@msmarvi
|
Keyifli okumalar. 🥰🎉 Sabahın erken saatleri olmasına rağmen sıcak bastırmaya başlamıştı. Ağaçlara gizlenmiş cırcır böcekleri sıcak arttıkça daha sesli ötüyor, kuşlar süs çeşmesinde çırpınarak yıkanıyorlardı. Alçin yelpazesini sallamayı bırakıp başını oturduğu sandalyeye yasladı. "Saat kaç oldu Jules?" Jules, heykellerin gölgelerine sığınarak su içen çalışanları izlemeyi kesip Alçin'e döndü ve cebindeki köstekli saatine baktı. "11.23" Jules biraz şaşkındı. Çünkü Alçin uyanır uyanmaz ön kapıya inmişti. Normalde ön bahçeye inmez genelde odasının terasında dolanırdı. "Bir sorun mu var Alçin hanım?" Jules'un sorusuyla Alçin başını hafifçe ona doğru çevirdi. "Hayır." Jules başka soru sormadı. Sessizce Alçin'in arkasında onu beklemeye başladı. Alçin tekrar önüne dönüp yelpazesini açtı ve sallamaya başladı. Sabahtan beridir Merih'in gelmesini bekliyordu ama kapıyı çalan tek şey rüzgarın beraberinde getirdiği yaprak ve tozlardı. İçindeki geleceğine dair inancı yavaşça öfkeye dönerken yelpazeyi sertçe kapatıp hızla ayağa kalktı. Anlaşılan gelmeyecekti. İstifini bozmadan onu izleyen Jules tam ağzını açtığı sırada birden kapının çalındığını duydu. Alçin duraksayarak geri döndü. Yüzünde fark etmediği zafer gülümsemesiyle bağlı gözlerini doğruca kapıya dikti. Açılan kapının gıcırtısını duydukça yüzüne her zamanki sert ifadesini takınarak ellerini önünde birleştirdi ve beklemeye başladı. Kim olduğunu sormamak için kendini zor tutuyordu. Çünkü Jules'un onun birini beklediğini düşünmesini istemiyordu. Jules ise, Merih'i görür görmez Alçin'in sabahtan beri neden kapının önünden ayrılmadığını anlamıştı. Annesiyle birlikte evin bahçesinde ilerleyen Merih, kapıda bekleyen Alçin'i gördüğünde içindeki sıkıntıyla derin bir nefes aldı. Teklifi kabul etmek gibi bir niyeti olmasa da Buğra sabaha kadar ne yapıp edip fikrini değiştirmiş en azından denemesini söylemişti. Annesi de yeni iş buldukları için mutlu olmuş sabaha dek aşçı olarak yapabileceği tarifleri bir deftere yazmıştı. Annesinin de isteğini gördükten sonra kendini burada bulmuştu. Bahçeye girer girmez onları karşılayan heykeller kasvetle kucak açmıştı onlara. Dilay şaşkınca etrafa bakıp Merih'e biraz daha yaklaştı. "Eğer anneni üzersen sen de böyle taş olursun." Dilay'ın sözleriyle yüzü gülen Merih içindeki sıkıntıyı bir an dağıtan annesine bakıp saçlarını öptü. "Haklısın." Yanlarından geçtikleri çeşmeye takılan Dilay ellerini suyun içinde yıkanan kuşlara uzattı gülerek. Korkup kaçan kuşların kanatlarından sıçrayan su damlalarıyla yüzünü sildiğinde koşup önde ilerleyen Merih'e yetişti. Biraz daha ilerleyip eve yaklaştıklarında merdivenlerin önünde durdular. Birkaç basamaktan ibaret olan evin girişinde dikilen Alçin adım seslerinin durduğunu duyduğunda konuştu. "Geleceğini düşünmemiştim." Merih, Alçin'in her zamanki zayıf bedenini saklayan uzun elbisesine baktı. Ama bu kez rengi kırmızı değil siyahtı. Esen rüzgarla uzun düz saçları uçuşuyor, elbisenin uzun eteğinden görünen ayakları çıplak, mermere basıyordu. "Ben de düşünmüyordum." Onu ikna eden her ne ise Alçin'in pek umurunda değildi. Sonuçta buraya gelmişti. Dilay sessizce oğluna yaklaşıp Alçin'i işaret etti. "Sabah uyandığında uyku bandını çıkarmayı unutmuş." Merih sessiz olması için onu uyardığında Alçin bunu duysa da duymazlıktan geldi. "İçeri gelin. Size odalarınızı göstereceğim." Yavaşça geri dönüp yürümeye başladığında Merih ve Dilay da onun peşinden yürümeye başladılar. "Bugünlük dinlenip eve alışmaya çalışın. Yarın çalışmaya başlayabilirsiniz." Alçin sözleirni bitirir bitirmez etrafa bakınarak yürüyen Dilay büyülenmiş gözlerini Alçin'e dikip yanına ilerledi. "Ben bütün tariflerimi defterime yazdım. Bak bu sayfada çorbalar var-" diyerek heyecanla konuşmaya başlayan Dilay'ı susturan Merih oldu. "Anne." Merih, annesine Alçin'in kör olduğundan bahsetmediğini yeni fark etmişti. Alçin gözlerinin önüne sunulan defterin kokusunu alabiliyordu. Bir süre öylece bekledi. Ardından "Eminim çok lezzetlidir." dedi. Jules araya girdi. "Alçin hanım görme yetisini altı yaşında kaybetti." Dilay utançla defteri kapatıp göğsüne bastırdı. Çok üzülmüştü. Niyeti onu incitmek değildi ama bilmeden onu incitmiş olmalıydı. Hemen Alçin'in yüzüne baktı. O kadar soğuk ve donuktu ki ne hissettiğini anlayamıyordu. "Ben..." Ne diyeceğini bilemeyerek birkaç adım geri çekildiğinde Alçin yürümeye devam etti. "Tatmak için sabırsızlanıyorum." Merih bir elini annesinin omzuna koyup kulağına yaklaştı. "Özür dilerim. Sana bundan bahsetmeyi unuttum." Dilay göğsüne bastırdığı defteri sıkarak Alçin'in peşinden yürümeye devam ettiğinde Merih bir elini yüzüne sürüp hâlâ bundan bahsetmeyi nasıl unuttuğunu düşünüyordu. Biraz yürüdüklerinde birkaç koridora açılan büyük bir kemer kapının önüne geldiklerinde Alçin aklına gelenle duraksadı. "Bu arada, heykellere sakın dokunmayın." Demesiyle çoktan elini uzatıp parıl parıl parlayan heykele dokunan Dilay'la heykelin sallanarak yere düşmesi ve paramparça olması bir olmuştu. Korkuyla geri çekilip Merih'in arkasına saklanan Dilay "Sana heykellere dokunmaman gerektiğini söylemiştim Merih." diyerek suçu oğlunun üzerine yıkmıştı. Jules istemsizce gülerken Merih şimdiden başına alacağı belaları sezebiliyordu. "Korkarım bunu ödemek zorunda kalacaksınız." Jules'un sözlerinin ardından Alçin devam etti. "Babam elinden çıkaramadığı heykellerden bu şekilde para kazanıyor." Merih şaşkınca ona baktı. "Nasıl yani?" Alçin yürümeye devam edip doğruca karşı koridora yürüdü. "Bu koridorlar bütün eve uzanıyor. Evin bir yerine gitmek için mutlaka buradan geçmen gerek. Babam satılmayan, hatalı ya da beğenmediği heykelleri bu dar koridorlara yerleştirip heykelleri kıran çalışanları tuzağa düşürüyor. Şanslı dokunuşu yapan kişinin maaşından heykelin değeri kadar her ay bir miktar kesiliyor. Böylece satılmayan heykeller de para kazandırıyor. " Merih şaşkınca Alçin'in anlattıklarını dinlerken daracık koridorlara baktı. Bu dar koridorlarda elleri dolu yürüyen bir çalışanı düşündüğünde heykellere dokunmamak olanaksız gibi geliyordu. Birden bir kırılma sesi daha geldiğinde Merih sinirle gözlerini kapattı. Ama bu kez heykeli kıran ne annesi ne de başkasıydı. Uzun boyu ve yapılı vücuduyla güç bela geçtiği dar koridordaki son heykele Merih'in omzu çarpmasıyla heykelin omzuyla birlikte sol kolu kopup yere düştü ve parçalara ayrıldı. "Heykellere omuz atmamalısın Merih. Çok sağlam değiller." Dilay'ın sözleri yaşlı Jules'u biraz daha güldürdü. Kısık gözlerini biraz daha açıp delikanlının güçlü vücuduna baktığında gençliğini hatırlayarak ona biraz şefkat duymuştu. Sıkıntıyla omzunu çırpan Merih başını eğerek çıktığı koridordan annesinin de çıkmasını bekledi. Merih'le göz temasından kaçınarak hızlı hızlı koridordan çıkan Dilay öndekileri takip etmeye devam etti. Merih de peşlerinden gittiğinde çok geçmeden yan yana duran iki beyaz kapının önünde durdular. Jules soldaki kapıya ilerleyip açtı ve içeri girdi. "Burası sizin için." diyerek Dilay'a baktığında Dilay yavaş adımlarla içeri girdi ve etrafa bakmaya başladı. Yeterince geniş olan oda ağırlıklı beyaz rengiyle ferah ve sade görünüyordu. Bir çalışan odasından çok aileden biri için dizayn edilmiş gibi konforluydu. "Beyazı severim. Beyaz güzel." Ardından hızlı hızlı cam kenarına geçti. Arka bahçeye ve sık çam ağaçlara bakarak gülümsedi. "Ağaçlar görünüyor. Güneş sabah odamda beni uyutmayacak." Dilay kendi kendine söylenirken odadan çıkan Jules sağdaki kapı açtı. "Burası da sizin için." Odaya Merih'ten önce yine Dilay girdi. Hemen etrafa bakıp doğruca cam kenarına gitti. Ama yüzü endişeli görünüyordu. Garip mırıltılarla camın önünde dolanıp dururken Alçin'in onu dikkatle dinlediğinden haberi yoktu. "Bir sorun mu var?" Yüzünü Dilay'a çevirmiş çıkardığı mırıltıları anlamaya çalışıyordu. Dilay duraksayıp Alçin'e baktı. Bir an kararsız kalsa da konuştu. "Pencerede çocuk kilidi olsa iyi olurdu." Dilay bazen Merih'in artık büyüdüğünü fark edemiyordu. Aklında ve yüreğinde hep küçük bebeğin ellerini, bakışlarını ve kokusunu hatırlıyordu. Ayırt edemediği gerçekle bir an pencereden aşağı oğlunun düşebileceğinden endişelenmişti. "Buna gerek yok anne-" Merih durumun farkına varıp ona açıklama yapmaya başlamıştı ki Alçin konuştu. "Jules en kısa zamanda pencereye çocuk kilidi takılsın." Jules bir pencereye bir de Merih'e baktı. İstese de yapılı vücudunun o pencereden geçmesine imkan yoktu. Dilay memnun olmuş bir ifadeyle tekrar pencereye döndü. Alçin ise odadan çıkarken hafifçe Merih'e dönüp alay etti. "Bebek bezine ya da mamaya ihtiyacın olursa çekinme." Merih'in cevap vermesini beklemeden odadan çıktığında Jules da onu takip etmişti. "Bugün dinlenip eve alışmaya ve yerleşmeye başlayın. Herhangi bir sorun olduğunda doğruca bana gelmenizi istiyorum." O sırada arkadan yaklaşan baston sesiyle Alçin konuşmayı kesmiş tüm vücudu gerilmişti. "Alçin." Jules sesi duyar duymaz dönüp Atilla Bey'e selam verirken Alçin bir anlığına arkasında yükselen heykellere dönmüştü sanki. Kaçmak istedi ama bu asla yapamayacağı bir şeydi. Babasının elini omuzunda hissedince irkildi. "Zamanı geldi." Merih ve Dilay'ı fark ederek yüzündeki ifade biraz daha sertleşmiş, tavizsiz ve otoriter bakışlarıyla uzun süre ikisine bakmıştı. Dilay hafifçe Merih'in arkasına yöneldiğinde annesinin ürktüğünü fark ederek Merih de Atilla'nın bakışlarına karşılık vermişti. Geri adım atacak değildi. Atilla bugüne dek kimsenin cesaret edemediği doğruca meydan okuyan gözleri görmek içinde anlam veremediği bir his doğurmuştu. Bu his tanıdıktı ama uzun süre önce gömülmüş gibiydi sanki. Bu bakışlar birini hatırlatıyordu ona. Bir an gözlerinin önüne gelen büyük oğlu Onur'un da ona böyle baktığını hatırlamıştı birden. Çatık kaşları yavaşça düzelirken yüreği büyük bir özlem ve acıyla kavrularak Dilay'a bakmıştı ki onun bakışlarında ise büyük kızı İnci vardı. Uzun zaman önce sardığını sandığı yarası gün yüzüne çıkar çıkmaz tüm mantığını yitirmişti adeta. Ama çok sürmedi. Birkaç saniye dahi sürmesine izin vermeden kendine geldi. Elini Alçin'in omzundan çekip Jules'a döndü ve yürümeye başladı. "Bir şey yedi mi?" Jules onu takip ederken saatini çıkarıp kontrol etti. "En son öğünün ardından tam yirmi dört saati geçti." "Güzel, ilaç da içmedi değil mi?" "Hayır efendim." Biraz ilerlemişlerdi ki Alçin'in hâlâ kapının önünde dikildiğini fark eden Atilla durdu, döndü ve bastonunu iki kere yere vurup kızına seslendi. "Alçin." Alçin'in titrediğini fark eden Merih ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bir gün boyunca yemek yememiş miydi? Nereye gidiyordu? Tedavisi mi vardı? Ona doğru uzanacak gibi olmuştu ki Alçin dönüp yürümeye başladı. Bir süre kızını izleyen Atilla da tekrar yürümeye başladığında Merih uzun süre Alçin'in peşinden baktı. Hastalığını gerçekten merak ediyordu. "Sen kıyafetlerini yerleştir. Ben de kendiminkini yerleştireceğim." Annesinin sözleriyle dikkati dağılan Merih Alçin'in arkasından bakmayı kesti, yerdeki el valizlerinden birini alıp annesinin odasına bıraktı. Defterini özenle masaya bırakan Dilay ise hızla valizdeki kıyafetleri çıkarmaya başlamıştı. Merih de odasına dönüp yerleşmeye başladığında zihni yine annesinin iyi olup olmayacağıyla meşguldü. Mutlu ve memnun görünmesine rağmen bu işi de batırma endişesi içinde olduğunun farkındaydı. Buraya gelmeden önce onu rahatlatmaya çalışsa da anlaşılan çok başarılı olmamıştı. Neyse ki bugün hemen çalışmaya başlamamışlardı. En azından Dilay biraz olsun eve alışır kendini yarına hazırlayabilirdi. Tam her şeyi yerleştirdiği sırada odasına gelen annesi Merih'in yerleştirdiği eşyaları ve kıyafetleri beğenmeyip baştan yerleştirmeye başladığında Merih boşa uğraştığını anlayarak sessizce yatağına çökmüş ve bir süre annesini izlemişti. Annesinin mırıltılı şarkısını dinleyerek tekrar ayağa kalktığında etrafa bakmak için odada dolanmaya başladı. Eşyaları; yatağı, çekmeceleri, hatta avizeyi dahi, odanın her köşesini bir kamera ya da dinleme cihazı var mı diye aramıştı. Ardından cama yönelip dışarıya baktı. Bahçedeki çalışanları, etrafı saran ağaç ve heykelleri de kontrol ettiğinde bu kez annesinin odasına yöneldi. Bunu içine doğan şüphe veya bir rahatsızlıktan dolayı değil eski mesleğinin onda bıraktığı sıkı tedbirden dolayı yapıyordu. Annesinin odasında da bir şey çıkmadığında tekrar kendi odasına döndü. Geri kalan saatleri annesine yardım etmekle, kapıya kadar gelen akşam yemeğiyle ve yapılan sözleşmeyi okuyup kontrol etmekle geçmişti. Saat gece yarısına yaklaştığında annesi uyuyacağını söyleyerek odasına çekilmişti. Merih de üzerini dahi değiştirmeden yatağa uzandı öylece. Gözlerini tavana dikip yanında komodinin üzerinde yanan abajurun sarı ışığının altında farkına varmadan yine düşüncelere dalıp gitmişti. Bir eli başının altında diğer eli nefes alış verişleriyle yükselip alçalan karnındaydı. Ne düşündüğünü kendisi de bilmeden birbiri ardını kovalayan planlar, olasılıklar, korkular bedenini lanetli bir ruh gibi ele geçirmişti. Öylece uykuya daldığından habersiz yine aynı rüyayı görmeye başladı. Ona gülen silah arkadaşları Merih'in omzuna vurarak kahkahalarıyla bir şeyler söylüyorlardı. Arkadaşları ondan yaşça büyük olsa da çok geçmeden ona çaylak muamelesi yapmayı bırakmış aralarına almıştı. Merih mutluydu. Görevler, operasyonlar onu zorlasa da sırtını dayadığı arkadaşlarına duyduğu güvenin haddi hesabı yoktu. Hayatı sonunda yoluna girmiş, yaşamın sorumluluğunu rahatlıkla omuzlayabilecek kadar büyümüştü de. Birden amansız bir karanlık çöktü gözlerine. Simsiyah bir boşlukta parlak bir ışık yalnızca ona vuruyordu. Ardından bir soğuk ürpertti içini. Ellerinde hissettiği yapışkan sıcaklıkla ellerine baktı. Kıpkırmızı kan ellerinden postallarının ucuna damlarken nefesi hızlanmaya başladı. Alıp verdiği hızlı nefeslerinin buharı soğukta çözünüp yükseliyordu. Üzerinde üniforması ayak ucunda öylece duran silahı ve tüm çevreyi kaplayan mermilerle koca karanlık boşlukta unutulmuş gibiydi. Birden ayaklarının altındaki silah arkadaşlarının ölü bedenlerini fark etti. Ona gülen yüzler soluk, üzerlerinde üniforma, ellerinde silahlarıyla birer soğuk cesete dönüşmüştü. Kiminin gözleri açık, kiminin kapalıydı ama hepsi kanlar içinde, vücutları delik deşik cesetlerden bir dağ oluşturmuşlar Merih de en tepede kanlı elleriyle üzerlerinde dikiliyordu. Gördüğü her tanıdık simayla tüm kanının çekildiğini hisseden Merih nefes almak istedi ama ağzını sımsıkı kapatan bir el vardı. Birden ayaklarının altındaki cesetlerin arasından başka eller de yükselmeye ve Merih'in bedenini tutmaya başladılar. Kollarını, bacaklarını, boynunu, omuzlarını... Onu kavrayan her el bedenini aşağı çekmeye başladığında ayaklarının altında yatan ölü silah arkadaşlarının arasına gömülmeye başladı yavaşça. Çırpınarak kurtulmaya çalıştı. Gözlerinden akan yaşlarla bağırmak, konuşmak istiyordu. Ama ağzını kapatan o sımsıkı el tek kelime etmesine dahi müsade etmeden cesetlerin arasında kan ve etlerle boğulması için onu daha da aşağı çekiyordu. Gittikçe kaybolan ışıkla en son gördüğü havaya kaldırdığı kanlı eliydi. Birden irkilerek uyandı. Hızla doğrulup cesetlerin arasından sıyrılmak isteyerek elleriyle çırpınmıştı. Eline çarpan abajur yere düştüğünde kendine geldi. Derin nefeslerle hızla kalktığı yatağa tekrar oturdu. Yerde sağa sola sallanan abajura bakarken dirseklerini dizine koyup ellerini yüzüne götürdü. Avuçlarına düşen sıcak gözyaşlarıyla sesini çıkarmamak için bir elini ağzına kapatıp diğer elini saçlarına daldırdı. Önceden çok sık gördüğü bu rüyayı son zamanlarda görmez olmuştu. Ansızın her şeyi tekrar hatırlamak içinde depremler yaratmaya yetmişti. Bir an nerede olduğunu dahi hatırlamadı. Hapisane hücresinde o soğuk ve sert yatakta yattığını düşünmüştü. Kendine geldikçe nerede olduğunu hatırladı. Derin nefesler alarak sakinleşmeyi, uyuşan bedeninin çözülmesini bekledi. Geçmiş peşini bırakmayacaktı. Yüreğinde taşıdığı bu derin yara asla kapanmayacak asla yangını dinmeyecekti. Kendini affedemiyordu. Kabullenemiyordu da. Yıllar önce yaşananları kaldıramıyor her ne kadar soğuk ve üstesinden gelmiş görünse de bununla baş edemiyordu. En büyük yanılgısı zamanla geçeceğini düşünmesiydi. Ama geçmiyordu. Tam tersi zaman geçtikçe daha dayanılmaz bir hal almaya başlamıştı. Her gün biraz daha mahvoluyordu ve kimse bunu fark etmiyordu. Elini boynuna götürüp derin yara izine dokundu. O günden kalan en kötü hatıraydı. Yüreğiyle birlikte bedeninde de taşıyacağı bu iz tenine mıhlanmış lanetli bir mühür gibi ona her şeyi tekrar tekrar hatırlatacaktı. Bu izle büyüyecek, bu izle yaşayacak ve hatta bu izle mezara girecekti. Aniden bir çığlık sesi duyuldu. Aklına gelen annesiyle uyuşan ayaklarını dahi unutarak hızla ayağa kalkıp hışımla odadan çıktı. Annesinin odasına girdiğinde ise en sevdiği oyuncağına sarılıp çocuksu saf yüzüyle mışıl mışıl uyuduğunu gördü. İçi rahatladığında bir çığlık sesi daha duyarak duraksadı. Başını çevirip sesin nereden geldiğini anlamak için uzun koridorlara baktı. Annesini uyandırmamaya özen göstererek yavaşça kapıyı tekrar kapatıp dinlemeye başladı. Ses koridorun ilerisinden geliyordu. Merih etrafa şöyle bir göz atıp koridora yürüdü. Heykellerin yanından dikkatle geçerken kimsenin onu görmediğinden emin olarak hızlı adımlarla koridordan çıkıp salonun ortasında durdu ve etrafa bakınmaya başladı. Ortalıkta kimse görünmüyordu. Bir çığlık daha kopup evde yankılandığında Merih başını kaldırıp yukarıdaki koridora baktı. Ses şüphesiz o koridordan geliyordu. Merdivenlere yönelip yukarı çıktığında koridorun ışığının kapalı olduğunu fark etti. Boylu boyunca uzanan büyük çitalı camdan içeri giren ay ışığı koridoru aydınlatmaya yetse de koridor boyunca dizilen silüetlerin heykel mi insan mı olduklarını seçmek zorlaşıyordu. Uzun koridorda ilerlerken ileride elinde boş bir tepsiyle yaşlıca bir kadının yaklaştığını gördüğünde adımlarını yavaşlattı ve dikkatle izlemeye koyuldu. Ona yaklaştıkça iyice belirginleşen kilolu vücut hatları ve kısa boyuyla arkasından kopup gelen çığlıkları umursamadan yavaşça yürüyordu. Merih'e yaklaştıkça yüzünde bir tebessüm oluştu. "Zavallı delikanlı. Bugün ilk günün değil mi? Seni korkuttu mu?" Merih korkunun ne demek olduğunu unutalı çok uzun zaman olmuştu. "Bir sorun mu var?" Merih'in sözleriyle kadın elini havada öylece savurup yürümeye devam etti. "Her zamanki hali. Gittikçe deliriyor." "Kim?" "Kim olacak Alçin cadısı." "Neden bağırıyor?" Kadın omuz silkti. "Bilmiyorum. Hatta kimse bilmiyor. Çalışmaya başlayalı üç hafta oldu. Neredeyse her gün böyle. Başta ürkütücü geliyor ama sonra alışıyorsun. Sen de alışırsın merak etme." Ardına dahi bakmadan giden kadınla Merih dönüp sesin geldiği koridora baktı uzunca. "Size diyorum!" "Jules oradasın biliyorum!" Çığlıkların ne söylediği buradan daha net duyuluyordu. Koridorun sonuna doğru yürümeye devam etti sessizce. Sesin geldiği kapalı büyük kapının altından bir ışık huzmesi süzülüyordu. "Sadece ağrı kesici istiyorum!" Alçin'in öfke dolu sesi yankılanırken bağırışları kulak tırmalıyordu. "Ağrı kesici getirin bana!" "Hepiniz buradasınız biliyorum!" Öfkeli bağırışları yavaşça ağlamaya dönüşürken bu kez ağlayarak yalvarmaya başlamıştı. "Lütfen... Sadece bir tane ağrı kesici istiyorum..." "Jules, dayanamıyorum. Lütfen..." Merih kapıya doğru yönelmişti ki onu bir ses durdurdu. "Yolunuzu kaybettiniz sanırım." Hemen sol tarafta büyük pencerenin önünde dikilen Jules'un kısık gözleri açılmış sertçe Merih'e bakıyordu. Merih başını hafifçe kaldırıp doğruca gözlerine baktı. "Bir sorun mu var?" "Olsa da sizi ilgilendirmez delikanlı." Yaşına göre kurduğu cürretkâr sözlerle istifini bozmadan ona bakmaya devam etti. Ama Merih bunun altında kalacak değildi. "Sorunun kulaklarınızda olduğu aşikâr." Jules bir süre sustu. Ardından "Kulaklarımda bir sorun yok ama biraz daha diretirseniz sorunun kendisi siz olacaksınız." diyerek ısrarla tehditkâr bakışlarını üzerinden çekmedi. Kapının ardından hâlâ Alçin'in yalvarışları duyuluyordu. "Ona neden istediğini vermediğinizi açıklamadığınız sürece sorun olmaya devam edeceğim." Merih'in inatçı bakışları gerçekten sorun yaratmaya meyilli görünüyordu. Kapının önünde duran iki heybetli koruma Merih'e doğru birkaç adım attı. Bunu gören Merih yönünü onlara çevirmişti ki Jules bu inatçı adamın gözünü korkutamayacağını anlayarak korumalara durmaları için işaret ederek konuştu. "Alçin hanımın bünyesi ağrı kesici de dahil herhangi bir ilacı kaldırabilecek durumda değil." Merih duraksayıp Jules'a döndü. Dikkatle yüzüne baktığında Jules'un yüzünde mimik dahi kıpırdamıyordu. "Onu duymazlıktan gelmek emin ol bizim için çok zor. Ama bunu onun iyiliği için yapıyoruz. Şimdi lütfen odanıza dönün." Bir süre daha Jules'a bakan Merih içindeki kötü hissi bastırmaya çalıştı. İkna olmamıştı ama ilk günden işinden olmak da istemeyerek yavaşça geri döndüğünde Alçin'in sesini duymazdan gelmeye çalıştı. Her ne kadar onu duymazdan gelse de içindeki sıkıntıyı susturamıyordu. Demek Alçin acı çektirebildiği gibi acı da çekebiliyordu. Bir an imkansız gibi gelmişti Merih'e. Hiç cadıların canı yanar mıydı? Gece boyunca Alçin'in yalvarışları yankılanmıştı evde. Merih bir an her şeyi toplayıp gitmeyi dahi düşündü. Acı çeken birinin iniltilerini dinlemek çok zordu. Üstelik elinden bir şey de gelmiyordu. Sabaha doğru nihayet sesler dinmiş yalnızca dışardaki kuşların cıvıltısı duyulur olmuştu. Yorgunca uykuya yenik düşen Merih'i ise birkaç saat sonra annesi uyandırmıştı. Önce alnından saçlarına doğru gezinen bir el, ardından yanağında sıcacık bir buse hissetmişti. "Uykucu seni." Merih gözlerini açıp annesine baktı. Gözlerinde uykusuzluğun sersemliği vardı. Kol saatine bakıp doğruldu. "Gözlerin kızarmış. Geç mi uyudun? Çocuklar geç uyumamalı." Merih annesine gülümsemekle yetindi. Dilay çoktan üzerini giymişti. Oldukça enerjik ve heyecanlı görünüyordu. Defterini eline alıp kapıya yöneldi. "Geç kalma. Bugün iş günü." "Tamam." Dilay dışarı çıktığında Merih elini yüzünü yıkayıp dün ona getirilen özenle ütülenmiş siyah gömlek ve siyah kumaş pantolonu giydi. Dışarı çıktığında daha önce dış kapıda gördüğü kalıplı korumanın odanın önünde beklediğini gördü. Bir devi andıran adam Merih'e tepeden bir bakış attığında bir süre ona bakmaya devam etti. Ardından elini kaldırdığında Merih ona ters ters bakan adama karşı cephe alarak ona vuracağını düşünmüştü. Elini kaldırmasıyla irkilirken Merih'in aksine adamın amacı sadece tokalaşmaktı. Bozuntuya vermek istemeyerek adamın elini sıkan Merih verilen selamı aldı. "Alçin hanımın ricasıyla görevlerini, neler yapman gerektiğini ve çalışma saatlerini sana ben anlatacağım." Merih anladığını belirterek başını salladığında adam "Beni takip et." diyerek önden yürümeye başladı. Yavaş adımlarla sallana sallana yürüyen adama yetişen Merih adamın dışarıdan sert görünüşünün aksine yumuşak çıkan sesini dinledi. "Adın ne delikanlı?" "Merih." "Ben de Neşet. Abi demene gerek yok. Ne de olsa devre arkadaşıyız." Merih bu sözlerle bir an içinde bir şeylerin koptuğunu hissetti. Uzun zaman önce keyifle karşılayacağı bu cümle bir an bütün dengesini altüst etmişti. Neşet, Merih'in bembeyaz kesilmiş yüzünü fark ederek kaşlarını çattı. "Ne o? Hoşuna gitmedi mi?" Merih dürüst olup "Abi desem daha iyi."diyerek konuyu geçiştirdiğinde Neşet bir süre daha Merih'e baktı. "Polis miydin?" Merih beklemediği bu doğru tahminle başını kaldırıp adama baktı. "Nasıl anladın?" Adamın yüzünde buruk bir gülümseme oldu. "Ben anlarım." Şüpyheyle adamın yüzüne bakan genç adam bir şey söyleyeceği sırada Neşet büyük bir panonun önünde durdu. Kırmızı panoya asılmış bir sürü kağıtlar vardı. "Bu pano çalışanların aylık mesai saatleri ve günlerinin planlarını içeriyor. Güvenlik kategorisinden bir bakalım... " Parmağını kağıdın üzerinde gezdirerek sütunlar içinde yazılı isimlere göz attı. "İşte burada. Merih sen gece mesaisindesin. Gece 00.00 - sabah 06.00 arası. Duruma göre haftalık olarak bu plan değişir. Sık sık kontrol etmeyi unutma." Panodan geri çekilip Merih'in anlayıp anlamadığını kontrol etti. Anlamış görünüyordu. Tekrar yürümeye başladığında bu kez çift kapılı büyük bir kapıdan içeri girdi. İçeriden yemek kokuları geliyordu. Yemekhaneye benzer büyük odayı gösteren Neşet "Yemekleri burada yiyoruz. Girişte yemek saatleri yazıyor." dedi. O sırada mutfağın aralık kapısından görünen annesini fark ederek duraksadı. Ordan oraya koşturuyor diğer kadınları soru yağmuruna tutuyordu. Ama bir değişiklik vardı bu kez. Yüzünde gerginlik yerine mutlu bir gülümseme vardı. Keyif aldığı açıktı. Merih rahatlayarak yüzünde belli belirsiz gülümsemeyle iri adamı takip etmeye başladı. Bu kez aşağıya inen geniş merdivenleri inip uzun ve dar bir koridoru geçtiklerinde başka bir odaya girdiler. "Burası çalışanların kullanabileceği spor salonu." Merih ucu bucağı gözükmeyen salona baktığında, spor salonların çoğunda dahi olmayan çeşitli aletlere baktı. İçeride temizlik yapan birkaç çalışan dışında kimse yoktu. Hızlı hızlı aletlerin yanından geçip başka bir kapı açıldı. "Kapalı yüzme havuzunu da kullanabilirsin." Temiz ve masmavi duran derin havuz da salon gibi boştu. "İleride küçük duşlar da mevcut." Tekrar yukarı çıktıklarında Neşet "Bunların dışında birbirimizle iletişimde olmak için bu kulaklığı takmak zorundasın." diyerek siyah bir kulaklık uzattı. "Kırar ya da kaybedersen ücretini sen karşılarsın." Merih kulaklığı aldığında Neşet saatine baktı. "Benim mesaim başlıyor." Merih'in omzuna hafifçe vurup sert yüzü ve koca cüssesine hiç yakışmayan bir gülümsemeyle devam etti. "Sevdim seni Merih. Ayrıca benden sana bir tavsiye; işine devam etmek istiyorsan bu evde sağır, kör ve aptal olmalısın. Değilsin evet ama öyleymiş gibi yapmalısın." Bu sözlerin ardından arkasını dönüp yürümeye başladı. Tüm gün annesini gözetleyrek geçiren Merih mesai saati geldiğinde arka bahçeye çıkarak ışık dolu bir cam fanusu andıran mezarlığa doğru yürüdü. Kapısında dikilen Neşet'i gördüğünde adımlarını biraz daha hızlandırarak yanına gitti. Merih'i görür görmez sert yüz ifadesi yumuşayan Neşet saate baktı. "Dakiksin." Merih gülümsemekle yetinirken Neşet içeri doğru işaret etti. "Dilersen kapının dışında dilersen içinde durabilirsin. Arada içeriyi kontrol etmeyi de unutma. Ters bir durum olursa bizimle iletişime geç." "Tamam." "Kolay gelsin." "Sağ ol." Neşet, genç adamın bu evde barınabileceğinden şüpheliydi. En fazla kaç gün dayanacağını açıkça merak ediyordu. Merih bir süre öylece sallana sallana giden Neşet'in ardından bakıp ardından içeri girdi. İçerinin nemli ve sıcak havası başta onu rahatsız etse de ilerledikçe alışmaya başlamıştı. İçeriye göre gayet büyük olan göletin içinde bir yol misali dizilmiş taşlara basarak etrafa bakmaya devam etti. Ay ışığının yansımasıyla rengarenk camların gölgeleri yere düşüyordu. Bu dünyaya ait değildi sanki burası. Küçük gölete ince bir nehir misali uzanan ve kaynağı nerede bilinmeyen su huzurlu bir melodiyle gölete dökülüyordu. Berrak göletin içinde gezinen Koi balıkları oldukça büyüktü. Göletin arka tarafını ise yeşil ve uzun bambu ağaçları uzanıyordu. Yapay bir habitat oluşturulmuştu sanki burada. Mezarlıklara ulaştığında Merih durup bir süre inceledi. Yalnızca uzun, ince ve gri mezar taşlarının gömülü olduğu toprağın çevresini saran mermerler yoktu; yalnızca toprak, üzerinde ise yan yana üç tane gri mezar taşı. Alçin'in burayı korumak istemesinin bir sebebi olmalıydı. Merih de sebebini bilmeden rahat etmeyecekti anlaşılan. Eğilip elindeki küçük fenerle mezarlığı incelemeye başladı. Bir avuç toprak alıp eliyle yokladı. Ardından avucundaki toprağı burnuna yaklaştırıp hafifçe kokladı. Toprak kokusundan başka bir koku almadığında toprağın parmaklarının arasından akıp gitmesine izin vererek ellerini çırptı. Bu kez mezar taşlarına ilerleyerek bir süre etrafını yokladı. Ters bir durum görünmüyordu. Pek alışık olmasa da sıradan bir mezar gibi görünüyordu. Mezarlığı bırakıp tekrar göle döndü. Eğilip suyun içine baktı. Duru suyun her köşesi rahatlıkla görünüyordu zaten. Balıklardan başka bir şey görünmüyordu. Doğrulup ayağa kalktı. Gölün diğer ucundaki bambu ağaçlarının arasından akıp giden suyu takip etmeye başladığında bambu ağaçlarını geçer geçmez başka bir göl daha karşıladı onu. Gölün ortasında fazla büyük olmayan kare bir sedir vardı. Üzerinde kırmızı kuş desenleri olan minderlerle dizilmiş sedirin ortasında yanan bir tütsünün beyaz, yoğun ama ince dumanı bir balerin gibi dans ederek yükseliyordu. Sedire kadar bir köprü misali uzanan camların korkuluğu yoktu. Merih köprüde ilerledikçe burnuna gelen tütsü kokusu daha da yoğunlaştı. Ayaklarının altındaki camdan görünen Koi balıkları o adım attıkça toplanıyor arada hızla kaçışarak dağılıyorlardı. Merih bakışlarını balıklardan çekip sedirin üstünde dikildi. Garip bir huzur vardı burada. Sessiz sakin su şırıltıları ve nereden geldiğini dahi bilmediği bir kuş cıvıltısı ilişiyordu kulaklarına. Sedirin etrafını saran gölet, uzun uzun çevrelenen bambu ağaçlarıyla sanki şehirden uzak bir ormanın içindeydi Merih. Büyülenmeden edemedi. Bir süre öylece kalmış etrafı izlemişti. Nihayet kendine geldiğinde sedirden ayrılıp dışarı çıktı. O an büyü bozulmuş da sıkıcı dünyaya tekrar dönmüş gibi bir huzursuzluk çöktü üzerine. Dönüp eve doğru baktı. Annesinin odasının camı buradan net görünüyordu. Kapalı perdenin ardından annesinin odada dolanışını izledi bir süre. Çok geçmeden ışığı kapanmış, uyumuş olmalıydı. Acaba nasıl geçmişti günü? Bir sorun çıksaydı muhakkak haberi olurdu. Demek her şey yolundaydı. Bunu fark eder etmez bir rahatlama çöktü üzerine. Şimdilik iyi bir başlangıç olmuştu. Başını gökyüzüne kaldırdı. Böyle sürmesini dileyerek derin bir nefes aldı. "Umarım böyle devam eder." Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin. ✨❤️🔥 Sevgilerle...
|
0% |