@msmarvi
|
3. BÖLÜM
PAZARLIK
Gözlerimi açtığımda rahatsız edici küf kokusu midemi bulandırırken başım çatlayacak derecede ağrıyor, tüm bedenim soğuktan deli gibi titriyordu. Nerede olduğumu anlamak için etrafa bakınarak doğruldum. Küçük bir kutu misali odayı zar zor aydınlatan çıplak ampul arada sönecekmiş gibi cızırtıyla gidip gelirken, tavanda ve duvarlarda rutubetten dolayı sarkan küflü boyalar odaya iğrenç bir koku yayıyordu. Ayaklarımı yavaşça yataktan aşağı sarkıtıp nemli zemine bastım. Doğrulmak için hamle yaptığımda ellerimi hareket ettiremiyordum. Üzerime baktığımda beyaz bir deli gömleği gördüm. Şiddetle ellerimi çekmeye çalıştım ama bir türlü kurtulamamıştım. Biraz daha zorladığımda alçıda olan kolum acımaya başlamıştı. Birden yeni fark ettiğim köşedeki oyuncak bebek çığlık attığında irkilerek sese döndüm. O an bebeklerle uyandığım geceyi hatırlamış, engel olamadığım büyük bir korku sarmıştı içimi. Düşünemiyor, konuşamıyor, ne yapacağımı bilemiyordum. Bebek bir kez daha çığlık attığında hareket etmeye ve ilerlemeye başladı. Bebeğin yaklaşmasıyla üzerinde tıpkı benim gibi bir deli gömleğinin olduğunu fark etmiş, geri geri gitmiştim. Sırtıma değen soğuk duvarla dizlerim tutmaz olurken, içimde bir tohum misali yeşeren karanlık boşluk tüm bedenimi anında sarmalamıştı. Çığlık atan bebeğe karşılık kulaklarımı kapatmak istiyordum. Ama hareket dahi ettiremediğim ellerim buna izin vermiyor, ses ise beni çıldırtıyordu.
"Dalga mı geçiyorsunuz benimle!?"
Korkuyor muydum yoksa sinirli miydim anlam veremiyordum. Daha önce yaşamadığım bir duygu karmaşası içinde boğulacakmışım gibi hissediyordum. Paslanmış kapıya sert bir tekme geçirip çığlık attım. O kadar güçlü ve rahatlatıcı bir çığlıktı ki bu, içimdeki karanlık çığlığımla birlikte dışarı akıp giderken tüm gücümü de beraberinde götürmüş gibi yere çökmüştüm. Büyük paslı kapı gıcırtılı sesiyle açıldığında içerisi parlak bir ışıkla dolmuştu. Gözlerim kamaşırken yüzümü yana çevirmiş, içeri giren adamın ayaklarını seçebilmiştim sadece. Bana doğru yavaş adımlarla yürüyüp karşımda durdu. Gözlerimi ayaklarından çekip yüzüne baktığımda arkasından vuran güçlü ışık onu karanlık bir insan siluetinden ibaret kılmıştı.
"Tekrar merhaba Küçük Yalancı. Sonunda uyandın."
Gülümseyerek söylediği cümleyle yere çöküp bana baktı. Yüzünde kar maskesi vardı.
Tanımak için gözlerinin içine baktım ama bakışları yabancıydı.
"Kimsin sen?"
Aklıma ilk gelen soru buydu.
"Günlerdir uyuyorsun. Ama başlangıç için gayet iyi bir soru." Sözleriyle kaşlarım çatıldı. Ne kadardır buradaydım?
"Kaç gündür buradayım?"
Sesim biraz korku dolu, biraz da öfkeliydi.
"Bir bakalım. İki... Hayır, üç gündür buradasın."
Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü sanki. Teyzem beni evimde, Akın ve amcam yurt dışında biliyordu. Ömer de son sınıf olduğu için okulun düzenlediği ders çalışma kampına gitmişti. Yokluğum kimsede şüphe uyandırmayacaktı. Kimse beni arayıp sormayacaktı, burada ölüp gidecektim.
"Ne istiyorsun benden?"
Maskeli benim öfkeli yüzüme bakarken cevap verdi:
"Ben yalnızca bir piyonum ve paramı istiyorum. Patronumun ne istediği ise umurumda değil." Gerçekten de hiç umurunda görünmüyordu.
"Yağız..." diyebildim sadece.
"Onu o gün gebertmeliydim!" diye bağırıp adama doğru hamle yaptığımda geriye sendeleyip düşen adam önce şaşırmış, sonra gülmüştü.
"Tam da üzerindeki gömleğe yakışır hareketler bunlar."
Sinirle ona baktığımda gülmeyi kesip ayağa kalktı. Kapının önünde bekleyen diğer adama işaret ettiğinde onunla birlikte içeri elinde enjektörle bir kadın girmiş, bana doğru yürümeye başlamışlardı. Ayağa kalkmaya çalışırken adam beni tuttuğunda ağlayarak bağırmış, ellerinden kurtulmak için çırpınmıştım. Çabalarımın nafile olduğunu bilsem de direndim.
Kadın da adama yardım edip beni eski yatağa yatırdıklarında gömleği çözüp bir kolumu çıkardılar. Beni zar zor zapt ederken adam çığlık atmamam için ağzımı güçlü eliyle kapatmış, başımı duvardan tarafa çevirmişti. Kadının koluma uzanan eliyle gözlerimden yaşlar süzüldüğünde tenime batan iğneyi görmemek için gözlerimi yummuştum. Koluma bir ateş misali yayılan ilaç, damarlarımı yakıyordu. Yavaş yavaş bacağıma, boynuma dağılışını hissettim. Bir süre daha beni öylece tutan adamın elleri ben güçten düştükçe gevşiyor, soluk alıp verişleri yavaşlıyordu. Kadın tekrar gömleği bağladığında çok geçmeden geri çekilmiş, gözüme ince bir sis bulutu gibi dağılan karanlıkla görüşüm buğulanmıştı. En son gördüğüm, kadının kahverengi kaplı deftere bir şeyler yazdığı ve maskeli adamla birlikte odadan çıkarak paslı kapıyı kapattığıydı.
Uyandığımda öfkem, korkum, hırsım uçup gitmiş, tamamen hissiz bir hâlde bulmuştum kendimi. Daha ne olduğunu anlamadan karnıma saplanan ağrı ile iki büklüm oldum. Kafamın içinde dolanan uğultuların sesi yükselmiş, delirtecek kıvama gelmişti. Üzerimdeki ruhsuzluk sesimin çıkmasını engelliyor, hareketlerimi dahi yavaşlatıyordu; kendimi kontrol edemiyordum. Ellerimi karnıma götürdüğümde deli gömleğinin çıkartılmış, yerine beyaz bir elbise giydirilmiş olduğunu fark ettim. Hemen ardından dinmek bilmeyen bir susuzluk duydum. Dudaklarım yanıp kavrulan bir sahra çölü misali kuraktı. Doğrulup etrafa bakındım. Yerde su dolu bir sürahi gördüğümde yanında duran bardağı dahi umursamamış, sürahiyi öylece tepeme dikmiştim. Ağzımın kenarlarından dökülen su üzerimi ıslatsa da susuzluğum dinmek bilmiyordu. Yarısını üzerime döktüğüm suyu içtiğimde kapı açıldı. İçeri giren maskeli adam ve kadın bana baktıklarında onlara döndüm. Maskeli adam ufak kahkahalarla gülmeye başladığında "Biraz su ister misin?" dedi ve hemen ekledi:
"Yoksa kan içmeye devam mı edeceksin?"
Sözleriyle duraksadım. Ne demek istiyordu? Öylece ona baktığımda üzerimi işaret etti. Yavaşça başımı eğip baktığımda kana bulanmış elbiseyi gördüm. Hemen ardından ağzımda dağılan yapış yapış bir his ve burnuma çalınan demirimsi kokuyla ellerimi ağzıma götürdüm. Dudaklarımdan bulaşan kan parmaklarıma dağılmış, salya gibi sünmüştü. Diğer elimdeki sürahinin içine baktığımda dibinde biraz kan kaldığını görmemle sürahiyi yere fırlatmış, korkunç bir mide bulantısıyla yere çökerek öğürmeye başlamıştım. Nasıl olurdu bu? Kana kana içtiğim su birden nasıl kana dönüşmüştü? Öğürdükçe ağzımdan ve burnumdan kan kusuyor, duyduğum dehşetle damarlarım patlayacak gibi zonkluyordu. Kafamdaki uğultular çığlıklara dönüştüğünde ellerimle saçlarımı çekerek ben de çığlık attım.
"Demek ki vampirler bir efsaneden ibaret değilmiş."
Yanındaki kadına dönüp sözlerini tamamlayan adam biraz iğrenerek ama çokça eğlenerek bana bakmıştı.
"Su diğer sürahide."
Kafamı çevirip hızla diğer sürahiyi kaptığımda duraksayıp içine baktım. Gördüğüm duru bir su olmasına rağmen şüpheye düşmüş, içmeye cesaret edememiştim.
Adam "Ne o?" diye başladı cümlesine. Ardından devam etti:
"Gözlerinden şüphe mi duyuyorsun yoksa?"
Dönüp cevap veremeyecek kadar şoktaydım. Dilim uyuşuyor, ellerim titriyordu. Kafamdaki uğultular yüzünden düşünebildiğimden dahi emin değildim.
"Elindeki su, güven bana. O şişe hep oradaydı ama sen kan içmeyi tercih ettin."
Öylece suya bakıyor, kendimden şüphe duyuyordum. Adam bana yaklaşıp yanıma çöktü ve şişeyi eğip avuçlarına biraz su döktü.
"Bugün altıncı günün. Oyun yavaş yavaş başlıyor." Nasıl bir işkenceydi bu?
"Biraz içmek ister misin?" diye sorup kirli avuçlarına doldurduğu suyu uzattığında, içimde duyduğum müthiş öfkeyle eline vurmuş, hızla yüzündeki kar maskesini yanağına kadar çıkarmıştım. Görebildiğim tek şey, yanağında büyük bir iz olduğuydu. Benden çabucak kurtulan adam, ne ara çıkarttığını bilmediğim soğuk bıçağı boğazıma dayadı.
"Canına mı susadın!?"
Gözlerimi gözlerine diktim.
"Canıma değil de kana susadığım kesin."
Oynadığı psikolojik oyuna karşılık vermeliydim. Yenilmeye niyetim yoktu. Er ya da geç yokluğumu fark eden biri olacaktı. Sözlerimle adamın sinirli bakışları şaşkınlıkla dolmuş, beni itip geri çekilmişti.
"Bu kez dozu fazla verin."
Kadın şüpheli gözlerle adama bakıp onaylayarak dışarı çıktı. Çok geçmeden yanında bir adamla dönmüş, yine güçlükle zapt ettikleri bana ilacı zorla vermişlerdi. İlacın geçtiği damarlarımı tek tek hissederken, göğüs kafesimde hissettiğim basınçla kalbim gittikçe hızlanmaya başlamıştı. Başıma giren ağrıyla inlediğimde maskeli adam bana döndü. Bedenim bir yaprak gibi titriyor, soğuk terler döküyordum. Koşarak yanıma gelen kadın elleriyle kollarımdan tutarak titreyişimi durdurmaya çalıştı bir süre.
"Çok fazla olduğunu söylemiştim." Adam sinirle kadına bağırdı:
"Çok konuşma da durdur şunu!"
Kadın aceleyle dışarı çıktı. Diğer adam maskeli adama bağırıyor, bir yandan da beni tutuyordu.
"Aptal! Onu öldürürsen parayı alamayız."
Neden bu kadar soğuktu oda? Gerçekten ölüyor muydum yoksa? Dakikalarca titredikten sonra yüzüm nemli bir havluyla örtülmüştü. Tavana çakılı kalan gözlerim artık havludan sızan belli belirsiz ışıkları ve içeridekilerin gölgelerini görüyordu. Karıncalanan bedenime dokunan elleri hissetmiyordum artık. Sesleri gittikçe boğuklaşmıştı. Ne bilincimi yetiriyordum ne acım diniyordu. Uzun süre sonunda yavaş yavaş durulan bedenim histen yoksun, öylece uzandı. Yalnızca başımın ağırlığı ve kulaklarımda uzaktan gelen bir çınlama kalmıştı. Zaman algımı yitirmiş, belki de saatlerdir öylece yatıyordum. Zihnimde bir boşluk vardı. Uyuyor muydum yoksa uyanık mıydım anlam veremiyordum. Yüzümdeki kurumuş havlu çekildiğinde maskeli adamla göz göze gelmiştim. Bedenim hareket etmiyordu. Beni boğazlayıp öldürse tepki verebileceğimden emin değildim. Felç mi olmuştum yoksa?
"An itibariyle yedinci gününü doldurdun. Bu yalnızlıkla nasıl yaşadın sen? Seni ne arayan ne soran var."
Sesi alaycı olsa da buna belli ki inanamamıştı. Elinde tuttuğu bir cam parçasını gösterdi.
"Sana bir hediyem var."
Ardından camı avuçlarımın içine koydu. Ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken bulanan midem ve ağrıyan başım dayanılmaz rutubet ve küf kokularını kaldıramaz olmuş, adamın öylece dışarı çıkışını izlemiştim. Saatler geçtikçe bedenimi tekrar hissetmeye başladım. En azından artık başımı oynatabiliyordum. Yanı başımda sarkan, koluma bağlı serumu gördüğümde doğrulmaya çalışsam da henüz kalkacak kadar güç toplayamamıştım. Bedenimi zorladıkça kafamın içi bir uğultuyla kaplandı. Başımı ellerimin arasına aldığımda kalbim delicesine çarpmaya ve sesler artmaya başlamıştı. Aniden yükselen sesler kesildiğinde bir dinginlik çöktü zihnime. En ufak ses dahi kaybolmuştu. Kapattığım gözlerimi açıp kafamı kaldırdığımda uzun, bembeyaz elbiseli, altı yedi yaşlarında bir kız çocuğu tam karşımda duruyordu. Bembeyaz teninin üzerinde iki kara boşluktan ibaret siyah gözlerine bakamıyordum bile.
"K-kimsin?"
Cevap vermeden bana bakmaya devam etmesiyle daha da ürperirken tekrar sordum:
"Ne yapıyorsun burada?"
Yine cevap vermeyince kolumdaki serumu çıkarıp ayağa kalkmış ve birkaç adım atmıştım ki kız birden çığlık atarak elindeki yeni fark ettiğim kanlı cam parçasıyla bana doğru koşmaya başladı. Çığlık çığlığa geri çekildiğim sırada karnımı delen soğuk camı içimde hissediyordum. Kaşlarım hafifçe çatılmış, birden kaybolan kızın arkasından öylece bakakalmıştım. Derin bir nefes alıp dizlerimin üzerine çökerken içeri giren maskeli adam bana baktı.
"Yardım et..." diyebilmiştim sadece. O ise gülmüş, yavaşça karşımda çömelmişti.
"Ölmek için çabuk heveslenmişsin."
Acıyla öksürdüğüm sırada içeri soluk soluğa kalmış, oldukça genç, hatta çocuk denecek bir oğlan girdi.
"Abi Akın-"
Adam hızla ayağa kalkıp çocuğun yakasına yapıştı. Adını duyması dahi yetmiş, cümlenin devamını bile dinlememişti.
"Nasıl?" diye sordu telaşla. Çocuğun gözlerinden okunan korku birçok şeyi anlatmaya yetiyordu.
"Bilmiyorum, benden bu kadar. O adamın eline düşmektense ölmeyi tercih ederim." Hızla dönüp koşmaya başladığında maskeli adam arkasından küfürler yağdırmıştı.
"Erkan! Buraya gel!"
Bu ihanetle daha da sinirlenmişe benziyordu. Etrafa bakıp yatağın ucunda duran havluyu aldı ve karnımda duran, benim de yeni fark ettiğim cam parçasını çıkarıp tampon yaptı.
"Burada biri vardı."
Zor çıkan sesimle konuşmaya çalışırken adam beni yerden güç bela kaldırdı.
"O odada senden başka kimse yoktu."
Şaşkınca düşündüm. O çocuğu gördüğümden emindim. Beni dışarı çıkardığında kapıda bekleyen kadına baktı.
"Hiçbir yere gitmesine izin verme, geliyorum."
İlk işim etrafa bakınmak olmuştu. Her yer nemli ağaçlarla doluydu. Çekirgelerin ötüşü karanlığı da beraberinde getirirken, kafamı çevirip eski, yazısı silinmiş, paslı tabelada yazanı okumaya çalışmıştım.
"Ekim Akıl ve Ruh Sağlığı Merkezi"
Bir haftayı geçkin, ormanın içindeki bu harabeye dönmüş deliler hastanesinde mi tutulmuştum?
"Midem bulanıyor... Sanırım kusacağım." deyip hıçkırdım.
Hemşire tuttuğu kolumu daha da sıkarken beni süzdü.
"Sabret, olmaz. "
İnandırıcı kılmak için öğürüp kanayan karnımı tuttum ve üzerine giderek kanlı elimi kadının üzerine sürdüm. Kadın iğrenerek geri çekilip beni çalılıklara itti.
"Tamam! Geç şuraya."
Çalılıklara geçerken kendimi yere atmış, bayılma taklidi yapmıştım. Kadının koşarak yanıma gelip yere çökmesiyle sıkıca kavradığım ağaç dalını kafasına vurdum. Niyetim onu bayıltmaktı ama yumuşak vurmuş olmalıyım ki kadın yalnızca geriye düşmüş, kanayan başını tutmuştu.
"Seni-" diyemeden bir kez daha vurduğumda gözleri kaymış, öylece yere yığılmıştı. Hemen ayaklanıp karanlık yolda karnımın verdiği acıyla mümkün olduğu kadar koşup ilerlemeye çalıştım. Yolun bir tarafı uçsuz bucaksız denize uçurumken, diğer tarafı uzun çam ağaçlarıyla kaplı ormandı. Ormanın derinliklerinden kurtların uluyuşu duyuluyordu. Koştuğum yolun sonunda bir ışık görme umuduyla zifiri karanlığa bakıyor, duyduğum korkuyu bastırmaya çalışıyordum. Arkama dönüp baktım. Ne kaldığım harabe ne de yol gözüküyordu. Nefes nefese kaldığımda daha fazla koşamayacağımı anlayıp yürümeye başladım.
"Umarım beni bulursun Akın Korel…" diye söylendim. "Umarım bulur ve teyzemlerle gitmediğim için beni azarlarsın."
Ondan kurtulmak için elimden geleni yaparken, şimdi yanımda olmasını, beni kurtarmasını istiyordum. Şayet şu an tek umudum ondan ibaretti. Yine duyduğum bir uğultuyla elimi başıma götürdüm. Gözlerimi kırpıştırarak uğultuyu unutmaya çalışırken yine o beyaz elbiseli kızı görmemle duraksadım. Yolun ortasında öylece dikilmiş, bana bakıyordu. Korkuyla durup gerilediğimde yere düştüm. Delirmeye mi başlamıştım? Duyduklarım, gördüklerim neydi? Hızla ayağa kalkıp geri döndüm ve bana doğru yürümeye başlayan kızdan kaçmaya başladım. O sırada yoldan gelen iki araba farını fark etmemle arabanın önüne atlayıp durdurdum. Hızla cama vurmaya başladım.
"Yardım et lütfen-" derken maskeli adam camı açıp gülerek bana baktı.
"Yanlış yöne koşuyorsun küçük."
Titreyen gözlerim yaşla dolmuş, hızlı soluk alıp verişlerim tükenen gücüme yetişmeye çalışıyordu. Geri geri çekilip bu kez uçsuz bucaksız görünen ormanlığa girdim. Beni bu sık ağaçların arasında arabayla takip edemezdi. Ayaklarımın altında ezilen kuru yaprakların hışırtılarıyla ağaçların arasına karıştım. Canımı yakan sert dallar beni yavaşlatsa da esaretin verdiği korku acımı hissizleştiriyordu. Bir süre sonra kesilen nefesimle kalın bir ağacın yosunlu, ıslak gövdesine çökmüş, dinlenmeye çalışmıştım. Kafamı, göğün gece mavisi karanlığında umutla parlayan yıldızlara çevirirken gücümün tükendiğini hissederek gözlerimi kapadım. Maskeli adam bulmasa bile ormandaki kurtlar çoktan kan kokusunu alıp beni aramaya başlamışlardır diye düşündüm çaresizce. Yutkunup ağlamaya başladığımda kanlı ellerimle alnımdaki teri sildim. Ardından sesimin çıkmaması için elimle ağzımı kapattım. Gözümü açmamla irkilmem bir oldu. Gördüğüm kız ayak uçlarıma kadar gelmişti. Kaskatı kesildiğimde biraz daha farklı göründüğünü fark etmiştim. Gözleri siyah boşluktan ibaret değildi artık.
"Vazgeçme."
Ne dediğini anlamayarak kaşlarımı çattım. O sırada duyulan sesle hızla etrafa bakmaya başladım.
"Seni bulacağım küçük. "
Tekrar kıza dönmüştüm ki birden gözden kayboldu.
"Eninde sonunda bulacağım!" diye bağıran adamı tekrar duyunca ayağa kalkmıştım ki kolumu sımsıkı kavrayan bir elle irkilip adama döndüm.
"Bu cehennemden nereye kadar kaçabileceğini sandın?"
Kolumu çekmeye çalışıp direnirken beni iki kolumdan tutup sürükledi. "Bırak!"
Adamın beni yola çıkardığı sırada tekrar konuştum:
"Dua et Akın beni arıyor olsun." Adam duraksayıp bana döndü.
"Ne?"
Yüzümü ona çevirerek "Eğer seni arıyorsa, şimdiden kaçacak delik ara." dediğimde “Ne zırvalıyorsun sen?” diyerek sertçe çenemi tutmuştu ki bir ses duyuldu:
"Artık çok geç."
İkimiz de hızla sesin geldiği yöne döndüğümüzde siyah kapüşonunu kafasına geçirmiş Akın'ı görmemle adını mırıldandım: "Akın..." Adam gülerek ona baktı.
"Demek herkesin korkulu rüyası Akın sensin."
Akın bu sözlerle başını kaldırırken ayın parlak ışığı yüzüne düşmüştü. Cevap vermedi. Taviz vermeyen sert yüz ifadesi cevap olmaya yetiyordu. Birkaç adım attığı sırada adam beni sıkıca tutup hızla yolun kenarına yürüdü. Ayaklarımın altından kayan toprakla adamın koluna tutunurken, uçurumun aşağısında karayı döven karanlık denize baktım.
"Yaklaşma! Buraya onu kurtarmaya gelmişken boğularak ölmesine sebep olmak istemezsin."
Akın onu duymamış gibi yürümeye devam ettiğinde şaşkına dönen adam birkaç saniye ne yapacağını bilememiş, ardından beni aşağı itmişti. Bir anlığına duran zamanla kendimi boşlukta bulurken rüzgârla birlikte uçuşan saçlarım ve elbisemle gördüğüm tek şey, uçurumun keskin toprak çizgisiydi. Denizin soğuk ve karanlık suyuna gömülürken vazgeçmiştim her şeyden. Bu dünyadan, yaşamaktan, sevmekten, sevilmekten vazgeçmiştim. Hiçbir çaba göstermedim. Böyle bir hayatı hak edecek ne yaptım Tanrı’m? diye sordum kendi kendime. Daha küçücükken ailemi elimden almıştı. Hayatım teyzemin, amcamın yanında bir sığıntı gibi geçmiş, anne babanın ne olduğunu bilmeden büyümüştüm. Bu çektiklerim yetmez miydi? O kadar günahkâr mıydım? Unutmuş muydu beni? Bedenimin içine sıkışıp kalmış ruhumu özgür bırakma zamanı gelmişti anlaşılan. Suyun içinde derinlere sürüklenen bedenimle gözlerimi yavaşça kapadım.
Keşke gökten biri düşseydi de âşık olsaydım…
Âşık olsaydım da öyle alsaydın canımı tanrım. diye yakındım tekrardan. Hayatta merak ettiğim nadir şeylerdendi aşk. Sebepsizce beni seven, daima yanımda olan, huzur ve mutluluk duyduğum birinin varlığını hissetmek istemiştim bu zamana dek. Onca kitaba, şarkıya, hatta destanlara konu olan aşk nasıl bir şeydi? Mümkün müydü böyle bir şey? Yoksa bir efsaneden ibaret miydi her şey?
Birden suyun içine gürültüyle bir şeyin düştüğünü hissettim. Şiddetle köpüren dalga bedenimi biraz geriye itmişti ki kolumda hissettiğim elle gözlerim açılırken Akın'ın gözlerine değdi gözlerim. Saçları suyun içinde süzülüyor, kısılan gözleri endişeyle bana bakıyordu. Beni kendine çekip bir elini belime diğer elini saçlarımın arasına koyduğunda yaklaşıp dudaklarını dudaklarıma değdirdi. Aldığım nefesle can bulan ciğerlerim ölmek için hazırdı oysa. Geri çekilip tekrar baktı baygın gözlerime. Beni daha sıkı kavrayıp yukarı doğru yüzmeye başladı. Yüzeye çıktığımızda tekrar aldığım derin nefesle Akın'ın boynuna sarılmış, can havliyle ona tutunmaya çalışmıştım. Nefes nefese kalan Akın bir elini yanağıma koyup kaldıramadığım başımı başına yasladı yavaşça.
"O gün beni öldürmeliydin."
Akın sözlerimle gülerken gözlerini kapadı.
"Ölmek için çok erken Küçük Yalancı."
Kıyıya çıkan Akın beni kucağına alıp yürümeye başladığında sordum:
"Adama ne oldu?"
Akın bana kısa bir bakış atıp kafasını geri çevirdiğinde "Artık başa bela olmayacak." dedi. Ucu açık cevabını bir süre düşündüm, çok geçmeden üç arabanın önüne gelmiştik. Arkadaki iki arabadan hızla inen Emir ve Berke bize doğru koşup geldiğinde Emir bana bakıp derin bir nefes aldı.
"Şükürler olsun."
Berke'nin yüzü huzurla dolarken gergin bedeni rahatlamış görünüyordu. Sırtındaki ceketi hızla çıkarıp üzerimi örttü. Ne diyeceğini bilemeden "Üşüyor musun?" diye sormuş, endişeli gözlerle beni süzmüştü.
"Çok değil." deyip hıçkırdım.
Hıçkırığımla Emir de ceketini çıkarıp bacaklarıma örttü. Şu soğukta benim ıslanmış, kirli ve kanlı üzerimden tiksinmeden ikisi de ceketini üzerime örtmüştü. Onları özlediğimi fark etmemle gözlerim dolmuştu ki kendimi tutamayıp ağlamaya başlamış, utançla yüzümü Akın'ın göğsüne gömmüştüm. Hiçbiri sesini çıkarmadı. Yalnızca Emir'in eğilip saçlarımı öptüğünü hissettim. Bu birçok kuru teselliden ya da özürden daha faydalı olmuştu. Berke arabasının kapısını açtığında Akın beni yavaşça koltuğa bırakıp kapıyı örttü. Dışarıda kısa süre Emir ve Berke'yle konuştuktan sonra arabaya bindi. Önce arabayı çalıştırmış, sonra bana dönerek üzerimi çıkarmamı söylemişti. Utana sıkıla, onun da yardımıyla üzerimdeki sırılsıklam elbiseyi çıkardığımda iç çamaşırlarımla kalmıştım. Akın eğilip karnımdaki yaraya baktı. Hâlâ ince ince kanayan küçük kesik fazla derin görünmüyordu. Torpidoyu açıp bir hediye paketi çıkardı. Hızla paketi açıp içinden çiçek desenli bir boyun fuları çıkardı. Fular çok küçük olmamakla birlikte, başörtüsü kadar büyük de değildi. Katlayıp yarama tampon yaparken bir eliyle de arabanın kaloriferlerini ve koltuk ısıtmasını açmıştı.
"Hediye kim içindi?"
Biraz mahcup çıkan sesimle Akın bana kısa bir bakış attı.
"Annem."
İçimi kötü bir his kaplamıştı.
"Bugün doğum günüydü." dediğinde hiçbir şey söyleyememiştim. O an aklıma Akın'la telefonda konuşan Esila ablanın laf arasında çantasına uygun bir fuları olmadığını söylediğini hatırladım. Bu kadar ince düşünebiliyor muydu? Oysa onu dinlerken ne kadar ilgisiz görünüyordu. Bir süre öylece baktım yüzüne. Islak saçlarından damlayan su dudaklarına kadar uzanırken, soğuktan kızarmış elleriyle yarama bastırıyordu. Arka koltuğa uzanıp uzun siyah kaşeyi alırken fulara bastırmamı söyleyip kaşeyle vücudumu sardı. Emir ve Berke'nin ceketini ise ayaklarıma sarmıştı. Geri çekilip arabayı sürmeye başladı.
"O mu yaptı?"
Karnımdaki kesiği sorduğu açıktı. Başımı iki yana salladığımda yüzüme baktı.
"Bir kız- uyandığımda- ama ben-"
İki kelimeyi birleştirip cümle kuramamıştım. Bir anda ortaya çıkıp sonra kaybolan, gözleri kara boşluktan ibaret küçük bir kız çocuğunun yaptığını söylersem inanmayacağı kesindi. Akın ne dediğimi anlamaya çalışırken kulaklarıma dolan uğultuyla kafamı yola çevirmiştim ki kızın yolun ortasında durduğunu görmemle bağırdım:
"Akın dikkat et!"
Akın ani bir frenle kızın içinden geçen arabayı durdururken bağırarak gözlerimi kapamıştım.
Ellerimi başımın arasına alarak ağlamaya başladığımda Akın bana döndü.
"Bade?"
Bileklerimden tutup kollarımı indirirken ona bakmamı sağladı.
"Sakin ol. Ne oldu?"
Yutkunarak yola baktım.
"Bir kız çocuğu... Akın deliriyorum galiba…"
Tekrar ağlamaya başladığım sırada yola baktı bir süre. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi kaşları iyice çatılmıştı.
"Herhangi bir şekilde ilaç verdiler mi?"
"Ne?" diyerek kafamı kaldırdığımda Akın kolumu tutup baktı. Eklem yerlerimdeki küçük morlukları ve çürüklerle kaplı şırınga izlerini görünce tekrar yola dönerek tuttuğu direksiyonu var gücüyle sıktı.
"Biraz uyumaya çalış. Yol uzun sürecek."
Tereddütle ona baktığımda bana döndü. Derin bir nefes alıp koltuğa yaslanmamı sağladı.
"Bu kadar geç fark ettiğim için üzgünüm. Geçti artık. Buradayım."
Birkaç saniye sessizlik oldu. Tekrar arabayı sürmeye başladığında sordum:
"Sinirli değil misin?"
"Sinirliyim."
"Kızmayacak mısın?"
"Belki sonra."
Susup gözlerimi kapadım. Isınmaya başlayan vücudum yavaş yavaş gevşediğinde karnımdaki acıyı daha çok hissetmeye başlamıştım. Ama ne bir inilti çıkarıyor ne de kıvranıyordum. Tek istediğim deliksiz bir uykuydu. Eve gelene dek ara sıra nasıl olduğumu soran Akın dışında konuşan olmamıştı. Oturduğum koltuğun kapısı açıldığında Akın beni kucağına alarak eve girdi. Hemen yukarı, banyoya çıkmış, küvetin içine bırakmıştı beni.
Üzerimdeki kaşeyi alıp köşeye attı. Ben kafamı eğip karnıma bakarken sıcak suyu açmış, saçlarıma tutmuştu.
"Derin değil. Yakında iyileşir."
Sözleriyle tekrar başımı geriye yaslayıp yutkundum. Tuzlu su oldukça acı veriyordu. Gözlerimi kapadığım sırada Akın saçlarımı köpürtmeye çalışıyordu.
"Üşüteceksin." diye mırıldandığımda beni umursamadan saçlarımı yıkamaya devam etti.
"Yanına gelmemi mi istiyorsun?"
Gözlerimi açmadan "Öyle bir şey söylemedim." demiştim hemen. Bir süre sustu.
"Fena fikir değildi."
"Aklından bile geçirme."
Benimle eğlenmeyi kesip sustuğunda nihayet tüm vücudum tuzlu sudan arınmıştı. Bir havluya sararak içeri taşıdı beni. Üzerime kuru bir şeyler giydirip yatağa yatırdı. Yorganı üzerime örterken gözlerimi açtım hafifçe.
"Dinlen şimdi," dedi.
Dolabından birkaç parça alıp üzerindeki ıslak kıyafetleri çıkarmak için odadan çıkmıştı. Birkaç dakika sonra su sesleri gelmeye başladı. Sesi dinleyerek gözlerimi kapatsam da uyuyamamış, sıcak yatağa daha çok gömülmüştüm. Çok sürmeden su sesi kesildi. Birkaç dakika sonra Akın içeri girmiş, başındaki havluyla saçlarının nemini alıyordu. Hâlâ uyumadığımı gördüğünde yaklaşıp yatağa oturdu.
"Korkuyor musun?"
Ellerini yatağa dayayıp derin bir nefes alarak sormuştu bunu, en az benim kadar yorgun görünüyordu.
"Hayır." deyip hıçkırdım.
Hıçkırdığımda başını çevirip bana baktı. Yorganı ağzıma kadar çekip gözlerimi kaçırdığımda yanıma uzandı. Bir süre bana bakıp sarılırken yavaşça kulağıma fısıldadı:
"Sarılınca geçer..."
Cevap veremeden öylece dinledim onu. Ölüden farksızken beklenmedik sarılışıyla çarpan kalbim, vücuduma can vermişti âdeta. Bir haftadır duymadığım sıcaklık ve heyecanı yeniden tadarken gözlerimi kapadım yavaşça. Sanırım artık rahat bir uyku çekebilirdim.
Ertesi gün öğlen uyandığımda uzun zaman sonra rahat ve güzel bir uyku çekmiş, esneyerek etrafa bakınmıştım. Uykumun açılması için gözlerimi ovalarken çoktan uyanmış olan Akın'a döndüğümde bir eli eşofmanının cebinde, üstsüz bir hâlde beni izliyordu.
"Günaydın." deyince o da bana günaydın demiş, diğer elindeki kahveden bir yudum almıştı. Yataktan kalkıp banyoya girdim. Yüzümü yıkayıp tekrar odaya döndüğümde tekli koltuğa oturmuş, bana eliyle gel işareti yapmıştı. Ona doğru yürüdüğümde bu kez yatağa oturmam için işaret etti.
"Daha iyi misin?"
Yatağa oturup ona baktığımda eğilip kollarını dizlerine koydu. Başımı salladım.
"Evet iyiyim."
Yana çevirdiği kafasıyla bir süre aynadan baktı bana.
"Şimdi her şeyi baştan anlat."
Tekrar bana döndüğünde derin bir nefes alıp önüme düşen saçımı kulağımın arkasına ittim.
"Beni havalimanına bıraktığında nedense birden vazgeçtim. Arkamı döndüğümde sen çoktan gitmiştin. Ben de bir otobüs durağı bulup beklemeye başladım. Bir süre sonra bir araba önümde durdu, içinden o maskeli adam çıktı. Durakta bekleyen başka bir adamla birlikte beni zorla arabaya bindirip bir şekilde bayılttılar."
Akın sabırsızca doğrulurken her zamanki sert ifadesiyle söylendi:
"Neden bana haber vermedin?"
"Numaran yoktu."
Duraksadı. Devam etmemi istercesine bakmayı sürdürdüğünde bacağımı kaşıdım.
"Uyandığımda üstümde deli gömleği vardı. Küçük, kapkaranlık, iğrenç kokan bir odada tutuluyordum. İçeri iki adam ve bir kadın girdi, bana bir iğne yapmaya çalıştılar ama ben karşı çıktım."
Akın komodinin üzerindeki şişeden bir bardak su doldurup uzattığında teşekkür edip elime aldım. Ama içmeden öylece suya bakmış, yine fark etmeden kan içmekten korkmuştum. Suya şüpheyle baktığımı fark eden Akın sesini çıkarmadı. Gözlerimi kapayıp yutkunduğumda elimdeki bardağı sıkarak anlatmaya devam ettim:
"Sonra derin bir susuzluk hissederek uyandım. Boğazım öyle kurumuştu ki birkaç dakika daha susuz kalsam ölecek gibiydim. Yerde bir şişe su görür görmez alıp içmeye başladım. Ama susuzluğum dinmek bilmiyor, içtikçe içesim geliyordu. Bir şişe suyu içtiğimde içeri giren adam şaşkınca bana bakıp "Vampirler bir efsaneden ibaret değilmiş." dediğinde içtiğim şeyin su değil kan olduğunu fark ettim."
Akın'ın kaşları çatıldı, ilgiyle bana doğru eğildi. Yine midem bulanmış, bir süre susarak sakinleşmeye çalışmıştım. Susamış olsam da cesaret edemeyip suyu tekrar komodinin üzerine bıraktım.
"Şimdi ise aynı şeyi yaşamaktan korkuyorum. Kendimden, gözlerimden, duyularımdan şüphe etmeye başladım."
Derin bir nefes aldığım sırada aynadan bana bakan küçük kızı görmemle irkilerek başımı duvara çevirdim.
"Ne oldu?"
Akın'ın sorusuyla ürkekçe aynaya baktığımda kız yok olmuştu.
"Yine o kız. Aynadan bize bakıyordu." Akın da aynaya dönüp baktı.
"Nasıl biri?"
"Beyaz upuzun elbisesi var üstünde. Saçları beline kadar uzanıyor ve gözleri boşluktan ibaret."
"Daha önce de gördün mü?" dediğinde başımla onaylayarak ona dönmüştüm.
"Evet, oradayken odada beni öldürmeye çalıştı. Sonra kaçarken yolda beni kovaladı.
Ardından ormanda ve arabada gelirken gördüm. Bir de şimdi." Yavaşça bana dönen Akın konuştu:
"Öldürmeye çalıştı derken neyi kastediyorsun?"
"Onu ilk gördüğümde elindeki cam parçasıyla bana saldırıp yaraladı."
Elimi karnıma götürdüğümde hissettiğim pamukla pansuman yapıldığını anladım.
"Kendime geldiğimde elimde cam kırığı vardı." Bir süre sessizlik oldu.
"Deliriyor muyum ben Akın?"
Akın kafasını hayır anlamında sallayarak ayaklandı.
"Hayır. Verdikleri ilaçla birlikte maruz kaldığın psikolojik manipülasyondan kaynaklanıyor.
Nasıl bir yöntem kullandıklarını bilmiyorum ama zamanla geçeceği kesin. Seninle hiç konuştu mu?"
Sorusuyla anında kızın ormandaki sesi yankılandı kulaklarımda.
"Evet. Bana ormanda "Vazgeçme." dedi. Neyden bahsettiğini bilmiyorum."
Akın anlamaya çalışırcasına bir süre sustuktan sonra, ayağa kalkıp karşısında dikilmiştim.
"Ne zaman eve döneceğim?"
Bunu sorduğuma inanmak istemezcesine baktı bana.
"Onca yaşadıklarından sonra bir başına mı kalmak istiyorsun?"
"Sonsuza kadar burada kalamam ama değil mi?"
"En azından kendini öldürmeyeceğin konusunda emin olana kadar kalacaksın." Verdiği cevapla birlikte ayağa kalkmış, elindeki bardağı komodine bırakmıştı.
"Daha dikkatli olurum-"
Sözlerimle kaşlarını kaldıran Akın birden belimden tutup beni yatağa yatırdığında tek eliyle bileklerimi tutmuş, diğer eliyle yataktan destek alarak bana bakmıştı.
"Dikkatli olmak mı? Hani? Nerede dikkatin?"
İrice açtığım gözlerle ona bakarken yapabildiğim tek şey bileklerimi oynatmaktı.
"Beni dinle Küçük Yalancı."
Onu duymamış gibi çırpınıp kurtulmaya çalıştım.
"Akın ne yaptığını sanıyorsun!? Bırak beni! Yoksa bağırıp tüm komşularını toplarım başına! Sana diyorum! Bırakmazsan çığlık atacağım-" derken Akın birden dudaklarını dudaklarıma değdirdiğinde ne olduğunu anlamadan put kesilen vücudumla ona bakmıştım. Dudağımı hafifçe ısırıp geri çekildiğinde şaşkın yüzüme bakıp muzip bir ifadeyle gülümsedi.
"Susman için yalvaracak değilim. Susmazsan, sustururum."
Bileklerimi bırakıp kalktı. Hâlâ tavana öylece bakarken birden önce yanaklarımda, sonra tüm bedeninde hissettiğim sıcaklıkla hızla doğruldum. Elimi bir yelpaze gibi sallarken ayağa kalktım. Ne yapacağımı bilemeyip birkaç tur kendi etrafımda dönmüş, biraz da odada dolanmıştım. Ayakta öylece ne yaptığımı izleyen Akın birkaç adım daha gerilediğinde dolabın kapağını açmaya çalışmıştım bilinçsizce.
"Ba- banyonun kapısı açılmıyor."
Akın gülmeye başladığında ona döndüm. Başını iki yana saklarken oldukça eğlendiğini fark ettim.
"Orası benim dolabım, banyo şu tarafta."
Yandaki banyo kapısını gösterdiğinde elimi yanaklarıma koyup dudağımı ısırarak hızla banyoya ilerlemiştim. Kapıyı açmak için ileri itip adım attığımda kapı açılmamış üstüne kapıya çarpıp geri geri sendelemiştim. Akın daha çok gülmeye başladığında konuştu:
"Kapı banyoya doğru değil, içeri doğru açılıyor."
Titreyen elimle kapı kolunu bulup nihayet içeri girmeyi başarmıştım. Banyoya girdiğim gibi yere çökerken, deli gibi çarpan kalbimi derin nefesler alarak sakinleştirmeye çalışıyordum. Önce bir öfkeyle biraz ona biraz kendime kızmış, ardından duyduğum müthiş utançla başımı dizlerime koymuştum. Onu azarlayıp haddini bildirmek şöyle dursun, rezil olmuştum. Biraz sonra elimi yüzümü yıkamış, al al olmuş yanaklarımı yatıştırmak için ne yaptıysam başaramamıştım. Toparlanıp tekrar odaya girdiğimde Akın yoktu. Nefes alıp cayır cayır yanan yanaklarımla gidip camı açtım ve kafamı dışarı çıkarıp rahatlamaya çalıştım. Bir süre yine etrafta dolanmış, karnımın acıktığını hissedince pes ederek aşağı inmiştim. Mutfağa girdiğimde Akın bir şeyler hazırlıyordu. Çaktırmadan aldığım derin nefesle elimi karnıma götürdüğümde Akın bana döndü.
"Yara mı ağrıyor?" Gözlerimi kaçırdım.
"Ha? Yok."
Akın yandan bir gülüş atıp başını salladı.
"Anladım. Kelebekler..." Sinirle ona baktım.
"Ne? Hayır, hayır sadece acıktım."
Alaycı bakışlarını üzerimden çekip işine geri koyuldu.
"Yemekten sonra hastaneye gideceğiz."
Yaklaşıp ona yardım etmeye başladığımda "Neden?" diye sordum.
"Kolunu tekrar göstermek lazım. Karnındaki kesiği de kontrol ettirmekte fayda var. Cam parçası kalmış olabilir."
Memnuniyetsizce ona baktım.
"Dikiş atmazlar değil mi?"
Akın elindeki bıçakla karnımı hafifçe dürttü.
"Sanmıyorum, kesik yağ dokuya kadar ulaşmış sadece. Gerek duyarlarsa bir iki sütür koyarlar."
Kaşlarım çatıldı.
"Şişko olduğumu mu söyledin az önce?"
Akın "Öyle bir şey söylemedim." dediğinde bir süre sustum.
"Elli iki kiloyum."
Sessizliği bozan sesimle Akın hıçkırık numarası yapmış, hafifçe gülmüştü. Gülmesi yetmezmiş gibi bir de benimle dalga geçmiş, hıçkırma numarası yapmıştı. Sinirle öylece ona bakarken doğradığı salatalık ve domatesleri iki tabağa paylaştırıp tabakları masaya koydu.
Sandalyelerden birini çekip oturduğunda ayakta dikilen bana baktı.
"Yemeyeceğim." dedim.
Akın kaşlarını kaldırdı.
"Nereden çıktı şimdi bu?"
Cevap vermeyince derin bir nefes aldı. Ayağa kalkıp beni de sandalyeye oturtarak konuştu:
"Saçmalama da yemeğini ye. Alt tarafı şakaydı."
Çaprazıma geçip tekrar oturdu. Tabağı itip omzumu silktim.
"İstemiyorum."
Akın daha fazla tahammül edemeyip sandalyemin altından tutmuş, bir çırpıda beni kendine doğru çekmişti.
"Benim yedirmemi istemiyorsan bitir yemeğini."
Akın'ın bana daha önce yemek yedirdiğini hatırlayınca istemeyerek elime çatalı almış, domateslerden birine batırmıştım. Ona bir göz attığımda bakışlarını bana dikmiş yiyip yemediğimi kontrol ediyordu. Elindeki çatalla tabağımı işaret etti.
"O tabak bitecek."
Yedikçe oldukça aç olduğumu fark etmiş, tüm tabağımı bitirmiştim. Üzerine içtiğim keyif çayı da iyi gelmişti. Gittikçe güç topladığımı hissettim. Merak ettiğim çok şey vardı. Teyzemler ne yapıyordu? Ömer dönmüş müydü? Kaçırıldığımı başka kimler biliyordu? Kapı zilinin sesini duymamla dalıp gittiğim düşüncelerden sıyrıldım. Akın masadan kalkıp kapıyı açmak için mutfaktan çıktığında çok geçmeden Berke'nin sesini duymuştum. Ellerine ve cebine doldurduğu çikolatalarla mutfağa girmiş, beni görünce çocuk gibi çikolatalarını saklamaya çalışmıştı.
"Gördüm," dediğimde sıkıntıyla cebinden bir çikolata çıkarıp uzattı.
"Verecektim zaten."
İtiraz etmeden aldığımda mutfağa Akın'la birlikte Ceyda ve Emir de girmişti. Ceyda sevinçle koşup bana sarıldı. Ben de ona sarılırken "İyi misin?" diye sormuş, hızla geri çekilerek emin olmak için beni süzmüştü.
"İyiyim, merak etme."
O sırada Emir elindeki bir poşet dolusu şeftaliyi gösterdi gülerek.
"Sana geçmiş olsun hediyesi aldım."
Ceyda da masaya bıraktığı cam fanusu gösterdi.
"Ben de cheesecake yaptım."
Gerçekten de enfes görünüyordu. Onlara teşekkür ederken Ceyda hemen keki ikram etmiş, ben de Emir'in getirdiği şeftalilerden bölmüştüm. Hepimiz masanın etrafında toplandığımızda Akın onlara bakıp sordu:
"Kamera kayıtlarını hallettiniz mi?"
Emir ceplerini karıştırmaya başladı.
"Buradaydı."
Bir süre daha arayıp cebindeki her şeyi masaya çıkardı. Çakmak, cüzdan, anahtarlık, birkaç bükülmüş kâğıt... Aradığını bulamadığında Berke derin bir nefes alıp cebinden bir hafıza kartı çıkarıp gösterdi.
"Sen mi almıştın?"
Emir'in sorusuyla Berke göz devirdi.
"Hayır, sadece kaybedeceğini bildiğim için yedek çıkarmıştım."
Ceyda güldüğünde Emir şaşkınca ona baktı. Biraz sinirlenmişti.
"Ben de yedek çıkarmıştım."
Berke parmağını kaydırıp diğerinin arkasına sakladığı kartı gösterdi.
"Onu da kaybedeceğini bildiğim için iki tane yedek çıkardım."
Hafıza kartlarını masaya koyup Akın'ın önüne iterek çikolatasını yemeye devam etmişti.
Emir sinirle ona bakarken masadaki eşyalarını tavırla almaya başladı.
"Beni bu kadar iyi tanımandan korkmaya başladım." Berke onu umursamadan cevap verdi:
"Kardeşinim sonuçta."
Ama Emir tatmin olmuşa benzemiyordu. Masanın diğer ucundaki Berke'ye doğru eğildi: "Aslında sana itiraf etmemiz gereken bir şey var."
Sessizce söylediği cümlesi ben dışında kimsede merak uyandırmamıştı.
"Sen aslında evlatlıksın." dediğinde Berke de ona doğru yaklaştı:
"Sen de öylesin geri zekâlı."
Birbirlerine o kadar çok yaklaşmışlardı ki Akın ikisinin kafasından tutup birbirlerine doğru itmiş, "Hadi şimdi öpüşün," demişti dalgayla.
Son anda öpüşmekten kurtulan Berke ve Emir geri çekilip birbirlerine sinirle bakarken gülmekten yanaklarımın ağrıdığını fark etmiştim. Akın bana dönüp konuştuğunda gülmeyi kestim.
"Hazırlan."
Yemekten sonra hastaneye gideceğimizi söylemişti. Oturduğum yerden kalktım. Yukarı çıkarken Ceyda da peşimden gelmişti. Odanın kapısını açıp valizimi ve çantamı gördüğümde Ceyda'ya döndüm.
"Valizimi nereden buldunuz?"
Ceyda içeri girip gülümsedi.
"Emir ve Berke getirdi, bilmiyorum."
Çantamı karıştırıp telefonumu bulduğumda tuş kilidini açmaya çalıştım. Sanırım şarjı bitmişti. Şarj aletini çıkarıp telefonumu şarja taktım. O sırada Ceyda valizimi açmış, içinden çıkardığı iki parça kıyafeti bana uzatmıştı. Üzerimi değiştirip aynaya baktığım sırada Ceyda'nın elmacık kemiğinde bir morluk fark etmemle duraksayarak ona döndüm.
"Ceyda? Yanağına ne oldu?"
Elini yanağına götürüp gözlerini kaçırdı.
"Şey... Ya önemli bir şey değil. Kapıya çarptım."
Hızla benden uzaklaşarak odadan çıktı. Az sonra geri geldiğinde yanağındaki morluk kaybolmuş, elindeki kapatıcıyı çantasına koymuştu. Şüpheyle ona baktığımda yanıma yaklaştı.
"Lütfen bunu onlara söyleme."
Akın, Emir ve Berke'den bahsediyordu. Hiçbir şey söylemeden yüzüne baktım. O ise konuyu kapatmak için "Hadi gidelim." demiş, hızla kapıya yönelmişti. Aşağı indiğimizde hepsi ayakta, kapının önünde bekliyorlardı.
Hastaneye geldiğimizde Akın ve Ceyda ile birlikte bir ortopedi doktorunun kapısında beklemeye başladık. Çok geçmeden sıra gelmiş, muayene olmuştum. Doktor kolumda bir sıkıntı olmadığını, ama tam olarak iyileşmesi için bir süre daha alçıda kalması gerektiğini söylemişti. Karnımdaki kesiği de acilde kontrol ettirdiğimizde yalnızca pansumanı tazelemişlerdi. Hemşire işini bitirip geri çekildiğinde Akın'a döndüm.
"Lavaboya gitmem lazım."
Akın başını sallayıp Ceyda'ya işaret ettiğinde Ceyda da bana eşlik etmişti. İhtiyaçlarımı giderip ellerimi yıkamaya başladım. Hemen yanımda bir kadın ve kız çocuğu vardı. Kadın aynada başörtüsünü düzeltirken çocuk annesinin bacağının dibinde mızırdanıyor, gitmek istediğini söylüyordu. Ellerimi yıkamayı bitirip kurulamak için kâğıt havlulardan aldığım sırada çocukla göz göze gelmiştik. Gülümsediğimde benden utanıp mızırdanmayı kesmiş, annesinin arkasına saklanmıştı. Başıma giren ani ağrıyla ellerimi başıma götürürken, kulaklarımda yine bir uğultu yükselmeye başlamıştı. Birden annesinin arkasına saklanan çocuğun yerini alan beyaz elbiseli kızı gördüğümde birkaç adım geriledim. Birine seslenmek istesem de konuşamamıştım, dilim tutulmuştu sanki. Kız çığlık atarak bana koştuğunda ben de çığlık atmış, duvara çarparak yere çökmüştüm. Üzerime atlayıp boğazımı sıktı. Ellerini hissediyor, kara bir boşluktan ibaret gözlerini görüyordum. Çığlığımla kapıda bekleyen Ceyda koşup geldiğinde beni tutmaya çalıştı.
Ceyda "Bade!" diye bağırırken, kız "Öleceksin!" diye bağırıp daha çok sıkıyordu. Bir çocuğun elleri bu kadar güçlü olabilir miydi?
"Akın!"
Ceyda hızla dışarı çıkıp bağırdığında koridorun sonunda adını duyan Akın, Ceyda'ya dönmüştü. Kapı tam karşımda olduğu için onu rahatlıkla görebiliyordum. Hızla buraya koşmaya başladığında önüne çıkan oturakların etrafından dolanmak yerine üzerinden atlamış, hızını hiç azaltmamıştı. Kadınlar tuvaletine dalıp yanıma çöktüğünde üzerindeki ceketi çıkarıp yüzümü örtmüş, kafamı göğsüne bastırmıştı.
"Geçti. Tamam."
Boğazımdaki ellerim gevşerken Akın'ın tişörtüne tutundum öksürerek. Sanki kız kafamı örten ceketin içinde bana ulaşamaz gibi geliyordu. Akın'a sımsıkı sarıldığımda içeri hemşirelerin girdiğini duymuştum. Aldığım derin nefeslerle sakinleşmeye çalıştım ama kolumda hissettiğim başka bir elle bağırmış, Akın'a daha sıkı tutunmuştum.
"Dokunmayın!"
Akın onları sertçe uyardığı sırada beni kendine daha çok çekti. O sırada tanımadığım bir kadının sesi duyuldu. Hemşire olmalıydı.
"Ne oldu?"
Ona cevap veren başka bir kadındı:
"Ellerini yıkıyordu. Birden bağırıp kendi boynunu sıkmaya, kendini boğmaya çalıştı." O sırada korkup ağlayan çocuğu yeni fark etmiştim. Aynı kadın tekrar konuştu:
"Tamam annem, bir şey yok. Hadi gidelim."
Kadın ve çocuğun gittiğini gittikçe uzaklaşan ağlama seslerinden anlamıştım. Akın "Çıkın." dediğinde hemşirelerden biri konuştu:
"Beyefendi bırakın da yardım edelim."
"Önce sakinleşmesi gerek." Ceyda devam etti:
"Ben size durumu izah edeceğim, lütfen sakinleşmesine izin verin."
Onları ikna olup çıktığında Akın yüzüme örttüğü ceketi açtı. Yaşlı gözlerim önce etrafa bir göz atmış, ardından ona çevrilmişti. Ellerimi başıma koydum.
"Kafayı yiyeceğim..."
Akın ellerimi indirip beni kucağına oturttuğunda titreyen bedenimi sarmış, sakinleştirmeye çalışıyordu.
"Kolay değil ama geçecek." dedi sıkıntıyla. Ona daha sıkı sarılırken saçlarımı okşamıştı. Alnını alnıma koyup gözlerini kapadı. Bir süre hiç konuşmamış, sakinleşmemi beklemişti. Ne ara bu kadar güvenli olmuştu kolları? Daha düne kadar yüzünü görmek dahi istemezken şimdi ona sığınıyordum. Beni yavaşça ayağa kaldırırken kendisi de doğruldu. Yüzüme “İyi misin?” der gibi baktığında başımı sallamış, yüzümü yıkamak için musluğu açmıştım. Yavaşça yanıma yaklaştı, elleriyle saçlarımı geriye topladı. Aynadan ona bakarken göz göze geldik, ardından yüzümü yıkayıp kuruladım. Dışarı çıktığımızda hemşireleri çoktan başından savan Ceyda, hızlı adımlarla yanımıza geldi.
"İyi misin?"
Gülümseyip "İyiyim," dediğimde hastaneden çıkıp otoparka yürüdük. Emir ve Berke ellerinde birer kâğıt bardakla arabanın önünde bekliyorlardı. Yüzümüzdeki durgunluk ve sessizlikten bir sorun olduğunu anlasalar da bir şey sormadan kahvelerinden son yudumlarını alıp bardakları çöpe atmışlardı.
"Siz gidin. Ben daha sonra gelirim."
Akın’ın sözleriyle Emir, Berke ile birlikte arabasına binmiş, yavaşça uzaklaşmışlardı. Biz de arabaya binip yola çıktık, çok geçmeden Akın bir telefoncunun önünde durdu. Arabada beklememizi söyleyip dışarı çıktığında bir süre oturmuş, radyodan şarkı aramıştım. Bir süre sonra arabaya dönen Akın elindeki kartı uzattı. Bu bir sim kartıydı.
"Telefonun sim kartını bulamamışlar, muhtemelen kırmışlardır."
Sim kartını elime alıp telefonuma taktım. Hemen teyzemin numarasını tuşladım.
"Alo."
"Alo teyze, benim Bade."
"Bade, ne yaptın teyzem, nasıl geçti?"
"Ne nasıl geçti?"
"Arkadaşın Ceyda arayıp kız kıza kısa bir tatile çıktığınızı, telefonunun bozulduğunu söylemişti."
"Aa- şey..."
Yalan söylersem hıçkıracaktım. Ceyda mahcubiyetle bana bakıp özür diledi.
"Şey ne? Yoksa benden bir şey mi gizliyorsun?"
Ne diyeceğimi bilemeyerek dudaklarımı dişlerken Akın müdahale etti:
"Bu kadar utangaç olma, iyiydi değil mi?"
Anında teyzemin dikkati dağılmış "Erkek sesi mi o?" demişti. Akın'a döndüğümde tekrar konuştu:
"Bunu teyzenden saklama."
Teyzem heyecanla "Yoksa…" dedi.
"Yoksa kız kıza tatil bir yalan mıydı? Bir erkekle beraber mi gittin!?"
Çocuksu heyecanını bastırmadan sevinç çığlıkları atarken, kızaran yüzümle "Teyzee!" diye uyardım susması için.
"Ay! Tamam tamam sustum."
Nihayet sakinleşip sustuğunda sordum:
"Siz döndünüz mü?"
"Evet. Dün döndük."
"Nasıl geçti?"
"Buradan anlatmakla olmaz. Akşam sana uğramayı düşünüyorum, çok özledim seni. O zaman anlatırım nasıl geçtiğini. "
"Olur, tamam. Akşam görüşürüz."
"Görüşürüz."
Ben de onu çok özlemiştim. Evime gitmek için de güzel bir fırsattı. Akın pek memnun görünmese de Ceyda'nın yanımda kalması şartıyla beni evime bırakmış, akşam geleceğini söylemişti. Eve girip kapıyı kapattığımda çarpan kapının ardından derin bir sessizlik sarmıştı etrafı. Kapının önünde dikilip içeriye bir göz attım. Her şey bıraktığım gibi görünüyordu.
"Evini özlemiş olmalısın."
Ceyda'nın sözleriyle ona döndüm.
"Evet, özlemişim."
İçeri doğru yürüyüp kafamı yukarı çevirip odama baktım.
"Merak etme. Her şey temizlendi ve yenilendi."
Burada olmasa da olanlardan haberi vardı anlaşılan. Yavaş yavaş merdivenleri çıkıp odamın kapısını açtım. Ceyda'nın söylediği gibi her yer temizlenmişti. Yatağımı örten yeni bir nevresim takımı vardı ve eksikliğini fark ettiğim birkaç süs eşyam yerinde görünmüyordu. Masamın üzerinde duran annem, babam, küçük kardeşim ve benim olduğum aile fotoğrafının çerçevesi değişmişti. Üzerime rahat bir şeyler giyip banyoda ellerimi yıkamış, tekrar aşağı inmiştim. Ceyda camdan sokağa bakıyor, bir yandan da saçlarını örüyordu. Kapı çaldığında gözlerini camdan çekip bana baktı. Kapıya yaklaşıp delikten dışarı baktım. Teyzem kapı deliğine iyice yaklaşmış dil çıkarıyordu. Gülüp kapıyı açtığımda asla dinmeyen enerjisiyle ellerindeki paketleri havaya kaldırmış, "Badeşkoo!" diye bağırarak olduğu yerde zıplamıştı.
Ergen olan ben miydim yoksa o muydu? Boynuna atlayıp sımsıkı sarıldığımda kıkırdadı.
"Hoş geldin."
Yine şıkır şıkır giyinmiş, hiçbir zaman ödün vermediği süsüyle parıldıyordu âdeta.
"Hoş buldum bebeğim."
Elinde gösterdiği poşetlerin birazını aldığımda içeri girdi.
"Bunlar ne böyle?"
Teyzem kıkırdayarak poşetleri yere bıraktı.
"Eniştenin kredi kartını aldım." Ben de gülerek cıkladım.
"Birazcık acı şu adama."
Teyzem omuz silkerek montunu çıkarırken kolumu fark ederek duraksadı.
"Koluna ne oldu?"
Alçılı koluma baktığımda ne diyeceğimi düşünürken Ceyda araya girdi:
"Merdivenlerden düştü."
Teyzem kaşlarını çatarak ona döndü.
"Ne zaman?"
Bize doğru yürüyen Ceyda "Tatilde. Yeni silinen merdivenleri fark etmeyip düştü." dediğinde teyzem endişeyle bana baktı.
"Neden haber vermediniz?"
Ceyda konuştukça bir yalan uyduruyor, hıçkırma isteğiyle dolup taşıyordum.
"Aslında haber verecektik ama sonra sizi endişelendirmenin iyi olmayacağını düşündük." Ceyda’yı kollamak için bir iki kelime de olsa bir şey söylemeye çalıştım:
"Merak etme, doktor küçük bir çatlak olduğunu, önlem olarak alçıya aldığını söyledi. Biraz da kaburgalarımda ezik varmış."
Teyzem cıklayarak baktı bana.
"Hep böyle sakardın."
Gözlerimi kaçırdığım sırada teyzem üstelemeden Ceyda'ya döndü.
"Teyze, bu Ceyda."
"Ah evet, telefonda konuşmuştuk."
Ceyda başını salladı.
"Evet."
Teyzem sıcakkanlılıkla gülümsedi.
"Memnun oldum."
Ceyda da başını sallamış, memnun olduğunu söylemişti. Teyzem birden aklına gelenle elindeki çantasını hızla kafama geçirdi.
"Hem sen neden bir erkekle tatile gittiğini gizliyorsun benden!?" Acıyan kafamı tutup ona baktım.
"Ya teyze-" derken bir daha vuracakmış gibi çantasını havaya kaldırdı.
"Bir daha benden bir şey gizle, vallahi ablamın doğurduğu demem, seni ortadan ikiye ayırırım!"
Teyzemin aşko kuşko görünüşünün altında yatan canavara şahit olan Ceyda, şaşkınlıkla ona bakarken kendini tutamayıp "Pff..." diye gülünce teyzem bu kez ona dönmüş, "Sus kız-" diye cümleye başlamıştı ki hemen ağzını kapattım.
"Biraz ağzı bozuktur da."
Ceyda dudaklarını birbirine bastırıp eliyle fermuar kapatır gibi yapmıştı. Ama gözlerinden fazlasıyla eğlendiği belli oluyordu. Teyzemin garip yanı da buydu işte. Garip, delice tavırlarına rağmen herkes onu severdi. Sakinleşip elimden kurtulduğunda üzerini düzeltip protez tırnaklarına baktı.
"Senin yüzünden tırnağım kırıldı bak!" Koluna girip derin bir nefes aldım.
"Gel hadi bir kahve içelim."
Mutfağa girip onu sandalyeye oturtmuş, tatilinin nasıl geçtiğini sormuştum. Anında tüm neşesi yerine gelmiş, nefes dahi almadan giydiği çorabın rengine kadar detay vererek anlatmaya başlamıştı. Daha sonra Ceyda ile koyu bir sohbete dalmış, Akın'ın arkadaşı olduğunu öğrenince daha büyük bir ilgiyle sorular sormaya başlamıştı. Konuşmaya müdahale etmeye çalıştıkça beni susturuyordu. Kahkahalarımızı bölen kapı sesiyle ayaklandım. Arda,
Ömer ve Selin üçlüsünü görmemle şaşırmış, iyice keyiflenmiştim. En önde bekleyen Ömer'e sarıldım.
"Nasılsın bakalım?" dediğinde "Sizi gördüm daha iyi oldum," demiş, diğerlerine de sarılmıştım. Üçü de kolumu sorarak içeri girerken sonra anlatacağımı söyleyerek onları geçiştirdim. Mutfağa girdiğimizde Arda, teyzemi görünce şaşırarak:
"Anne?" dedi.
Teyzem de Arda'ya alayla bakıp onu taklit etti.
"Oğlum?"
"Neredesin sabahtan beri? Açlıktan ölecektim." demesiyle teyzem elini başına dayayıp yakındı:
"Of! Birinin ebeveyni olmak çok zor." Arda derin bir nefes aldı. "Beni doğururken bana sormadın."
Teyzem parmağını şıklattı.
"İnsanlar hata yapabilir. Önemli olan ders almaktır. Bak, o yüzden kardeşin yok." Diğerleri gülerken teyzem tekrar konuştu:
"Siz neden buradasınız?" Selin, Arda'yı işaret etti.
"Bade'nin döndüğünü duyunca okuldan sonra uğrayalım dedik. Kapıda da Ömer'le karşılaştık."
Ömer de teyzeme bakmış, "Ben de bugün döndüm." demişti. Ardından bir kez daha koluma ne olduğunu sormuştu. Teyzem tavırla bana baktı.
"Hanımefendi merdivenlerden düşmüş ama bize söylememiş."
"Endişelenmenizi istemedim sadece teyze."
Sözlerimle gözlerini devirmişti. Saatine bakıp ayağa kalktı.
"Neyse ben kalkayım, daha tırnağımı yaptıracağım."
Selin ve Ceyda tanışıp kendi aralarında konuşurken teyzem yanağıma bir öpücük kondurmuş, kendi oğluna bakıp elini kulağına tutup telefon işareti yaparak öpücük atmıştı.
"Call me babe," diye fısıldadığında Arda gözlerini devirdi. Onu savuşturmak için peşinden gitmiştim. Teyzem kapıyı açtığında tam zile basmak üzere olan Akın, Emir ve Berke üçlüsüyle karşılaştık, teyzemin gözleri parladı.
"Açtığım her kapı böyle olsa keşke."
Emir teyzeme gülerken, Akın başıyla selam vermişti. İçeri geçmeleri için yol verdiğinde peşimizden gelen Arda'ya döndü ve yanaklarını sıktı.
"Görüşürüz annem."
Arda onun elinden kurtulmaya çalışırken çocuk gibi sızlanmış, "Babamı istiyorum," demişti.
Teyzem onu bırakıp muzip bir ifadeyle gülerek "Ben de babanı istiyorum," deyip çantasını almış, saçlarını savurarak dışarı çıkmıştı. Diğerleri neye uğradığını şaşırmış gibi bir süre teyzemin arkasından baktı, Emir gülerek başını yukarı kaldırdı.
"Allah’ım nasip et."
O sırada mutfağa sığamayıp oturma odasına geçen diğerleri, kapının önünde duranları fark ederek konuşmayı kesmiş ve duraksamışlardı. Ömer'in gülen yüzü anında solarken gözlerini
Akın'a dikti. Akın da geri adım atmamış, taviz vermeden ona bakıyordu. Gözlerini ilk çeken Ömer oldu. Kapıda kaldıklarını fark ederek onları içeri davet ettiğimde içimi kötü bir his kaplamıştı. Fazlasıyla gergin olan ortamın sadece ben değil, diğerleri de farkındaydı. Ortamı biraz olsun yatıştırıp sessizliği bozan şey Arda'nın selamı oldu. Böylece diğerleri de birbiriyle selamlaşmış, ufak tefek sohbet dönmeye başlamıştı. Kendini yorgunca koltuğa bırakan Emir'in masanın üzerinde duran ayaklarına vurup koltuğa oturduğumda, Emir gülerek saçlarımı karıştırdı. Bunu biraz üzerimdeki gerginliği anlayarak "Rahat ol," der gibi yapmıştı. "Daha iyi misin?"
Ona bakıp gülümsedim.
"Evet."
Akın da göz ucuyla bana bakmıştı. Ardından çaprazında oturan Arda'ya döndü.
"Projen ne durumda?"
Arda beklemediği soruyla afallasa da projesinin hatırlanması onu gururlandırmıştı.
"Yavaş da olsa ilerleme kaydediyoruz. Sizin önerinizle iletişime geçip ufak tefek destekleyenler oldu. Teşekkür ederim."
Akın başıyla onayladığı sırada diğerleri de kendi aralarında konuşuyordu. Dikkatleri dağıtan, Akın'ın telefonunun sesiydi. Cebinden çıkardığı telefona bakıp ayağa kalktı ve mutfağa doğru yürüdü. Bir süre sonra geri döndüğünde koltuğa bıraktığı siyah kapüşonunu alıp Emir'e başıyla işaret etti. Emir ayağa kalktığında kimseye bir şey söylemeden kapıya yöneldi. Biraz acelesi var gibiydi ve kimseye bir şey söylemediğinin farkına varmayacak kadar dalgındı. Emir onu takip ettiğinde Berke arkadan bağırdı:
"Ben de geleyim mi?"
Akın durup döndü.
"Sen Ceyda'yı evine bırak."
Berke onaylayınca Akın önüne dönerek yürümeye devam etti. Dışarı çıktıklarında arkalarından şüpheyle baktım. Ceyda’ya işaret ettiğimde benimle birlikte mutfağa geldi. Sesimi alçaltarak sordum:
"Neler oluyor? Sanki bir şeyler olmuş gibiydi." Ceyda yaklaşıp içeri göz attı.
"Hâlâ çözemedin mi? O siyah kapüşonu her giydiğinde muhakkak biri bir şeyler karıştırmıştır."
Kaşlarım çatıldı.
"Ne demek bu?"
Ceyda soğuk bir ifadeyle "Ne anlama geliyorsa o," diyerek geri çekildi ve devam etti:
"Onun tabiriyle: Kurallara uymayan, cezalandırılır."
Bir anda o geceyi hatırladım. Yağmur şıpırtıları kulağımda yankılandı. Akın'ın çocuğa bıçak saplayışı, çocuğun yere yığılışı, üzerindeki kanların yere damladığı bıçak ve Akın'ın hızla bana ilerleyişi... İrkilip gözlerimi kırpıştırdım. O kapüşonu bana da giydirmişti. Ne demekti bu? Eninde sonunda beni öldüreceği anlamına mı geliyordu? Kafamda dolanan düşünceler, anlam veremediğim bir kalp çarpıntısına dönüşmüştü. Kalbim hızlanıyor, nefes alıp verişlerim düzensizleşiyordu. Birden zihnimde bir uğultu yükseldiğinde kulaklarımı kapadım. Ceyda kolumdan tuttu yavaşça.
"Bade? İyi misin?" dediğinde burnumdan dudaklarıma süzülen sıcak kanı hissettim. Ceyda'yı iterken elimle burnumu kapadım.
"Burnum kanıyor bakma."
Ceyda hemen beni bırakıp gözlerini kapadığında ev üstüme üstüme gelmeye, etraf dönmeye başlamıştı. Yutkunarak yardım istemek için içeri bakmıştım ki geri geri sendelememle düşmemek için elimi tezgâha attım. Her şey bulanıklaşmaya ve uğultular artmaya başladığında gözlerimi kapayıp geçmesini diledim. Bir süre sonra uğultu birden dinmiş, kulağımda büyük bir çınlama yer etmişti. Yavaşça gözlerimi açtım, karşımda dikilen kızla göz göze gelmemle nefesim kesildi. Korkuyla irkilirken Ceyda'nın bana seslendiğini duyuyordum. Ama bırak cevap vermeyi, gözlerimi kırpacak iradeyi bile bulamıyordum. Alamadığı cevapla endişelenen Ceyda’nın bana dönmesiyle yere yığılması bir olmuştu. Kızın da benim gibi burnu kanıyordu. O an elinde bir bıçak olduğunu fark ettiğimde sırtımı buzdolabına yasladım. Ayakta duracak gücüm yoktu. Bacaklarım korkuyla titriyor, adım atamıyordu. Kız, bıçaklı elinin tersiyle kanayan burnunu silip bana doğru yürüdüğünde, buz tutan bacaklarım çözülmüş gibi mutfaktan çıktım.
"Ömer!" diye bağırıp içeri baktığımda kendimi yine kapalı tutulduğum küflü odanın içinde buldum. Hızla etrafa bakarken korkum beni pençesinin arasına almış bırakmıyordu. Herkes nereye gitmişti? Yoksa gördüklerimin hepsi birer rüya mıydı? Hâlâ kurtulamamış mıydım bu cehennemden? Birden ağlama sesi duyuldu. Hızla sesin geldiği yöne dönüp baktım. Hatırımdan silinmeyen paslı demir kapıya koşup açtım. Hızla dışarı çıkıp koşmaya başladığımda kızın ağlayışlarına karışan çığlıklarını duyuyor, sanki yanımdaymış gibi hissediyordum. Ağlamaya başladığımda karanlığın yuva yaptığı bu sokakta, nerede olduğumu dahi bilmeden, yalnızca ayaklarımın altında hissettiğim zeminle öylece koşuyordum. Ama çok geçmeden başımdaki uğultuya ve kalp atışlarıma daha fazla dayanamayarak yere yığıldım. Cılız kemiklerimi saran etlerim biri tarafından tek tek koparılıyordu sanki. Geçirdiğim nöbetlerin en ağırı bu olmalıydı. Daha önce hiç bu kadar acı dolu hissetmemiştim. Gittikçe hızlanan kalbimle kendimi kontrol edemezken doğrulmaya çalıştım. Ama üzerimde gördüğüm kanlı elbiseyle hızla geri geri gidip üzerimi çekiştirerek kurtulmaya çalıştım. O kız karşımda duruyordu yine. Havadan kopan şimşekle etraf aydınlandığında kız o kadar parlamıştı ki gözlerimi sımsıkı kapamıştım. Yavaşça gözlerimi tekrar açarken ağlamaya devam eden kızın gözlerinden yaş değil, kan süzülüyordu. O da en az benim kadar acı çekiyor gibiydi.
"Canımı yakmayı kes," dediğinde sesi nefret doluydu. O anda birinin belimi sertçe kavradığını hissettim. Ne olduğunu anlamayıp bağırıp çağırırken boğuk bir sesin adımı çağırdığını duydum:
"Bade…"
Kız birden kaybolduğunda karşımda bana bakan Akın'ı görmemle, sanki suyun altında kalmış gibi kesilen nefesimi düzene sokmaya çalışarak derin bir nefes almıştım. "Bade!"
Akın bir eliyle belime sarılmış, diğer eliyle elimdeki bıçağı almaya çalışıyordu. Gözlerini gördüğüm an içimdeki tüm korkularım dinerek yay gibi gerilen bedenim gevşedi. Elimdeki bıçağı titreyerek bıraktığımda yere gürültüyle düşmüş, tiz bir metal sesi bırakmıştı geriye. Kafasına geçirdiği siyah kapüşonunun içinde ıslanan yüzü ve saçlarından yüzüme düşen damlalarla bir şeyler söylüyordu. Onu duymuyordum. Kulaklarım hâlâ çınlıyordu. Öylece suratına bakarken bileğimi bırakıp beni kendine çekmiş, hiç bırakmak istemezcesine sarılmıştı. Bedenimi taşıyamıyordum. Titreyen bacaklarımla Akın da benimle yere çöktüğünde kulaklarımdaki ses de yavaş yavaş dinmişti. Kendime geldiğimde bana sarılan Akın'ın boynuna atlamış, gözlerimi kapatarak kokusunu içime çekmiştim.
"Beni bırakma," diyebildim yalnızca. O ise cevap vermeden daha sıkı sarıldı bana. Kuzu, kurttan yardım isteyebilir miydi? O kadar çaresizdim işte. Çenesini başıma koyduğunda zil sesi duyuldu boş sokakta. Cebinden çıkardığı telefona bakıp cevapladı, telefonun öbür ucundakinin sesi duyuldu önce: "Bulamıyorum abi, burada yok." Akın bana baktı.
"Ben buldum. İyi." deyip kapattı telefonu.
Beni bırakmadan yavaşça doğrulup ayağa kalktı. Ben kucağında yüzüne öylece bakarken sokaktan çıkıp yürümeye başladı. Kapıyı açan Selin bizi görünce gözlerini kaplayan ışıltıyla karışık şaşkınlık hissi ile sadece "Bade..." diyebilmişti. Birkaç adım gerilerken arkadan koşar adım sesleri geldi. Hızla yanımıza gelen Emir bana baktı.
"Bade?"
Cevap vermeden öylece ona baktığımda Emir'in yüzü tamamen şaşkınlıkla kaplanmış, inanmak istemezcesine bana ve Akın'a bakıyordu. Akın içeri geçerek beni koltuğa bıraktı. Yeni yeni kendine gelen Ceyda oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. Omzumu okşayıp hiçbir şey demeden yüzüne tatlı gülümsemesini taktı. Kimse tek kelime etmiyor, yalnızca duvarda asılı saatin tik tak sesleri yankılanıyordu. Çok geçmeden çalan kapının zil sesiyle dikkatler dağıldı. Selin ayağa kalkıp kapıyı açtı. Berke, Ömer ve Arda içeri girdiğinde soluk soluğa kalmış bedenleriyle bana bakmışlardı. Hızla yanıma gelen Ömer bana sımsıkı sarıldı.
"Ne oldu öyle?"
Tekrar dolan gözlerimle ben de ona sarıldığımda, Arda önümde diz çöküp yanağımı okşadı.
"İyi misin?" dediğinde cevap vermek istemeyerek gözlerimi yumdum. Nasıl olduğumu, ne hissettiğimi ben de bilmiyordum çünkü. Berke saçlarını karıştırarak soluklanırken sordu:
"Eve nasıl döndün?"
Ortalığı kaplayan sessizliğin ardından Ceyda konuştu:
"Abim getirdi."
Ömer, Akın'a dönüp bir süre baktı.
"Ona kim haber verdi?"
Ortalık sessizliğe bürününce Emir konuştu:
"Akın, Bade'nin sesini tanıyıp koşmaya başladı. Sonra buradayız işte."
Beni çığlığımdan mı tanımıştı? Gözlerim hemen Akın'ı bulduğunda Ömer sinirle karışık alayla güldü ve başını iki yana salladı.
"Şaka mı yapıyorsun?" diye kendi kendine söylendiği sırada elimi tutan Ceyda'ya döndüm.
"Hadi üzerini değiştirelim." dedi.
Selin de ona katılıp yanıma geldi, birlikte yukarı çıktık. Bir bardak su uzatan Selin'e teşekkür ederek "Sıcak bir duş alsam iyi olur," dedim. Ceyda başını sallayarak benimle birlikte banyoya girmiş, yardım etmişti. Başımdan aşağı süzülen ılık su bütün yorgunluğumu arındırırken ruhum can bulmuştu âdeta. Ceyda nazikçe bana yardım ederken çok mahcup görünüyordu. Ne hissettiğimi biliyor gibi benimle birlikte acı çekiyordu. Gözlerimi ona dikip baktığımın farkında olsa da dönüp bakacak cesareti yoktu. Ona bakmayı kesip yüzümü çevirdiğimde ağrıyan gözlerimi kapayıp derin bir nefes aldım. Duştan sonra giyinip dışarı çıktığımda Selin saçlarımı kurutmak için elindeki saç kurutma makinesi ile bana doğru gelirken, aşağıdan gelen bağırtıyı duymamızla birbirimize baktık. Hızla odadan çıkıp aşağı indiğimizde Ömer sinirden deliye dönmüş hâlde etrafta dolanıyordu. Beni görünce duraksadı. "Doğru mu? Kaçırıldığın doğru mu?"
Ne diyeceğimi bilemeyerek Akın'a baktığımda sakince Ömer’e baktığını gördüm. Yüzünü bana çevirmiyor, ne cevap vereceğimi bekliyordu. Ömer'in bağırmasıyla irkildim:
"Bade! Doğru mu?!"
Ona dönüp yutkunduğumda Ömer masaya bir tekme geçirip Akın'a döndü.
"Senin yüzünden bu kızın başına gelmeyen kalmadı!"
Ömer'i tanıdım tanıyalı hiç bu kadar sinirli görmemiştim. Akın yaslandığı koltuktan doğrularak ayağa kalktı. Yavaşça Ömer'e yaklaştığında Akın'ın garip sakinliğinden mi yoksa Ömer'in yakıp kavuran sinirinden mi çekinmeliydim bilemiyordum.
"Onu korumaya çalıştım."
Akın'ın sözleriyle Ömer ona daha çok yaklaşarak ceketinin yakasını kavradı.
"Onu korumak mı!?"
Sinirle gülen Ömer onun yüzüne karşı bağırırken, Akın kılını dahi kıpırdatmadı.
"İşte konu tam da bu!” deyip devam etti:
“Aramızdaki fark ne biliyor musun? Sen kardeşini koruyamadın, ama ben kardeşimi korurum!"
"Ömer!" diyerek onu uyaran Arda ayağa kalkarken Akın'ın kaşları çatıldı. Ardından yakasını tutan eli sertçe kavradı. Bir çığ gibi yıkıp gelen öfkesi gözlerinden okunuyordu. Ömer'in bileğini var gücüyle sıkarken Ömer de ona direniyor, aklını yitirmiş gibi onu kışkırtmaya devam ediyordu:
"Kız kardeşine sahip çıkamayıp cesedini bulduktan sonra ağlayıp zırlayan sen, benim kardeşime aynı kaderi yaşatamazsın!"
Ömer'in bu ağır sözleri karşısında küçük dilimi yutmuştum âdeta. Ceyda ellerini ağzına götürürken Arda sinirle ayaklanan Berke ve Emir'i yatıştırmaya çalışmıştı. Ömer sözlerini bitirir bitirmez yediği sert yumrukla gerilerken, Akın yakasından tuttuğu gibi sertçe ortada duran cam sehpaya yatırdı onu. Kırılan camın parçaları etrafa saçılırken onlara doğru birkaç adım attım ki Ceyda kolumdan tuttu. Onu dinlemeden kolumu çekip yanlarına gittim. O sırada Akın'a vurmak içim hamle yapan Ömer'i tuttuğumda ikisi de duraksamış, şaşkınca bana dönmüştü. Yavaşça Akın'a döndüm.
"Haddini aştığı için üzgünüm."
Ardından Ömer'in yüzüne sinirle bakıp devam ettim:
"Ne dediğini bilmiyor."
Beni korumaya çalışırken her şeyi berbat etmişti. Öfkesini anlıyor ve dediklerine hak veriyordum ancak çoktan ölmüş, konuyla alakası olmayan birinin arkasından sarf ettiği sözleri onaylayamazdım. Akın'ın zayıf noktasını biliyordu. Üstünlük sağlamak adına onu zayıf noktasından vurması, aramıza buzdan bir duvar örmüştü sanki. Soğuk bakışlarıma uzun süre bakan Ömer ne yaptığını yeni fark etmiş gibi duraksadı. Bir pişmanlık doğdu gözlerinde. "Bade," diye fısıldadığı sırada Ömer'in kafasının hemen yanına, yere bir yumruk gömen Akın sanki adımı ağzına aldığı için daha çok sinirlenmiş gibiydi. Sertçe onun yakasını bırakıp geri çekildiği sırada "Şimdiye kadar neredeydin?" dedi.
Ömer ona döndüğünde Akın devam etti: "O bu kadar acı çekerken sen neredeydin?" Kimse sesini çıkarmadan onu dinliyordu. "Ateşler içinde hastalanıp yattığında neredeydin?" Ömer cam kırıkları arasından doğruldu.
"Düşüp kolunu kırdığında, kaçırılıp hapsedildiğinde neredeydin?"
İstemsizce gözlerim dolmuş, gözlerimi ondan çekerek yere dikmiştim.
"Onu böyle mi koruyorsun Ömer!?"
Bir anda yükselttiği sesi tüylerimi ürpertirken Ömer'e aşağılayıcı bir bakış attı.
"Senin hiçbir şeyden haberin yokken ben onun yanındaydım. Şimdi utanmadan karşıma geçip de onu koruyacağını söyleme."
Geri çekilip arkasını döndüğünde birkaç adım atıp durdu ve başını çevirip tekrar ona baktı.
"Bir daha da ölmüş kardeşimin adını ağzına alma!"
Tekrar önüne dönüp kapıya doğru yürüdü. Kapıyı açıp dışarı çıktığında Ceyda hemen yanıma gelip saçlarımı itti titreyerek. Emir doğruca Akın'ın peşinden çıktığında, Arda öfke dolu gözlerle Ömer'e bakan Berke'nin önünden ayrılmıyordu. Ceyda ona dönüp seslendi:
"Berke."
Berke bakışlarını Ceyda'ya çevirdiğinde Ceyda kapıyı gösterdi. Onun da gitmesini istiyordu. Bir süre tereddütle bize bakan Berke, geri çekilip hızla dışarı çıktı. Yorgunca koltuğa oturduğumda bir süre sessizlik çökmüştü. Ömer yerden kalkmadan cam kırıkları içerisinde oturuyor, hâlâ dinmeyen öfkesiyle yumruklarını sıkıyordu. Her şeyin gittikçe karmakarışık bir hâl aldığını görebiliyordum ancak elimden bir şey de gelmiyordu.
"Dinlenmem gerek." diyerek ayağa kalktığımda diğerlerinin yüzüne dahi bakmadan yukarı çıkıp odama girmiştim. Kimse peşimden gelmemiş, beni kendi hâlime bırakmışlardı. Şu an ihtiyacım olan da buydu. Yavaşça yatağıma girip derin bir nefes alarak sağ tarafa döndüm. Komodinin üzerinde duran aile fotoğrafına bakıp onlar yanımda olsaydı nasıl olurdu diye merak etmeden duramamıştım. Özlemiştim... Fazlasıyla hem de... ***
Okula gitmek için erkenden uyanıp formalarımı giyerek odadan çıktım. Belki de devamsızlıktan çoktan kalmıştım. İpin ucu kaçmıştı bir kere. Fazla düşünmenin manası yoktu. Zaten yaşadıklarımı takip edemiyordum. Aşağı indiğimde cam kırıkları temizlenmiş, masa köşeye çekilmişti. Montumu ve çantamı alıp kapıya yöneldiğim sırada kapının kenarında bir paket fark ettim. Eğilip üzerindeki notu okudum:
"Günaydın :))"
Notun hemen altında "Ceyda" yazıyordu. Kutunun içinde birkaç kahvaltılık, bisküvi ve paket süt vardı. Bu kız anne gibiydi. Yüzümde tebessümle dışarı çıktığımda hızlı adımlarla ilerlemiş, çok sürmeden okula gelmiştim.
"Bade!"
Arkamı döndüğümde omzuma çarpanla kim olduğuna dahi bakmadan "Affedersin," diyerek toparlanmış, bana seslenen Arda'nın yanına ilerlemiştim.
"Günaydın."
Arda elini omzuma atarak yürümeye başladı ve gülümsedi.
"Günaydın."
Arkadan "Günaydın!" diyerek sarılan Selin, Arda'nın kolunu iterek yanıma sokulmuş ve yürümeye başlamıştı.
"Nasılsın?"
Sorusuyla gülümsemeye çalıştım.
"Eh işte."
O sırada arkada dikilip kalan Arda "Hey!" diye bağırırken, Selin onu dinlemeden "Dün neydi öyle?" diyerek diğerlerinin arkasından atıp tutmaya başlamıştı. Sınıfa girene dek susmadı, daha fazla dayanamayarak onu durdurdum. İşaret parmağımı dudaklarına koydum.
"Lütfen... Olanlar hakkında hiçbir şey sorma, konuşma, merak etme."
Selin şaşkınca bana bakarak "Böyle yaparak aklımı karıştırıyorsun." demişti. Gülerek parmağımı dudaklarından çekip sırama geçmiş, ne kadar geri kaldığımı anlamak için kitapları karıştırmaya başlamıştım. Günün geri kalanı ise derslere odaklanmaya çalışarak geçmişti.
Okul çıkışı karnımı doyurmak için bir kafeye oturduğumda siparişim gelene kadar biraz konu çalışmış, yemek yedikten sonra fazla oyalanmadan kalkmıştım ki camda asılı "Bizimle çalışmak ister misiniz?" yazılı kâğıdı görmemle duraksadım. Gün içinde boş durdukça başıma bir şeyler geliyordu. Çalışmak belki biraz kafamı dağıtırdı. Müdürle konuştuğumda okul saatlerimden pek memnun olmasa da kabul etmiş, deneyebileceğimi söylemişti. Bu ufacık onay dahi beni sanki hayatımı düzene koymuş gibi mutlu etmeye yetmişti. Belki eski sıradan günlere geri dönebilirdim. Sevinçle eve geldiğimde hemen üzerimi değiştirip panduflarımı giydim. Teyzemin dolabıma tıkıştırdığı atıştırmalıklardan yerken zil sesi duymamla mutfaktan çıkıp kapıyı açtım. Elmacık kemikleri morarmış, burnu kanayan Ceyda'yı görmemle nefesim kesildi. Ağlamaktan şişen ve kızaran gözleriyle bana baktı. Endişeyle kollarından tuttum, ardından yüzünü ellerimin arasına aldım. "Ceyda?"
Titreyen elleriyle kollarımdan tuttu.
"Girebilir miyim?"
Elindeki valizleri ve köpek yavrusunu alıp içeri davet ettim. Ne zaman götürmüştü köpek yavrusunu? Tamamen aklımdan çıkmıştı, unutmuştum onu.
"İyi misin?"
Başını iki yana sallayarak içeri girdi. Koltuğa oturduğunda yanına çöktüm şaşkınlıkla. Her yeri morluklar içindeydi.
"Ne oldu Ceyda, bu hâlin ne?"
Kendini daha fazla tutamayıp ağlamaya başladığında konuşmaya çalıştı:
"Babam, lanet olası üvey babam..."
İçimden bir şeylerin koptuğunu hissetmiştim sanki.
"Neden?" diye sordum, "Onun istediği yemeği yapmadığım için." dedi hıçkırarak.
Şaşkınlığım iki katına çıkarken bir babanın neden istediği yemeği yapmadığı için kızını dövdüğüne anlam vermeye çalışıyordum.
"O eve artık adımımı atmayacağım." Sıkıca sarıldım ona.
"Başta ben izin vermem buna."
Daha çok ağlarken yavaşça ondan ayrıldım ve gözlerini sildim.
"Duş almak ister misin?"
Ceyda başıyla onaylayınca temiz giysiler vererek banyoya kadar eşlik etmiştim. Kapıyı kapatır kapatmaz ne yapacağımı bilemeyerek bir süre dikildim ayakta. Su sesi gelmeye başladığında aşağı inmiş, çıktıktan sonra yemesi için bir şeyler hazırlamaya başlamıştım. Bir yandan hâlâ ne yapacağımı düşünüyordum. İstemsizce elim telefona gitti. Emir'e haber versem iyi olacaktı.
"Alo Emir."
"Buyurun köleniz," diyerek her zamanki şakacı ve neşeli ses tonuyla bana cevap verdiğinde derin bir nefes aldım.
"Emir, Ceyda..."
Cümleyi nasıl devam ettireceğimi bilemeyerek duraksadığım sırada Emir ciddi ses tonuyla "Babası mı?" diye sormuştu. Sessizliğimi anlayıp derin bir nefes aldı.
"Neredesiniz?"
"Evdeyiz."
"Tamam birazdan orda olurum."
Telefonu kapattığım sırada çıkıp gelen Ceyda burnunun ve omzunun kanadığının dahi farkında değildi. Ya da hâlâ şoktaydı. O an yapacağımı unutup geri döndüm.
"Bekle geliyorum," diyerek odama çıktığımda dolabının köşesinde öylece duran ilk yardım çantasını almış ve ellerimi iyice temizleyerek hızla aşağı inmiştim.
"O ne?" diye sorduğunda gülümsedim ve çantayı açtım.
"Sana ilk yardım yapacağım."
Ceyda da gülümseyerek burnunu sildi.
"Peki, yap bakalım."
Omzundaki derin olmayan kesiği temizlemeye başladığımda yüzünü buruşturan Ceyda saçlarını öne doğru atmış, başını eğmişti.
"Kahvaltı için teşekkür ederim," dediğimde başını kaldırıp bana baktı.
"Önemli değil."
Bir süre sustu ve yüzüme baktı. Ardından devam etti:
"Öğünlerini çok kaçırıyorsun." Gülümsedim.
"Bu sabah kaçırmadım."
O da gülümsediğinde yarayı temizleyip pansumanı bitirmiştim. Alnına da yara bandı yapıştırıp, yemesi için hazırladığım sandviçleri önüne koydum. İtiraz etmeden yerken kapı çalmıştı. Emir olmalıydı. Kapıyı açar açmaz içeri dalan Akın ve Emir içeri bakmış, "Ceyda nerede?" diye sormuşlardı. Mutfağı gösterdiğimde hızla ilerleyip mutfağa girdiler. Ben de peşlerinden gittiğimde Emir, Ceyda'nın karşısına geçti.
"O mu yaptı yine!?"
Ceyda titreyerek ona baktığında hiçbir şey söylemedi. Akın sinirle tekrar kapıya doğru yönelmişti ki Ceyda bir hışımla ayağa kalktı.
"Abi, lütfen."
Ceyda'nın sözleriyle duraksadığında araya girdim:
"Hey, sakin olun. Onu daha çok korkutuyorsunuz."
Yüzü kapıya dönük olan Akın bir süre öylece durdu. Oldukça sinirli görünüyordu. Gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalıştı. Derin bir nefes alarak Ceyda'ya döndü, yüzünü ellerinin arasına aldı.
"O eve bir daha adımını atmayacaksın."
Ceyda başını salladığında Emir sinirden kıpkırmızı olmuş yüzüyle evde dolanıyordu. Bir bardak su doldurup Ceyda'ya içirdiğimde Emir'in yanına gidip sakinleşmesi için sırtına hafifçe vurdum. Akın, Ceyda'nın yaralarına baktığında "Fena değil," demişti. Ceyda gülerek arkasına yaslandı.
"Bade canımı hiç acıtmadı. Sen acıtmıştın Akın."
Akın kaşlarını kaldırarak Ceyda'ya baktığı sırada, Emir yaslandığı mutfak tezgâhından doğruldu.
"Tamam. Hadi bize geliyorsun," dediğinde itiraz ettim:
"Hayır."
Emir tek kaşını kaldırıp arkasını döndü.
"Nedenmiş güzellik?"
"Çünkü o artık benim ev arkadaşım." Emir kafasını iki yana salladı.
"Hayır izin veremem. Tek başına kalamaz. Hem sana da izin vermiyorum, teyzenlere git ya da daha iyi bir fikrim var, bende kalabilirsin," dediğinde omzuna vurdum.
"Senden izin isteyen yok. Ölsem de Ceyda'yı bırakmam."
Emir "Öyle mi?" dediğinde Ceyda bana bakıp gülmüştü. Ona göz kırptığımda Akın ve Emir birbirlerine bakarak gözleriyle âdeta konuşmuşlardı. Akın göğsünde bağladığı ellerini çözerek bir bana bir Ceyda'ya baktı.
"Birbirinize göz kulak olabilirsiniz sanırım."
Ceyda ile gülerek birbirimize bakıp başımızla onaylamıştık. Kısa süren sessizliğin ardından esneyen Ceyda eliyle ağzını kapatmış, yorgunca etrafa bakmıştı.
"Şimdilik benim odamda uyu, ben yarın aşağıdaki odayı ayarlayacağım."
Ceyda'ya yaklaşan Emir onu alnından öptü.
"Abisi uyutur hemen şimdi."
Onlar yukarı çıkarken odada Akın'la yalnız kalma huzursuzluğu çöktü içime. Bana kısa bir bakış atıp sessizce sandalyeye oturdu. Masanın üzerindeki sürahiye uzanıp bardağa su doldurduğu sırada, elinin üzerindeki kırmızı lekeleri fark ettim. Yavaşça yaklaşarak eline baktım, parmaklarının eklem yerleri kızarmıştı. Yüzüne bakmasam bile bana baktığını anlayabiliyordum.
"Ergenler gibi duvarları mı yumrukluyorsun yoksa?"
"Ergenler gibi kavgaya karışıyorum sadece."
Dalga geçmem onu rahatsız etmiş gibi görünmüyordu. Üstüne o da kendisiyle dalga geçmişti. Ona alaycı bir bakış atıp çantadan sargıyı aldım ve yanına oturdum. Eline uzandığımda sessizce beni izlemeye koyulmuştu. Sıcacık olan ellerini üşümüş ellerimin arasına alıp beceriksizce sarmaya başladım. Bir işe yarar mıydı emin değildim ama sürdüğüm krem biraz olsun ağrısını geçirirdi. İşe yaramayacağını bildiği hâlde müdahale etmeden beni izleyen Akın, diğer eliyle uzanıp önüme düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına ittiğinde birden kalbim anlam veremediğim bir şekilde hızlanmıştı. Elini sarmayı bitirdiğimde ondan uzaklaşıp malzemeleri çantaya koymaya başladım. Heyecandan titreyen ellerimi fark etmemesi için hızla ayağa kalktığım sırada, bozuntuya vermemeye çalışarak telefonuma gelen bildirim sesiyle masanın üzerinde duran telefonumu alıp mesajı okumuştum. Teyzemin alışveriş merkezinde yaşadığı olayı anlatan, neşe dolu, manas destanı gibi yazıyı okurken yüzümde bir gülümseme oluşmuştu. Kendi kendime gülerek telefonu kapattığım an Akın'ın bakışlarıyla karşılaştığımda yüzümdeki gülümseme anında silinmişti. O sırada aşağı inen Emir karnını tutarak mutfağa girdiğinde bana seslendi:
"Badem."
Gülümsemem artarken kaşlarımı kaldırdım.
"Efendim," dediğimde Emir sırıtarak eliyle karnını sıvazladı.
"Açım ben ya."
"Şaşırmadım."
Yanağımdan makas alıp "Bi’ menemen efsane gider şimdi." dediğinde başımı salladım. Heyecanla yanıma yaklaştı. "Ben de yardım edeyim mi?" Elimle ‘hayır’ yaptım anında.
"En son Berke'yle mutfağıma girdiğinde neler olduğunu çok iyi hatırlıyorum." Emir dudaklarını büzüp bana bakınca ona döndüm.
"Doğru ya, Berke nerede?"
Dolaptan yumurta, domates, biber çıkarırken Emir biberin birini ağzına tıkıştırdı.
"Annemle alışverişe gitmişti en son."
Domatesleri doğramaya başladığım sırada Emir birden duraksadı. Dönüp ona baktığımda gözleri dolu dolu bana bakıyordu. Ardından zıplayıp garip hareketler yapmaya başladı, korku dolu gözlerle onu izliyordum. Kızarmaya başlayıp öksürüyor, diğer yandan garip hareketler yapıyordu.
"Ac-" diyebildi sadece.
"Ne?"
Bana yaklaşmaya başlamasıyla korkup geri geri giderek bıçağı ona doğru uzattım.
"Neden garip garip hareketler yapıyorsun?"
Anlam veremediğim bakışlarla ona bakarken "Bibe-" diyerek ortalıkta zıplamıştı. Bıçağı ona doğru siper etmeye devam ettim.
"Akın!"
Akın da başını kaldırmış, öylece Emir'e bakıyordu.
"Ne yapıyor bu?"
"Bilmiyorum."
Ayağa kalkıp Emir'i iki kolundan tuttu ve kıpkırmızı yüzüne baktı.
"Acı- biber acı!"
Bıçağı bırakıp hemen dolaptan koca süt kutusunu çıkardığımda Emir elimden kaptığı gibi kutuyu tepesine dikti.
"Allah'ım ölüyordum…"
Gülerek ona bakarken başımı iki yana sallamış, domatesleri doğramaya devam etmiştim.
"Hayatımdan daha acı biberi ilk kez tattım."
Akın gülüp biberlerin birinin yarısını kopardı ve ağzına attı. Ardından Emir'e bakıp başını salladı.
"Acıymış."
Bir süre sonra Emir'in bana yardım etme isteğiyle başa çıkmaya çalışarak menemeni hazırlamıştım. Masaya döndüğümde tabakları koymadığımı fark ederek geri döndüm.
"Tabağı unuttum."
Emir masaya otururken beni durdurdu:
"Gerek yok, tavayı koy."
Kaşlarımı kaldırdığımda koy dercesine bakış attı. Masaya tavayı koyduğumda bu kez çatalları unuttuğumu fark ettim.
"Çatal?"
Emir kafasını iki yana sallayıp "Ekmek ver ekmek." dedi. Gülerek masaya oturdum.
"Yazık olmasın sonra baklavalarına."
Emir çapkın bakışlarıyla bana bakıp yanağımdan makas aldı.
"Baklava gider şekerpare gelir."
Emir ekmeği bölerek Akın'a ve bana uzattı. Daha ilk lokmasını alır almaz büyük bir zevkle gözlerini kapatan Emir, "Mükemmel bir şey bu." diyerek Akın'ın önündeki tavayı almak için elini uzatmıştı ki Akın ondan önce davranıp tavayı kendisine doğru çekti. "Dokunma."
Emir havada kalan eliyle kaşlarını çattı.
"Ama ilk ben istedim."
Akın başını kaldırıp umursamazca Emir'e baktı.
"Yani?"
Tavayı bu kez kendime çektiğimde ikisi de bana döndü.
"Ben yaptım, ben yiyeceğim."
İkisi de duraksayıp öylece bana baktı. Birden Emir menemen tavasını aldığı gibi kaçmaya başladı. Şaşkınca arkasından baktım, sonra ayağa kalkıp peşinden gittim. Hemen ardımdan Akın da gelmişti. Emir ne yapacağını şaşırıp tava ve ekmekle banyoya girip kendini kilitlemişti. Kapıya vururken bağırdım:
“Orası banyo, çarpılırsın! Ağzın yüzün kayar sonra."
Ses gelmeyince kendi kendime söylendim sessizce:
"Çarpıldı mı yoksa?"
Arkadan kapıya vuran Akın konuştu:
"Çık dışarı Emir."
Birden içeriden birkaç gürültü geldiğinde geri çekilip Akın'a döndüm.
"Aha valla çarpıldı. Kır kapıyı."
Akın arkasını dönerek yürümeye başladı.
"Kapıya yazık, değmez. "
Kapı yavaşça açıldığında Emir elindeki tava ve ekmekle bize doğru yürümeye başladı. Akın'a dönüp "Senden korktuğumdan değil," dedi ve yukarıyı işaret ederek "Allah'tan korktuğumdan." diye devam etti. Akın önünden geçip giden Emir'e alayla bakarken ensesine hafifçe vurmuş, kendi kendine bir şeyler söylemişti. O sırada çalan telefonumla tekrar mutfağa girdim. Arayan amcamdı.
"Efendim?"
"Nasılsın kızım, iyi misin?"
"İyiyim amca. Sen nasılsın?"
"Ben de iyiyim. Devamsızlığına baktım da biraz fazla gördüm. Önünde büyük bir sınav olduğunu biliyorsun değil mi?"
Diğerleriyle birlikte masaya oturdum.
"Evet, aksatmamaya çalışacağım... Ha ayrıca haberin olsun, ben yeni bir işe başladım." Amcam iç geçirmişti.
"Ah kızım ne gerek var? Biz ne güne duruyoruz burada?"
"Bunu önceden konuşmuştuk lütfen."
"Peki. Nerede çalışacaksın?"
"Okula fazla uzak değil. Adı 'Bahar Kafe'. Çok şirin ama fazla yoğun bir yer."
"Tamam. Araştıracağım, ayrıca bir ara uğrarım."
"Bekliyorum. Kendine iyi bak."
"Sen de cadı."
Telefonu kapattığımda Emir anında sormuştu:
"Ne kafesi?"
"Yarı zamanlı, yani okul çıkışları çalışacağım."
"Hem okul hem iş ağır olmaz mı?"
Başımı iki yana salladığımda ortalık bir an sessizliğe bürünmüş, sessizliği yine Emir bozmuştu:
"Ceyda ne olacak Akın? Onu burada mı bırakacağız?" Akın, Emir’e dönerek telefonunu çıkardı.
"Şimdilik üstündeki şoku atlatana kadar burada kalsın. Sonra hallederiz."
Emir başıyla onaylayıp karnını doyurmaya devam etti. Yemek bitene kadar başka konuşan olmamıştı. Çok sürmeden ikisi de Ceyda'ya göz kulak olmamı tembihleyerek evden ayrıldı. Ben de günün geri kalanında ders çalışmış, gece yarısı hâlâ uyuyan Ceyda'yı uyandırmamaya çalışarak yanına uzanmıştım. Ceyda'nın masum yüzüne karanlıkta bakıp iç çektim. Hayatı zor olan sadece ben değildim. Neyse ki artık güvendeydi. Sabah uyandığımda Ceyda da kıpırdanarak gözlerini açtı.
"Okula mı?"
Başımı sallayarak banyoya girdim. Aynanın karşısına geçerek yorgun gözlerimi ovdum ve yüzümü yıkadım. Kuruladıktan sonra saçlarımı taramış, tekrar odama girmiştim. Üzerimi giyindikten sonra aşağı inmiştim ki mutfaktan gelen seslerle oraya yöneldim. Ceyda çoktan giyinmiş, tatlı bir telaşla masaya koyduğu zeytin tabağına memnun olmamışçasına bakıyordu.
"Erkencisin?" dedim.
Ceyda memnuniyetsiz bakışlarını tabaktan kaldırıp bana baktığında çatık kaşları düzelmişti.
"Ben de dışarı çıkacağım zaten, birlikte çıkalım."
Başımı sallayarak oturduğum masadan tatlı ve güzel bir sohbetle kalkmış, evden çıkmıştık. Yürümeye başladığımızda sessizliği bozmak isteyerek ona döndüm.
"Neden bu kadar erken kalktın? Sonra gitsen olmuyor muydu?" Önüne düşen siyah düz saçlarını geriye iterek bana döndü.
"İş arayacağım. Bulabileceğimden de emin değilim." Kaşlarımı kaldırarak tekrar sordum:
"Neden bu kadar acele ettin ki? Hatta gerek bile yok." Ceyda başını iki yana sallayarak itiraz etti:
"Saçmalama Bade, bir şekilde artık kendi ayaklarımın üzerinde durmalıyım."
"Ama-"
"Aması yok. Abim, Emir, Berke her zaman yanımda olamazlar," dediği sırada duraksayan Ceyda, irice açtığı siyah gözleriyle yutkundu. Gözünü ayırmadan baktığı yere ben de döndüğümde kırklı yaşlarda bir adama baktığını gördüm.
"Ceyda?"
Ona seslenişimi duymamış gibi bakmaya devam ederken adam hızlı adımlarla bize yöneldi. Ceyda kolumdan tutup bana doğru sokuldu korkuyla.
"B-babam."
Adamın Ceyda'nın saçına yapışmasıyla kendine çekmesi bir olmuştu.
"Yürü!"
Sinirle adamın kolundan tuttum sertçe.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen?"
Ceyda'nın korkulu gözleri üzerimde gezinirken adam bana dönmüş, üstünkörü süzmüştü. Kararla tuttuğum kolunu çekmek için hamle yaptığında daha da sıkmış, bırakmamıştım.
"Sen karışma! Yürü gidiyoruz Ceyda."
Sözleriyle iyice sinirlenirken onu sertçe ittim.
"Hiçbir yere gitmiyor!"
Adam Ceyda'dan uzaklaşıp geriye sendelediğinde öfkesi yüzünden okunuyordu. Birden attığı tokatla yüzüm hızla yana dönerken Ceyda korkuyla ellerini ağzına kapatmış, adamı durdurmak için hamle yapmıştı. Ceyda'nın zayıf çabalarını hiçe sayan babası ona da vurduğunda yere düştü. Tekrar hamle yapacağı sırada kırışık suratına sertçe bir yumruk geçirdiğimde yere düşen adam, kanayan burnunu tutmuştu. Acıyan elimi umursamadan yerde yatan adamın yüzüne tükürüp Ceyda'yı kaldırmaya çalıştım. Ama Ceyda ellerini kafasına siper etmiş, korkuyla çığlık çığlığa bağırıyordu. Ona seslenişimin hiçbir faydası yoktu. Çığlıkların arasından birden gözlerimin önünde kaçırıldığım oda canlandı. Ardından başka birine ait çığlık sesleri duymaya başladığımda buğulanan gözlerim ve hızlanan nefesimle başımı iki yana sallayıp etkisinden kurtulmaya çalıştım. Adam tekrar ayaklanacağı sırada ise dönüp sertçe ayağımla onu itmiştim. Zihnimi bir sarmaşık gibi kaplayan çığlıklar, uğultular, kalp atışlarım beni deli ediyordu. Tekrar yere düşen adam bu kez kafasını kaldırıma çarparak bilincini kaybetmişti. Korkuyla adama baktığımda her şey yavaşlamış gibiydi. Kesilen uğultu ve çığlıklar yerini çınlamaya bırakırken, şaşkınca etraftan koşturup gelen insanlara bakındım. Onu öldürmüş müydüm yoksa? Nereden geldiklerini dahi görmediğim iki adam yaklaşırken, döktüğüm soğuk terlerle sanki büyük bir savaşın içinden çıkmış gibiydim. Derin nefesler aldım. Bir an önce sakinleşmem gerekti. Bir Ceyda'ya bir de yerde yatan adama bakarak, telaşla ne yapacağımı düşündüm. Ceyda'yı sakinleştirmeye çalışarak yere çöktüğümde yanımıza yaklaşan bir adam sessizce “İyi misiniz? Merak etmeyin. Akın bey birazdan burada olur.” demişti. Şaşkınca adama döndüğümde devam etti:
“Akın bey için çalışıyorum.”
Bunca zamandır bu adam tarafından gözetlenmiş miydik? Akın gerçekten işini sağlama almaya bayılıyordu. Başka bir adam ise Ceyda'nın babasının başına çökmüş, nabzını kontrol ediyordu. Çok sürmeden köşenin başında görünen araba hiç durmayacak gibi üzerimize gelirken, ani bir frenle biraz ötemizde durmuş, arabadan Akın inmişti. Koşarak yanımıza gelmiş ve yumruklarını sıkarak adama bakmıştı. Hemen ardından kucağımda titreyen Ceyda'ya bakmış ve yere çökmüştü. Akın'ın arabasının arkasında bir araba daha durdu. İçinden hızla inen Emir ve Berke de hemen yanımıza koştu. Kafamı kaldırdığımda, kucağımda bana sarılan Ceyda'yı almak için eğilen Akın'ın kusursuz yüzüyle karşı karşıya gelmiştim. Ceyda sıkıca tuttuğu elimi bırakmayınca Akın'ın bana bir şeyler söylediğini yeni fark etmiş gibi gözlerimi kırpıştırmıştım:
"Bade? Ne oldu diyorum sana?"
İki kolumdan tutmuş, endişeli gözlerle bana bakıyordu.
"Yolda bu adamla karşılaştık. Ceyda'yı zorla götürmek isteyince olan oldu."
Ceyda kendine gelirken Emir sinirle adama bakarak güldü.
"Onu bu hâle getiren sen misin?" diye sordu.
Ceyda'ya daha sıkı sarılarak Emir'e baktım. Berke de gülerken adamı ayağıyla yoklamıştı.
Hiçbir şey söylemeden gözlerimi kaçırdığımda, yanımızda duran diğer iki adamla konuşan Akın onları gönderdi. Polisler gelmeden Emir adamı arabaya atıp uzaklaşmış, biz de eve geçmiştik.
Aşağıda Ceyda ile ilgilenen Berke ve Akın'ı bırakıp odama çıktım. Ceyda'nın korkusunu hatırladıkça daha çok üzülüyor, bunca zaman buna nasıl katlandığını düşünmek bile beni mahvediyordu. En kötüsü ise onun için elimden neredeyse hiçbir şey gelmemesiydi. Gömleğimi üzerimden sıyırdığım sırada açık kapının önünde duran Akın'ı fark etmemle irkilmem bir oldu. Yatağın üzerinde duran tişörtüme elimi atarak sırtımı döndüm. Kapıyı kapatıp hızla yanıma gelen Akın, kolumdan tutup kendine doğru çevirmişti bedenimi. İyileşmeye yüz tutan cam kesiğine, geçmek üzere olan morluk ve çürüklere bakmıştı yüzündeki sert ifadeyle. Elini karnıma götürüp dokunduğunda hafifçe geri gittim. Canım acıdığından değil, ürktüğüm içindi bu. Çekilip sinirle geriye döndüğünde ellerini saçlarına daldırıp tekrar bana dönmüş ve sessizce söylenmişti:
"Hepsi benim yüzümden..."
Şaşkınlıkla ona baktım. Yüzündeki pişmanlık mı öfke mi olduğunu çözemediğim ifadeyle etrafa bakarken, bunca zamandır sakladığı çaresizliğini tüm çıplaklığıyla görmüştüm. Bir şey söylemek, bir an için onu teselli etmek istemiştim. Ona doğru attığım ufak bir adımla kırılan cesaretimle, asıl çaresizin kendim olduğunu hatırlatan gururumla duraksadım. Hiçbir şey söylemeden sırtımı ona dönüp çıkardığım gömleği geri giydiğimde Akın derin bir nefes aldı. Ne o ne de ben bir şey söyleyebiliyorduk. Bir süre birbirimize dahi bakmadan sustuk. Bir şey daha söylemesini istemiyordum. Çünkü söyleyeceklerinin beni çocuk gibi ağlatacağından emindim. O da bunu fark etmiş gibi dinginleşti ve "Nereye?" diye sordu. Ona dönmeden cevap verdim: "Okula."
"Bugünlük gitme."
Kafamı iki yana sallayıp masanın üzerinde duran anahtarlığı aldım.
"Gitmem gerek."
Akın önüme geçtiğinde çantamı elimden alıp yatağa fırlattı.
"Bu hâlde gitsen de bir faydası olmayacak."
Onu umursamayarak çantamı tekrar aldım ve kapıya yöneldim. Kapının kolunu çevirip açmaya çalıştığımda kapının kilitli olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Arkamı döndüğümde anahtarı gösterdi.
"Tahmin etmiştim."
Sinirle yanına gidip anahtarı almak için hamle yaptığımda kolunu havaya kaldırması yetmişti. Alayla kaldırdığı kaşlarının altındaki gözleri birçok şey söylemişti bana. Ne yapacağımı düşünürken birden kollarımı beline dolayıp sarıldım. Aniden sessizliğe gömülen odada bir süre öylece kalmış, kolunu aşağı indirmesini beklemiştim.
"Ne yapıyorsun sen?"
Beklentim boşa çıkınca hızla geri çekildim. Akın'a baktığımda ne yaptığımı anlamaya çalışan bir ifade hâkimdi yüzünde.
"Kolunu indirmeliydin..."
Hayal kırıklığı dolu cümlemle Akın başını iki yana sallamıştı.
"Ben de beni özlediğini düşünmüştüm."
Utançla gözlerimi kaçırdığımda, birkaç adım atarak hafifçe yüzüme doğru eğildi.
"Sarılmak yerine öpseydin, belki işe yarayabilirdi."
Yüzündeki muzip gülümsemeyle bana bakarken "Denemek ister misin?" demesiyle kıpkırmızı kesilmiş, ona vurmak için hamle yapmıştım ki hızla geri çekilip güldü.
"Yakındı."
Pes edip geri çekildim. Buna devam edersem beni daha fazla utandırmaktan çekinmeyeceğini biliyordum. O da gülmeyi kesip yavaşça etrafa göz gezdirmeye başladığında komodinin üzerinde duran aile fotoğrafını eline aldı.
"Akın tamam. Aç kapıyı gitmeyeceğim." deyip hıçkırdım.
Hıçkırmamla gözlerimi öfkeyle kapatırken, Akın gözlerini fotoğraftan ayırıp bana dikmişti.
"Tüm gün buradasın."
Derin bir nefes alıp çantamı sinirle yere attığımda terlediğimi fark ederek ellerimi enseme götürdüm. Duş alsam iyi olacaktı. Etrafa ilgiyle bakan Akın eline kitaplığımdan bir kitap alıp sayfalarına göz gezdirirken dolabımdan temiz kıyafetler çıkardım.
"Güzel kitap." dedim.
Sözlerimle Akın bakışlarını bana çevirdi.
"Küçük Yalancı... Tıpkı senin gibi. Okuyacağım," dediğinde "Okuma," demiştim. Tepkimle duraksayıp bana baktı.
"Neden?"
"Yazarı çok acımasız."
"Benden bile mi?"
"Senden bile."
Kitabın kapağını çevirip yazarın adına göz gezdirdi.
"Nasıl bitiyor?"
"Bilmiyorum."
"Okumadın mı?"
"Sonunu okumadım."
"Neden?"
"Bitmesini istemiyorum."
Akın kitabın son sayfasını açıp yırttığında şaşkınca ona baktım. Sayfayı katlayıp bir uçak yaptı ve bana baktı. Eliyle gel işareti yaptığında kıyafetleri yavaşça köşeye bırakıp yanına gittim. Pencereyi açtıktan sonra elime yaptığı kâğıt uçağı tutuşturdu ve arkama geçti. Kendisi de elimle birlikte uçağı tuttuğunda nazikçe uçağı pencereden dışarı bırakmıştık.
"Şimdi asla bitmeyecek."
Pencereden dışarı süzülüp giden son sayfanın arkasından bakarken içim tuhaf bir şekilde rahatlamıştı. Bu kadar kolay mıydı bir şeylerin bitmesini önlemek? Bunca zaman korkup bitiremediğim bu hikâyeyi böyle sonsuza dek devam ettirebilir miydim? Sanırım böylesi en iyisiydi. Nasıl bittiğinin önemi yoktu artık. Masadan kitabı alarak yatağıma uzanan Akın ilk sayfasını açtı. Ben de bir süre daha uçağın uzaklaşmasını izlemiş, geri dönüp banyoya girmiştim. Önce artık taşımaktan bıktığım kolumdaki sargıyı dikkatle açtım. Bileğimi hareket ettirdiğimde artık ağrımadığını fark ettim. Sanırım iyileşmişti. Hızlıca bir duş alıp giyindikten sonra banyonun kilidini açarak dışarı çıktım. Akın hâlâ kitap okuyordu.
"Ceyda nasıl?"
Banyodayken sürekli onu düşünüp durmuştum. Akın, çıkar çıkmaz merakla sorduğum soruyla kafasını çevirip bana baktı.
"İyi."
Aldığım üstünkörü cevapla aynanın karşısına geçip tarağımı aldım.
"Babası..." diyerek duraksadım. Akın’ın cümlemi tamamlamamı beklemeden "Düşünmeni gerektirecek biri değil., demesiyle sustum. İster istemez merak ediyordum. Saçlarımı çekiştirerek açmaya çalışırken canımın yanmasıyla dişlerimi sıktım. Sinirle saç fırçamı masaya sertçe koyduğumda önüme gelen saçlarımı üflemiş ve kendi kendime söylenmiştim:
"Hepsini kestireceğim."
Beni izlemeyi kesip ayağa kalkan Akın, masanın üzerindeki tarağı alıp arkama geçmiş, elleriyle saçlarımı düzeltmeye başlamıştı. Şaşkınlıkla ona aynadan bakarken, önce saçlarımı ufak tutamlara ayırıp eline alarak uçlarını taramaya başladı.
"Önce uçlarını..."
Sesimi çıkarmadan sadece izledim.
"Daha sonra diplerden uçlara doğru taramalısın."
Benim çekiştirip açmaya çalıştığım saçlarımı fazla zorlanmadan, nazikçe açmayı başarmıştı bile. Onu böyle nazik işler yaparken görmek bana imkânsız gibi geliyordu. İçinde narin bir çocuk vardı ve nezaket ona her şeyden çok yakışıyordu.
"Nasıl?" diye sorduğumda Akın taramaya devam ederek cevapladı:
"Esma'nın saçlarını ben tarardım. Onun saçları da böyle dolaşırdı, o da böyle sinirlenirdi.
Annem de canını acıttığı için hep benim taramamı isterdi."
Cevap vermeden ona baktığımda saçlarımı tarayıp sağ omzuma attı.
"Neden gülümsüyorsun?"
Sorduğu soruyla gülümsediğimi yeni fark ederek duraksadım.
"İçindeki nazik çocuğa gülümsüyorum."
Aynadan bana bakıp ellerini omuzlarıma koydu.
"Nadir görebileceğin bir şey."
Geri dönüp yatağıma tekrar uzandığında ben de ayağa kalkıp ona dönmüştüm.
"Eğer Esma'yı kaybetmeseydin..."
Ağzımdan birden çıkan düşüncemle sinirleneceğini düşünerek duraksadım. Ama Akın'ın "Devam et." demesiyle çekinerek ona bakıp sordum:
"Nasıl biri olurdun acaba?"
Bir süre sustu. Ardından "Artık bir önemi yok," dedi, "Esma artık ölü, bense ölüden daha beter hâldeyim," diye ekledi. Bıraktığı kitabı tekrar eline aldığında öylece ona bakmayı sürdürmüştüm. Diğer günlerin aksine bugün fazlasıyla konuşkandı. İçindeki acıyı bugün daha net görebiliyordum.
"Neden yaşıyorsun o zaman?"
Parmağını okuduğu kitabın arasına koydu.
"Almam gereken bir intikam var."
Kararlı gözlerini gözlerimden ayırmadan söylemişti bunları. Emin olduğu tek şey nefretiydi ve bunu göstermekten hiçbir zaman çekinmiyordu.
"Yaşamak için mi intikam alıyorsun? İntikam almak için mi yaşıyorsun?" Düşündü.
"Yaşamam için intikam almam, intikam almam için yaşamam gerek."
"Sonra? İntikamını aldıktan sonra ne yapacaksın?" "Kim bilir? Belki o zaman başka bir sebep bulur yaşarım." Bir süre bana bakıp konuyu değiştirdi:
“Sargını neden çıkardın?”
İstemsizce kolumu tutup ona baktım.
“İyileştiğini düşündüm.”
Eliyle bana ‘gel’ yaptığında ona yaklaştım. Önüne geldiğimde bileğimi ellerinin arasına aldı.
Önce biraz bakmış, daha sonra evirip çevirerek ağrıyıp ağrımadığını sormuştu.
“Ağrımıyor.”
Cevabımla kolumu bıraktı.
“O zaman iyileşmiş.”
Kendini geriye atıp yatağa uzandığında ben de çalışma masama oturmuş, ders çalışmaya başlamıştım. Birkaç saat sonra, ağırlaşan başımı kaldırarak dinlendirici gözlüklerimi çıkarıp gözlerimi ovdum. Oldukça yorulmuş, bir o kadar da sıkılmıştım. Oflayarak sandalyeye yaslandım. Kafamı yana çevirip Akın'a döndüm; bir elini başının altına almış, diğer eliyle göğsüne koyduğu kitabı tutmuştu. Yavaşça kalkıp, uyuyan Akın'a baktım bir süre. İfadesiz suratı uyurken bile aynı sertliğini koruyordu. Sessizce ona yaklaşmaya başladım. Yatağın etrafında birkaç kez dolanıp anahtarın nerede olduğunu bulmaya çalıştım. Cebinde anahtarın parlayan ucunu gördüğümde sinsice gülüp elimi yavaşça uzattım. Elimi cebine yavaşça soktuğumda Akın birden kıpırdanarak bana doğru döndü. Evet, hâlâ uyuyordu ama bir sorun vardı ki elim Akın'ın cebinde kalmıştı. Hiçbir şey yapamadan, endişeyle dudaklarımı ısırdım. Anahtarı bırakmış, altında kalan elimin derdine düşmüştüm. Elimi çekmeye çalışsam da onu uyandırmaktan korkuyordum. Yaklaşık beş dakika boyunca öylece durmuş, nasıl kurtulacağımı düşünmüştüm. Uyuşan elim gittikçe hissizleşirken daha fazla dayanamayıp elimi tekrar çekmeye çalıştım. Ama Akın'ın birden gözlerini açıp bileğimi tutmasıyla sıçrayarak ona baktım. O da ne olduğunu anlamaya çalışarak bana bakıyordu. Bir süre öylece bakıştıktan sonra hafifçe doğrulup bileğimi bıraktı.
"Hırsızlık sana göre değil."
Yavaşça geri çekilip elimi açıp kapatırken ona sinirli bakışlar gönderdim. Bana bakarken bir eliyle yataktan destek alıp oturdu, kısa süreli bir sessizliğin ardından konuştu:
"Vazgeçmeyeceksin değil mi?"
Kararlılıkla başımı salladığımda birden beni yatağa doğru çekip kollarını bedenime sardı sıkıca. Ne olduğunu anlamadan kendimi yatakta bulduğumda onu itmeye çalıştım.
"Ne yapıyorsun?"
Dinlemeden beni daha sıkı sardı.
"Rahat durmayacaksın. En iyisi uyu."
Ciğerlerime dolan kokusunu aldıkça kalbim hızlanmaya başlamıştı. Kendime engel olamıyor, yutkunamıyordum bile.
"Kalbine sahip çık Küçük Yalancı."
Sözleriyle hareket etmeyi kestim. Bunu duymak kalbimi daha da hızlandırmıştı.
"Parmağını kesersen sarabilirim. Bacağını yaralarsan iyileştirebilirim. Mideni üşütürsen tedavi edebilirim. Ama kalbini ne sarabilir ne iyileştirebilir ne de tedavi edebilirim."
Gözlerini kapatmış, uykulu sesiyle bir bir bunları söylemişti. Tek kelime dahi edemeden başımı eğdim. Kalbimin çarpıntısı yetmezmiş gibi, üstüne bir de utanç eklenmişti. Elimde değildi. Kalbimin neden böyle attığını bilmiyordum. Bir katilin kollarında olduğumdan mıydı? Belki de bir erkeğin kollarında olduğumdandı. Daha fazla düşünmek istemeyerek gözlerimi yumdum. Başka sebeplerin varlığı beni korkutuyordu. En iyisi düşünmemekti. Zaman geçtikçe kalbim dingin bir denize dönüştü. Zihnim de boşalmış, duyduğum kokusuyla tatlı bir huzur çökmüştü üzerime.
Ne zaman uykuya daldığımı bilmeyerek gözlerimi açtığımda hava çoktan kararmıştı. Açık kalan masa lambasının odayı dolduran loş ışığıyla başımı yana çevirdiğimde bana bakan Akın'ı gördüm.
"Hiç hareket etmiyorsun." dediğinde anlamayarak "Ne?" diye sordum.
"Uyurken hiç hareket etmiyorsun."
"Ha..." diyerek birkaç kez kırpıştırdığım gözlerimle Akın'a bakarken, sırtüstü yatarak bir elimi başıma bir elimi ağzıma götürüp esnemiştim. Ama aklıma gelenle birden doğrulmuş, üzerime örtülmüş örtüyü iteklemeye çalışmıştım.
"İş! İşe geç kalacağım ilk günden!"
Koşarak banyoya giderken Akın da doğrulmuştu. Hemen elimi yüzümü yıkayıp üzerimi değiştirdikten sonra saçımı hızlıca topladım. Hemen ardından yatağın ucunda oturan Akın'a baktım. Hiçbir şey söylemeden bekleyince biraz bana bakmış, daha sonra derin bir nefesle köşede duran montunu alıp kapıyı açmıştı. Aşağı indiğimizde içeride kimseyi göremeyince sordum:
"Ceydalar nerede?"
"Berke annemlere götürdü."
"Neden?"
"Annem Emir'in yanındaymış, duyunca iyi olduğundan emin olmak istedi."
"Anladım."
Benimle birlikte dışarı çıkıp arabasına ilerledi.
"Yürüyüp biraz hava almak istiyorum. Zaten yakın."
Akın bana bakıp açtığı kapıyı kapattı ve bir şey söylemeden önden ilerlemeye başladı. Anlaşılan bugün ondan kurtulamayacaktım. Islak saç diplerim soğuk hava karşısında üşürken, akan burnumu çektim. Birkaç adım önümde yürüyen Akın bana döndüğünde çattığı kaşlarla saçlarıma bakıp montumun şapkasını kafama geçirdi ve fermuarı çeneme dek çekti. Kaldırımın kenarına park edilmiş beyaz arabanın camından kendime baktım, bedenim reklamlarda çıkan lastik adamı andırıyordu.
"Lastik adama döndüm," dememle gülen Akın'a memnuniyetsizce bakarken, ıslak kaldırımda yankılanan topuklu ayakkabı sesiyle döndüm. Karşıdan gelen kız dikkatimi çekti. Diz kapağına kadar uzanan botları, kalçasının altında biten kırmızı kaşesi, uzun saçları ve makyajı ile harika gözüküyordu. Bir arabanın camından yansıyan bana, bir de kıza bakarken, Akın kıskanç bakışlarımı fark ederek baktığım yere döndü. Daha çok gülmeye başladığı sırada kız ona bakarak saçlarını geriye attı. Hiçbir şey söylemeden gülen Akın'ı susturmak için bilerek ona çarpıp yürümeye başladığımda kız karşı kaldırımdan bizim olduğumuz kaldırıma doğru ilerlemişti. Tam yanımdan geçerken sertçe bana çarpınca dengemi kaybederek yere düştüm. Kız da çığlık atıp yere oturmuş, sızlanmaya başlamıştı. Akın derin bir nefes alarak beni yerden kaldırırken kafamı gözümü açıp sinirle kıza baktım. Kız elini bileğine götürdü.
"Ah, çok acıyor!" dedi.
Akın yavaşça eğilirken sinirle konuştum:
"Bilerek yaptı!"
Akın kızı ayağa kaldırdığında bileğine baktı üstünkörü. Kız bana dönerek ters ters bakıp çirkefçe konuştu:
"Bana çarpan sensin!"
Sinirle gülüp kıza doğru yürüdüm ki Akın hızla belimi kavramıştı. "Akın bırak!"
Akın vazgeçmeyeceğimi anlayınca beni omzuna alıp yürümeye başladı.
"Ben çarpmışım ha!?"
Tekrar sinirle gülerken kız arkadan seslendi:
"Bekle, yürüyemiyorum!"
Akın duraksayıp kıza doğru döndü.
"O zaman düzgün bir ayakkabı giyseydin."
Kız bu cevaba bozulmuştu ama Akın aldırış etmeden yürümeye devam etmişti, ben de keyifle güldüm:
"Hehehe."
Akın'ın sırtına hafifçe vururken "Dobralığın bazen işe yarıyor ha Akın?" demiştim.
"Sen de önüne baksaydın."
Beni de bozduğunda gülümsemem anında yüzümden silinmişti. Biraz ilerlemiştik ki hâlâ Akın'ın omzunda olduğumu fark ettim.
"Artık indir beni yeter."
"Çok yavaş yürüyorsun."
"Tamam, hızlı yürüyeceğim, bırak beni."
Birden ellerini bıraktığında düşecekken ona sıkıca tutundum.
"Ne yapıyorsun? Az kalsın düşecektim." Beni tekrar tuttuğunda konuştu:
"Bırak beni dedin."
Sinirle derin bir nefes aldım.
"Akın başının içindeki o kıvrımlı grimsi maddeyi kullanıyor musun hiç?"
Sözlerimle birden durdu. Aklından ne geçiyordu? Hızlı adımlarla yandaki bahçeye girdi, ne yaptığını anlamadan kendimi havuzun başında bulduğumda hızla ona döndüm.
"Ciddi olamazsın."
"Şimdi sen o kıvrımlı, grimsi maddeyi kullan ve benden kurtul bakalım."
Tişörtünü sıkarak yutkundum. Bir süre yüzüme bakan Akın havuza doğru bir adım atmıştı ki onu durdurdum:
"Bekle, bekle!"
Kaşlarını kaldırıp tekrar bana baktığında düşündüm. Hiçbir şey söylemeyince Akın tekrar adım attı ve yine bağırdım:
"Tamam dur, ne istersen yaparım!"
Akın yine durdu.
"Söz mü?"
Hızla başımı sallayınca "Anlaştık." deyip beni indirmişti. Ayaklarımın yere basmasıyla ona bakıp sinsice güldüm.
"Bak, ben en azından beynimi kullanabiliyorum."
Kaşları çatılan Akın, ellerini göğsünde birleştirip konuştu:
"Tamam, ilk isteğim, havuza atla."
Öylece donup kalmıştım. Havuzun kenarına çekilip kafasıyla ”hadi” der gibi işaret etmişti. Yutkunarak ona bakarken biraz bekledi, ardından gülerek başını iki yana salladı ve yanıma geldi. Eğilerek eliyle çenemi tuttuğunda tedirginlikle gözlerine bakarken kaşlarını kaldırdı.
"Benimle uğraşırken iki kere düşün Küçük Yalancı."
Çenemi bırakarak doğruldu ve bahçeden çıktı. Bense bir süre öylece havuzun başında dikilmiş, ardından peşinden gitmiştim. Çalıştığım yere geldiğimizde içeri girdik. Köşede bekleyen müdür beni görünce gülümseyerek yanıma geldi.
"Bade? Bir an gelmeyeceksin sandım."
Ben gülerek özür dilerken Akın dikkatle etrafı süzüyordu.
"Ben Celal."
Orta yaşlı müdürün uzattığı elini sıktım. Adam elini bu kez Akın'a uzattığında Akın'ı dürttüm. Etrafa bakmayı kesip adama dönerek tokalaştı.
"Akın."
"Memnun oldum,” dedikten sonra bana dönerek “Şuradaki odaya gidip yedi numaralı dolaptan kıyafetlerini al. Eşyalarını aynı dolaba koyabilirsin." dedi.
Ellerini çırparak heyecanla ve tecrübeyle söylediği sözlerini onaylayıp kafamı salladım. İçeri girip üzerimi giyindim, ismimin yazılı olduğu yaka kartını da takarak dışarı çıktım. Akın hâlâ gitmemişti.
"Gitmeyecek misin?" diye sordum.
Akın beni üstünkörü süzerken yandaki masaya oturdu.
"Sevmedim."
Kaşlarımı kaldırarak ona bakarken yanımda bir garson belirdi.
"Merhaba. Müdür beni etrafı tanıtmam için gönderdi. Nerede ne yapacağını göstereceğim."
Onaylarcasına başımı sallayıp tekrar Akın’a baktım. Gitmemekte kararlıydı. Başımı iki yana sallayıp yaka kartında ‘Ali’ yazan çocuğun peşinden yürümeye başladım. Kalabalık, şirin kafeyi gezip gördükten sonra Ali'nin peşinde dolaşarak öğrettiklerini aklımda tutmaya çalışıyordum.
"Müşterilere kapıları aç," diyerek kapıyı gösteren Ali'yi onaylayıp kafeye gelenlerin kapısını açtım ve gülümsedim.
"Hoş gel- Emir?"
Karşımda gördüğüm Emir'e şaşkınca bakarken içeri Berke ve Arda da girmişti.
"Beni gördüğüne sevinmedin mi yoksa?
Emir gülerek şaşkın yüzüme bakmış, sarılmıştı. Ondan ayrılırken Berke makas almış, Arda göz kırpmıştı.
"Burada ne işiniz var?"
Akın'ın yanına oturduklarında yanlarına gittim.
"Hiç, öyle vakit geçirelim diye geldik."
Derin bir nefes alarak "Hoş geldiniz," demiş, gülümsemiştim.
"Bade."
Bana seslenen Ali'nin yanına döndüğümde birkaç boş bardak verip götürmemi istemişti. Bardakları bıraktığım iki kız çalışan bana yaklaştı.
"Merhaba ben Elif."
Gülümseyip tokalaştığımda yanındaki kız da elini uzattı.
"Reyhan."
Tekrar gülümsediğimde Elif pat diye lafa daldı.
"Onlar kim öyle?"
Ardaların masasına bakarak sorduğu soruyla yanıma neden geldiklerini anladım.
"Arkadaşlarım."
Geriye dönüp baktığımda Emir göz kırpmıştı çapkınca. Arda gülerek bakıyor, Berke heyecanla Akın'a bir şeyler anlatıyordu. Birden içeri başka bir grup girdiğinde kızlar beni dürtükleyerek güldüler.
"Kızım sen kafeye şans getirdin!" Güldüğümde kızlar iyice yaklaştı.
"Neyse bir ara tanıştırırsın değil mi bizi?"
"Elbette. Bir ara tanıştırırım." deyip hıçkırdım.
Onları tanıştırmaya hiç de niyetim yoktu. Kızlar birbirine bakıp gülüşürken masaya oturan gruptan birisi elini havaya kaldırdı.
"Bakar mısınız?"
O sırada yanımıza gelen Ali, başıyla onu takip etmem için işaret etmişti.
"Hoş geldiniz. Ne alırsınız?"
Ali'nin sorusuyla masadakiler ona dönerken içlerinden biri bana baktı.
"Bir porsiyon senden alabilir miyiz?"
Masada kahkahalar uçuştu. Bu tatsız espri karşısında Ali tepkisizce beklerken, bozuntuya vermemeye çalışarak gülümsedim. Kahkahaların dindiği sırada biri konuştu:
"Sıcak bir şeyler olsun."
Ali başını sallayıp geri döndüğünde kızların yanına gittim. Reyhan göz ucuyla masaya baktı.
"Üniversitenin buraya yakın bir yerleşkesi var. Bunlar da mühendislik öğrencileri. Sık sık gelirler, ama çok çapkındırlar dikkat et."
Çapkın kelimesiyle Emir'e dönerek içimden Emir kadar olamazlar. demiştim. Emir'in bakışları pek memnun gözükmüyordu. Mesaim bitene dek onların dikkatli bakışlarının altında ezilmiştim âdeta. Sıkılmadan saatlerce oturmuş, oturdukça bir şeyler yiyip içmişlerdi. Hesabı ödeyip birlikte dışarı çıktığımızda yavaş adımlarla, sohbet ederek yürümeye başlamıştık. Omzuma kolunu atan Emir ile ben önden yürürken sordu:
"Yoruldun mu bakalım?"
"Eh işte. Yorgunum ama çok değil."
Önüme döndüğümde sağ omzumun üzerinden çikolata tutan bir el uzandı. Hemen ardından önüme atlayan Berke’nin uzattığı çikolatayı aldım.
"Dua et iki tane vardı, yoksa vermezdim." Gülüp çikolatayı açarken Emir durdu.
"Evet... Ben buradan eve gideceğim."
Bunu söylerken yan sokağı gösterip saçlarımı karıştırdı.
Berke çikolatasından bir ısırık alırken "Ben de seninle geliyorum." dedi.
Arda da ellerini cebinden çıkarıp "Ben de oradan arkadaşıma geçerim." diye onlara katıldı.
Vedalaştığımızda geri geri giden Berke bana eliyle kalp yapmıştı. Emir gülerek Berke'yi çekiştirince Berke yere düşmüş, Emir kaçmaya başlamıştı. Peşinden koşan Berke'ye gülerek bakarken Akın’a döndüm.
"Sen gitmeyecek misin?"
"Eve gideceğim."
Başımla onaylayıp ne diyeceğimi bilemeyerek el salladım.
"O zaman-" diye cümleye başlamıştım ki ellerini cebinden çıkarıp kolumdan tuttu ve yürümeye başladı.
"Nereye?" diye sordum.
Akın bana bakmadan "Eve." deyince "İyi de benim evim bu tarafta değil." demiştim. Göz ucuyla bana baktı.
"Benim evim bu tarafta."
"Ben gelmiyorum."
Sözlerimle Akın kafasını olumsuz anlamda salladı.
"Okul! Bak bugün de gitmeme izin vermedin-"
Daha fazla tahammül edememiş gibi durup bana döndü.
"Yarın cumartesi."
Duraksayıp parmaklarımla günleri saydım.
"İyi de-"
"Yağız'ı oturduğun yerde görmüşler."
Sesimi kesip ona baktım şaşkınca. Sabahtan beri peşimi bırakmamasının sebebi bu muydu? Tüm ciddiyetiyle gözlerime bakarken bedenim buz kesilmişti anında. Yağız her aklıma geldiğinde tüylerim ürperiyordu. Tekrar dönüp yürümeye başlayan Akın'ı sessizce takip ettim, bir süre konuşmadan ilerlemiştik ki birden duraksadı. Telefonuma bakarak ilerlerken onun durduğunu fark etmeyerek sırtına çarpınca birkaç adım geriledim.
“Ne oldu?”
Cevap vermeden etrafa bakındı. Yavaşça bileğimden tutup beni arkasına sakladığında bir sorun olduğunu anlayarak korkuyla beklemeye başlamıştım. Yağız mı buradaydı yoksa?
Akın’ın arkasına daha çok sinerken karanlık sokağa bakındım. Kimse görünmüyordu. Dikkatle evlere bakınırken Akın’ın birden koşarak hemen yandaki sokağa dönmesiyle öylece ortada dikili kalmış, ardından korkuyla ben de peşinden koşmuştum.
“Bekle Akın!” diyerek sokağı dönmüştüm ki Akın çoktan bir adamın yakasına yapışmış, acımasızca hırpalıyordu.
“Dün Bade’nin evini gözetliyordun, sabah arkasından uzunca baktın, şimdi ise takip ediyorsun. Kimsin sen!?”
Akın’ın her bir sözüyle dehşete düşmüş, bunların hiçbirini fark etmemiştim. Vücudumu saran ürpertiyle birkaç adım geriledim. Adam ise ağzı burnu kan içinde yere tükürdü.
“Ne kadar da dikkatlisin öyle.”
Yüzünde bir gülümsemeyle söylemişti bunları. Akın adamı sertçe duvara itti.
“Yağız mı gönderdi seni?!”
Çok sinirliydi. Gözü dönmüş, var gücüyle adamı hırpalayarak soru yağmuruna tutuyordu.
“Yağız kim bilmiyorum. Onunla bir alakam yok.”
Adamın sözleriyle Akın’ın çatık kaşları düzeldi. Başka düşmanlar da mı vardı yoksa?
“O zaman neden…” diye cümleye başlamıştı ki devam etmedi.
“Çünkü âşık oldum.”
Sözleriyle ikimiz de şaşkınca adama bakakalmıştık. Akın sinirle adamın çenesini tutup onu duvara yasladığında ben kızaran yanaklarımla ellerimi ağzıma kapatmıştım. Cesurca aşkını itiraf etmesi beni çok utandırsa da hoşuma gitmişti.
“Ne aşkı lan!?” diyerek onu iyice sıkıştıran Akın daha çok sinirlenmişe benziyordu. İçim kıpır kıpırdı ama iki delikanlının kavga etmesine göz yummadan hemen aralarına girmeye çalıştım.
“Bekleyin! Benim için kavga etmeyin!”
Akın öfkeyle bana dönerken onu yerinden dahi kıpırdatamasam da itmeye çalışıyordum.
“Çekil Bade!”
Bana bağırsa da içimdeki kıpırtı dinmiyordu.
“Hayır olmaz! Benim yüzümden kavga etmenize izin veremem!”
Kendimi drama filminin yıldızı gibi hissediyordum. Tüm ışıklar bana dönmüştü sanki. Her ne kadar çiftleşme mevsiminde dişi için kavga eden iki erkek aslan belgeseli izliyor gibi olsam da itiraf etmeliyim ki hoşuma gitmişti.
“Sana değil.”
Adamın bana bakarak söylediği sözleriyle birden ikimiz de duraksadık. Yavaşça ellerini Akın’a doğru uzattı ve yüzünü ellerinin arasına aldı.
“Sana âşık oldum.”
İkimiz de şaşkınca adama bakarken gözlerim yerinden fırlayacakmış gibi büyümüştü. Ellerimi ağzıma götürüp gülmemek için kendimi tutmaya çalışmıştım. “Pfffttt!” Akın belki dakikalarca öylece kalmıştı, olanlara anlam vermeye çalışıyordu. Adamın yakasındaki elleri yavaşça gevşerken gözleri seğirdi ve anlamak isteyerek “Ne?” diye sordu. Adam gülümseyerek baktı Akın’ın gözlerine.
“Geyim ben.”
Kendimi daha fazla tutamayarak haykırarak gülmeye başladığımda Akın, yanağında duran ellerine vurarak hızla geri çekildi.
“Hadi lan oradan!”
Ama adamın şaka yapar gibi bir hâli yoktu.
“Ben Can.”
Can, Akın’a bir adım atar atmaz Akın geri geri çekilip benim arkama saklandı.
“Hem de üç harfli hiç sevmem.”
Her ne kadar Can’a saygısızlık etmek istemesem de kendimi gülmekten alıkoyamıyor, âdeta tüm sokağı kahkahamla inletiyordum.
“Adını, kim olduğunu bilmiyorum ama o arabadan şehvetle indiğini gördüğüm an âşık oldum sana.”
Can ona yaklaşmaya çalıştıkça Akın ondan kaçıyor, etrafımda dolanıyordu.
“İlgilenmiyorum kardeşim, hadi yaylan.”
Akın’ın bu hâllerini gördükçe daha çok gülme isteğiyle dolup taşıyordum. Hatta ayakta dahi zor duruyordum ki beni kendine siper alan Akın kollarımdan tutarak ayakta kalmamı sağlıyordu.
“Böyle olmaz, hayatımın aşkını bulmuşken öylece gidemem…”
Adam Akın’ın ceketine yapışır yapışmaz Akın adamın kolunu ters çevirerek duvara yaslamıştı. Ama adam kız sesine benzer garip bir iniltiyle inleyerek dudaklarını ısırmıştı.
“Demek sert seviyorsun… Tam hayal ettiğim gibi; sert, güçlü ve ateşli…”
İnilti ve bu sözlerle birlikte Akın’ın yüz ifadesini hayatım boyunca unutacağımı sanmıyordum. Tarif edemediğim bir ifade vardı yüzünde ama onu tanıdım tanıyalı hiç bu kadar çaresiz görmemiştim. Bu zamana kadar sorunları şiddet ve tehditlerle çözmüştü. Şimdi ise ne yapacağını bilemiyordu.
“Ay altıma işeyeceğim şimdi!”
Gülmekten artık karnıma ağrılar girmişti.
“Sadece bir gün…” dedi adam. “Sadece bir gün beni mutlu et. Ne kadar para istersen veririm.”
İşler karışmaya, fazla cüretkâr olmaya başlamıştı. Gülmeyi kestiğimde Akın’ı kendi arkama doğru çekip adamın yakasına bu kez ben yapıştım.
“O ne demek öyle? Dağdan mı indin?”
Akın sesini dahi çıkarmadan arkamda duruyordu. Elimdeki çantayı adama geçirerek sinirle konuştum:
“Önce benim duygularımla oyna, sonra ahlaksız teklifler et. Terbiyesiz!”
Adama çantayla vurdukça kaçıyor, kollarını kendine siper ederek korunmaya çalışıyordu. Öyle ki geri geri kaçarken arkasındaki çöpü dahi fark etmemiş, konteynere çarpmıştı.
“Sen girme aramıza sarı şırfıntı!”
Son sözleri tüm sinirimi alt üst etmişti.
“Sen kime şırfıntı diyorsun dört göz!” diyerek anlık gelen bir güçle adamın cılız bedenini kucakladığım gibi çöp konteynerinin içine attım. Havada kalan ayaklarını çöpün içine itmeye çalışırken, bir yandan hâlâ şaşkınca olanları izleyen Akın’a dönmüştüm.
“Ne bakıyorsun, yardım etsene!”
Sinirli sözlerimin ardından ne yapacağını bilemeyerek “Tamam.” demiş, yanıma koşmuştu.
“Siz ikiniz!”
Birden sokağın başında iki bekçi belirdiğinde hızla adamın ayaklarını da itip konteynerin kapağını kapattım ve gülümsedim.
“Ehe.”
Bekçilerin eli yavaşça beline giderken Akın birden elimden tuttuğu gibi koşmaya başladı.
“Durun! Kaçmayın!”
Ne olduğunu anlamadan Akın’ın peşinde koşarken kalbim korkuyla deli gibi çarpmış ama koştukça o korku bir heyecana dönüşmüştü. Gülmeye başlayınca Akın bana döndü.
“Çok mu eğleniyorsun?”
Hızla başımı salladığımda Akın da kendini tutamayıp güldü.
“İşte şimdi kafayı yemeye başladığını söyleyebilirim.”
Arkamızdan bağırıp çağıran bekçiler umurumda değildi. Garip bir şekilde eğleniyordum. Yan sokağa girdiğimizde bizi karşılayan koca bir tel örgüyle duraksadık. Akın beni bırakıp hızla tel örgüye tırmandı. Tam tepeye ulaştığında dönüp bir elini uzattı.
“Acele et.”
Onun kadar hızlı olamasam da az çok becermiş, biraz tırmanmıştım ki ayak bileğimde bir el hissetmemle geri döndüm.
“İnin aşağı!”
Sinirle bağıran bekçilerden biri bileğime yapışmış bırakmıyordu. Ayağımı çekmeye çalışsam da başaramadım. Birden Akın’ın beni kedi gibi ensemden kavrayıp çekmesiyle bileğimden tutan adamın eli de ayakkabımla birlikte kaymış, çıkan ayakkabı doğruca bekçinin suratına çarpmıştı.
“Ayakkabım!”
Telden atladığımız sırada tam karşımızdan gelen ekip arabası yolumuzu kesince bizim kısa süreli maceramız da sona ermişti. Bizi aldıkları gibi karakola getirmişler, üzerine demir parmaklıklar ardına atmışlardı. İkimiz de yan yana ama ayrı hücreler içindeydik. Oturduğum bank benzeri yerden ayaklarımı sarkıtıp sallarken teki çıkmış ayakkabımla ıslanmış ve çamur olmuş şeftali desenli çorabıma baktım.
“Bana bir ayakkabı borçlusun.”
Sırtını duvara yaslayan Akın ellerini göğsünde birleştirmiş, aramızdaki kalın demir parmaklıkların arasından bana bakıyordu.
“Benimkini vereyim istersen,” deyince ters ters ona baktım.
“Senin aşkın yüzünden olan benim ayakkabıma oldu.”
Akın sinirle gözlerini kapatıp “Şöyle deme,” dediğinde olanlar tekrar aklıma gelmiş ve gülmüştüm.
“Bence bir şans vermeliydin-“
“Bade!” diye sertçe uyardığında sustum. O sırada kapı açıldığında içeri önce bir polis memuru, hemen ardından Sami abi girmişti. Şaşkınca ayağa kalktım, Sami abi önce Akın’a, sonra bana baktı.
“İyi misin kızım?”
Sıkıntıyla ona selam verip “Evet iyiyim,” dediğimde bu kez Akın’a döndü.
“Bade burada olmasaydı buraya asla gelmezdim Bay Korel.” Akın istifini dahi bozmadan ona bakmayı sürdürüp konuştu:
“O burada olmasaydı muhtemelen ben de burada olmazdım.”
İddialı sözlerinin ardından babası ona tepeden bir bakış atarken ellerini ceplerine koydu. Üzerinde siyaha çalan koyu gri, ince çizgili, oldukça modern bir takım elbise vardı. Uzun boyu ve ideal kilosuyla Akın’ın babasından çok, kardeşi gibi duruyordu. Birbirlerine olan benzerlikleri zaten ilk dikkat çeken şey oluyordu. İçeri giren başka bir memurla dikkatim dağıldı. Hızla parmaklıkların önünden geçen memur, Akın’ın hücresini açmaya başladığında konuştu:
“Üzerinizdeki şikâyet geri çekildi. Gitmekte özgürsünüz.”
Akın hücreden dışarı çıktığında polis memurunun benim kapımı açmadığını fark edince parmaklıklara yapıştım.
“Beni unuttun!”
Memur bana döndü.
“Sizin üzerinizdeki şikâyet geri çekilmedi.”
“Ne? Beni şikâyet eden kim?”
“Çöpe attığınız adam desem tanırsınız sanırım.”
Memurun son sözleriyle Sami abi bana döndü ve kaşlarını kaldırdı.
“Hak etmişti.” dediğimde güldü. Ardından derin bir nefes alarak başını iki yana salladı.
“Körle yatan şaşı kalkar gerçi. Burada bekleyin. Halledeceğim.”
Sami abi dışarı çıktığında sinirden küplere binmiştim. Çok sürmeden tekrar döndüklerinde hücremin kapısı açıldı. Sami abiye teşekkür ederken, sıcak bir gülümsemeyle tekrar başımı belaya sokmamam için beni uyarmıştı. Dışarı çıktığımızda hemen kapıda bizi karşılayan Emir ve Berke endişeyle bize döndü. Emir hemen saçlarımı karıştırarak nasıl olduğumu sormuş, Berke de Akın’ın yanına geçmişti. Tam karşıda, memur masasının yanındaki sandalyede oturan Can, Akın’a bakarak ayağa kalktı ve öpücük attı. Akın yumruklarını sıkarak yüzünü hızla çevirdiğinde ben yine gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıyordum. Akın yüz ifademi görünce işaret parmağını bana doğrultarak uyardı:
“Sakın!”
Kendimi tutamayarak tekrar gülmeye başladığımda bu kez elini ağzıma bastırarak arkadan bana sarılmış, yürümem için itekliyordu. Biraz ilerideki koridordan dönünce ağzımdaki elini itip geri çekildim.
“Tamam tamam. Gülmeyeceğim.”
Arkamızdan gülerek gelen Sami abi ne olduğunu anlamasa da benim gülüşüme güldüğü açıktı. Birden fark ederek bakışlarını ayaklarıma indirdi.
“Ayakkabının eşi nerede?”
İstemsizce ayağımı saklarken güldüm.
“Şey… Kaçarken oldu.”
Hiç yadırgamayan Sami abi bir elimden tutup yan tarafta duran sandalyelerden birine çıkmam için işaret etti.
“Çık bakalım.”
Ne olduğunu anlamasam da sandalyeye çıktım. Tam önüme geçip bana sırtını döndüğünde iki elini geriye uzatarak “Atla.” dedi. Şaşkınca sordum:
“Ne?”
Başını çevirip bana baktı.
“Dışarıda yağmur yağıyor. Böyle yürümeye devam edersen üşütürsün.” Şaşkınlığıma şaşkınlık eklenirken tek kelime dahi edememiştim.
“Yaşasaydı senin yaşlarında bir kızım olacaktı. Onu böyle taşımamı çok severdi. Yaşlanmış mıyım bir deneyelim bakalım.”
İçim sıcacık olmuştu birden. Diğerlerine döndüğümde Emir ve Berke’nin yüzünde bir tebessüm vardı ve Emir başıyla “hadi” der gibi işaret etmişti. Akın’a baktığımda ise durumun onda farklı olduğunu gördüm. Yüzünde buruk bir ifade vardı ve doğruca babasına bakıyordu. Bu durumdan pek memnun değil gibiydi. Tekrar önüme döndüğümde hâlâ önümde bekleyen
Sami abiyi gücendirmek istemiyordum ama Akın’ı sinirlendirecek bir şey yapmaya da niyetim yoktu.
“Ben-“ derken birden belimde hissettiğim iki elle ayaklarım yerden kesilmiş, kendimi Sami abinin sırtında bulmuştum. Dönüp belimi tutan Akın’a baktım şaşkınca. Yüz ifadesi hiç öyle görünmese de babasının buruk isteğine karşı gelmemi istememişti anlaşılan.
“Hop!” diyerek beni sırtına alan Sami abi yürümeye başladığında ben de kollarımı boynuna atmıştım. Onun kızına, benim de babama duyduğum özlemi sanırım biraz olsun böyle dindirebilirdik.
“Düşündüğüm kadar yaşlanmamışım.”
Sami abinin sözleriyle meraklandım çünkü gerçekten genç gösteriyordu.
“Kaç yaşındasınız?”
Sami abi derin bir nefes aldı ve “Otuz yedi.” dedi. Parmaklarımla saymaya çalışıp kafamdan kaba bir hesap yaptım.
“Nasıl?”
Benim hesaplamaya çalışırken girdiğim hâller onu güldürmüştü.
“Yoksa Akın-“ derken sesimi alçaltıp kulağına yaklaştım: “Evlatlık mı?”
Sami abi keyifle gülerken Akın’a bir bakış attı. “Keşke.” Anlam verememiştim.
“Evlendiğimde ben on beş, Esila ise on dört yaşındaydı.”
Kulaklarıma inanamayarak “Ne? Nasıl? Çocuk gelin vakası mı yoksa?” dediğimde Sami abi devam etti:
“Çok sayılmaz. Aksine, ailelerimiz çok karşı çıktı, çok engel olmaya çalıştı ama biz çok âşıktık.”
Şaşkınca güldüm:
“Ahaha! Cidden mi?”
Beni onayladı. “Dört kez kaçmaya çalıştık ama olmadı.”
“O zaman nasıl ikna oldular?”
Sorumla Sami abi tekrar Akın’a baktı.
“Esila, Akın’a hamile kalınca ikna oldular.”
Bu hikâye beni aşırı keyiflendirmişti. Gülerek Akın’a baktığımda başını iki yana sallayarak cıklıyordu.
“Esila’nın babası beni birkaç kez öldürmeye çalıştı. Hareketli zamanlardı.”
“Hiç pişman oldun mu?”
“Akın doğunca bir sorgulamadım değil ama karımı ilk günkü gibi seviyorum hâlâ.”
Doğrudan Akın’a sallayan birini bulmak kolay değildi. Ama babası olarak sanırım bu en doğal hakkıydı. Beni nazikçe arabaya bindirdiğinde geri çekilip gülümsedi. Ardından cebinden çıkardığı anahtarı Akın’a attı ve arabaya bindi. Anahtarı yakalayan Akın da bindiğinde Emir ve Berke yanıma doluşmuş, hep birlikte yola koyulmuştuk.
“Şimdi anlatın bakalım ne oldu?”
Sürücü koltuğunun yanında oturan Sami abi Akın’a dönerek sormuştu. Ben yine gülmeye başladığımda Akın “Önemli bir şey değil,” diyerek geçiştirmeye çalıştı. Aynı zamanda dikiz aynasından bana sert bir bakış atmıştı.
“Bir aşk vakası.”
Diğerleri anlamayarak bana döndüğünde Akın sinirle bir nefes aldı.
“Dünden beri bir adamın bizi takip ettiğini fark ettim.” Berke hemen atıldı.
“Kim? Yağız mı?”
Akın “Başta ben de öyle sandım,” diyerek duraksadığında ben devam ettim:
“Ama adam yalnızca âşık çıktı.”
Emir yanağımdan bir makas aldığında “Tabii bu güzellik başa bela,” demişti ki yine kendimi tutamayarak güldüm.
“Bana değil.”
Hepsinin kafası karışmış görünüyordu.
“E daha demin adam dediniz.”
Başımı sallarken gülmemeye çalışarak “Adam gey çıktı,” dememle “Ne!?” diye bağıran Emir ve Berke şaşkınca Akın’a döndü. Sami abi birden kahkahalara boğulmuş, hemen ardından Berke ve Emir de onu takip etmiş, araba gürültülü kahkahalarla dolmuştu. Gülmeyen tek kişi Akın’dı ve hepimize öldürücü bakışlar atıyordu.
“Annen de bundan şüpheleniyordu.”
Sami abi alayla bunları söylerken Akın sabır dilenircesine başını çevirdi. Eve gidene dek gülmeye devam etmişlerdi. Akın'ı ve beni evin önünde indirip kendi yollarına devam ettiler. Kapıyı açan Akın’ın ardından içeri girdim. Girişteki aynalı dresuarın üzerine anahtarı bırakıp duvarda asılı bir kartı yuvasına koyduğunda tüm ışıklar yandı. İçeriden temiz, ferah bir koku geliyordu. Anlaşılan ev yeni temizlenmişti.
“Ev tek kişi için fazla büyük değil mi?”
Akın montunu çıkarırken bana döndü.
“Neden?”
Ben de montumu çıkardığımda elimden alıp kendisininkiyle birlikte askılığa astı.
“Ne bileyim, yalnız hissetmiyor musun? İnsana çok büyük, boş ve sessiz gelir.” Derin bir nefes alıp içeri yürüdü ve merdivenlerden çıkmaya başladı.
“Evet artık öyle ama bir zamanlar değildi.” Sessizce devam etmesini bekledim.
“Ailemle birlikte bu evde kalıyorduk. Annem, babam, dedem, babaannem, amcam, Emir, Berke…” dedi ve bir anlığına duraksadı.
“Ve Esma...” deyip devam etti:
“Eskiden burası çok gürültülüydü.” Odasına girip terasın kapısını açtı.
“Bundan fazlasıyla şikâyetçiydim. Tek başıma sessiz, sakin, huzurlu bir hayat yaşamayı dilerdim hep.”
Yavaş adımlarla dışarı çıkıp kollarını korkuluklara dayadı.
“İlk önce bedensel ve zihinsel engelli amcam vefat etti.” Yanına gidip ben de kollarımı korkuluklara dayadım.
“Amcan olduğunu bilmiyordum. Kaç yaşındaydı?”
“Yirmi üç. Doğum gününde vefat etti. Annem çok etkilendiği için doğum günlerimiz yaklaştıkça yersiz bir korkuya kapılıyor. O günden sonra uğursuz sayısı da yirmi üç oldu.”
“O kadar etkilendi ha?” Başını sallayıp güldü.
“Geçen sene babamla gittiği otelde yirmi üç numaralı odayı verdikleri için vazgeçip geri dönmüştü. Takvimden ayın yirmi üçü o gün gelmeden koparılır, yirmi üçüncü sokaklardan geçilmez veya restoranlarda yirmi üçüncü sipariş verilmez ona göre.”
İstemsizce ben de güldüm. Çok garipti. Akın’ın gülümsemesi yavaşça silinirken konuşmaya devam etti:
“Ardından bir hafta geçmeden babaannem evladının acısına dayanamayıp kalp krizi geçirdi. Esma’yı da kaybedince kimse bu evde duramadı. Bir yıla yakın ev bomboş kaldı. Başka eve gitmek de bir çözüm olmadı. Ben buradaki onca anıyı terk edemedim ve geri döndüm. Onca şikâyetimin sonucu bu işte. Sessiz, soğuk, bomboş bir ev.”
Yaslandığı korkuluklardan bana bakarak geri çekildi. Birlikte tekrar içeri girdiğimizde terasın kapısını kapatıp bana döndü. Esneyerek ağzımı kapattım.
“Yoruldun mu?”
Başımı salladım.
“Çok garip bir gündü. Sanki üç dört gün geçti.”
Akın da beni onayladığında yine aklıma gelince kıkırdadım. Birden olağanüstü taklit yeteneğimle ona doğru döndüm ve alayla dudaklarımı ısırdım.
“Demek sert seviyorsun. Tam da hayal ettiğim gibi. Sert, güçlü ve ateşli.”
Gülmekten doğru düzgün taklit yapamasam da dalga geçmeden duramıyordum. Akın daha fazla tahammül edemeyerek birden kolumu çevirdiği gibi beni duvara yasladı. Ne olduğunu anlamadan yanağım duvara dayandığında gülmem anında kesildi. Bedenime yasladığı bedeniyle diğer elini önümden uzatıp önce boğazımı, ardından elini nazikçe kaydırarak çenemi tutmuştu. Başımı biraz yukarı kaldırarak eğildi.
“Bunları söyleyen sen olursan işler değişir tabi.”
Şaşkınca ona bakarken bu kez alay dolu bakışlar ona aitti ama gittikçe o bakışlar durgunlaşıp ciddileşmişti. Bir an ne için dalga geçtiğini unutmuş gibi, biraz daha yaklaştı bana. O sırada telefonu çaldığında duraksadı. Ardından yavaşça geri çekilip cebindeki telefonu çıkararak odadan çıktı. Olduğum yerde kalıp döndüm ve duvara bu kez sırtımı yaslayarak elimi kalbime götürdüm. O gidince kalbimin deli gibi çarptığını fark etmiştim. Neden karşı çıkmamıştım? Aptal gibi yüzüne bakıp ne beklemiştim? Gözlerimi kapatıp sıkıntıyla ellerimi saçlarıma daldırdım. Bütün ayarlarımla anında oynayabiliyordu. Bazen kendimi tanıyamıyor, hislerime anlam veremiyordum. Bir süre beklesem de geri dönmemişti. Odadan çıkıp etrafa göz gezdirdiğimde ortalıkta gözükmüyordu.
“Akın?”
Boş evde yankılanan sesimden başka ses yoktu. Koridorda ilerlemeye başladığımda biraz ilerideki odadan bir gürültü geldi. Tekrar Akın’ın adını seslendiğimde yine cevap alamamıştım. Düşmüş müydü yoksa? Gürültü gelen odaya yaklaşıp hafifçe kapısını araladım ve içeri kafamı uzattım. Burası çeşitli oyuncaklarla dolu bir odaydı. Kapıyı biraz daha açıp içeri girdim. Duvarlardaki raflara dizilmiş pelüş oyuncaklar, çeşitli çizgi film ve çizgi roman karakterleri, kamyonlar, bebekler… Koca oda oyuncaklarla dolup taşıyordu. Yerdeki yol ve trafik işaretleri desenli halıya basarak etrafa bakındım. Açık camdan içeri esen hava, oyuncaklardan birkaç tanesini yere düşürmüştü. Gürültünün sebebi bu olmalıydı. Tavandan aşağı sarkan gezegen, uzay gemisi, uzay roketi ve uçak maketlerinin kafama çarpmaması için nazikçe elimle itip, düşen oyuncakların yanına gittim. Eğilip düşen bir robotu ve arabayı aldım. İkisi de ağır bir metalden yapılmaydı. Oyuncakları rafa geri bırakıp camı kapattığımda geri dönecektim ki ayağımın altında ezilen bir şeyle duraksadım. Eğilip kırılan silahı elime aldığımda tekrar doğruldum. Her tarafı siyah elektrik bandıyla bantlanmış plastik silaha bakarken Akın’ın sesi duyuldu:
“Aynı silahı iki kere kırmayı becermek de ayrı bir marifet.” Ona döndüğümde yavaşça içeri girdi.
“Ne?”
Etrafa şöyle bir göz attıktan sonra ellerini göğsünde bağlayıp kapı pervazına yaslandı ve elimdeki silahı işaret etti.
“Küçükken bize geldiğinde kırdığın silahım o.”
Şaşkınca silaha baktım. Kendimi tutamayarak güldüğümde Akın’ın yüzünde de muzip bir gülümseme vardı.
“Bu kez kasıtlı yaptığına inanıyorum.”
Gülmemi durduramayıp kırılan parçayı birleştirmeye çalıştım.
“Kasıtlı yapmadım, neden öyle düşünüyorsun?” Ellerini bu kez cebine sokup yanıma yaklaştı.
“Çünkü hataların ilkine kaza, aynı hatanın ikincisine tercih denir.”
Uzun boyuyla bana tepeden bakarken yavaşça yüzüme doğru eğildi ve cebinden çıkardığı çakmağı yaktı.
“Bu kez yakacağım tek şey saçların mı olacak acaba?”
15 yıl önce…
“Bade!”
Küçük kız annesinin seslenişiyle ona döndü.
“Hadi, gidiyoruz.”
Bade evin girişinden içeri baktı.
“Babamı bekliyorum!”
Genç kadın arabanın başında kocası ve kızını beklerken tekrar seslendi:
“Murat! Neredesin?”
İçeriden koşar adımlarla gelen adam “Geldim, geldim,” diyerek dışarı çıktı ve kızına oyuncağını uzattı.
“Al bakalım.”
Tam kapıdan çıkarken Bade oyuncağını unutmuş, o olmadan gitmeyeceğini söyleyerek ağlamıştı. Neyse ki babası geri dönüp oyuncağını ona getirmişti. Mutlulukla babasının bacağına sarıldı. Murat kapıyı kilitleyip kızını kucağına aldığında saçlarına bir öpücük kondurdu.
“Artık gidebilir miyiz?”
Bade hızla başını salladı.
“Gidebiliriz.”
Arabanın yanına geldiklerinde annesi Bade’yi çocuk koltuğuna oturttu.
“Anne, orada arkadaşlar var mı?”
Annesi çocuğunun kemerini bağlarken başıyla onayladı.
“Evet var. Onlarla güzel anlaş olur mu?” Bade heyecanla oyuncağına sarıldı. “Tamam!”
Annesi ve babası da arabaya bindiğinde Bade hiç yazılmamış bir şarkı melodisi mırıldanıyor, babasının araba sürerken arada annesinin elini öpmesini sevinçle izliyordu.
“Daha gelmedik mi?”
Dakika başı bunu soran Bade, gittikçe sabırsızlanmaya başlamıştı. Anne ve babasından aldığı “Daha değil,” cevabıyla oflayıp pufluyordu. Biraz zaman geçmişti ki tekrar sordu:
“Daha gelmedik mi?”
Babası “Geldik,” diyerek arabayı durdurduğunda Bade heyecanla kıpırdanıp camdan dışarı baktı. Gözüne saray gibi gelen evle büyülenirken annesi kemerini açıp onu yere indirdi ve şeftali desenli beyaz elbisesini düzeltti. Bade ise sabırsızca annesinin elinden tutup eve doğru çekiştirmeye başlamıştı.
“Hadi!”
Annesi gülerek “Bekle,” dediğinde babası da Bade’ye katılmış, elinden tuttuğu karısını bahçeye doğru çekiştirmişti.
“Anne bak, şeftali ağacı!”
Bahçenin köşesinde en sevdiği meyvenin bu kadar büyük ağacını ilk defa görmüştü. Kadın gülmeye devam edip “Evet, çok lezzetli görünüyorlar değil mi?” dediğinde çoktan kapının önüne gelmişlerdi bile.
“Ben çalmak istiyorum,” diyerek kapı ziline uzanmaya çalışan Bade’yi babası belinden tutup kaldırdı. Zile basan Bade kapının açılmasını beklerken Murat kızını yere indirip doğruldu. Çok geçmeden kapı açıldığında en önde duran Bade, karşısına dikilen adamla öylece donup kaldı. Bu adam babasından daha uzundu ve yine babasından daha kocaman görünüyordu. Kaşları çatıktı ve ona kızgınmış gibi gelmişti.
“Hoş geldiniz.”
“Hoş bulduk.”
Bade babasıyla tokalaşan adama gözünü kırpmadan bakarken, onu fark eden adam hafifçe eğilip gülümsemişti ki Bade geri geri gidip annesinin arkasına saklandı.
“Sami ne yapıyorsun? Çocuğu korkuttun!” diyerek kocasına kızan kadın konuşmaya devam etti:
“İçeri gelin Çilem.”
Hep beraber içeri girdiklerinde Bade annesinin eteğine yapışmış, sessizce etrafa bakıyordu. Geniş salonun koltuklarına oturduklarında diğerlerinin klasik sohbetine kulak asmayan Bade, karşı koltukta oturan orta yaşları geçmiş adamın seslenişiyle ona baktı:
“Senin adın ne bakalım?”
Sesini çıkarmadan annesine daha çok sokuldu. Adam tekrar konuştu:
“Benim adım Mesut.”
Bade yine cevap vermedi. Bu uzun adamlar ona oldukça korkutucu gelmişti.
“Anne arkadaşlar nerede?”
Sitemkâr sözlerine gülerek oldukça tatlı, sarışın kız çocuğuna bakan Mesut, yanında oturan oğluna döndü.
“Esma nerede?”
Soruya onların yanında oturan kadın cevap vermişti:
“Uyanmadı hâlâ. Dün denizde yorulmuş bayağı.”
Bade üzülerek “Arkadaş yok mu?” diye mırıldandığında Sami güldü.
“Esma uyanana dek diğerleriyle oynamak ister misin?” Bade gözüne kocaman gelen adama baktı.
“Diğerleri kim?”
Sami ellerini önünde birleştirdi.
“Üç tane oğlum var.”
Bade bir süre adama baktı. Aslında o kadar korkunç görünmüyordu. Hafifçe başını salladığında adam ayağa kalkıp elini uzattı.
“Gel seni onlara götüreyim.”
Bade annesini bırakıp utangaç adımlarla adamın yanına gidip elini tuttu. Birlikte yürümeye başladıklarında adam sordu:
“Adın ne?”
Bade ona bakıp adını söylemiş, hemen ardından “Senin adın ne?” diye eklemişti.
“Sami. Kaç yaşındasın?” Bade eliyle ‘üç’ yaptı.
“Sen kaç yaşındasın?”
“Ben yirmi üç yaşındayım.”
Merdivenleri yavaş yavaş çıkarken Bade güldü.
“Benim babam daha büyük.”
Sami onu onaylayarak “Biliyorum.” dedi. O sırada bir ses duyuldu:
“Baba…”
Koridorun başında duran küçük kız çocuğu ellerini yumruk yapmış, uykulu gözlerini ovuşturuyordu.
“Uyandın mı prensesim!” diyerek çocuğunu kucağına alan Sami, kızının yanaklarını sulu sulu öpmüştü. Uyku sersemi çocuk ise babasının omzuna başını koymuş esniyordu. “Abim nerede?”
Sami uzanıp kızının odasına baktı.
“Senin yanında değilse muhtemelen odasındadır.”
“Abimi istiyorum.”
Küçük kız ağlamaklı çıkan tatlı sesiyle dudaklarını büzerken Sami, Bade’yi göstererek konuştu:
“Bak burada kim var.”
Çocuk kafasını kaldırıp Bade’ye baktı.
“Bu kim?”
Kızını kucağından indirip yanına çöktü.
“Misafirimiz. Hadi tanışın.”
Çocuğun dolu gözleri ışıl ışıl parlamıştı. Bade’nin utangaç hareketlerine aldırmadan ona yaklaşıp elini tuttu.
“Ben Esma.”
Bade bu cana yakın, neşeli kızı görünce içi sıcacık olmuştu. Kocaman gülümsedi.
“Ben de Bade.”
Esma kıkırdayıp “İlk defa duydum,” dediğinde Bade omuzlarını silkti.
“Oyun oynayalım mı?”
“Olur.”
Bade’nin elinden tutarak biraz ilerideki odaya koşturdu ve kapı koluna ulaşmaya çalıştı. Parmak uçlarında yükselerek kapı koluna yetişse de açmayı becerememişti. Sıkıntıyla geri çekilip babasına baktı.
“Baba kapıyı açar mısın?”
Kızının isteğini geri çevirmeden kapıyı açan Sami ikisinin de başını okşadı. İçeri koşturarak girmelerini izleyerek peşlerinden girdi, pencerenin çocuk kilidini taktı, ardından “İyi eğlenceler,” diyerek ikisini yalnız bıraktı. Bade heyecanla etrafa göz attı.
“Vaay!”
Burası bir oyuncak mağazasını andırıyordu. Her yerde bir sürü oyuncak vardı ve Bade hepsiyle oynamak için sabırsızlanıyordu.
“Bak!”
Esma içeride koşturup tavanı gösterdi. Kafasını kaldırıp tavana bakan Bade’nin gözleri irice açıldı. Başının üzerinde süzülen uçaklara, gezegenlere, roketlere baktı.
“Yıldızları görüyor musun?”
Bade bu kez tavandaki yıldızlara baktı.
“Onlar geceleri parıl parıl parlıyor.”
Bade ilk defa yıldızları evin içinde görüyordu. Şaşkınca sordu:
“Onları gökyüzünden nasıl topladın?” Esma güldü.
“Bilmiyorum, bunları babam yaptı. Onları kendi elleriyle toplamış olmalı.”
Bade adamın upuzun boyunu hatırladı ve bunun mümkün olduğunu düşündü.
“Vaov…”
Esma, Bade’nin ellerini tutup dönmeye ve zıplamaya başladı, ardından başını tavana kaldırdı.
“Dönerken yıldızlara bakmak çok eğlenceli.”
Bade de başını kaldırıp baktığında dönen yıldızları gördükçe gülmeye başlamış, Esma da onun gülüşlerine karşılık vermişti. Ama gittikçe dönen başlarıyla sendelediklerinde Bade Esma’ya çarpmış, Esma ise yere düşmüştü. Kolunu acıtan Esma ağlamaya başladığında Bade ne yapacağını bilemeyerek ona baktı. O sırada odaya dalan bir çocuğun onu itmesiyle Bade de yere düştü. Çocuk hemen Esma’nın yanına çöküp sinirle Bade’ye baktı.
“Ne yapıyorsun sen?”
Çocuğun öfkeli bakışları Bade’yi çok ürkütmüştü.
“Ben, ben…” diyerek gözleri dolan Bade tekrar ayağa kalktığında çocuk Esma’ya döndü.
“Burası mı acıdı?”
Esma başını salladığında çocuk eğilip koluna bir öpücük kondurdu.
“Tamam, birazdan geçer.”
İçeri iki çocukla birlikte Esma’nın annesi girdi telaşla.
“Ne oldu?”
Öfkeli çocuk Bade’ye sinirle baktı.
“Bu kız Esma’yı itti!”
Esma ağlamalarının arasından itiraz etti:
“Abi hayır o itmedi, ben düştüm.”
Esma’nın annesi onu yerden kaldırıp koluna baktı, ciddi bir şey olmadığını gördüğünde içi rahatladı. Onu öpüp “Daha dikkatli ol.” dedi. Ardından Bade’ye gülümsedi.
“Oynarken böyle kazalar olabilir.”
Ama kardeşinin canının acısına dayanamayan çocuk söylendi:
“Gitsin bu kız evimizden!”
Annesi sertçe “Akın!” dediğinde sustu. İçeri Bade’nin annesi girdiğinde Bade koşarak annesinin bacağına sarıldı.
“Anne ben bu çocuğu sevmedim!”
İşaret parmağıyla Akın’ı gösterdiğinde diğer çocuklar gülüşmüştü.
“Hıh! Ben sana bayıldım sanki!”
Çilem, Bade’nin yanına çöküp kollarından tuttu.
“İstemeden bir hata yaptığımızda ne diyorduk?”
Bade gözlerini annesinden kaçırıp Esma’ya dikti. Annesinin ellerinden sıyrılıp Esma’nın yanına gitti, elleriyle elbisesinin eteğiyle oynamaya başladı.
“Özür dilerim…”
Esma gözlerini silip başını iki yana salladı.
“Olsun.”
Arkada kızını izleyen Çilem “Bazen sözlerimiz de insanları incitebilir değil mi Bade?” dediğinde Bade duraksayıp Akın’a baktı. Akın birkaç saniyeliğine gözlerine temas eden mavi gözlerle bir an ne düşündüğünü unuttu. Vücudunu da ona çevirdiğinde Akın yutkundu. Gözlerini onun gözlerine dikti. Dolu gözleri gerçekten üzgün görünüyordu. Akın içinde anlam veremediği rahatsız edici hisle “N-ne?” diyebilmişti kekeleyerek. Bade birden gözlerinden süzülen yaşlarla ağlamaya başladı.
“Seni, seni sevmediğimi söylediğim için çok üzgünüm.”
Akın yüzüne birden sıcacık bir havanın çarptığını hissetti. Kalbi deli gibi atmaya başladığında Bade’nin gözlerinden düşen yaşlar parıldıyordu sanki. Kızarmış yanaklarını dahi fark etmeden içini saran korkunç hisle yüzünü yana çevirip huysuzca konuştu:
“Senden özür bekleyen yok. Kırılmadım.”
İçten ağlayışını daha fazla duymak istemiyordu. Çünkü o ağladıkça Akın’ın kalbi daha çok hızlanıyordu. Daha önce de birçok çocuk karşısında ağlamıştı ama hiç böyle hissettiğini hatırlamıyordu.
“Seni sevmeme izin verecek misin?”
Bade’nin masum sorusu Akın’ı daha da kızartmıştı.
“Hayır!”
Huysuzluğa devam eden Akın, annesinin uyarıcı bakışlarına aldırmadan kollarını göğsünde birleştirdi. Bade, Esma ona sarıldığında ağlamayı kesmiş, anneler de sorun olmayacağını düşünerek odadan çıkmıştı. Esma sessizce Bade’nin kulağına fısıldadı: “İzin verecek.”
Bade duraksayıp düşündü.
“Ne?”
Esma kıkırdayıp abisine baktı ve yine sessizce konuştu:
“Onu sevmene izin verecek.”
“Hayır vermeyeceğim.”
Her ne kadar Esma sessiz konuştuğunu düşünse de Akın söylediklerini duymuştu. Esma onu umursamadan fısıldamaya devam etti:
“İnan bana verecek. Onu tanıyorum sonuçta.”
Bade tekrar Akın’a baktı. Göz göze geldikleri an Akın hemen yüzünü dönmüş, huysuzca homurdanmıştı. Ardından diğer çocuklar yaklaştı. Ağzına yüzüne çikolata bulaşmış, yuvarlak kırmızı çerçeveli gözlüklü çocuk, elindeki çikolatayı uzattı.
“Sana çikolata vereceğim. Ağlama artık.”
Bade çikolataya hayır demezdi. Annesi görmeden biraz yese hiç fena olmazdı. Gözlerini silip çikolatayı aldı. Esma yanındaki gözlüklü çocuğu çekiştirip “Bu Berke,” dedi. Ardından Akın’ın yanına geçen çocuğu gösterip “Bu da Emir abim.” demişti. Emir gülümseyerek ona el salladığında Bade de el sallayarak karşılık verdi.
“Ne çok kardeşin var.” Esma güldü.
“Çok şanslıyım değil mi?” Bade başını salladı.
“Senin kardeşin yok mu?”
Esma’nın sorusu Bade’ye heyecanını hatırlattı. Birden gözleri parladı.
“Var. Annemin karnında!”
Esma da onun heyecanına ortak olmuştu.
“Gerçekten mi?”
Bade başını salladığında Berke kucağına topladığı oyuncaklarla onlara döndü.
“Hadi oyun oynayalım.”
Emir, Akın’ın yanından ayrılıp onlara yaklaştı.
“Ne oynayacağız?”
Hepsi bir süre düşündü.
“İtfaiyecilik!”
Berke heyecanla fikrini ortaya attığında Esma itiraz etti:
“Olmaz, etrafı ıslattığımız için annem çok kızmıştı. Saklambaç oynasak?” Esma’nın fikrine de Berke itiraz etti:
“Hayır, abim hile yapıyor. Kameralardan bakıp hepimizi sobeliyor.” Akın omuzlarını silkerek ona döndü.
“Hile değil bir kere.”
Esma derin bir nefes aldı.
“Ne oynayacağız o zaman?”
Bir süre sessizliğin ardından Akın konuştu:
“Ajancılık.”
Herkes ona döndü. Esma heyecanla zıpladı.
“Evet o çok eğlenceli!”
Diğerleri de kabul edince hemen hazırlıklara başladılar. Akın oyuncak silahını alırken, Emir diğerlerine oyuncak telsizleri dağıttı. Herkes renk renk olan alın bantlarını da takarken Akın elinde oynadığı zippo çakmakla diğerlerine döndü.
“Operasyonu ben yöneteceğim.”
Kardeşleri onu onaylayarak karşısına dizilmişti.
“Emir sen düşmanın kim olduğunu bulacaksın. Kod adın Çığlık.”
Emir “Tamamdır.” deyince Akın, Esma’ya döndü.
“Esma sen düşmanın yerini tespit edeceksin. Kod adın-” Esma ellerini çırptı.
“Denizkızı!”
Emir elini başına vurdu.
“Hayır Esma. Kod adlarının havalı bir şey olması gerek.” Esma kaşlarını çattı.
“Denizkızı havalı zaten.”
“Tamam, kod adın Denizkızı.”
Akın onayladığında Esma memnuniyetle gülümsedi.
“Berke etrafa tuzaklar kuracaksın. Kod adın Korku.”
Berke kararlı gözleriyle onayladı. Sıra Bade’ye geldiğinde ise Akın duraksadı. Boncuk boncuk bakan gözleri, verilecek görev için oldukça heyecanlı görünüyordu. Akın kalbinin yeniden hızlandığını fark ederek ne diyeceğini bilemedi.
“Sen…”
Bade heyecanla ona doğru yaklaştığında Akın geri çekildi.
“Sen bir şey yapma.”
Bade’nin yüzündeki gülümseme uğradığı hayal kırıklığıyla silinirken Esma kızdı:
“Abi!”
Esma’nın sinirli seslenişi onu daha çok heyecanlandırmıştı.
“Tamam, sen de düşmanı tutuklayacaksın. Kod adın da-”
Bade kaybettiği heyecanını geri kazanırken başını salladı. İki yandan şeftali desenli tokalarla toplanmış lüle saçları sallanırken, Akın tekrar kızaran yüzüyle arkasını döndü.
“Kod adın Şeftali.” dedi.
“Abi sen ne yapacaksın?”
Berke’nin sorusuyla başını yana çevirmiş, ona bakmadan “Düşmanı ben yakalayacağım. Kod adım Ölüm.” demişti.
“Vay…”
Bade’nin tepkisiyle Akın güldü. Kendini oldukça havalı hissediyordu. Odadan dışarı çıktığında diğerleri de onu takip etti.
“Operasyon başlasın.”
Hepsi ayağa kalktığında Akın tekrar konuştu:
“Beyler…”
Emir ve Berke bir adım öne çıktığında Akın devam etti:
“Kızları koruyun.”
İkisi de onayladığında Akın’ın “Dağılın!” demesiyle hepsi bir tarafa koşturmaya başlamıştı. Ortada öylece dikilen Bade, hangi yöne gideceğini bilemeyerek etrafa baktığında Akın onu fark ederek durdu. Geriye dönüp hızla Bade’nin kolunu kavrayarak tekrar koşmaya başladı.
Bir duvarın köşesine sindiklerinde Akın sinirle ona döndü.
“Aptal! Düşman bölgesindeyiz, ne yapıyorsun?” Bade neye uğradığını şaşırarak ona baktı.
“Ben ne yapacağımı bilemedim.”
Akın sıkıntıyla nefes verdi.
“Tam bir baş belasısın.”
Bade’nin masum bakışları Akın’ın yüzünde gezerken telsizden bir ses geldi:
“Ben Çığlık. Düşmanı tespit ettim. Tamam.” Akın telsizi eline alıp tuşuna bastı.
“Düşman hakkında bilgi ver Çığlık. Tamam.”
“Düşman dünya barışını tehdit eden bir suikastçı. Boyu bir doksan, yaşı yirmi üç. Adı Sami Korel. Tamam.”
Akın duvara yaslanıp gözlerini kapattı ve sessizce söylendi:
“Kahretsin. Çok zorlu bir düşman…” dedi ve devam etti:
“Denizkızı, düşmanın yerini tespit ettin mi? Tamam.”
“Diğer suikastçılarla önemli bir toplantıda. Tamam.”
“Tam konumuna ulaşamaz mısın? Tamam.”
“Bu biraz zor olacak. Tamam.”
Bir süre telsizden ses gelmedi. Akın, yanında onu izleyen Bade’yi arkasına doğru çekti.
“Arkamda dur. Seni koruyacağım.”
Bade onu onaylayıp arkasına geçti.
“Düşmanın yerini tespit ettim; salondaki sağ koltukta oturuyor. Tamam.”
“İyi iş Denizkızı. Sızmaya başlıyoruz. Dikkatli olun. Tamam.”
Akın telsizini cebine koyup emekleyerek merdivenin korkuluklarına geçti. Aşağı bir göz atıp eliyle Bade’ye gel işareti yaptığında Bade de eğilerek onun yanına çökmüştü. Karşı duvardan görünen Emir onlara bakarken Akın da ona döndü. El işaretiyle anlaştıklarında Emir eğilerek merdivenin diğer ucundaki korkuluğun yanına çöktü. Elini havaya kaldırdığında arkadan Berke çıkıp Emir’in önüne geçti. Akın başıyla onayladığında ise yine eğilerek merdivenlerden inmeye başladılar. Akın’ın hemen arkasında tişörtüne yapışan Bade’yi Berke ve Emir takip ediyordu. Hızla aşağı inerken Akın merdivenin son basamağında elini havaya kaldırıp yumruk yapmıştı. Hepsi anında dururken, bunun ne anlama geldiğini bilmeyen Bade, Akın’ın sırtına çarptı. Akın sendeleyerek sinirle ona döndüğünde Bade sessizce özür diledi. Akın tekrar önüne dönüp havadaki eliyle birkaç işaret yaptığında Emir iki basamaktan atlayıp yerde takla atarak yan tarafa geçmiş, Berke yerde sürünerek merdivenlerin altındaki boşluğa girmişti. Akın ve Bade ise kapı girişinin duvarının dibine çöktüler. O sırada çoktan aşağıda olan Esma koltuğun arkasında görünmüştü. Bade’yle göz göze geldiklerinde Bade heyecanla ona el salladı. Gerçekten çok eğleniyordu. Akın, Bade’nin havadaki elini birden tuttu.
“Düşman seni görebilir.”
Göz göze geldiler. Akın avuçlarındaki minik ve yumuşacık eli fark ettiğinde yine yüzüne çarpan sıcak havayı hissetmesiyle nerede olduğunu dahi unuttu.
“Gözlerin çok güzel.”
Birden gelen iltifatla Akın afalladı. Kalbinin yine hızlandığını fark etti. Ona gülümseyerek bakan kızdan gözlerini kaçırdı hemen. Konuşmaya çalıştı:
“Saçların…”
Bade anlamayarak bakarken devam etti:
“Senin de saçların çok güzel.”
Bade’nin gülümsemesi daha da genişledi. Onun gülümsemesi arttıkça, Akın içinin sıcacık olduğunu hissediyordu. Kendini tutamayıp bir anda ne düşündüğünü söyleyivermişti zaten.
“Korku konuşuyor. Tuzaklar hazır. Tamam.”
Telsizden Berke’nin sesi duyulduğunda Akın önüne döndü.
“Güzel. Şimdi düşmanı bölgesinden çıkarmamız gerek. Tamam.”
“Nasıl olacak? Tamam.”
Berke’nin sorusuyla Akın gözlerini kapadı. Telsizi ağzına yaklaştırdı ve bir süre bekledi. Ardından ciddiyetle “Birimiz yem olacak.” dedi. Çocuklar için durum gittikçe heyecanlı bir hâl alıyordu.
“Ben olurum.”
Tedirginlikle çıkan sesiyle Bade ortaya atılmıştı. Akın kaşlarını çattı.
“Olmaz. Senin için çok tehlikeli.” Kararlılıkla ayağa kalktı ve yumruklarını sıktı. Yumrukları Akın’ın gözüne kedi patisi gibi görünmüştü. Oldukça sevimliydi.
“Ben görev için hiçbir şey yapamadım. Bir şeyler yapmam gerek.”
Birden koşmaya başladığında Akın “Bekle Şeftali!” diye bağırsa da Bade onu dinlemeden kendini salonun ortasında yere attı.
“Ah! Sami abi bana yardım et!”
İçerideki sohbet birden kesildiğinde hepsi yerde yatan Bade’ye dönmüştü.
“Allah kahretsin!” diye fısıldayan Akın duvara yaslandığında Emir konuştu:
“Ölüm, emirlerini bekliyoruz. Tamam.”
Kafasını duvardan uzatıp içeri bakan Akın, babasının ayağa kalktığını görmesiyle ne yapacağını bilemedi. Geriye dönüp dişlerini sıktı. Bir karar vermeliydi. Ya herkesin hayatını riske atmalıydı ya da Bade’yi ölüme terk etmeliydi.
“Ölüm, bizi duyuyor musun? Tamam.”
Telsizden gelen seslere aldırış etmeden Bade’ye baktı. Ona yaklaşan düşmana korku dolu bakan mavi gözleri kaderini kabullenmiş gibiydi. Ne aptal kız. diye geçirdi içinden. Diğerleri için kendini feda etmişti.
“Düşman Şeftali’yi yakalamak üzere. Ölüm! Bir şey söyle!”
Akın başını geriye yaslayıp derin bir nefes aldı. “Yapacak bir şey yok.” dedi kendi kendine. Ardından telsizin tuşuna bastı.
“Operasyon devam edecek. Ama Şeftali’yi kurtardıktan sonra.”
Annesinin kapının yanına koyduğu pahalı süsün üstüne basarak girişteki dresuarın üzerine çıktı. Süs kırılırken annesinden yiyeceği azarı umursamadan silahının şarjörünü taktı ve cebine koyduğu zippo çakmağı çıkarıp öptü. Bunun ona şans getireceğine inanıyordu.
“Şimdi!” diyerek Bade’yi yerden kaldırmaya çalışan babasının üzerine atladığında, diğerleri de oldukları yerden fırlayıp bağırarak koşmaya başladılar. Ani saldırıyla neye uğradığını şaşıran Sami, bir taraftan sırtındaki oğlunu düşmemesi için tutmaya çalışıyordu.
“Tuzaklar!”
Akın’ın bağırmasıyla Berke de elindeki ince iple koşturarak babasının etrafında dönmeye başladı. Aklınca onun ayaklarını bağlayacaktı. Emir de onlara doğru koşmuş, yanlışlıkla Berke’nin ayağına basmıştı. Berke’nin ayağındaki çorap sünerek çıktığında Emir’le çarpıştı. Birbirlerine sarılarak yere düştüklerinde Emir bir eliyle babasının bacağından tuttu.
“Gitmene izin vermeyeceğim hain!”
Esma da koşarak babasının koluna asıldı. Bacaklarını da bedenine sardığında Berke, Emir’i çiğneyerek babasının kucağına atladı. Sami üzerine çullanan çocuklarını tutmaya çalışıyor, sırtında tepinen Akın bir türlü rahat vermiyordu. O sırada Akın yanlışlıkla elindeki silahını düşürdüğünde hepsi duraksadı.
Berke “Olamaz…” derken Akın bağırdı:
“Şeftali! Vur onu!”
Hemen ayaklarının dibine sürüklenen silahı eline alan Bade korkuyla silahı doğrulttuğunda, Sami abisinin çatık kaşlarını görmesiyle tüm cesareti kırılmıştı.
“Yapabilirsin!”
Esma’nın yüreklendirici sözüyle tekrar silahı doğrulttu. Ama kucağındaki Berke tam düşecekken babası onu bacağından yakalayınca ters dönmüş, gözlüklerini düşürmüştü. “Gözlerim! Hain, gözlerimi oydu! Göremiyorum!”
Bade için nişan almak zordu çünkü çabalayıp duran Berke ona engel oluyordu.
“Acele et Bade!”
Akın’ın tekrar bağırmasıyla tek gözünü kıstı, derin bir nefes aldı, ardından tetiği ateşledi. Tabancadan fırlayan boncuk hepsi için ağır çekimde ilerliyor gibiydi. Herkes nefesini tuttu ve heyecanla görevin başarılı mı başarısız mı olduğunu öğrenmek için bekledi. Boncuğun kulağına çarpmasıyla “Aov!” diye bağıran Berke, acıyla kulağını tuttu. Yerde seken boncuğun nereye gittiğini kimse görmedi bile. Görev başarısız olmuştu. Herkes heyecanını kaybederek tek tek babalarının tepesinden indiler.
“Ah be! Çok yakındı.”
Emir yerden kalkıp bunları söylemişti. Esma yerinde zıplayarak “Çok eğlenceliydi. Bir daha oynayalım!” dediğinde Bade de ona katıldı:
“Bu kez onu kesin vuracağım!” Akın öne çıkıp itiraz etti:
“Hayır, onu ben vuracağım.”
Bade’nin elindeki silaha uzandığında küçük kız geri çekildi.
“Ama ben tutmak istiyorum.”
Akın kaşlarını çatıp “Olmaz!” diyerek onun üzerine doğru yürümeye başlamıştı ki Bade elindeki silahla kaçmaya başladı.
“Hey! Buraya gel!”
Mutfağın açık kapısından bahçeye fırlayan Bade’yi çok geçmeden yakalayan Akın, onu kolundan tutup kendine doğru çevirdi ve oyuncak silaha yapıştı.
“O benim silahım!”
Bade silahı vermek istemiyordu.
“Ben de oynamak istiyorum!”
Diğer çocuklar onları izlerken silahı bir Akın bir de Bade kendine doğru çekiştirip duruyorlardı. Birden çat diye bir ses geldiğinde ikisi de duraksadı. Silah kırılmıştı. Akın önce şaşkınca en sevdiği oyuncağına baktı, ardından öfke dolu gözlerini Bade’ye dikti ve silahı sertçe tekrar çekmeye başladı.
“Ver şunu! Kırdın!”
“İstemiyorum!”
Birden Bade, Akın’ın saçına yapıştığında Akın da onun bağlı saçlarına yapışmıştı.
“Bırak dedim!”
İkisinin de oldukça canı acıyordu ama inat etmekten de vazgeçmediler. Ne olduysa ondan sonra oldu. Birden Akın’ın elindeki zippo çakmak açıldı. İkisi de bunu fark etmeden diğer ellerindeki oyuncağın derdine düşmüşlerdi. Çok geçmeden Bade’nin sarı saçları alev aldı. Akın önce kötü bir koku duydu. Hemen ardından Bade’nin alev alan saçlarını görmüş, korkuyla geri çekilmişti. Dehşetle Bade’yi izlerken Bade her şeyden habersiz, sinirle ona bakıyordu.
“Yanıyorsun…”
Sessizce dudaklarından dökülen kelimelerle Bade saçlarındaki alevi fark ederek birden bir çığlık kopardı. Akın ne yapacağını şaşırmıştı. Çaresizce etrafa bakındı, gözüne yanındaki havuz takıldı. Hızla Bade’yi havuza doğru ittiğinde Bade ne olduğunu anlamadan suyu boylamıştı. Küçük bedeniyle suyun içinde çırpınırken bol bol su yutuyordu. Akın, Bade’nin boğulduğunu fark ederek havuza atlayacak gibi oldu ama o da yüzme bilmiyordu. Havuzun başına uzanıp elini ona doğru uzattı.
“Elimi tut!”
Ama ikisinin de çabaları nafileydi. Akın ona ulaşamıyor, Bade ise onu duyup görmüyordu bile. O sırada Esma’nın çığlığıyla Akın tekrar sıçradı.
“Baba!”
Dışarıdan gelen çığlıklarla herkes bahçeye çıktığında, suyun içinde çırpınan Bade’yi fark eden Sami koşarak suya atladı. Küçük kızı kucaklayıp yüzeye çıkardığında, derin bir nefes alan Bade can havliyle onu kurtaran adama sarıldı sıkıca. Akın ise oturduğu yerde geri geri gitmişti. Yaşananlar karşısında o da en az diğerleri kadar şaşkındı. Bade korkuyla ağlamaya başladığında Murat havuzun başına koşup kızını kucağına aldı.
“Ne oldu böyle?”
Çilem de telaşla kızı ve kocasının yanına koştu. Köşede korkakça bekleyen Esma, Berke ve Emir’e annesi sorular sorarken, üçü de hiç söylemek istemeseler de bunu kimin yaptığı sorusuna karşı parmaklarını Akın’a doğrultmuştu. Herkes Akın’a döndüğünde küçük çocuğun içini büyük bir korku sardı. Havuzdan çıkan babası da ona öfkeyle baktığında ayağa kalktı.
“Baba…”
Babası onu dinlemeden “Seninle sonra görüşeceğiz.” demiş, öfkeli bakışlarını üzerinden çekmişti. Hepsi Bade’nin etrafında toplandığında Akın onu kimse dinlemediği için çok öfkelenmişti. Yerdeki kırılmış silahını eline aldı ve diğerlerine baktı.
“Çabuk Bade’den özür dile Akın!”
Annesinin sözlerine aldırmadan soğuk ve boş bakışlar gönderdi onlara, ardından koşarak eve girdi. Şeftali ağacının altında havluya sarılarak kurumaya çalışan Bade “Anne eve gidelim.” diye ağlamaya devam ediyordu. O sırada Emir elinde bir şeftaliyle ağaçtan atladı.
Ne ara ağaca çıkmıştı, kimse fark etmemişti. Bade’yi yatıştırmak adına ona bir şeftali uzattı. Bade, Emir’e bakarak uzanıp şeftaliyi aldı. O sırada Mesut konuştu:
“Şeftaliyi çok seviyorsun sanırım.”
Bade’nin dikkati dağılmıştı. Hafifçe başını salladığında Mesut devam etti:
“O zaman iyi ki kesmemişiz bu ağacı. Kesmeyi düşünüyorduk.”
Bade gözlerini silip “Kesmeyin.” demişti üzgünce. İçeriden onları dinleyen Akın şeftali ağacına bakıp geri çekildi ve yukarı çıktı. Temiz ve kuru kıyafetler giyen Bade ise gitmek için ısrar ediyordu. Onu ikna edemeyince ısrarına dayanamayıp gitmek için toparlanmışlardı.
Yukarıda merdivenin korkulukları arasından onları izleyen Akın ne hissettiğini bilemiyordu. Bir yandan çok öfkeliydi, diğer yandan çok üzgün.
“Böyle hiç olmadı, tekrar bekleriz.”
Kadının sözleri mahcubiyet doluydu. Çilem gülümseyip “Çocuklar işte.” diyerek onu rahatlatmaya çalışmıştı. Babasının kucağında kapıdan çıkmak üzere olan Bade, duyduklarıyla başını kaldırdı.
“Özür dilerim…”
Ailesinin biraz gerisinde duran Akın, gözlerini Bade’ye dikmişti. Herkes ona döndüğünde bir sessizlik oluştu. Ailesi şaşkındı. Çünkü Akın daha önce kendi isteğiyle hiç özür dilememişti. Elinde kırık oyuncağı, içinde kırık kalbiyle ağlamaktan kızaran mavi gözlere baktı. Bade ise onu umursamadan tekrar önüne dönüp “Baba eve gidelim.” demişti.
Böylece on beş yıl önce iki kalp birbirinden kırık ayrılmıştı. Ama bilmedikleri bir şey varsa o da bu hikâyenin böyle sonlanmayacağıydı. Ettikleri son kavga bu olmayacak, kırgınlıkları yalnızca bundan ibaret kalmayacaktı.
Günümüz
Akın zippo çakmağın kapağını kapatıp tekrar doğruldu.
“Nasıl olduğunu hatırlıyor musun?”
Sorumla başını iki yana sallayıp ellerini oyuncakların üzerinde gezdirdi.
“Tek bir şeyi hatırlıyorum.”
Meraklı bakışlarımla bana döndü.
“Saçların…” dedi. Ve ekledi. “Saçlarını çok beğenmiştim.”
Yüzümde ister istemez bir tebessüm oluştu. Onunla çocukken karşılaşmak nasıl bir şeydi acaba? İkinci kez kırdığım oyuncağı tekrar yerine bıraktığım sırada kapının zili çalmıştı.
Akın’a döndüğümde dikkatini oyuncaklardan çekip bana baktı.
“Yemek söylemiştim.”
Benden önce odadan çıkıp kuryeyi karşılamış, siparişi almıştı. İçeri geçip salondaki orta sehpayı koltuğa doğru yaklaştırdı. Yanına çöküp paketleri açmasına yardım ettiğimde burnuma gelen buram buram pizza kokularıyla açlığımı yeni fark etmiştim. Paketler açılır açılmaz bir dilim pizzayı elime aldığımda Akın kolaların birini açıp önüme koydu.
“Teşekkür ederim.”
Isırdığım sıcacık pizza ağzımı yakarken teşekkür etmeye çalışmıştım ki Akın elinin tersiyle hafifçe ağzıma vurdu.
“Ağzın doluyken konuşulmaz. Bunu sana ben mi öğreteyim.” Kaşlarımı çatıp ona döndüm.
“Teşekkür ediyoruz şurada.”
Beni umursamadan eline bir dilim pizza aldı.
“Hâlâ konuşuyorsun.”
Sustum. Ardından ikimiz de hiç konuşmadan yemek yemeye koyulmuştuk. Karnımı doyurduktan sonra sırtımı koltuğa yaslayıp bacaklarımı karnıma çektim. Başımı da geriye itip tavana bakmaya başladım. Tıka basa dolmuştum. Şimdi ise çok yemenin getirdiği bir ağırlık çökmüştü üzerime. Hatta midemde ufak bir ağrı hissediyordum. Hâlâ yemek yemekle meşgul olan Akın ise diğer yandan yanındaki açık tabletten tablo ve grafik benzeri bir şeyleri inceliyordu. O kadar dalmıştı ki benim varlığımı tamamen unutmuş görünüyordu. En iyisi onu rahatsız etmemekti. Kafamı tekrar geriye yaslayıp gözlerimi kapadım yavaşça. Gerçekten yorulmuşum. diye düşündüm kendi kendime. Bu işi de bırakmalı mıydım?
Sabah gözlerimi açtığımda esneyerek doğruldum ve pencereden odaya süzülen parlak güneş hüzmelerini izledim bir süre. Yemekten sonra aşağıda uyuyup kalmıştım. Beni buraya Akın getirmiş olmalıydı. Etrafa bakındığımda odada Akın’ı göremedim. Kulağıma ilişen kuş cıvıltıları içimi ısıtırken ayağa kalkıp komodinin üzerinde duran suyu elime aldım. Ama içerken yarısını olduğu gibi üzerime bocalamıştım. Neyse ki hava bugün sıcak görünüyordu. Elimi yüzümü yıkayıp odadan çıktım. Akın sanırım evde değildi. Mutfağa doğru yürüdüm, akşamdan kalan bir dilim pizzayı alıp ayaküstü yemeye başladım. O sırada bahçedeki Akın’ı fark ederek mutfağın kapısını açıp bahçeye çıktım. Arabasının başında, yanındaki kova ve süngerlerle etrafına bakınıyordu. Bir şey aradığı aşikârdı.
''Ne arıyorsun?''
Beni yeni fark etmiş gibi duraksayıp başını kaldırdı.
''Hortum.''
Ben de etrafa bakınmaya başladığımda ayak ucumda duran bahçe hortumunu gördüm. Son lokmamı da ağzıma tıkıştırıp eğildim ve hortumu elime aldım. Akın’a doğru ilerlerken bir yandan açmaya uğraşıyordum. Sanırım ona yardım etsem sorun olmazdı.
''Nasıl açılıyor bu?''
Birden açılan su olduğu gibi Akın’ın üzerine fışkırdığında telaşa kapıldım. Hemen suyu kapattığımda Akın öylece karşımda durmuş, gözlerini kapamıştı. Saçlarından yüzüne damlayan su damlalarıyla beyaz tişörtü vücuduna yapışırken, ıslanan saçları tutam tutam ayrılıp alnına düşmüştü. Gözlerimi vücudundan alamayarak “Yaptığım en güzel salaklık bu olmalı.” demiştim. Yavaşa açtığı, sinirden alev almış bal sarısı gözleriyle başparmağını ıslak dudağına götürerek kenarını sildi. Sözlerimle yüzünde muzip bir gülümseme belirirken vücuduna çarpan soğuk suyun şokuyla derin nefesler alıp veriyordu. Şaşkınca ona bakarken tişörtünü üzerinden sıyırıp atmış, ıslak saçlarının arasından geçirdiği eliyle saçlarını dağıtmıştı. Gözlerimden ayırmadığı gözleriyle bana doğru yaklaşırken, korkuyla geri geri birkaç adım attığımda yaslandığım arabayla kaçışım sona erdi. Tam önümde duran Akın’ın bir elini arabaya koyup üzerime doğru eğilmeye başlamasıyla nefesimin kesildiğini hissetmiştim. Onunla birlikte ben de geriye doğru eğilmeye başladığımda ne bir şey söylüyor ne de gözlerini gözlerimden ayırıyordu. Korkuyla öylece beklerken arabanın kaputunda duran süngeri alıp bana bakmayı sürdürerek geri çekildi. Birkaç adım gerileyip yüzündeki gülümsemeyi saklamadan dalgayla bana bakıp döndü. Tuttuğum nefesi dışarı verirken yutkundum. Kızmadığına göre bugün keyfi yerinde olmalıydı. Ne zaman geldiğini dahi fark etmediğim Berke beni sarstığında anca kendime gelmiş, şaşkınlıktan sıyrılmıştım. Gülerek bana baktı ve elindeki çikolata paketini gösterdi.
''Çikolata?''
Gülerek çikolatayı alacağım sırada Emir benden önce davranmış, çikolatayı almıştı.
''Hep sen mi yiyeceksin?'
Sinirle ona baktığımda üzerindeki ceketin cebini yokladı. Bir tane şeftali çıkarıp bana doğru attı. Şeftaliyi yakalarken anında sinirim yatıştı.
“Bu mevsimde nasıl buluyorsun bunu?” Emir göz kırptı.
“O da benim sırrım.”
Afiyetle şeftalimi yerken Ceyda, Akın’ın başında heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyordu. Geçen olanlardan sonra eski neşesi yerine gelmiş gibiydi. Akın da onu iyi gördüğü için rahatlamış görünüyordu. Berke esneyip karnını tuttu.
“Kahvaltı yaptınız mı?”
Başımı iki yana salladığımda Emir elini omzuma atıp “Harika, biz de yapmadık. Hadi menemen yapalım.” diyerek beni çekiştirmeye başladı.
"Ya Emir menemenden başka bir şey bilmez misin sen?"
Diğerlerini geride bırakıp içeri yürürken Emir gözlerini devirdi.
"Ya güzelim uzatma da yap işte çok canım istedi. Çok güzel yapıyorsun." Gülerek elimdeki şeftaliyi gösterdim.
“Bu bir rüşvet miydi?”
Emir kaşlarını kaldırdı.
“Hiç yapar mıyım öyle bir şey?”
Derin bir nefes alırken Berke arkadan bir çocuk edasıyla seke seke geldi. Emir’in sırtına atladı, sendeleyen Emir de Berke’yi tutmaya çalıştı. Az kalsın arada ben de kaynıyordum.
İkisi koşarak içeri girdiklerinde geriye dönüp baktım. Ceyda hâlâ Akın’a gülerek bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Gülmekten anlatamıyordu desem daha doğru olacak. Mutfağa girer girmez Berke ve Emir’in gösterisi karşılamıştı beni. Birinin elinde bıçak, diğerinin elinde tahta kaşık, çiftleşmeye hazır kuşlar gibi garip danslarını sergilemeye başlamışlardı. Berke dansına devam edip kendini gösterdi.
“Dünyanın en yakışıklı karizmatiği!”
Emir birden duraksadı. Elindeki tahta kaşığı kardeşinin kafasına vurdu.
“O benim repliğim aptal!”
Berke kafasını tutup ovdu. Ters ters Emir’e bakıp düşündü. “O zaman…” diyerek dansına devam etti:
“Dünyanın en zeki seksisi!”
Emir de bozuntuya vermeden devam etti:
“Dünyanın en yakışıklı karizmatiği!”
İkisi de kendi etrafında döndü. Emir kollarını ve bacaklarını iki yana açmış, Berke ise yere çöküp elindeki bıçakla her an savaşmaya hazır bir pozisyon almıştı. İkisi aynı anda bağırdı:
“Biz yakışıklı karizmatik zeki seksi Korel kardeşleriz!”
Şaşkınca onların dans gösterisini izlerken hiçbir şey söyleyememiştim. İkisi bir süre öylece durup benden bir tepki beklediler.
“Sen de öyle düşünmüyor musun Bade?” Ne diyeceğimi bilemeden onayladım:
“E-evet.” dediğim an hıçkırdım.
Hıçkırmamla etrafa bir sessizlik çöktü. Berke çaresizce yere yatıp kafasını önünde birleştirdiği kollarına koydu. Küsmüşe benziyordu. Emir’in ise yüzündeki sırıtma anında kaybolmuş, hayal kırıklığıyla havadaki kollarını indirmişti. Tam bir şey söyleyeceğim sırada Berke eliyle dur işareti yaptı.
“Sus daha fazla konuşma!”
Sanırım gerçekten küsmüştü. Emir bana doğru yaklaştığında tekrar bir şey söylemek için ağzımı açmıştım ki işaret parmağını dudaklarına koyup gözlerini kapattı.
“Şhh! Daha iyi şeyler söyleyip hıçkırmanı istemiyorum.”
Oldukça üzgün görünüyorlardı. Küsmüş Berke yerdeyken söylendi:
“En iyi gösterimizdi…”
Emir yavaşça geri çekildiği sırada duraksayıp bana döndü.
“Bundan kimseye bahsetme.”
O sırada Akın’ın sesini duyup geriye döndüm.
“Neyden?”
Ceyda’yla birlikte içeri girdiklerinde yerde yatan küsmüş Berke’ye bakmıştı.
“Önemli bir şey değil.”
Sözlerimin hemen ardından Emir kalbini tuttu.
“Hıçkırmadı…”
Dudaklarımı birbirine bastırarak onlara baktığımda ikisi de bana küsmüştü.
“Küstünüz mü gerçekten?”
İkisi de bana cevap vermedi.
“Barışırsanız sucuklu yumurta da yaparım.”
Berke birden ayağa kalkarken Emir de sırıtarak bana döndü.
“Olur barıştık.”
Bu kadar kolay olacağını düşünmemiştim. Emir sevinçle kafasını sallayıp tahta kaşığı tekrar eline aldı.
“Hadi başlayalım.”
Tezgâhın başına geçen Berke ve Emir’in ellerine dolaptan çıkardığım domatesleri tutuşturmaya başladım. İkisi de ‘Ben daha çok tutacağım.’ diyerek çocuksu bir savaşa girmiş, birbirlerini iteklemeye başlamışlardı. İkisinin kafasından tutup aralarına girerek onları birbirlerinden uzaklaştırdım.
“Çeneniz çalışacağına eliniz çalışsın.”
Çıkardığım sebzeleri yıkarken bir anlığına ortalıktan kaybolan Ceyda, geri dönüp elindeki tişörtü Akın’a uzattı. Akın tişörtü giyip bize yardım etmeye koyulmuştu. Diğer elinde eski model bir kamera tutan Ceyda kaydı başlatırken, Berke eğilip göz kırpmıştı.
"Nereden buldun bunu?"
Ceyda onu iteklerken her zamanki neşe dolu sesiyle cevap verdi:
"Alışveriş merkezinden kazandım. Deneyelim bakalım nasılmış." Yanıma gelip kamerayı yüzüme çevirdi.
"Güzel kızımız Bade. Ne yapıyorsun?"
Gülerek kameraya döndüğüm sırada Emir kolunu omzuma koyup kafasını uzattı.
"Fransız usulü mönömöne."
Gülmeye devam edip araya girdim:
"Biz ona menemen diyoruz."
Emir "Hayır bak, işin içine ben girince 'mönömöne' oluyor bir kere." diye itiraz ederken Ceyda kamerayı Akın’a çevirdi.
Akın dolaptan çıkardığı yumurtaları çırpıyordu. Emir’in saçmalamasını takmayarak Akın’la Ceyda’nın konuşmasını dinledim.
"Evet, karşınızda Akın Korel! Biraz korkunçtur kendisi-" diyerek söze başlayan Ceyda'yı susturan Akın olmuştu:
"Ön kamerayı açtın sanırım."
Ceyda bozuntuya vermeden dil çıkarıp Berke’ye yöneldi. Akın ise alayla ona bakıp güldü. Emir de Ceyda ve Berke’nin eğlencesine katılırken fark etmeden onları izlemeye koyulmuştum.
“Eğleniyor gibisin.”
Yanımda duran Akın bana bakarak söylemişti bunu.
“Onları seviyorum.”
Onların yanındayken garip bir şekilde aile sıcaklığını hissediyordum. Birbirlerine verdikleri değeri, aralarındaki bağı başta kıskansam da onları tanıdıkça kıskançlığım da yok olup gitmişti.
“Onlar da seni seviyor.”
O sırada diğer üçü çocuk gibi kamerayı tutma kavgasına tutuşmuşlardı. Hepsi kamerayı kendilerine doğru çekiştirirken güldüm.
“Onlar bahtsızlığımın kazandırdığı nadir güzelliklerden.” dedim.
Kaşlarımı kaldırıp ona bir göz attım. “Sen değil.”
Akın gülerek önüne döndü. Ben de önüme döndüğümde yarım kalan domatesi hızlıca doğramaya başladım.
“Beni sevmediğini mi ima ediyorsun?”
Alayla gülüp “Tabii ki seni sevmediğimi ima ediyorum.” dediğimde keyfim gayet yerindeydi. Ta ki hıçkırana dek. Hıçkırığımla diğerleri aniden kavga etmeyi bıraktı. Herkes donup kalmıştı.
“Bunu kaydettin mi?” diye sordu Emir sessizce.
Ceyda onayladı:
“Evet.”
Berke heyecanla bağırdı:
“İzleyeceğim! Ver şunu.”
Ceyda kamerayı kaptığı gibi salona koşmuştu. Diğerleri de peşinden koşunca mutfakta Akın’la baş başa kalmıştık.
Akın’ın gülümsemesi artmış, dişleri dahi görünmüştü. Kolunu tezgâha yaslayıp yavaşça bana döndü. Tam bir şey söyleyeceği sırada elimdeki bıçağı hızla ona doğrulttum.
“Tek kelime dahi etme.”
Yüzümü dahi ona dönmeden şaşkınlıkla kesme tahtasındaki küp küp doğranmış domateslere bakıyordum. Neden hıçkırmıştım? Daha düne kadar ondan ne kadar nefret ettiğimden emindim. Kendime dahi itiraf edemediğim neydi? Akın hemen burnunun ucunda duran bıçağı elinin tersiyle hafifçe yana itip bana bakmayı sürdürdü. Uzanıp önüme düşen saçı kulağımın arkasına itti. Ardından yaklaşıp kulağıma fısıldadı:
“Sevgine güvenebilirim sanırım. Ne de olsa yalan söyleyemezsin, değil mi Küçük Yalancı?”
Kulağıma çarpan sıcak nefesi tüm vücudumu uyuşturmuştu âdeta. Tüylerim ürpermiş, söyledikleri karşısında tek kelime dahi edememiştim. Beni köşeye sıkıştırıp eğlenmesini çok iyi biliyordu. Üzerime gelmekten de zerre çekinmiyordu. O muzip gülüşünü, alaycı bakışlarını göremesem de hissedebiliyordum. Yavaşça geri çekildiğinde derin bir nefes aldı.
“Bunun şerefine sana bugün biraz nazik olacağım.”
Buna bir son vermezsem benimle eğlenmeye devam edecekti. İçimde birden alevlenen öfkeyle bıçakla ona doğru hamle yaptığımda bileğimden tuttuğu gibi beni tezgâha yaslamıştı. Vakit kaybetmeden bileğimi kurtarmak için tekrar hamle yaptım, bedenimi kendiyle tezgâh arasına sıkıştırmıştı. Güçlü ellerinin arasından kurtulmama imkân yoktu.
“Tam da sana nazik olacağım derken…”
Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Yüzündeki alaycı gülüş hâlâ silinmemişti. Tepeden bana bakıyor, bileklerimi sıkı sıkı tutuyordu. Sinirim ona değil, kendimeydi. Ama bir anlığına hıncımı ondan çıkarmak istemiş, kendime engel olamamıştım.
“İçindeki öfke bana değil biliyorum.”
Sözleriyle şaşkınca ona baktım. İçimi mi okumuştu?
“Kendine duyduğun öfkeyi başkasından çıkarmaya çalışmak…Tam benlik bir hareket.”
“Sana benzediğimi mi söylüyorsun?” “Ne hissettiğini bildiğimi söylüyorum.” Sorumu resmen ağzıma tıkamıştı.
“Nefret duysaydın sıkıntı olamayacaktı değil mi?” Cevap vermedim.
“Ama bana nefret yerine sevgi duyduğun için sinirlisin.”
Dikkatle gözlerime bakarken yüzündeki alaycı gülümseme yavaşça solmuştu.
“Sevgi yerine nefretin normalleştirildiği bu dünyada daha nice aileler, nice arkadaşlıklar ve nice aşklar nefretle yitip gidecek…”
Bir süre sustu. Ardından yarım kalan sözlerine devam etti:
“Çünkü nefret etmek, sevmekten her zaman daha kolay ve zahmetsiz olmuştur.”
Birkaç adım çekildiğinde geriye dönüp kapıya doğru yürüdü. Bense tek kelime dahi edemeden öylece arkasından baktım. Tezgâha dönüp bıçağı sertçe bıraktığımda derin bir nefes aldım. Ona sevgi duymam pek önemli değildi. Önemli olan bunu onun bilmesiydi. Ellerine bana karşı kullanabileceği bir koz vermek veya bir bıçak vermek aynı şeydi. İkisinin de beni öldüreceğini çok iyi biliyordum. Kendime yapabileceğim en büyük kötülüğü yapmıştım.
Kahvaltıdan sonra diğerleri içeri geçtiğinde Ceyda’yla mutfakta kalmış, kahvemizi yudumlarken sohbet ediyorduk.
“Daha iyi misin?”
Ceyda sorumla gülümseyip başını salladı.
“Çok daha iyiyim. Senin kolun da iyileşmiş görünüyor.”
Bileğimi tutup onayladım. Akın bileklerimi tuttuğunda ağrımadığına göre iyileşmiş olmalıydı.
“Evet. Artık ağrımıyor.”
İkimiz de konuşurken zorlanıyorduk. O günden sonra olanları merak ediyordum ama nasıl soracağımı da bilememiştim. Hatırlatıp onu incitmek istemiyordum ama o da merakımın farkındaydı.
“O gün…”
Cesaret edip cümleye başladığında duraksayıp önünde birleştirdiği ellerine baktı.
“Sana teşekkür edecek fırsatım olmadı.” Derin bir nefes aldı.
“Gerçekten çok teşekkür ederim. O gün sen olmasaydın, ben-” Cümlesine devam etmesini istemeden uzanıp elini tuttum.
“Artık iyisin ya hiçbir şeyin önemi yok.”
Ceyda gülümseyip diğer elini elimin üzerine koydu.
“Babana ne oldu?”
Sorum onu rahatsız etmiş olacak ki geriye yaslanıp bana baktı. Ardından gözü kapıya kaymıştı. Dönüp baktığımda içeri Akın girdi.
“İçeride seni bekleyen biri var.”
Bunları söylerken bana bakmıştı.
“Beni bekleyen biri mi?” Akın başını salladı.
“Bir psikiyatriste gördüğün sanrılardan bahsetmiştim. Bugün uğrayacağını söylemişti. Sana söylemeyi unuttum, aklımdan çıkmış.”
O kızı bir süredir görmediğimi fark ettim. Ama onu hatırlamak dahi tüylerimi ürpertmeye yetmişti. Düşünceli hâlimi fark eden Akın “Sadece sohbet edeceksiniz.” diyerek beni rahatlatmaya çalıştı.
“Tamam.”
Ayaklanıp Akın’ın peşinden içeri girdim. Emir ve Berke’yle sohbet eden otuzlarına merdiven dayamış, koyu kahverengi saçlı, yeşil gözlü adam içeri girdiğimizde bakışlarını bize çevirmişti.
"Merhaba."
Gülümsedim.
“Merhaba.”
Adam bana yaklaşıp elini uzattı.
"Arslan."
Uzanıp elini sıktım.
"Bade."
Arkada duran Ceyda kibarca sordu:
“Bir şey içer misiniz?”
Adam Ceyda’ya döndü.
“Teşekkür ederim.”
Arslan, Akın’a baktığında Akın diğerleriyle birlikte yukarı çıkmıştı. Büyük salonda yalnızca ikimiz kaldığımızda Arslan koltuğa oturdu. “Buraya kadar geldiğiniz için teşekkür ederim.” Arslan dönüp bana baktı.
“Tabii ki gelecektim. Akın kolay kolay bir şey rica etmez.” Ben de karşı koltuğa oturdum.
“Arkadaşsınız sanırım.”
Arslan kaşlarını kaldırdı.
“Öyle de denebilir. Ona çok şey borçluyum.” “O zaman burada olma sebebiniz, borcunuz?” Arslan güldü.
“İşimi yapıyorum sadece.”
Böyle umursamaz hâl ve hareketleri olan biri işinde ne kadar iyi olabilirdi ki?
“Anladım.”
Derin bir nefes alıp geriye yaslanarak bana baktı.
“Nasılsın?”
Bir an duraksadım. Nasıl olduğumu kendime sormayalı uzun zaman olmuştu.
"İyiyim sanırım."
Arslan dikkatle bana bakarken hafif bir tebessümle konuştu:
“Akın’la ne kadar iyi olunabilirse o kadar iyiyim diyorsun?”
İstemsizce ben de gülmüş, ona bakmıştım.
“Akın’a ayak uydurmak zor, değil mi?” diye sordu.
Derin bir nefes aldım. Onun hakkında yakınabilme düşüncesi bile içimde bastırdığım duygu karmaşasını tekrar açığa çıkarmıştı.
“Aklım almıyor. Hiç ‘neden’ diye sorgulamıyor. Gözleri kapalı bir savaşçı gibi, olanlara sadece göğüs geriyor. Sadece savaşıyor. Gözlerini açıp etrafa baksa, neden diye sorsa belki…”
Duraksayıp ellerimi çaresizce iki yana açtım. Kime neyden bahsediyordum ben? Birden karma karışık cümleleri içimdeki birikmişlikle ardı ardına sıralamıştım. Kendimi tam olarak sözlerle ifade edeceğimi hiç sanmıyordum ama susmak da bu zamana kadar bir çözüm olmamıştı. Tekrar derin bir nefes alıp sakince konuştum:
“Hayatı gerçekten çok hareketli.”
Arslan sadece beni dinliyordu. Yüzünden ne düşündüğünü anlayamıyordum. Ne anlatırsam anlatayım yüzünde mimik olmayacaktı sanki.
“O bu yoğun tempoya, belaya, bütün kötülüklere alışmış. Olabilecek her şeye hazır. Çok güçlü evet ama herkesi de kendisi gibi zannediyor. Bataklık gibi, kendisi gömülürken diğerlerini de beraberinde götürüyor. Bu zamana kadar sakin ve rahat bir hayatım oldu. Bundan şikâyetçi de değildim. Ama Akın beni de peşinden sürükleyince bütün dengemi kaybettim. Onun hayatı benim kaldırabileceğim bir hayat değil.”
“Bu senin dünyanı nasıl etkiledi?” Düşündüm.
“Sanki yeryüzüyle gökyüzü yer değiştirmiş gibiydi. Bu zamana kadar sağ bildiğim sol oldu, yukarı bildiğim aşağı. Tüm kontrolümü, yönümü kaybettim. Sanki bir iple beni ona bağlamışlar gibi sadece peşinden sürüklendim durdum.” Arslan hafifçe başını yukarı kaldırdı.
“Biz o ipe kader diyoruz.”
Susup ona döndüm. Bütün bu olanlara kader deyip geçecek miydi?
“Bu kader değil. Ne olacağını önceden görebiliyorum. Kötü olduğunu görebiliyorum. Zarar göreceğimi görebiliyorum. Ama işte ondan kurtulamıyorum.” Arslan duraksadı.
“İnanç olarak bakıldığında kader önceden yazılmış ve bilinen bir şey, değil mi?” Tepki vermeden devam etmesini bekledim.
“Ama unuttuğun bir nokta var: Önceden bilinen kaderini aynı zamanda kendi ellerinle bilmeden şekillendirdiğin de bir gerçek.” Ardından şunları ekledi:
“Kendi ellerinle yarattığın kader aslında bildiğin bir bilinmezlik iken, olacakları önceden bilmen onu değiştirmeye yetmez.” Çatık kaşlarım yavaşça düzeldi.
“Bu bir paradoks yaratır. Senin sürüklendiğin yer tam da burası.” Kafamı önümde birleştirdiğim ellerime eğdim.
“Ne yapacağım o zaman?”
Arslan kafasını yana eğip hafifçe güldü.
“Sürüklenmek istemiyorsan sen onu sürükleyeceksin.”
Akın’ı sürüklemek benim için ulaşılması imkânsız bir şeydi. Tam onu çözdüğümü düşünürken bambaşka biri olup çıkıyordu karşıma.
“Çok karmaşık biri, değil mi? Seni rahatsız eden bu mu?”
Ona baktığımda gerçekten ilgili görünüyordu. İlk geldiği umursamaz hâllerinden eser yoktu.
“Beni rahatsız eden bu değil. Ona karşı duyduğum şüphe rahatsız ediyor beni. Kötü biri mi, iyi biri mi kavrayamıyorum. Bazen içindeki güzelliği göstermekten çekinmiyor. Bazense o kadar korkunç olabiliyor ki bir kalbi olduğundan bile şüpheleniyorum. Göğsünün içi bomboş sanki. Duygularını en köşede saklayan, bir vampirin kana susaması gibi sevgiye susayan, intikam ateşiyle gözleri kör olan, hayatı amaçsız bir oyuna çeviren, kendini siyahın en koyu tonuna gömüp o karanlıktan kurtarılmayı beklerken başkalarını da karanlığına gömen biri... Bunlar tüm güzelliklerini görmezden gelmeye yetiyor."
Arslan sessizce beni dinledikten sonra bir soru daha sordu:
"Sen? Sen kendini nasıl biri olarak görüyorsun?" Derin bir nefes alıp güldüm.
"Güllerle dolu bahçede küçük bir papatya gibi."
"Farklı."
Başımı iki yana salladım.
"Hayır, güllere ulaşmak için ezilmiş bir papatya gibi." Arslan geriye yaslanıp bana bakmaya devam etti.
"Bir bardak su alabilir miyim?"
Kafamı sallayıp mutfağa gittim. Şimdi de içimde garip bir burukluk vardı. Söylenecek, konuşulacak o kadar şey vardı ki… Bir bardak su doldurup Arslan’a verdiğimde teşekkür etti.
"Sana kaçırıldığın geceden sorular sormamın bir sakıncası var mı?"
Anlaşılan çoğu şeyden haberi vardı. Hafifçe kafamı hayır anlamında salladım. Arslan suyundan birkaç yudum alıp öne doğru eğildi.
"Nasıl oldu? Neler hatırlıyorsun?"
İçimdeki burukluk yerini yavaşça sıkıntıya bırakmıştı. Huzursuzlukla asla anımsamak istemediğim kötü ve karanlık anılarımı düşünüp anlatmaya başladım:
"Uyandığımda küçücük ve karanlık bir odadaydım. Üzerimde deli gömleği vardı. Nerede olduğumu anlamaya çalışırken birden odanın karanlık köşesinden ağlayan bir bebek sesi duydum.”
Bebeğin sesi tekrar beynimde yankılanırken kafamda büyük bir baskı hissetmiştim.
Gözlerimi kapatıp sakinleşmeye çalışırken Arslan sabırla beni bekledi. Gözlerimi tekrar açıp devam ettim:
“Üzerine benimki gibi bir deli gömleği giydirilmişti, ağlayarak bana doğru ilerlemeye başladı.”
Kopuk kopuk gelen hatıralarla tekrar duraksayıp yutkundum. Bedenimi saran ani sıcakla alnımdan terler dökülmeye başlamıştı.
“İyice yaklaştığında bebek çığlık atmaya başladı.”
Çınlayan kulaklarımla elimi başıma götürmüştüm ki karşıdaki büyük aynada kendi yansımamı gördüm. Ağzımdan süzülen kanlar çenemden ellerime damlıyordu. Dehşetle aynaya bakarken ellerimi yavaşça ağzıma götürdüm.
"Neden duraksadın?"
O an su zannedip içtiğim bir şişe kan gözlerimin önüne gelirken, ağzımda duyduğum kan kokusuyla birden öğürmeye başladım. O koku, o yapışkan his… Hepsini tekrar gerçekmiş gibi yaşıyordum.
"Bade?"
Hızlanan nefesim ve deli gibi çarpan kalbimle öğürmeye devam ederken birden zaman durmuş gibi bütün sesler kesilmişti. Bu sessizliği artık çok iyi tanıyordum. Yavaşça başımı çevirdiğimde aynadan bana bakan kızı gördüm. Onun da ağzı kanlar içindeydi. Boşluktan ibaret gözleriyle hareket dahi etmeden ileriye bakıyordu. Ceydalar yukarıdan hızla inip hemen bana doğru ilerlemeye başlamışlardı ki Arslan durdurdu:
"Bekleyin."
Hepsi duraksayıp bana baktıklarında endişeleri gözlerinden okunuyordu. Birden kızın bağırmasıyla irkilip kulaklarımı kapadığımda hızla ayağa kalkmıştım ki aynadan çıkmak için yumruklar atan kızın çığlıkları, ağlayışları içimde yankılanıyordu âdeta. Sallanan ayna duvara çarptıkça o kadar korkunç bir gürültü çıkarıyordu ki… Aklımı yitirmemek imkânsızdı.
Göğsümde hissettiğim inanılmaz baskıyla yere çöktüğümde Akın sabredemeyerek bana doğru ilerledi. “Bekle Akın.”
Onu dinlemeden yürümeye devam ettiğinde Arslan, Emir ve Berke’ye başıyla işaret etmişti. Emir ve Berke hemen Akın’ı tuttu, Akın ellerinden kurtulmaya çalışırken bağırdı:
"Bırak! Öylece izlemenin ne manası var!?” Arslan onun önüne geçti.
“Sen ne yapabileceğini düşünüyorsun?”
Zorla dizlerinin üzerine çöken Akın tekrar bağırdı:
“Ona dokunduğumda onu görmüyor!"
Herkes şaşkınca sustu. Bu doğruydu. Akın’a dokunduğum an o kız gözlerimin önünden kayboluyordu. Ne ara fark etmişti bunu? Birden kırılan aynanın sesini duydum, çığlıklarla gözlerimi kapatıp kafamı yere gömdüm. Emir ve Berke, Akın’ı gerçekten güçlükle tutuyorlardı. Her an ellerinden kurtulabilirdi.
"Korkusunu kendisi yenmediği sürece bu böyle devam edecek."
Akın sinirle Arslan’a bakarken cevap verdi:
"Buna daha hazır değil!"
Ben acıyla kıvranıp yerleri tırmalarken kırık ayna parçalarının arasından doğrulan kız bana doğru koştuğunda çaresizce bağırarak ağlamaya başlamıştım. Çığlığım evin her köşesinde yankılanıyor, Akın da “Bırakın!” diyerek ayağa kalkmaya çalışıyordu. Korkuyordum. Deli gibi, iliklerime kadar korkuyordum.
"Emir bırak!"
Akın’ın bağırışının ardından üzerime atlayan kız, çıplak elleriyle bana saldırıyordu. Nefes dahi alamadan kızın ellerinden kurtulmak için çabalıyordum. Kaçmaya çalıştıkça sanki bedeni daha da büyüyüp güçleniyor, üzerime çullanıyordu. Aklıma dank eden düşünceyle duraksadım. Kızın hareketleri, diğerleri sanki ağır çekime girmiş gibiydi. Kaçmak ne zaman çözüm olmuştu ki? Bu zamana kadar kaçarak neyi elde etmiştim? Kaybedecek neyim vardı? Birden kızın boğazına yapıştığımda kız ağır bir darbe almış gibi burnundan kanlar süzülmeye başlayarak bağırmayı kestiğinde, bu kez o kendi canının derdine düşmüş gibi boğazındaki ellerime sarılmıştı. Moraran bembeyaz teni bir ceset kadar soğuktu. Dakikalar boyunca kızla savaştığımda ilk önce gözlerindeki boşluk kaybolmuş, yerine siyah boncuk gözleri gelmişti. Sonra bileklerimi tutan elleri gevşemiş, kolları iki yana düşmüştü. Gözlerimin önünden yavaşça silinip giden kızla denizin yüzeyine çıkmış gibi derin bir nefes almış, aynı anda diğerlerinin elinden kurtulup yanıma gelen Akın’a tutunmaya çalışmıştım. Yüzümü ellerine alırken endişeli gözlerle bana bakıyordu. Yorgunlukla gözlerimden şakaklarıma yaşlar süzüldüğünde kan ter içinde kalmış bedenimi tutan Akın, geçtiğini söyleyerek beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Sıkı sıkı onu tutarken yutkunarak yalnızca "Uyumak istiyorum." diyebilmiştim. Beni kucaklayarak ayağa kalkıp yukarı çıkmaya başladı. Peşimizden elinde bir bardak suyla koşturan Ceyda ise oldukça endişeli görünüyordu. EMİR’DEN
Çaresizce olup bitenleri izlemiştim. Ellerimin altında kurtulmak için çırpınan Akın’ı, karşımda kıvranan Bade’yi gördükçe içimden bir şeylerin koptuğunu hissediyordum sanki. Elimden bir şey gelmiyor, sanki kendime hâkim olabilmişim gibi bir de Akın’ı tutmaya çalışıyordum. Olanlara tepkisiz kalmak için kör ve sağır olmak gerekiyordu. Bade’yi yukarı çıkaran Akın tekrar aşağı indiğinde yüz ifadesi her zamankinden farklı görünüyordu. Öfke ve endişeden ziyade, başka bir ifade vardı yüzünde: üzgündü. Gerçekten üzgün görünüyordu.
“Akın…”
Berke’nin dudaklarından dökülen fısıltıyla ona döndüm. O da bunu fark etmiş gibi oldukça şaşkındı. Akın aşağı indiğinde etrafa göz gezdirdi. Tekli koltuğa oturarak elini saçlarından geçirdi ve Arslan’a baktı. "Bu böyle devam edecek mi?" Arslan derin bir nefes aldı.
“Emin değilim. Çok büyük bir psikolojik şiddet gördüğü kesin. Buna benim yapabileceğim pek bir şey yok. Bu durumda benden çok sizin yardımınız ona faydalı olacaktır.” Duraksayıp o da koltuğa çöktü.
“Ona zaman verip yanında olduğunuzu, güveninizi, sevginizi hissettirirseniz eminim eninde sonunda atlatacaktır.”
Arslan'ın sözleriyle bir süre ortalığa sessizlik çöktü.
"Belki…” diye söze başladığım sırada diğerleri bana döndü.
“Belki ondan uzak durursak, yaşadıklarını unutması daha kolay olur. Olanları hatırlamazsa o kız da eninde sonunda bizimle birlikte unutulup gider." Akın anlamsız bir sinirle bana döndü.
"Bunu düşünen yalnız sen değilsin. Yalan dahi söyleyemezken onu kendi hâline bırakırsak sessiz sedasız yaşayacağını mı sanıyorsun? İstese de yapamaz. Polis zaten ensemde, bir açık bulmak için fırsat kolluyor. Ben dahil hepiniz yanarsınız."
Hızlı hızlı kurduğu cümlelerle derin bir nefes alıp elini tekrar başına götürdü.
“Yağız zaten ayrı bir dert. Onun peşini bırakmaya niyeti yok.”
Haklıydı. Bade geride bıraktığı en büyük delildi. Ve bir bomba gibi yanımızda dolanıyordu.
Pimini çektiğimiz an onunla birlikte biz de patlayacaktık. Akın ayağa kalktı.
"Esma'nın katillerini bulmadan ne ölmeye ne de içeri tıkılmaya niyetim yok."
İntikamla kör olan gözleri görmek artık beni üzmüyor, sadece sinirlendiriyordu. Yıllardır ağzında zikrettiği tek şey intikamdı. İntikam için uyanıyor, intikam için uyuyordu. Bundan, önce annesi sonra babası yorulmuştu. Şimdi ise biz yorulmaya başlamıştık. Onun peşinden koşmayı hiçbirimiz kaldıramaz olmuştuk.
“Abi artık vazgeç.”
Berke’nin beklenmedik sözleriyle herkes ona döndü. Başını öne eğmiş, sıktığı yumruklarıyla söylemişti bunları.
“Yıllardır elimizden geleni yapmamıza rağmen tek bir ipucu dahi bulamadık.” diye devam etti.
Akın birden ayağa fırlayıp Berke’nin yakasına yapıştığında “Neyden bahsediyorsun sen!?” diye bağırmıştı amansızca. Bakışlarını Berke’ye dikmiş, gözleri içinde yanan yangını yansıtıyordu âdeta.
“Esma’nın ölümünü sineye çekip bunun peşini bırakmak mı!?”
Bağrışmaların ardından aşağıya inen Ceyda ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Berke başını kaldırmadan yere bakmaya devam etti.
“Çok zaman geçti-“
Akın, Berke’nin sözlerini bitirmesine izin vermedi.
“Zaman mı? Zamanın iyileştiremeyeceği, unutturamayacağı şeyler de var!” Berke’yi kendine doğru çekti sertçe.
“Bin yıl geçse de bu davadan vazgeçmeyeceğim, hiçbir şeyi unutmayacağım!”
Savrulan Berke, onun gücüyle başa çıkamayacağını bildiği hâlde ayakta durmaya çalıştı.
“En başında intikam alacağımıza dair yemin eden biz değil miydik? Bu işi burada bırakmayacağımızı, ne olursa olsun bunu ödeteceğimizi söyleyen-”
Akın’ın sözlerini bölen bu kez Berke oldu. Kafasını hızla kaldırıp gözyaşları içinde birden bağırdı:
“Bundan yorulduk artık!”
Ani bir sessizlik çöktü ikisine de. Akın öylece kalmış, çatık kaşları yavaşça düzelmişti.
“Sabah akşam intikam, intikam, intikam! Başka hiçbir şey bildiğin yok! Annemin, babamın kızlarının ardından kaybettikleri oğullarına da üzülmelerine artık dayanamıyorum!” Yaklaşıp Akın’ın kolundan tuttum.
“Doğru söylüyor Akın.”
Akın dönüp bana baktı. Taviz vermeden gözlerimi gözlerine diktiğimde tekrar konuşan Berke’ye döndü.
“Bizi mahveden ablamın ölümü değil, sen oldun.”
Gözlerinden akan yaşlarla doğruca Akın’a bakarken devam etti:
“Keşke…” dedi, “Keşke ablam yerine sen ölseydin.”
“Berke!”
Sinirle ona bağırdım. Haddini aşıyor, daha sonra pişman olacağı şeyler söylüyordu. Haklı olduğu yerler vardı. Bu durumdan biz de bıkmıştık ama bunu yanlış şekilde söylüyordu.
“Bunu ben de dilerdim.”
Sakince bunları söyleyen Akın, yavaşça Berke’nin yakasını bıraktı. Geri çekilip arkasını döndü ve “Gidin.” dedi.
Bu durumda daha fazla burada kalamazdık zaten.
“Ceyda.”
Ceyda’ya döndüğümde o da bana bakmıştı.
“Bade’yi de al, gidiyoruz.” Akın birden öfkeyle bana döndü.
“Bade hiçbir yere gitmiyor.” dedim.
Ben de ona dönüp “Burada kalırsa daha kötü olacak.” dediğimde gittikçe yükselen sesiyle bağırdı:
“Nasıl olduğu umurumda değil! Burada, gözümün dibinde duracak!”
Hepimizin korkusu, Bade çok sorun olursa onu ortadan kaldırmak istemesiydi. Bunu tahmin ettiğim için Bade’yi götürmek istemiştim. Kendimi daha fazla tutamayarak söylendim:
"Nasıl olduğu umurunda değil mi?”
O kadar sinirliydi ki söyledikleri ve yaptıklarının çeliştiğini dahi fark edemiyordu.
“Umurunda olmasa Bade acı içinde kıvranırken ona yardım etmek için çıldırmazdın abi. "
Bir şey söylemeden bana baktı, yavaşça geri döndüm ve diğerlerine de işaret ederek evden çıktım.
|
0% |