunu anlayamadan kalın dudaklar tarafından öpülmeye başlanmıştı.
Karan Kızıltuğ ilk o gece yenilmişti duygularına.
Yıllar sonra...
Yapamıyordu, nefret edemiyordu. Aşkı hala daha galip geliyordu, ihanete uğramasına rağmen...
Barın Kızıltuğ'a karşı tercih edilmesine rağmen.
Terk edilmesine rağmen...
Eli buz gibi olmuş yanağını okşarken alt dudağını emiyordu.
Bu, çok güzel bir histi ve Karan buna alışmamalıydı. "Siktir." İçinden küfrederek dudaklarını geri çekiverdi hızlıca. Evin ısısına göre ayarlı olan otomatik şömine tekrardan yanmaya başlarken içerisi aydınlanmaya başlamıştı yavaşça.
Kimin kucağında olduğunu fark eden Ahu şaşkınlıkla dudaklarını aralarken, "O halde sobelenmiş mi oluyorsun, Savcı?" dedi gülümseyerek. Karşısında ilah gibi duruyordu, tapılasıydı.
Bu kadar güzel olmamalıydı.
Eli yanağına gitti tekrardan.
Neden okşamak istediğini de bilmiyordu.
"Üşüdün." üstüne yaralıydı da. Onu saçından sürüklediği için pişmandı ancak o an tutabilecek başka bir yanını göremeden direkt saldırdığı için böyle bir şey yaşanmıştı.
Vicdanının sızladığını hissetti adam.
Bu kötüydü.
Bu, çok kötüydü.
Karan vicdanını terk edeli yıllar oluyordu ve bu kadın için üzülmemeliydi. Düşünmemeliydi, umursamamalıydı.
"Her tercihin bir sonucu olur ve sen bugün yanlış yaptın." Adam kadına, seni oyuna getirdim demeye getirmişti ve kadın bunu zaten anlamıştı. "Tabii ya." diye yalandan şaşırmış gibi yaparak mırıldanıverdi. "Neden bu kadar rahat çıktığımı sorgulamam gerekirdi, gittikçe aptallaşmaya başlıyorum."
"Aptalın tekisin Ahu, sazan gibi atladın hemen!"
"Karan'ın bilerek gitmeme izin verdiğini biliyordum bir kere ben kes sesini!"
"Bilsen gitmeye kalkmazdın aptal! Konuştukça batıyorsun."
Kadını kucağına alarak ayağa kalktı yavaşça.
Oda içerisinde bulunan tek masanın üzerine bırakarak bacak arasına girdi. "Savcı." dedi gözlerinin içine bakarak. "Ben pek fazla merhametli bir adam değilim ancak sana ikinci bir şık sunmaktan bu sıralar çok fazla zevk alıyorum."
Kadın hafifçe yutkunurken adam başını boynuna doğru eğerek kokusunu derince içine çekti. Sıcak nefesi kadının diken diken olmasına sebep olurken, "Kokunun beni nasıl etkilediğini bilseydin ne şu an kollarım arasında olurdun ne de sana dokunmama izin verirdin. Çok derin sularda yüzüyorsun. Söyle bakalım, Edim mi Yazgı mı? Bu gece ikisinden birisine veda edeceksin. Tamamen." dedi yüzü nefretle ekşirken.
Kızıltuğ, Ahu'yu zor durumda bırakmayı sevmiyordu ama zorundaydı.
Akıllı davranması gerekiyordu.
Her zaman sevdiği kadının yanında olamayabilirdi.
Kadının gözleri yalandan bir korkuyla büyüdü. "Yapma." dedi sözde endişeyle başını iki yana doğru sallayarak. İkisini de seçemezmiş gibi davranması gerekiyordu. Çünkü Ahu'nun Edim'den, annesi hakkında edineceği o kadar bilgi vardı ki. Aynı şekilde Dedektif Yazgı'nın da ölmesine müsaade edemezdi çünkü o adam, her şeyiydi onun.
Korkuyla gözleri dolarken adam ellerini iki yanına doğru yerleştirdi. "Ne istersen yaparım Kızıltuğ, yeter ki öldürme onları. Yalvarırım!" Ahu çok iyi oyun oynuyordu. Adam kızın bunu isteyerek demediğini biliyordu. "Ne istediğimi zaten her halükarda yapacaksın, sen benimsin." dedi elinin tersiyle yanağını okşarken. "Sana seçim yaptırtmayabilirdim Savcı, merhametimi suistimal etme. Çokta zor olmasa gerek bir seçim yapmak?" Eli arka cebine giderken telefonu elleri arasına aldı ve birini görüntülü aradı.
Ahu sessizce ağlamaya başladı.
Ağlamaktan nefret eden kadın, bu mafya yüzünden yalandan da olsa ağlıyordu.
"Ateş, nişan al." Kadın duyduğu cümleyle gözlerini hızla telefona doğru çevirdi. Nişan aldığı kişi Yazgı'ydı.
Kadınla tekrardan göz göze geldiler.
"Cevabın?"
Kadın en büyük kozunu oynamak zorunda kaldı.
Geçmişte bunu çok yapardı.
İçindeki öfke ve aşkı birbiriyle çakışıyordu. Ahu'nun aksine Efil, üzüntü doluydu. Ancak Efil aşka yenilecek kadar aptal olabilirdi.
Elleri adamın yanağına yerleşirken dudaklarını dudaklarına bastırdı hızlıca. İkisini derin bir öpüşmenin içerisine çekerken, "Lütfen." diye fısıldayarak ayırdı dudaklarını. "Lütfen bu seferlik affet beni, benim tüm yolumun sonu sensin Kızıltuğ. Senden kaçmamalıydım, yalvarırım-" Cümlesini bitiremeden tekrardan kalın dudaklar dudaklarını sardı.
"Ne yaptığının farkında mısın Ahu? Bu dudaklar," parmakları dudaklarını okşadı acımadan. "Yasak olan dudaklarıma değdi. Kollarım arasında şimdi sana yapacaklarımı hayal edebiliyor musun?"
Hafifçe yutkunarak adamın bacaklarını okşamasına izin verdi.
Şu an karşısında Karan vardı, düşmanı değil.
Efil'in içi kıpır kıpır oluyordu eski duyguları yeşerince ancak tekrardan alışmamalıydı bu duyguya.
Parmaklarıyla keskin çenesini okşarken dudaklarına doğru fısıldadı. "Hayal edebiliyorum. Sahi, ne kadar sert bir adamsın Kızıltuğ? Bana bunu göster." Kalın dudaklar sertçe dudaklarına kapanırken Karan fazlasıyla sertti.
Dudaklarını emiyor, çekiyor, ısırarak acımadan kanatıyordu.
Dakikalar boyunca şömine çıtırtılarına ıslak ahenk dolu sesleri de eşlik ediyordu. Kızıltuğ yanağını okşamaya devam ederken dudaklarını tekrardan ayırıverdi. "Beni hafife alma, yaptığın o oyun elinde patlarsa, yine acımam benim kucağımda olursun. Şu an kollarım arasında kendinden geçmek üzere olduğun gibi."
Efil gözlerine korkuyla değil, cesurca bakıyordu.
Bu Karan'ı etkiliyordu.
Yıllar önceki tanıdık bakışlardı bu.
Ahu onların yanında o kadar masum ve salak kalıyordu ki.
Gömleğinin yakasından tutarak üzerine çekiverdi tekrardan. Farkındaydı, Kızıltuğ'un aklını karıştırarak manipüle etmeye çalıştığını o biliyordu ve izin veriyordu. "Zeki bir adamsın Kızıltuğ, hamlelerimi çabuk anlıyorsun." Dudaklarında gülücük peydah olurken Kızıltuğ ona ayak uydurarak, gülümsedi. Dudakları birbirine değiyordu.
Eli Ahu'nun kalçasında gezerken, "Kollarım arasındasın ve her an sana her şeyi yapabilirim. Fazla cüretkâr davranıyor musun?" dedi şehvet dolu bir fısıltıyla.
Karşısındaki kadını gerçekten de tanımıyordu.
Ayağını beline dolarken, "Ne yapabilirsin mesela?" dedi dudaklarına yaklaşarak. "Bu şömine önünde yapabileceğimiz bir şeyler biliyorum ben ama-" dedi ve cümlesine devam edemedi.
Kalın dudaklar tekrardan engel olmuştu.
Kızıltuğ o gece ilk defa affetti bir kadını.
O kadın, düşmanıydı.
Eski sevgilisiydi.
Aşık olduğu kadındı.
İlk aşkıydı.
Eskisi gibi masum sevgilisi Efil yoktu ama karşısında.
İntikam alınması için yalanlarla doldurulmuş, annesinin acısını çeken öfke dolu bir Ahu vardı.
Affetmemesi gerektiğini çok geç öğrenecekti.
Karşısında şeytana pabuç giydirecek kadar kurnaz birisi duruyordu çünkü.
Ona ihanet eden eski kız arkadaşının çift kişilikli olduğunu bilmeden, birbirlerini oyuna getirdiğini sanıyordu.
Bedelini dudakları ödemişti.
Ancak bunun bir ikincisi olmayacaktı.
Olmaması için kendisini sertçe uyarıverdi adam.
Bu kadının ya sonu olacaktı ya da kadın onun sonu olacaktı.
Ve muhtemelen ikinci şık, yüksek ihtimaldi.
Islak sesler oda içerisinde yankılanırken adam kadının beline parmaklarını dolayarak biraz daha yaklaştırdı. Neden öptükçe doyamıyordu? Daha fazlasını istiyordu? Kadının parmakları ensesindeki saçlarına dolanırken öpüşmeyi daha da derinleştirebilmek için yüzünü sağa doğru eğecekken telefon çalıverdi.
Bu telefon Kızıltuğ'a ait değildi.
Bu telefon Savcı'ya da ait değildi.
Katilin verdiği telefondu bu.
Dudakları birbirinden ıslak bir sesle ayrılırken Kızıltuğ çalan sesi dinledi bir süre. Ses uzaktan değil, bilakis dibinden geliyordu. Kehribar gözleri koyulaşırken, gözlerini kıstı nefretle.
Katilin kim olduğunu kimse bilmiyordu.
Daha doğrusu bunu bilmeyen Ahu'ydu. Efil katilin kim olduğunu da, Karan'a neden düşman olduğunu da çok iyi biliyordu. Efil her şeyden haberdarken Ahu ise sadece bedel ödüyordu.
Kızıltuğ az önce dudaklarını öpmeyi doyamadığı kadının düşmanı olduğunu unutmamak için aklına kazıdı kanlı elleriyle. Elleri kızın kalçasında gezinirken telefona dokunuverdi.
Her şey daha kötü olacaktı.
Çünkü her şey, daha yeni başlamıştı.
.
.
.
Bölümü nasıl buldunuz bakalım? Sorularınız olursa buraya yazabilirsiniz aşklarım, yanıtlıyor olacağım. Bu kitabı yazarken o kadar heyecanlanıyorum ki, yukarıda da belirttim ancak bölüm günleri konusunda emin değilim. Sizce kaç olmalı? (bence 5)💖
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |